Eşcinsellik denilince, işin hep anal boyutu akla geliyor. Çünkü eşcinsellik en çok bu şekilde gerçekleştiriliyor heteroseksist bir dünyada. Çünkü eşcinseller en çok o taraflarından hedef gösteriliyor, en çok o taraflarından nefret ediliyorlar. Eğer işin anal boyutu olmasaydı, eşcinseller acaba nasıl ötekileştirilecekti?
Eşcinselliğin fiziksel boyutunu, heteroseksüelliğe sığınan korkak, eşcinselliğiyle barışamamış gizli eşcinseller belirliyorlar bence biraz da. Kendi cinsleriyle paylaşım yaşamaktan alıkoyamayınca kendilerini, erkekliğin tatmin olduğu şekilde tatmin ediyorlar kendilerini. Korkak eşcinseller kendilerini erkek geçinerek gerçekleştirdikleri gibi heteroseksizmin hedefi olmaktan da korumuş oluyorlar böylece.
Eşcinsellerin diğer yarısıysa veya oranı her ne ise, heteroseksizmin cinsel şekilciliğine uymak zorunda kalıyor. Eğer korkak gizli eşcinseller olmasaydı, bedensel orgazm dışında eşcinsellik anal ilişkiyle bağdaştırılmayacaktı belkide. Çünkü eşcinsellerin biyolojik yapısı ve metabolik işleyişi heteroseksüellerinkinden farklı değil. Belki işin fiziksel boyutu anal yönden gerçekleştirilecekti gene mecburiyetten ama işin anal bölümüne takılınmayacak, işin anal tarafından nefrete hedef gösterilmeyecekti eşcinseller.
Gerçekten eşcinsellik sadece anal ilişki olsaydı, eşcinseller eşcinsel olurlar mıydı heterosekzmin cinayet boyutundaki nefretine karşı? Çünkü sonuçta, dediğim gibi metabolizma heteroseksüellerinki gibi çalıştığı için, eşcinsellik beyinsel bir durum olmasa, insanlar cinsel yönelimlerini egemen cinsiyet veya cinsel yönelime göre kolaylıkla belirleyebilirlerdi.
Hani eşcinselliğe önyargılı bakılıyor diyoruz ya... Aslında önyargıdan da önce olaya çok basit, yüzeysel bakılıyor. Duruma cinselliğin fiziksel yönünden bakmasak, neyin ne olduğunu daha iyi görebileceğiz. Duruma farklılıklarından dolayı ötekilşetirilenlerin bedenleri üzerinden bakacağıza, kendi hislerimiz, duygularımız, arzularımız üzerinden bakabilsek, belki daha kolay empati kuracağız.
30 Haziran 2014 Pazartesi
Oruç tutmanın amacı ne ki?
Orucun amacı ne; kısaca nefsine hakim olmak değil mi? Açlığına dayanacaksın, zevk aldığın şeylere karşı iradeni güçlü tutacaksın... Ama genellikle açlık üzerinden anlamlandırılıyor oruç. O yüzden de genellikle vücuda madde girmemesi için çaba sarf ediliyor oruçlu olduğun süre boyunca. Ama insan sormadan edemiyor. Amaç açlıkla irademizi sınamaksa, vücudumuza mecburiyetten giren ve metabolizmaya hiçbir etkisi olmayan bu madde girişleri üzerinden niye oruç tartışması yapılır ki?
Bana sanki orucu güncel tutmanın yolları gibi geliyor bu tür polemikler. Eğer niyet varsa nefsine hakim olmak konusunda, bu tür söylemler bana çok lüzumsuzca geliyor. Oruç süresi boyunca açlığına dayanabiliyor musun, iradene sahip çıkabiliyor musun; tamamdır. Küçücük ayrıntılarla insan karnını doyurmayacağına göre, insanları şüphe altında bırakmamak gerekiyor "orucum acaba bozuldu mu?" diye. Mesela oruçlu olup da yiyip içersen orucun bozulmazmış. Ben bir kaç defa oruç tutmayı denedim ama hep unuttum oruçlu olduğumu. Amaç, oruçluyken aç kalmaksa, unutup yiyince de oruç bozulur o zaman
Orucun bir de cinsiyetçi tarafı var. Yemeği kadınlar yapar ya evlerde genellikle... Yemeğin tuzuna bakabilirmiş yemek yapan kişi. O zaman bozulmazmış oruç. Ne demek istediğimi anlamışsınızdır sanırım.
Ben oruç taraftarı değilim. Çünkü bünyem buna uygun değil. Çünkü fazla yemek yediğim zaman ağır geliyor; az ve sık sık yediğim için de açlığıma dayanamıyorum, bayılacak gibi oluyorum. Çünkü tansiyonum hep düşük seviyede seyrediyor.
Bir de dünyanın nimetlerinden mümkün mertebede faydalanmamın hiç kimseye zararı yoksa, ben niye açlıkla irademi sınayayım ki? Ayrıca açlıkla sınanan iradenin öfkeye falan faydası olmadığı gibi daha ters etki yapıyor sabrı tükettiği için.
Eğer acın halinden anlamak için oruç tutuluyorsa, ben buna da ihtiyaç hissetmiyorum. Çünkü ben yemeğimi paylaşmayı bırakın, eğer birinin ihtiyacı çoksa hepsini bile verebilirim yemeğimin. Sadece insanlar için geçerli değil bu uygulamam, hayvanlar için de geçerli. Yediğim bütün yiyeceklerimi kedilerimle paylaşırım. "O, kedi, kediliğini bilsin" diye düşünmem. O yüzden kedilerim evi kendilerinin zannediyor ve evdeki yiyecekler konusunda da sınırsız hakları var. Yani bana danışmazlar bile yemek için.
Oruçluya saygı meselesine gelirsek... Neden sadece dini ritüelleri yerine getirenlere karşı hassas olunması bekleniyor? Oruç bir zorunluluk değil ki. Normal hayatın içinde dini bir görev ise, her şeye rağmen oruç tutmak ve oruca dayanabilmek gerçek oruçluluk halidir. Her şeyi oruçluya göre ayarlarsan, o zaman oruç tutmak anlamını yitirir. Yani oruçluya konfor sağlamak, bence orucun yapısına aykırı. Kalori harcatmaz ve de nefsini tahrik edecek unsurları yok edersen, bu bence dini statüye girer oruç tutana kolaylık sağladığı için.
Ramazan'da sigara içene dayak atarsan, lokantaları kapatırsan, hatta sokaktaki susayan içsin diye koyulan su dolaplarına su koymazsan, etek giyenlere sözlü saldırıda bulunursan... oruç tutmanın bir anlamı olabilir mi? Nerde kaldı nefse hakimiyet, nerde kaldı irade. Sadece dindaşlara karşı mıdır sabır ve irade?
Bugün haberlerin birinde Sertab Erener'e hayranları tepki göstermiş yemek keyfini sosyal medyada paylaştığı için. Peki oruç tutanlar aynı saygıyı ve hassasiyeti tutmayanlara karşı gösteriyor mu? Dinde zorunluluk yoksa, o zaman iradeni ve nefsini herkese, her şeye karşı güçlü tutacaksın orucun amacına uygun olarak.
Eşcinsellere destek olunca eşcinsel olunmaz
Fotoğraflardan taradığım kadarıyla ünlü olarak geçmiş yıllardan katılan sadece Barbaros Şansal'ı gördüm. Yenilerden ise Mabel Matiz ve Kıvılcım Ural vardı. Sevdiğim iki sanatçıyı orada görmek beni çok mutlu etti. Çünkü sanatçıların katılımı, eşcinsellere mesafeyi azaltacaktır. Eşcinsellerle bir arada olmanın utanılacak bir şey olmadığı konusunda halka cesaret verecektir. Ayrımcılıklara karşı duyarlılığı arttıracaktır.
İnsanlar eşcinsellerle bir arada olunca eşcinsel zannedilmekten korkarlar. Oysa yan yana olunca cinsel yönelimler değişecek olsa, eşcinseller eşcinsel olarak meydana çıkmaz, heteroseksist dünyada heteroseksüel olurlardı. Bugünlerde sosyal medyada güzel bir söz paylaşımı var. "Hayvan haklarına destek verilince hayvan olunmuyorsa, eşcinsel haklarına destek verince eşcinsel olunmaz" diye.
Aslında herkes biliyor eşcinselliğin hastalık olmadığını ve bulaşmadığını, hatta eşcinsel zannedilmekten bile çekindiklerini zannetmiyorum. Olsa olsa gizli eşcinsel olup da eşcinselliğinin ortaya çıkmasından korkanlar böyle düşünebilir, yani eşcinsel zannedilmekten korkabilir. Yoksa bilinçli bir insan kendini tanır ve yersiz korkulara kapılmaz.
Bunun adı ve eşcinsel zannedilmekten korkmanın sebebi homofobidir. İçsel veya değil tamamen homofobiyle alakalıdır. Yani bakmayın insanların eşitlikçi, özgürlükçü, demokratik, duyarlı, insancıl... olduklarını falan savunduklarına. Hepsinin demokratik savunuları sözde. Belki başka konularda demokratik oldukları konusunda doğru söylüyor olabilirler ama eşcinsellik konusunda yalan söylüyorlar.
Eşcinsel dostuyum diyenlerin büyük çoğunluğu aslında eşcinsel karşıtı. Uzaktan herkes ötekileştirilenlere yapılan ayrımcılığın insanlıkla bağdaşmadığını savunur ama iş açık açık eşcinsellerin yanında durmaya gelince eşcinsellere destek olmazlar. Hepsinin bir gerekçesi vardır eşcinsellerle yan yana olmamak için.
Tabi haklılar da. Eşcinseller bile çeşitli bahanelerle görünür olmuyorlarsa, hak mücadelesine açıkça destek vermiyorlarsa, kendi kimliklerni açıkça yaşamaya cesaretleri yoksa, heteroseksüeller ne yapsın değil mi?
29 Haziran 2014 Pazar
Dijital platform, eşcinsel aktivizmini daha katılımcı hale getirecektir
Kapalı, muhafazakar, geleneksel ve erkek egemen toplumlarda teknoloji, özellikle eşcinseller gibi en ötekileştirilen kesimlerin kendileriyle barışmaları ve yüzleşmeleri, kendilerini ifade etmeleri, haklarının peşine düşmeleri, birbirleriyle iletişim kurma ve dolayısıyla kendilerini gerçekleştirme konularında çok daha etkili ve faydalı olduğunu görmezlikten gelemeyiz. Bu, eşcinsel aktivizminin sadece internet üzerinden gerçekleştirilmesinin tek doğru olduğu anlamına gelmemeli. Zaten işe yaramayan uygulamalar bir süre sonra kendiliğinden bırakılmak zorunda kalıyor. Şu aşamada reel aktivizm ve politikalar geçerliliğini koruyan uygulamalar ama gelecekte tamamen yerini bırakacağı dijital platformlarla da destekleniyor ve desteklenmek zorunda.
Siyasi parti ve STK'lar gibi örgütlenmeler ne için vardır; yaptıkları ideolojik veya hak mücadelelerini daha güçlü verebilmek için. Egemen kesimler açık ve daha rahat bir şekilde örgütlenebilirler ama eşcinseller gibi ötekileştirilenlerin heteroseksist toplumlarda reel bir şekilde örgütlenmeleri karşılaşabileceleri toplumsal engeller yüzünden zor olduğu için cesur olamayabilirler bu konuda. Dijital platform eşcinsellerin daha cesur olmalarını sağlayacağı için, birbirleriyle iletişim kurmalarını, reel olarak biraraya gelemeseler de bütünün bir parçaları olmalarını kolaylaştıracaktır.
Faaliyetlerin, fikir alış-verişlerinin hala reel buluşmalarda gerçekleştiriliyor olması, eşcinsel aktivizminin ülke genelini kapsamasını tam anlamıyla sağlayamıyor. Tabi içinde yaşadığımız dönem reel aktivizm ile dijital aktivizmin birlikte yürütülmesi gerektiği bir çağ hala. Ama ben internet üzerinden mücadelenin daha aktif hale getirilmesi gerektiğine inananlardanım. Gerektiğinde reel hayata da çıkılabilmeli ama hayatın çok hızlı aktığı bir zaman diliminde insanlar dijital aktivizmle daha katılımcı olacaktır.
Bir de şöyle bir durum var. Geleneksel toplumlarda aile, çevre gibi sebeplerden dolayı eşcinseller rel olarak örgütlenemeyebildikleri için, eşcinsel hakları konusunda aktif olmak isteyenler mücadelenin bir parçası olamayabiliyorlar. Oysa internet üzerinden örgütlenilip belli zamanlarda reel olarak görünür olabilirler ve o gün mücadelenin parçalarının bir araya gelmesiyle eşcinseller gerçek güçlerini gösterebilirler. İstanbul Onur Yürüyüşü gibi etkinlikler bunun en güzel örneği ama internet üzerinden örgütlenmelerin sayısı çok daha fazla arttırılarak, mücadele gücü olması gerektiği gerçek seviyesine ulaştırılabilir. Şu anda bu uygulama var zaten deniliyorsa, o zaman daha da aktif hale getirilmeli.
Siyasi parti ve STK'lar gibi örgütlenmeler ne için vardır; yaptıkları ideolojik veya hak mücadelelerini daha güçlü verebilmek için. Egemen kesimler açık ve daha rahat bir şekilde örgütlenebilirler ama eşcinseller gibi ötekileştirilenlerin heteroseksist toplumlarda reel bir şekilde örgütlenmeleri karşılaşabileceleri toplumsal engeller yüzünden zor olduğu için cesur olamayabilirler bu konuda. Dijital platform eşcinsellerin daha cesur olmalarını sağlayacağı için, birbirleriyle iletişim kurmalarını, reel olarak biraraya gelemeseler de bütünün bir parçaları olmalarını kolaylaştıracaktır.
Faaliyetlerin, fikir alış-verişlerinin hala reel buluşmalarda gerçekleştiriliyor olması, eşcinsel aktivizminin ülke genelini kapsamasını tam anlamıyla sağlayamıyor. Tabi içinde yaşadığımız dönem reel aktivizm ile dijital aktivizmin birlikte yürütülmesi gerektiği bir çağ hala. Ama ben internet üzerinden mücadelenin daha aktif hale getirilmesi gerektiğine inananlardanım. Gerektiğinde reel hayata da çıkılabilmeli ama hayatın çok hızlı aktığı bir zaman diliminde insanlar dijital aktivizmle daha katılımcı olacaktır.
Bir de şöyle bir durum var. Geleneksel toplumlarda aile, çevre gibi sebeplerden dolayı eşcinseller rel olarak örgütlenemeyebildikleri için, eşcinsel hakları konusunda aktif olmak isteyenler mücadelenin bir parçası olamayabiliyorlar. Oysa internet üzerinden örgütlenilip belli zamanlarda reel olarak görünür olabilirler ve o gün mücadelenin parçalarının bir araya gelmesiyle eşcinseller gerçek güçlerini gösterebilirler. İstanbul Onur Yürüyüşü gibi etkinlikler bunun en güzel örneği ama internet üzerinden örgütlenmelerin sayısı çok daha fazla arttırılarak, mücadele gücü olması gerektiği gerçek seviyesine ulaştırılabilir. Şu anda bu uygulama var zaten deniliyorsa, o zaman daha da aktif hale getirilmeli.
Eşcinsellik olmasaydı, dünya nasıl olurdu?
Bilinmese de veya bilinse de, görmezlikten gelinse de en başta bilimsel olarak bir açıklama yapayım; Eşcinsellik olmasaydı canlı diye bir şey olmazdı. Canlı hayatı olmazdı yani. Canlı hayatının olmadığı bir gezegen tahayyül edin... İşte eşcinseller olmasaydı öyle bir gezegen olurdu Dünya. Çünkü doğurganlık geniyle eşcinsellik geni aynı gen. Canlı hayatı varsa eşcinsellik kaçınılmaz; eşcinsellik yoksa canlı hayatı da yok.
Eşcinselliğin hayata kattıkları neler? Aslında şöyle bir şey düşünmeniz bile eşcinselliğin hayata kattıklarını anlamanız için yeterli. Bir tarafta siyah-beyaz, renksiz bir hayat; bir tarafta rengarenk, gökkuşağı renklerinin olduğu bir hayat. Renk derken de sadece renklerden bahsetmiyorum; hayatın çeşitliliğini anlatıyorum. Yani egemen cinsiyetin kurallarının olmadığı daha özgür bir hayat, farklılıklara karşı daha hoşgörülü bakan, ayrımcılığın olmadığı bir hayat. Korkuların olmadığı, nefretin, şiddetin olmadığı bir hayat. Sadece sevgiyle, barışla hayat çekilmez mi dediniz; işte o heteroseksizmin bakış açısı. Sadece sevgiyle, aşkla hayat öyle bir güzel olur ki...
Eğer dünyaya eşcinseller hakim olsaydı, dünya daha yumuşak, daha esnek olurdu. Çünkü eşcinsellerin içinde sanata dair bir estetizm vardır. Yumuşatır hayatın sertliklerini, törpüler öfkelerimizi, dinginleştirir insanları, daha pozitif bakmalarını sağlar öfkeden arındırılmış bir beyinle hayata. Eğer dünyaya eşcinseller hakim olsaydı, hiç kimsede iktidar olma hırsı olmazdı. Çünkü dayatma olmayacağı için kimsenin baş tutmasına ihtiyaç kalmazdı. Düşünseniz ya; iktidarın, hayatı güzelleştirmeye çalışan insanlara nasıl bir katkısı olabilir; olsa olsa bencilce çıkarına uygun bir şekilde nefret tohumları ekme açısından bir katkısı olabilir.
Hayat daha eğlenceli olur, kısacık hayata sadece yaşamak için geldiğimizi anlardık eşcinseller özgür olsalardı. Gerçekten şu anda biz hayatımızı yaşamıyoruz heteroseksüeller dahil. Egemen sistem olan heteroseksizm koymuş çıkarına uygun cinsiyetçi kurallarını, çelmiş insanların aklını; şöyle yapacaksınız böyle yapacaksınız, bu yanlış şu doğru, o ahlaksızlık şu erdemli... Yoksa cıs! Sadece bizim hayatımızı değil, kendi hayatlarını da karartıyorlar.
Gerçekten eşcinseller halden anlarlar. Öyle öldüresiye kinleri, öfkeleri, nefretleri yoktur. O yüzden zaten nefret cinayeti işlemezler, nefret cinayetine kurban giderler. Böyle olmaları, heteroseksist dünyada korktuklarından çok, insanlıklarıyla alakalıdır. Yoksa onların da akılları var, elleri-kolları var nefret dilinden anlayanlara aynı şekilde cevap verebilecek.
Ben eşcinselliği hayatın üst boyutu olarak görüyorum insanlık açısından. Eğer insan sadece sevgiye ve barışa dayalı bir şekilde pozitif yaşıyorsa, hayatın da öyle olmasını istiyorsa, bu doğru bir insanlıktır. Yanlış anlaşılmasın, heteroseksüelliğe kötü demiyorum ama eşcinseller sırf cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalıyorlarsa, % 90 küsurlarda öteki olarak görülüp ötekileştiriliyorsa... Bir şey demiyorum bu konuda. Herkes kendisi farkına varsın bir şeylerin ayırdına veya ne demek istediğim konusunda. Ben zerre kadar heteroseksüelliği anormal bulmuyorsam, sorun bende değil, benim yapıma uygun yaşama hakkımı anlayamayanlardadır.
Eşcinsellerin özgürlüğü, heteroseksüelleri de özgürleştirecektir. Eşcinsellerle heteroseksüeller arasındaki en büyük fark, özgürlük anlayışlarındadır.
Haziran ayında eşcinseller caddelerde Onur Yürüyüşleriyle hayatı renklendirmeye çalışıyorlar karnaval havasında. Heteroseksüellere tavsiyem; bir gün de olsa güneş gözlüklerinizi çıkarın ve hayatın renklerini görmeye çalışın. Hayatın, doğanın renklerini gördüğünüz zaman siz de o karnavala katılacak ve hayatın, yaşamın ne demek olduğunu anlayacaksınız. Sevgiyle, barışla, aşkla...
28 Haziran 2014 Cumartesi
Folklorik bir eğlence olarak düğün
Bir şeylerle falan evleneni gördük de, sanırım damatsız düğün yapan geline dünya ilk defa şahit oluyordur. Ülkemizde 38 yaşındaki bir kadın, kendisine uygun eş bulamadığı için akrabalarının ve arkadaşlarının da katılımıyla gelinlik giyip temsili bir düğün yapmış. Gelin hanım gelin arabasına binmiş, ağlamış, ona takılar takılmış... damat ve nikah memuru dışında düğüne uygun her şey yapılmış.
Gerçekten insanın kendisine uygun eş bulamaması gerekçe midir, yoksa bahane midir? Eş mi bulamamıştır, eşle yaşamaya niyeti mi yoktur? Kendimi düşünüyorum; ben evliliğe karşı olan bir eşcinsel olarak, eşcinsel evlilik yasal olsa ve uygun bir eş bulsam evlenir miydim? Ama uygun eş bulma konusu da çok önemli gerçekten. Uygun bir eş var mıdır hayatı sorunsuzca paylaşabilecek? Bana yok gibi geliyor. Olsa ben evlenir miydim şartla uygun olsaydı? Denerdim en azından. Ama mükemmel eşi bulmadıktan sonra da evlenmezdim. Çünkü beni tam olarak anlamayan ve beni tamamlamayan eş yük gibi gelirdi bana, ayak bağı olurdu, yapmak istediklerime engel teşkil ederdi, özgürlüğümü kısıtlardı... Heteroseksist bir toplumda evlilik kurumu altında özgür bir hayat yaşamaksa normal karşılanmamaktadır.
Bence bu kadın benim kafadan, yani özgürlüğüne düşkün ve de mükemmel eş arayanlardan olduğu ve bulamayacağı için de, herhangi birisiyle sırf topluma karşı normal görünmek için evlenmektense, belki içindeki içselleştirilmiş kadınlığa uygun olarak uhdesini gerçekleştirdi, belki de evliliğe karşıt olduğu için toplumsal bir mesaj verdi temsili düğünle.
Aslında evlilik denilen şey insan doğasına aykırı bir durum heteroseksizmin çıkarına uygun olarak gerçekleştirilen. Çünkü doğada özgürlük denilen bir şey varsa insanın kendini gerçekleştirmesini sağlayan, niye teslim olsun, niye teslim alsın?
Evlilik denilen şey, geleneksel bir varoluş ve kendini toplumsal anlamda gerçekleştirme unsuru. Bir anlamda erkeklik ve kadınlık ispatlanıyor, sonrasında erkeklik ve kadınlık kendini gerçekleştiriyor heteroseksizmin kurumlarının onayıyla. Heteroseksizmin geleneksel kuralları dışında varolur veya kendini gerçekleştirirsen dışlanıyorsun zaten. Onaysız bir ilişki marjinalleştirilenlere layık görülüyor en fazla.
İnsanlar hayatlarını, heteroseksizmin baskısı ve engeli olmadan özgürce yaşasalardı evlilik diye bir şey olur muydu? İleri toplumlarda ve ileri zamanlarda bu gidişle belki de sadece folklorik bir eğlence olarak kutlanacak evlilik törenleri. Çünkü evliliğin amaçları nikah olmadan da gerçekleştirilebiliryorsa, düğün de gerçek anlamını yitirecektir. Ülkemizdeki damatsız düğün de bunun ilk örneği olsa gerek.
Gerçekten insanın kendisine uygun eş bulamaması gerekçe midir, yoksa bahane midir? Eş mi bulamamıştır, eşle yaşamaya niyeti mi yoktur? Kendimi düşünüyorum; ben evliliğe karşı olan bir eşcinsel olarak, eşcinsel evlilik yasal olsa ve uygun bir eş bulsam evlenir miydim? Ama uygun eş bulma konusu da çok önemli gerçekten. Uygun bir eş var mıdır hayatı sorunsuzca paylaşabilecek? Bana yok gibi geliyor. Olsa ben evlenir miydim şartla uygun olsaydı? Denerdim en azından. Ama mükemmel eşi bulmadıktan sonra da evlenmezdim. Çünkü beni tam olarak anlamayan ve beni tamamlamayan eş yük gibi gelirdi bana, ayak bağı olurdu, yapmak istediklerime engel teşkil ederdi, özgürlüğümü kısıtlardı... Heteroseksist bir toplumda evlilik kurumu altında özgür bir hayat yaşamaksa normal karşılanmamaktadır.
Bence bu kadın benim kafadan, yani özgürlüğüne düşkün ve de mükemmel eş arayanlardan olduğu ve bulamayacağı için de, herhangi birisiyle sırf topluma karşı normal görünmek için evlenmektense, belki içindeki içselleştirilmiş kadınlığa uygun olarak uhdesini gerçekleştirdi, belki de evliliğe karşıt olduğu için toplumsal bir mesaj verdi temsili düğünle.
Aslında evlilik denilen şey insan doğasına aykırı bir durum heteroseksizmin çıkarına uygun olarak gerçekleştirilen. Çünkü doğada özgürlük denilen bir şey varsa insanın kendini gerçekleştirmesini sağlayan, niye teslim olsun, niye teslim alsın?
Evlilik denilen şey, geleneksel bir varoluş ve kendini toplumsal anlamda gerçekleştirme unsuru. Bir anlamda erkeklik ve kadınlık ispatlanıyor, sonrasında erkeklik ve kadınlık kendini gerçekleştiriyor heteroseksizmin kurumlarının onayıyla. Heteroseksizmin geleneksel kuralları dışında varolur veya kendini gerçekleştirirsen dışlanıyorsun zaten. Onaysız bir ilişki marjinalleştirilenlere layık görülüyor en fazla.
İnsanlar hayatlarını, heteroseksizmin baskısı ve engeli olmadan özgürce yaşasalardı evlilik diye bir şey olur muydu? İleri toplumlarda ve ileri zamanlarda bu gidişle belki de sadece folklorik bir eğlence olarak kutlanacak evlilik törenleri. Çünkü evliliğin amaçları nikah olmadan da gerçekleştirilebiliryorsa, düğün de gerçek anlamını yitirecektir. Ülkemizdeki damatsız düğün de bunun ilk örneği olsa gerek.
27 Haziran 2014 Cuma
Okan Bayülgen homofobi ödülünü fazlasıyla hak ediyor
Okan Bayülgen cinsel yönelimini sonradan mı tercih etmiş?
Televizyoncu Okan Bayülgen, eşcinselliğin, erkeklerin mecburiyetten beraber olmalarından dolayı sonradan olan bir tercih olduğunu söylediği için kendisine homofobiyi temsilen Hormonlu Domates ödülü veren eşcinsellere "geri zekalılar"demiş. Bu yazıyı yazmamdaki amaç Okan Bayülgen'i, eşcinselliğin daha yönelim olduğunu bilmediği için falan eleştirmek değil. Ama düşündürmüyor da değil kelli felli sanatçıların eşcinselliği tam anlamıyla bilmemeleri. Bilmek zorunda da değil ama programlarında falan eşcinselleri ağırlayarak eşcinsellere karşı dostluğunu sergiliyor. Bir televizyoncu programlarında toplumsal bir mesaj veriyorsa, verdiği mesajın içeriğini, anlamını bilmesi gerek diye düşünüyorum.
Ben Okan Bayülgen'in program tarzını hiç sevmem. Öyle ukala ukala konuşmaları, konuklara Everest tepesinden bakması, espri amacıyla da olsa izleyiciyle dalga geçmesi falan hiç benim tarzım olmadığı için izlemem programlarını. Çünkü gerçekten yaratıcı ve zekice hiçbir şey yok ürettikleirnde, hatta sıkıcı geliyor bana. Ama buna rağmen Okan Bayülgen'in eşcinselliğe bilinçsizce bakış açısı bile benim zerre kadar bile umrumda olamaz. Çünkü ayrı dünyanın insanları olduğumuza inandığım Okan Bayülgen ve bezerlerinden o kadar çok ki şu dünyada. Hatta Okan Bayülgen'e kadar o kadar şiddetli homofobiyle karşılaşıyoruz ki, onların yanında Okan Bayülgen "candır" diyesi geliyor insanın.
Eşcinsellik konusundaki bilinçsizliğine gelirsek; ben bu konuda da Okan Bayülgen'in eşcinsellerin çoğundan daha kötü olduğunu söyleyemem. Eşcinsellerin çoğu da eşcinselliğin hastalık olduğuna inanıyor, tecavüzle oluşabileceğine inanıyor, babasızlığın eşcinselliğe sebep olabileceğine inanıyor, hatta Okan Bayülgen gibi onlar da tercih olduğunu dile getirdikleri gibi, tercih olduğuna inanıyorlar bile... İşte eşcinsellerimiz de bu derecede bilinçsizlikte. Okan Bayülgen'den bir eksiklikleri yok yani. Hatta Okan Bayülgen eşcinsellik konusunda eşcinsellerimizden daha özgüvenli, daha cesur. Tabi onun tuzu kuru ama olsun, hiç umrunda olmayabilirdi eşcinseller.
Okan Bayülgen'in eşcinsellere tepkisine gelirsek... İşte orada yanlış yapmış Okan Bayülgen. Çünkü bilinçsizce de olsa eşcinsellik hakkındaki önyargıları pekiştirecek bir söylemde bulunmuş. Özür dileyip yanlışını düzelteceği yerde, eşcinsellere "gerizekalı" diyip onlardan özür bekliyor. Eşcinseller senden özür dilese ne olacak, dilemese ne olacak. Homofobi ödülü seni rahatsız edeceğine, bence eşcinsellere katkı sağlamak adına bununla gurur duymalısın. Yanlış söylemin bir çok homofobiğin bir düşüncesi olduğu ve mesajın bir çok kişiye ulaşabileceği için, yanlışlığını düzelterek insanların eşcinsellik hakkındaki yanlış bilgisini de düzeltmiş olursun bu sayede.
Okan Bayülgen bu ödülü hak etmiyor mu; fazlasıyla hak ediyor. Çünkü milyonlarca insan eşcinselliğin sonradan olduğunu, mecbur kalınca kendi cinsler arasında cinsel ilişki yaşanılınca eşcinsel olunduğunu pekiştirecek, veya pekiştirmiştir Okan Bayülgen'in yanlış ve önyargılı bilgisiyle. Bence Okan Bayülgen ödülünü alsın, yanlışını hatırlattıkları için eşcinsellere teşekkür etsin, "geri zekalılar" dediği için de özür dilesin onlardan, halka da eşcinselliğin çevresel faktörlerle oluşan bir tercih olmadığını, bugüne kadar yanlış bildiğini ama artık öğrendiğini ifade etsin. Tabi Okan Bayülgen cinsel yönelimini tercih ettiyse bir şey diyemeyeceğim.
Hep diyorum ya; insanların genelinin eşcinsel dostluğu göstermelik. Okan Bayülgen'ünki de göstermelik. Bakınız, insanların eşcinsel arkadaşı olabilir. Bu, o kişinin homofobik olmadığını göstermez. Önemli olan eşcinselden çok eşcinsellik dostu olabilmektir. Benim karakterim cinsel yönelimimin önüne geçmişse herkes sevebilir beni. Gerçekten eşcinsel dostuysanız, samimiyseniz, karakterimi bir tarafa bırakıp eşcinselliğime, eşcinselliğe karşı dostluk gösterin.
Televizyoncu Okan Bayülgen, eşcinselliğin, erkeklerin mecburiyetten beraber olmalarından dolayı sonradan olan bir tercih olduğunu söylediği için kendisine homofobiyi temsilen Hormonlu Domates ödülü veren eşcinsellere "geri zekalılar"demiş. Bu yazıyı yazmamdaki amaç Okan Bayülgen'i, eşcinselliğin daha yönelim olduğunu bilmediği için falan eleştirmek değil. Ama düşündürmüyor da değil kelli felli sanatçıların eşcinselliği tam anlamıyla bilmemeleri. Bilmek zorunda da değil ama programlarında falan eşcinselleri ağırlayarak eşcinsellere karşı dostluğunu sergiliyor. Bir televizyoncu programlarında toplumsal bir mesaj veriyorsa, verdiği mesajın içeriğini, anlamını bilmesi gerek diye düşünüyorum.
Ben Okan Bayülgen'in program tarzını hiç sevmem. Öyle ukala ukala konuşmaları, konuklara Everest tepesinden bakması, espri amacıyla da olsa izleyiciyle dalga geçmesi falan hiç benim tarzım olmadığı için izlemem programlarını. Çünkü gerçekten yaratıcı ve zekice hiçbir şey yok ürettikleirnde, hatta sıkıcı geliyor bana. Ama buna rağmen Okan Bayülgen'in eşcinselliğe bilinçsizce bakış açısı bile benim zerre kadar bile umrumda olamaz. Çünkü ayrı dünyanın insanları olduğumuza inandığım Okan Bayülgen ve bezerlerinden o kadar çok ki şu dünyada. Hatta Okan Bayülgen'e kadar o kadar şiddetli homofobiyle karşılaşıyoruz ki, onların yanında Okan Bayülgen "candır" diyesi geliyor insanın.
Eşcinsellik konusundaki bilinçsizliğine gelirsek; ben bu konuda da Okan Bayülgen'in eşcinsellerin çoğundan daha kötü olduğunu söyleyemem. Eşcinsellerin çoğu da eşcinselliğin hastalık olduğuna inanıyor, tecavüzle oluşabileceğine inanıyor, babasızlığın eşcinselliğe sebep olabileceğine inanıyor, hatta Okan Bayülgen gibi onlar da tercih olduğunu dile getirdikleri gibi, tercih olduğuna inanıyorlar bile... İşte eşcinsellerimiz de bu derecede bilinçsizlikte. Okan Bayülgen'den bir eksiklikleri yok yani. Hatta Okan Bayülgen eşcinsellik konusunda eşcinsellerimizden daha özgüvenli, daha cesur. Tabi onun tuzu kuru ama olsun, hiç umrunda olmayabilirdi eşcinseller.
Okan Bayülgen'in eşcinsellere tepkisine gelirsek... İşte orada yanlış yapmış Okan Bayülgen. Çünkü bilinçsizce de olsa eşcinsellik hakkındaki önyargıları pekiştirecek bir söylemde bulunmuş. Özür dileyip yanlışını düzelteceği yerde, eşcinsellere "gerizekalı" diyip onlardan özür bekliyor. Eşcinseller senden özür dilese ne olacak, dilemese ne olacak. Homofobi ödülü seni rahatsız edeceğine, bence eşcinsellere katkı sağlamak adına bununla gurur duymalısın. Yanlış söylemin bir çok homofobiğin bir düşüncesi olduğu ve mesajın bir çok kişiye ulaşabileceği için, yanlışlığını düzelterek insanların eşcinsellik hakkındaki yanlış bilgisini de düzeltmiş olursun bu sayede.
Okan Bayülgen bu ödülü hak etmiyor mu; fazlasıyla hak ediyor. Çünkü milyonlarca insan eşcinselliğin sonradan olduğunu, mecbur kalınca kendi cinsler arasında cinsel ilişki yaşanılınca eşcinsel olunduğunu pekiştirecek, veya pekiştirmiştir Okan Bayülgen'in yanlış ve önyargılı bilgisiyle. Bence Okan Bayülgen ödülünü alsın, yanlışını hatırlattıkları için eşcinsellere teşekkür etsin, "geri zekalılar" dediği için de özür dilesin onlardan, halka da eşcinselliğin çevresel faktörlerle oluşan bir tercih olmadığını, bugüne kadar yanlış bildiğini ama artık öğrendiğini ifade etsin. Tabi Okan Bayülgen cinsel yönelimini tercih ettiyse bir şey diyemeyeceğim.
Hep diyorum ya; insanların genelinin eşcinsel dostluğu göstermelik. Okan Bayülgen'ünki de göstermelik. Bakınız, insanların eşcinsel arkadaşı olabilir. Bu, o kişinin homofobik olmadığını göstermez. Önemli olan eşcinselden çok eşcinsellik dostu olabilmektir. Benim karakterim cinsel yönelimimin önüne geçmişse herkes sevebilir beni. Gerçekten eşcinsel dostuysanız, samimiyseniz, karakterimi bir tarafa bırakıp eşcinselliğime, eşcinselliğe karşı dostluk gösterin.
Madonna, algılayabilen herkese mesaj veriyor aslında
Artık cübbeli, sarıklı erkekler plajlarda kadınları kapanmaları için ikna etmeye çalışıyor, ilkokullarda çocuklara mahremiyetli olması öğretiliyor, dini kurallara uygun yaşayabilmek için "Alo Fetva" hatları açılıyor... Muhafazakar iktidar, şeriat idellarini gerçekleştirmek için plan-programını uyguluyor ama biz de bu plan-programa nasıl uyabilirizin yollarını arıyoruz.
Sorun şu anda yaşanan baskılardan çok, baskıcı, özgürlük karşıtı bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor olması. Böylece özgürlük karşıtı duvarsız bir hapishane yaratılacak.
Bir ülke geriye gitmez denile denile, iki geri bir ileri şekilde gidiyoruz işte. Bir ülke geriye gider Afganistan gibi örnekler göz önünde bulundurulduğunda. Ve içinde yaşayarak geriye gittiğimiz için bunun farkına bile varamayız. Bundan da bir şey olmaz, şundan da bir şey olmaz diye diye, bir bakmışız gericiliğin gönüllü mahkumları olmuşuz.
Daha dün geriye gidebileceğimize inanmayanlar telaşlanmaya, panik yapmaya başladılar. N'oldu ki, değişen ne oldu ki... Muhafazakarlar dün de aynıydılar, bugün de aynılar. Ayrıca muhafazakarlığın tanımı bile, muhafazakarlığın bizi nereye götüreceğini bilmemiz için yeterli bir sebep değil mi?
Savaşacak bir şey kalmayınca, insanın gidesi de geliyor artık. Sahi kim için özgürlük mücadelesi vereceğiz? Ben zaten özgürüm. Çünkü özgürlük insanın kafasının içindedir. Ama senden başka özgürlük isteyen kişi kalmayınca, mücadelenin anlamı da kalmıyor. Şu anda, "özgürlük adına mücadele edilecek bir şey kalmıyor" durumuna doğru da gidiyoruz.
Madonna algılayabilen herkese mesaj veriyor aslında. Çünkü burka sadece bedenin hapsi değil, asıl düşüncelerin de hapsi. Belki Madonna'ın anlatmak istediği belli bir şey vardır ama bundan biz de ders çıkarabiliriz.
Yeni cumhurbaşkanı adaylarından birisi de demiş ki, "Başörtüsü bir haktır " Başörtüsü bir haksa, buyrun siz de, erkekler de faydalansın o haktan. Başörtüsü hak değil, özgürlük hapishanesidir. Türbanlı bir kadın arkadaşım, "başı açık olanlardan tek farkım türbanım" demişti. Oysa türban, farkın sembolü ama kendisi bunun farkında değil.
26 Haziran 2014 Perşembe
Müziğin Efendileri: The Black Keys
Müzikle ilgili bir şeyler karalıyorum, müzikologlar da teknik biçimde anlatıyorlar, müzik köşe yazarları övgülerini, yergilerini dile getiriyorlar ama belki de müzik anlatılmaktan çok sadece dinlenilecek bir şey. Ancak duygulara yaptığı etki dile getirilebilir belki. Ben de The Black Keys hakkında ne diyebilirim ki... Müzikte en çok önem verdiğim düzenlemeleri layığıyla yapıyorlar. Melodiyi desen dibine kadar kullanıyorlar. Sözlere hiç önem vermem zaten; melodi zaten bir duygu anlatımıdır. Vokaller desen şahane ötesi.
The Black Keys'i dinlemeye başlayınca şöyle oluyorum; önce beynime müziklerini zerk ediyorlar, sonra kafama müziğin tokmağını indiriyorlar, ondan sonra da yerden toplayıp toplayıp tokmaklamaya devam ediyorlar. Benim onların müziklerine teslim olmuşluktan aldığım zevkin ise rakamsal olarak ifadesi yok. The Black Keys dinlemek bir çeşit beyinsel orgazm gibi benim için, hayattan kopuş, bulutların üzerinde dolaşmak gibi...
Son albümleri gene harikanın harikası, şahanenin şahanesi, muhteşemin muhteşemi... 10 üzerinden sonsuz değer veriyorum. Çünkü tüm zamanların en iyisini yapıyorlar, bu sefer de aynı şeyi yapmışlar. Müziğin Efendisi benim için The Black Keys. Çünkü dinlerken hipnotize oluyorsun, kaçamıyorsun müziklerinden. Şarkılık değil, albümlük gruplardan. Boş şarkı olmuyor albümlerinde. Uzun soluklu grup, uzun soluklu albümler yapıyor anlayacağınız ve son albümleri "Turn Blue" ile bu sefer de öyle yapmışlar. Ahenkli bir kervanla hiç bitmesini istemeyeceğin bir yolcuğa çıkmış gibi oluyorsun son albümleriyle gene. Bir de akustik bir tat alıyorsun müziklerinden.
Eşcinsellerin korkularının sebebi en çok kendileri
Bir araştırma yapılsa, eşcinsellerin kaçta kaçı eşcinselliği normal karşılar acaba? Piyasadaki araştırma sonuçlarının doğru istatistiki veriler olduğuna inanmıyorum. Kendisiyle iyi-kötü barışmış açık eşcinsellerle anket yaparsan, tabi pozitif sonuçlar alabilirsin ama milyonlarca eşcinselin kaçta kaçına ulaşılabiliyor ki?
Eşcinsellerin gizli olmalarının tek veya en büyük sebebi toplumda homofobinin olması mıdır? Açık olunca ayrımcılığa maruz kalma korkusu veya şiddete maruz kalma, cinayete kurban gitme korkusu mudur? Gerçekten sosyoekonomik veya can güvenliği gibi fiziksel korkular, gizli olmak için yeterli sebep midir?
Ben böyle olduğunun zannetmiyorum. Çünkü eşcinsellerin çoğu eşcinselliği heteroseksistler gibi normal karşılamadığı için, eşcinselliklerinin arkasında duramayıp gizli eşcinsel oluyorlar. Diyebilirsiniz ki, "Uzaktan böyle konuşması kolay". Doğrudur ama heteroseksist yükün altına da eşcinselliklerinden kaçtıkları için kendileri girmiyor mu? Heteroseksizmin homofobisini bahane ederek kendi kendilerini tamamen hapsediyorlar kendilerinden-eşcinselliklerinden kaçarak.
Eşcinseller o kadar korkuyorlar ki eşcinselliklerinin öğrenilmesinden, onların korkusal tepkilerini görünce korkularının çok yersiz, kendi içlerinde büyüttükleri bir korku olduğunu görebiliyorsunuz. Korku kendi içlerinde olduğu için de bir türlü yenemiyorlar.
Eşcinsellerin gizli olmalarının tek veya en büyük sebebi toplumda homofobinin olması mıdır? Açık olunca ayrımcılığa maruz kalma korkusu veya şiddete maruz kalma, cinayete kurban gitme korkusu mudur? Gerçekten sosyoekonomik veya can güvenliği gibi fiziksel korkular, gizli olmak için yeterli sebep midir?
Ben böyle olduğunun zannetmiyorum. Çünkü eşcinsellerin çoğu eşcinselliği heteroseksistler gibi normal karşılamadığı için, eşcinselliklerinin arkasında duramayıp gizli eşcinsel oluyorlar. Diyebilirsiniz ki, "Uzaktan böyle konuşması kolay". Doğrudur ama heteroseksist yükün altına da eşcinselliklerinden kaçtıkları için kendileri girmiyor mu? Heteroseksizmin homofobisini bahane ederek kendi kendilerini tamamen hapsediyorlar kendilerinden-eşcinselliklerinden kaçarak.
Eşcinseller o kadar korkuyorlar ki eşcinselliklerinin öğrenilmesinden, onların korkusal tepkilerini görünce korkularının çok yersiz, kendi içlerinde büyüttükleri bir korku olduğunu görebiliyorsunuz. Korku kendi içlerinde olduğu için de bir türlü yenemiyorlar.
Serdar Ortaç'ı eşcinsel zannediyordum, evlenmiş
Bir dönem mi kapandı, yoksa aynı dönem devam mı ediyor?
Gerçekten Serdar Ortaç'ın evlenmesiyle ilgili olarak Radikal'in başlığı gibi bir dönem mi kapandı, yoksa aynı döneme devam mı ediyoruz. Bence ikincisi. Yani erkek egemen kültürün bize sunduklarını, pardon dayattıklarını mı desek, yaşıyoruz, yaşamak zorunda kalıyoruz. Ben de hiç inanmazdım Serdar Ortaç'ın bir gün evleneceğine. Çünkü eşcinsel zannediyordum kendisini. Ve ekonomik özgürlüğünü kazanmak, evlenmemek için yeterlidir diye düşünüyordum. Ama şöhret olunca erkekliğin toplumsal yükü daha mı ağır ve kaçınılmaz oluyor acaba? Bakınız, Serdar Ortaç eşcinsel demiyorum. Herkes cinsel kimliğini kendisi daha iyi bilir ama zannetmek de suç sayılmamalı değil mi? Bir çok sanatçımız var eşcinsel zannettiğimiz ama sanki eşcinsellik kötü bir şeymiş gibi bunu dile getiremiyoruz. Eşcinseller ne yapsın o zaman, ölsünler mi? Bir çok eşcinsel zannettiğimiz sanatçımız evlendi, tıpkı bir çok eşcinsel bildiğimiz arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz, yakın çevremizdekiler gibi. Yakın çevremizdekiler de erkeğim diye yumruğunu masaya sertçe vuranlardandı üstelik. Sakın yanlış anlaşılmasın gene. Amacım kimseyi rencide etmek değil ama bu ülkede cinsel yöenelimler konusunda bir ikiyüzlülük var. Cinsel işlevini yerine getiren kendini heteroseksüel olarak tanımlıyor. Bundan da kime ne? diyebilirsiniz ama bana ne diyemiyorum ben. Çünkü bu durum eşcinselliğin yanlış anlaşılmasına ve dolayısıyla bizlerin, eşcinsellerin hayatlarına mal oluyor eşcinsellik hakkında oluşturulan önyargılar yüzünden. Neden Serdar Ortaç üzeriden eşcinselliği tartışıyorsun diyebilirsiniz? Dün de Huysuz Virjin üzerinden eşcinsellerin miras bırakma haklarının olmaması konusuna değinmiştim. Sanatçılar halka mal olmuş insanlar değil mi? Toplumsal olarak utanılacak bir şey ve hakaret olarak kabul edilse de eşcinsellik de doğanın bir gerçeği olduğuna göre, niye eşcinsellere de mal olmasın sanatçılar. Eşcinseller de insan değil mi?
90'lı yılların ilk yarısında Serdar Ortaç'ın şarkılarını duyduğumda, ben sesini kadın sesi zannetmiştim ne yalan söyleyeyim. Yani radyodan sesini dinlerken resmen bir kadın şarkı söylüyor gibi. Ve televizyon ekranlarında, gazetelerde kendisini görünce de feminen tavırlarından eşcinsel zannetmiştim. Hala da öyle zannediyordum. Tabi insanların eşcinselliği, erkekliği nasıl tanımladığıyla da alakalı cinsel kimlikler. Biyolojik ve toplumsal cinsiyete göre bir eşcinsel bile erkek olarak tanımlanabilir, tanımlanıyor da. Hatta ben % 101 eşcinsel olmama rağmen, 101 dedim, çünkü hiç şüphem yok, benim eşcinel olmamdan şüphe duyuyor eşcinsel arkadaşlarım bile. Çünkü eşcinselliğin ve erkekliğin tanımları ortada. Eşcinsel edilgen, erkek etkin.
Eşcinsellerin heteroseksüelce evlenme hakkı olamaz mı; olamaz. Çünkü eşcinselliğe hiçbir eşcinselin ihanet etme hakkı olamaz. Çünkü bu durum homofobinin en büyük sebebidir. Diğer bir açıdan da heteroseksüellere saygısızlıktır iki yüzlü davranıldığı için. Tekrar söylüyorum, Serdar Ortaç'a eşcinsel demiyorum, öyle zannediyordum ve eşcinsellikle ilgili düşüncelerimden lütfen alınmasın. Batı'da bir sanatçı eşcinsel zannedildiği zaman bunu hakaret olarak algılamadığı gibi, eşcinseller alınmasın diye cinsel yönelimi hakkında "hayır değilim" diye bir açıklama yapmıyor bile. Çünkü gerçekten eşcinsel zennedilmenin kime ne zararı olabilir ki? Erkeksen erkeksindir, eşcinsel olmak da ayrıca öyle düşünüldüğü gibi kötü bir şey değil. Eşcinsellere destek olmak için "evet eşcinselim" bile denilebilir Batılı sanatçılar gibi.
Bu yazıyı niye yazdım; heteroseksist toplumlarda, herkesin anlayacağı dilde erkek egemen toplumlarda, herkes istediği için heteroseksüel evilik yapmıyor ne yazık ki. Mecbur bırakılıyorlar çevrelerine erkekliklerini ispat etmek için ve şu anda heteroseksüel evllik gerçekleştirip de aile olmuş ama çok mutsuz arkadaşlarım var. Tabi dolayısıyla aile olarak da mutsuzlar. Evlilikler gerçekten istenildiği için yapılmalı, heteroseksistçe bir gereklilik adına değil.
Radikal gazetesine not: Yazıyı sakıncalı ve zararlı buluyorsanız yayınlamayabilirsiniz. Serdar Ortaç'ın televizyon ekranlarından şahit olduğum kadarıyla homofobisi var çünkü.
Gerçekten Serdar Ortaç'ın evlenmesiyle ilgili olarak Radikal'in başlığı gibi bir dönem mi kapandı, yoksa aynı döneme devam mı ediyoruz. Bence ikincisi. Yani erkek egemen kültürün bize sunduklarını, pardon dayattıklarını mı desek, yaşıyoruz, yaşamak zorunda kalıyoruz. Ben de hiç inanmazdım Serdar Ortaç'ın bir gün evleneceğine. Çünkü eşcinsel zannediyordum kendisini. Ve ekonomik özgürlüğünü kazanmak, evlenmemek için yeterlidir diye düşünüyordum. Ama şöhret olunca erkekliğin toplumsal yükü daha mı ağır ve kaçınılmaz oluyor acaba? Bakınız, Serdar Ortaç eşcinsel demiyorum. Herkes cinsel kimliğini kendisi daha iyi bilir ama zannetmek de suç sayılmamalı değil mi? Bir çok sanatçımız var eşcinsel zannettiğimiz ama sanki eşcinsellik kötü bir şeymiş gibi bunu dile getiremiyoruz. Eşcinseller ne yapsın o zaman, ölsünler mi? Bir çok eşcinsel zannettiğimiz sanatçımız evlendi, tıpkı bir çok eşcinsel bildiğimiz arkadaşlarımız, eşimiz, dostumuz, yakın çevremizdekiler gibi. Yakın çevremizdekiler de erkeğim diye yumruğunu masaya sertçe vuranlardandı üstelik. Sakın yanlış anlaşılmasın gene. Amacım kimseyi rencide etmek değil ama bu ülkede cinsel yöenelimler konusunda bir ikiyüzlülük var. Cinsel işlevini yerine getiren kendini heteroseksüel olarak tanımlıyor. Bundan da kime ne? diyebilirsiniz ama bana ne diyemiyorum ben. Çünkü bu durum eşcinselliğin yanlış anlaşılmasına ve dolayısıyla bizlerin, eşcinsellerin hayatlarına mal oluyor eşcinsellik hakkında oluşturulan önyargılar yüzünden. Neden Serdar Ortaç üzeriden eşcinselliği tartışıyorsun diyebilirsiniz? Dün de Huysuz Virjin üzerinden eşcinsellerin miras bırakma haklarının olmaması konusuna değinmiştim. Sanatçılar halka mal olmuş insanlar değil mi? Toplumsal olarak utanılacak bir şey ve hakaret olarak kabul edilse de eşcinsellik de doğanın bir gerçeği olduğuna göre, niye eşcinsellere de mal olmasın sanatçılar. Eşcinseller de insan değil mi?
90'lı yılların ilk yarısında Serdar Ortaç'ın şarkılarını duyduğumda, ben sesini kadın sesi zannetmiştim ne yalan söyleyeyim. Yani radyodan sesini dinlerken resmen bir kadın şarkı söylüyor gibi. Ve televizyon ekranlarında, gazetelerde kendisini görünce de feminen tavırlarından eşcinsel zannetmiştim. Hala da öyle zannediyordum. Tabi insanların eşcinselliği, erkekliği nasıl tanımladığıyla da alakalı cinsel kimlikler. Biyolojik ve toplumsal cinsiyete göre bir eşcinsel bile erkek olarak tanımlanabilir, tanımlanıyor da. Hatta ben % 101 eşcinsel olmama rağmen, 101 dedim, çünkü hiç şüphem yok, benim eşcinel olmamdan şüphe duyuyor eşcinsel arkadaşlarım bile. Çünkü eşcinselliğin ve erkekliğin tanımları ortada. Eşcinsel edilgen, erkek etkin.
Eşcinsellerin heteroseksüelce evlenme hakkı olamaz mı; olamaz. Çünkü eşcinselliğe hiçbir eşcinselin ihanet etme hakkı olamaz. Çünkü bu durum homofobinin en büyük sebebidir. Diğer bir açıdan da heteroseksüellere saygısızlıktır iki yüzlü davranıldığı için. Tekrar söylüyorum, Serdar Ortaç'a eşcinsel demiyorum, öyle zannediyordum ve eşcinsellikle ilgili düşüncelerimden lütfen alınmasın. Batı'da bir sanatçı eşcinsel zannedildiği zaman bunu hakaret olarak algılamadığı gibi, eşcinseller alınmasın diye cinsel yönelimi hakkında "hayır değilim" diye bir açıklama yapmıyor bile. Çünkü gerçekten eşcinsel zennedilmenin kime ne zararı olabilir ki? Erkeksen erkeksindir, eşcinsel olmak da ayrıca öyle düşünüldüğü gibi kötü bir şey değil. Eşcinsellere destek olmak için "evet eşcinselim" bile denilebilir Batılı sanatçılar gibi.
Bu yazıyı niye yazdım; heteroseksist toplumlarda, herkesin anlayacağı dilde erkek egemen toplumlarda, herkes istediği için heteroseksüel evilik yapmıyor ne yazık ki. Mecbur bırakılıyorlar çevrelerine erkekliklerini ispat etmek için ve şu anda heteroseksüel evllik gerçekleştirip de aile olmuş ama çok mutsuz arkadaşlarım var. Tabi dolayısıyla aile olarak da mutsuzlar. Evlilikler gerçekten istenildiği için yapılmalı, heteroseksistçe bir gereklilik adına değil.
Radikal gazetesine not: Yazıyı sakıncalı ve zararlı buluyorsanız yayınlamayabilirsiniz. Serdar Ortaç'ın televizyon ekranlarından şahit olduğum kadarıyla homofobisi var çünkü.
Çarşaftaki nar suyu
Ben kadın olsam, özgür, erkeklikten bağımsız yaşardım heteroseksizmin bütün olumsuzlukl ve engellerine rağmen. Erkeğin kadınlığı aşağılamasını kullanarak, kadınlık kendini nasıl koruyabilir, nasıl kurtarabilir ki?
Kadınlık demek bekaret demek, namus demek, erkeğin malı demek midir? Sadece erkeğe ait olarak gerçekten namuslu mu olur kadın, daha temiz mi olur, daha onurlu mu olur?
Cinsellik niye sadece erkeğin tekelinde olsun ki?
Peki kadın niye mahkumiyetini onaylar ki heteroseksizmi destekleyip besleyerek?
Ancak erkekliğin izin verdiği ve şekillendirdiği kadar mı varolabiliyor kadınlar ve o yüzden mi erkekliğin kurallarıyla savunuyorlar kendilerini?
Kadınlık kadınların elindedir. Eğer sen kadınlığına sahip çıkmazsan, erkekler şekil verecektir elbet o kadınlığa.
Kadın, erkeği suçlamış da "bekaretimi bozdu" diye. Oysa çarşafa nar suyu dökerek erkeği ve mahkemeyi kandırmaya çalışmış.
Din ile eşcinsellik yan yana olmaz
Dinin bir ihtiyaç veya bir gerçek olup-olmaması değil tartışma konusu. Egemen cinsiyetlerin, kültürlerin dini kendi çıkarına uygun kullanması. Dünya üzerindeki ortak dinlerin kültürden kültüre farklı kullanıldığına şahit değil miyiz? Kültürler medenileştikçe, özgürleştikçe dini esnetiyorlar. Hatta bilimselleştikçe kültürler, insan haklarından daha üstün hiçbir şey olmuyor, din sadece kişisel bir inanç vazifesi oluyor, yani egemen güçlerin kendilerini haklı çıkarmak için sırtını dayadıkları bir şey olmaktan çıkıyor. Kültürler, yerinde saydıkça veya yobazlaştıkça da katılaşıyorl.
Eşcinseller, heteroseksizmin varoluş adına tabu olarak kullandığı din ile varolmaya çalışırlarsa hiçbir yere varamazlar. Böylece heteroseksizmin kendilerini daha kolay kabul edeceklerini mi sanıyorlar? Din ile varolmak şu aşamada eşcinsellerin kendilerine doğrulttukları silahtan başka bir şey değildir. Çünkü egemen güçler hala tabularla ayakta kalabilmektedirler. Ve en büyük güç dayanaklarını da yedirmezler eşcinsellere. Eşcinselleri lanetleyen tek büyük tabu din iken, eşcinsellerin insan hakları ile varoluş mücadelesi vermek yerine, kendilerini lanetleyen din ile kabul ettirmeye çalışmaları, eşcinselliğin en büyük karşıtı olan heteroseksüelliğe hiçbir şey anlatamayacak olmaları demektir. Sen heteroseksizme eşcinselliği kabul ettiremiyorsan, din ile varolmaya çalışman heteroseksizmi öfkelendirmekten başka hiçbir işe yaramaz.
Gerçekten eşcinseller din aracılığıyla manevi olarak tatmin olmak istiyorlarsa, onlar da kullanmasınlar o zaman dini. Evlerinde yaşasınlar dinlerini, evlerinde yapsınlar ibadetlerini. Kimse de dini görevleri yerine getirirken kafadaki cinsel yönelime bakmıyor ki. Ben bir eşcinsel olarak istedikten camiye de giderim, müslüman olarak da geçinirim. Kimse buna karşı çıkmaz. Heteroseksizme "müslüman eşcinseller de var" demenin anlamı ne olabilir? Aynı erkekliğin dinle varolması gibi, eşcinsellerin de dini taraflarını ön plana çıkarmalarını benzer bir cinsiyetçilik olarak görüyorum.
Sanatçılar neden istenmeyen gelindir?
Sanatçı veya magazin kesimden kadınlar neden erkek tarafının ailesi tarafından kabul edilmezler? Kadınlık yapamayacağına mı inanılır? Kadınlık dediğin nedir ki? Yemek yapmak, bulaşık yıkamak, çocuk doğurup-çocuk bakmak... Bunlar marifet mi gerçekten yapılamasın? Yoksa bu kadınların daha önce başka erkeklerle adlarının çıkması, özgür bir yaşamlarının olmasından dolayı geçmiş yaşam tarzlarının geleneksel aile yapısına uymaması mı?
Ahlakçı bir aileyse erkek tarafı, tabi ki de bu büyük bir gerekçe sayılabilir bu durum. Çünkü daha önce nasıl ayrılıklar yaşadıysa, kendi oğullarından da çok rahat ayrılabilirler. Ama en büyük gerekçe, sanatçı kesiminin zengin koca avcısı olduğuna inanılır. Evlenirken evlilik sözleşmeleri yapılarak önlemler falan alınır eğer aile engel olamadıysa bu evliliğe. Hatta erkek evlatlıktan reddedilir, kredi kartları iptal edilir... Sanatçı veya magazin kesimi kadınları ahlaksızlığa hedef gösterilir resmen; o kadın bizim ailemize yakışmaz, denilerek. Düğüne katılınmaz, o evliliğin yürümeyeceğine dair beyanatlarda bulunulur...
Aileler çocuklarının geleceklerini düşündükleri için böyle bir evliliğe karşı çıkabilirler ama daha çok kendi düşüncelerine karşı çıkıldığı için onaylamazlar bu evliliği. Çünkü geleneksel toplumlarda gerçekten bu çağda bile hala evlenilecek veya eğlenilecek diye ayırt ediliyor kadınlar. Bir de hala evlilik için "kız" olma şartı da var. Çünkü ailelerin hesap verecekleri ahlakçı bir çevre var. Sanatçı kesimi de bu kıstasa uymuyor ne yazık ki.
Bu dünyada özgürlüğü seçmişsen, öteki olmaya, istenmeyen olmaya mahkumsundur. Özellikle kadınsan da heteroseksizm seni asla kabul etmeyecektir dünyanın en mükemmel insanı olsan bile. Çünkü heteroseksizmin çizdiği bir kadın profili var aile kurabilmen için. Aile kurabilirsin ama geleneksel aileye gelin gidemezsin. Çünkü geleneksel aileler tecrübeli ve güçlü kadın istemezler. Söz dinleyen ve güç yeterliliği yapılabilecek gelin isterler.
Ahlakçı bir aileyse erkek tarafı, tabi ki de bu büyük bir gerekçe sayılabilir bu durum. Çünkü daha önce nasıl ayrılıklar yaşadıysa, kendi oğullarından da çok rahat ayrılabilirler. Ama en büyük gerekçe, sanatçı kesiminin zengin koca avcısı olduğuna inanılır. Evlenirken evlilik sözleşmeleri yapılarak önlemler falan alınır eğer aile engel olamadıysa bu evliliğe. Hatta erkek evlatlıktan reddedilir, kredi kartları iptal edilir... Sanatçı veya magazin kesimi kadınları ahlaksızlığa hedef gösterilir resmen; o kadın bizim ailemize yakışmaz, denilerek. Düğüne katılınmaz, o evliliğin yürümeyeceğine dair beyanatlarda bulunulur...
Aileler çocuklarının geleceklerini düşündükleri için böyle bir evliliğe karşı çıkabilirler ama daha çok kendi düşüncelerine karşı çıkıldığı için onaylamazlar bu evliliği. Çünkü geleneksel toplumlarda gerçekten bu çağda bile hala evlenilecek veya eğlenilecek diye ayırt ediliyor kadınlar. Bir de hala evlilik için "kız" olma şartı da var. Çünkü ailelerin hesap verecekleri ahlakçı bir çevre var. Sanatçı kesimi de bu kıstasa uymuyor ne yazık ki.
Bu dünyada özgürlüğü seçmişsen, öteki olmaya, istenmeyen olmaya mahkumsundur. Özellikle kadınsan da heteroseksizm seni asla kabul etmeyecektir dünyanın en mükemmel insanı olsan bile. Çünkü heteroseksizmin çizdiği bir kadın profili var aile kurabilmen için. Aile kurabilirsin ama geleneksel aileye gelin gidemezsin. Çünkü geleneksel aileler tecrübeli ve güçlü kadın istemezler. Söz dinleyen ve güç yeterliliği yapılabilecek gelin isterler.
25 Haziran 2014 Çarşamba
Murat Boz'un homofobisi
Bilindiği gibi, bilmeyenler de duymuş olsun, 5 Temmuz'da ilk magazin gay dergisi, Gay Mag kağıt baskısıyla da piyasada olacak. İlk sayının ilk kapak güzeli Murat Boz olacaktı. Duyurumlar yapıldı, medyada haberi çıktı Murat Boz'un bu dergiye röportaj vereceğine dair... Hatta hiç kimsenin cesaret edemediği ama Murat Boz'un cesaret ettiği yazıldı. Ben de takdir etmiştim müzikal anlamda hiç beğenmediğim Murat Boz'un böyle bir projede yer almasını.
Sonra ne oldu; Murat Boz'un böyle bir projeden haberinin olmadığına dair açıklama okuduk. Gay Mag'ciler de "böyle bir anlaşma vardı ama Murat Boz'un işlerinin yoğunluğundan dolayı iptal edildi" demişler. Çok inandık! Sanatçılar işleri yoğun olunca, işlerini tanıtmak amacıyla medyada yer alamaya çalışmazlar mı?
Hem araya bir röportaj sıkıştırıp iki poz veremiyor mu Murat Boz? Röportaj dediğimiz herhalde dünya meselelerinin kritik edildiği sayfalar dolusu bir şey olmayacaktır. Ciddi olarak en fazla eşcinsel haklarına bakış açısı sorulacaktır.
Sanırım şöhretinin eşcinsellikle lekelenmesini istemedi Murat Boz'un direktörleri. Yoksa işlerin yoğunluğu bahaneden başka bir şey olabilir mi?
Batı'da sanatçılar hem eşcinsellikten prim sağlamaya çalışırlar, hem de insani bir davranış olarak eşcinsellerin yanında yer alırlar. Bizde eşcinsel sanatçılar bile homofobikken, heteroseksüel sanatçıların homofobikçe davranışlarına şaşırmamamız gerekir.
Bir de Murat Boz kendisi hakkın da eşcinsel denilmesinden rahatsızlık duymadığını falan söylüyordu. İş uygulamaya gelince, eşcinsellere saygı sözde kalıyor. Ben inanıyorum ki, gazetelere röportaj veren bir çok sanatçı, eşcinsellikle ilgili sorulara, araya sıkıştırıldığı için PR anlamında oportünistçe pozitif cevaplar veriyorlar. Çünkü hepsinin ağzından ezberlenmiş klişe bir söz çıkıyor eşcinsellikle ilgili: herkesin cinsel TERCİHine saygı duyuyorum. Anlaşılıyor ki eşcinselliği doğru bir şekilde bilmiyor bile.
İş, başlı başına eşcinsellikle ilgili bir dergiye röportaj ve poz vermeye gelince yanaşmayacaktır tabi. Çünkü herkesin kafasında "acaba eşcinsel mi?" sorusu şekillenecektir. Eşcinsel zannedildikten sonra da tabii bir raiting kaygısı söz konusu olacaktır. Çünkü herkes Zeki Müren veya Bülent Ersoy kadar güçlü bir sanatçı değil. Alın Murat Boz'un şeklini üzerinden, geriye ne kalır acaba?
Engin Altan Düzyatan'ın aylık kirası 17 bin lira olan evi
Hülya Koçyiğit'in torunu Neslişah Alkoçlar'la evlenecek olan oyuncu Engin Altan Düzyatan evlendikten sonra duracakları ev için aylık 15 lira kira, 2 bin lira da dairenin aidatını ödeyecekmiş. İnsan yani resmen kaba bir şekilde "oha!" oluyor. 15 bin lira kira, 2 bin lira aidat demek ne demek anlayabiliyor musunuz? Benim yaşadığım şehir de bu parayı 3-4 ay biriktirdiğinde bir daire alabilirsin. Gerçekten öyle, şaka yapmıyorum. Kiralar da ortalama 400-500 lira arası.
Bu kirayı Engin Altan Düzyatan mı ödeyecek? Engin Altan Düzyatan'ın oyunculuk statüsü ne ki? Kıvanç Tatlıtuğ kadar falan kazanıyor mu acaba? Ve üstelik sürekli oynadığı bir dizi var mı? Oynamadığı zamanlar daha ucuz bir daireye mi çıkacaklar, yoksa sınırsız birikmişi mi var Düzyatan'ın? Yoksa Koçyiğitler veya Alkoçlar mı destek olacaklar, oluyorlar?
Aslında olayı magazinsel açıdan değerlendirdiğim falan düşünülmesin. Asgari ücretin 800 lira civarında olduğu ülkemizde, ayda aidatıyla 17 bin lira kira vermek akılları durduracak bir masraf. Tamam, insanlar istedikleri şekilde harcama yapabilirler ama 17 bin liralık keyfin, benim ayda tüm masraflarım dahil en fazla 500 lira olan keyfimden ne üstünlüğü olabilir ki? Yani 17 bin lira kirası olan ev insanı bulutların üstünde falan mı yaşatıyor? Çok mu mutlu ediyor insanı acaba bu kadar harcama yapmak; sırf kira masrafı üstelik. Ya diğer harcamalar ne olacak veya ne kadar acaba?
Bir de bunlar üstelik duyarlı olduğuna inandığımız sanatçı kesiminden. Sosyal sorumluluk projelerine falan katılırlar duyarlılıklarını göstermek için. İnsanın yaşadığıyla söyledikleri birbirini tutmayınca hiç inandırıcı olmuyor. Bu sanatçı kesimi de genellikle yoksulluk görmüş insanlardır. Bunun adı görgüsüzlük mü oluyor, yoksa basamak atlayıp statük olmak mı?
İnanın benim milyonlarım olsaydı, şu anki yaşamımdan hiçbir farkı olmazdı. Olan paramı da sanat, spor, hayvanlar, tüm ötekileştirilenler için kullanırdım. Hatta param olunca hayallerimle ilgili daha büyük bir cesarete sahip olup borç içinde bile yaşayabilirdim.
24 Haziran 2014 Salı
Eşcinseller birbirlerine karşı tahammül sınırlarını esnetmeliler
Eşcinseller birbirinin eleştirisine hiç gelemiyor. Hep kendileri haklı. Oysa eleştiren haksız olsa ne çıkar. O da kendi düşüncesini ifade ediyor. Varsa eleştiriyi çürütecek argümanların, sen de onları sunarsın saygı çerçevesinde. Biribirimize bile hiç tahammülümüz yok. Bu tahammülsüzlüğün arkasında, kendi haksızlığımız da yatıyor olamaz mı? Eşcinsel hakları konusunda başarıya ulaşmak için tek bir yol mu vardır gerçekten?
Onur Yürüyüşü haftasında bir arkadaşımız grubunun düşüncesinin sözcüsü olarak Onur Yürüyüşlerinin için boş olduğunu ve amacına hizmet etmediğini söyledi, Trans Güzellik Yarışması'ndan jüri üyesi LGBTİ'ler de heteroseksizme hizmet ettiği gerekçesiyle jüri üyeliğinden çekildi.
Benim de karşı olduğum bazı taraflar var ama bu karşı olduğum taraflarına rağmen bazı eylemlerin yapılmasını istemediğim anlamına gelmez. Ben de Onur Yürüyüşü'ne katılanların, işin ciddiyetine çok inandıklarını ve yürüyüş dışında gerekli mücadeleyi yaptıklarına inanmıyorum ama Onur Yürüyüşlerinin gereksizliğine inanmıyorum. Mücadelemizi daha güçlü yaparak yürüyüşlerle taçlandırsak belki daha anlamlı olabilir ama karnaval havasındaki yürüyüşlerin de bir işlevselliğini gözardı edemem. Güç güçtür ve güçlü bir şekilde varoluş bir günlüğüne de olsa iz bırakacaktır zihinlerde.
Aynı düşüncem heteroseksizme hizmet eden etkinlikler için de geçerli. Heterosekiszme benim kadar karşı olan bir kişi olamaz diye düşünüyorum ama bu LGBTİ'lerin kendilerini bu tür etkinliklerden soyutlamasını gerektirmez. Bireyin bir rşekilde varolması gerekir ve doğru şekilde varoluncaya kadar da egoların tatmin edilmesi gerekir. Eğer, gerçekten kazasız-belasız bir LGBTİ varoluşunun gerçekleşeceği tek bir yol varsa, hepimiz oradan gidelim ama o yola gidinceye kadar da bir şekile bireysel olarak öğrendiklerimiz kapasitesinde kendimizi gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Kalıcı varoluş için hak mücadelesi tek başına yapılamayacağına ve LGBTİ bireyleri birden değiştiremeyeceğimize göre orta bir yol bulup birbirimizi dönüştürmek belki de daha sağlıklı olacaktır. Haklarımza karşı duyarsızlığımıza ben de çok sinir oluyorum ama bu, aramızdaki ipleri koparmamız için bir gerekçe olamaz. Birbirimizi anlamamız için birbirimizi dinlememiz, birbirimizin düşüncelerine saygı göstermemiz gerekiyor. Biz kendi aramızda kutuplaşırsak, heteroseksizmin bizleri ötekileştirmesi çok daha kolay olacaktır.
Biz LGBTİ'ler diğer farklılıklarla işbirliği yaparak güç oluşturmadan önce, kendi içimizde birlik-beraberliği sağlamalıyız. Onur Yürüyüşü'ne katılmayana da saygı göstermeliyiz katılana da, güzellik yarışmasını düzenleyene de bu yarışmayı protesto edene de. Haa, hiç eleştirme hakkımız yok mu? Zaten eleştiriyoruz da, eleştiriye tahammül edemiyoruz. Tahammül sınırlarımız da aynı içinde yaşadığımız heteroseksist kültür gibi bencilce.
Onur Yürüyüşü haftasında bir arkadaşımız grubunun düşüncesinin sözcüsü olarak Onur Yürüyüşlerinin için boş olduğunu ve amacına hizmet etmediğini söyledi, Trans Güzellik Yarışması'ndan jüri üyesi LGBTİ'ler de heteroseksizme hizmet ettiği gerekçesiyle jüri üyeliğinden çekildi.
Benim de karşı olduğum bazı taraflar var ama bu karşı olduğum taraflarına rağmen bazı eylemlerin yapılmasını istemediğim anlamına gelmez. Ben de Onur Yürüyüşü'ne katılanların, işin ciddiyetine çok inandıklarını ve yürüyüş dışında gerekli mücadeleyi yaptıklarına inanmıyorum ama Onur Yürüyüşlerinin gereksizliğine inanmıyorum. Mücadelemizi daha güçlü yaparak yürüyüşlerle taçlandırsak belki daha anlamlı olabilir ama karnaval havasındaki yürüyüşlerin de bir işlevselliğini gözardı edemem. Güç güçtür ve güçlü bir şekilde varoluş bir günlüğüne de olsa iz bırakacaktır zihinlerde.
Aynı düşüncem heteroseksizme hizmet eden etkinlikler için de geçerli. Heterosekiszme benim kadar karşı olan bir kişi olamaz diye düşünüyorum ama bu LGBTİ'lerin kendilerini bu tür etkinliklerden soyutlamasını gerektirmez. Bireyin bir rşekilde varolması gerekir ve doğru şekilde varoluncaya kadar da egoların tatmin edilmesi gerekir. Eğer, gerçekten kazasız-belasız bir LGBTİ varoluşunun gerçekleşeceği tek bir yol varsa, hepimiz oradan gidelim ama o yola gidinceye kadar da bir şekile bireysel olarak öğrendiklerimiz kapasitesinde kendimizi gerçekleştirmemiz gerekiyor.
Kalıcı varoluş için hak mücadelesi tek başına yapılamayacağına ve LGBTİ bireyleri birden değiştiremeyeceğimize göre orta bir yol bulup birbirimizi dönüştürmek belki de daha sağlıklı olacaktır. Haklarımza karşı duyarsızlığımıza ben de çok sinir oluyorum ama bu, aramızdaki ipleri koparmamız için bir gerekçe olamaz. Birbirimizi anlamamız için birbirimizi dinlememiz, birbirimizin düşüncelerine saygı göstermemiz gerekiyor. Biz kendi aramızda kutuplaşırsak, heteroseksizmin bizleri ötekileştirmesi çok daha kolay olacaktır.
Biz LGBTİ'ler diğer farklılıklarla işbirliği yaparak güç oluşturmadan önce, kendi içimizde birlik-beraberliği sağlamalıyız. Onur Yürüyüşü'ne katılmayana da saygı göstermeliyiz katılana da, güzellik yarışmasını düzenleyene de bu yarışmayı protesto edene de. Haa, hiç eleştirme hakkımız yok mu? Zaten eleştiriyoruz da, eleştiriye tahammül edemiyoruz. Tahammül sınırlarımız da aynı içinde yaşadığımız heteroseksist kültür gibi bencilce.
Aşkın "eve gel" 138 çarpan kuvveti onursuzluktur
Birisi bu kadını durdursun!
İnsan kendisini sevmeyen, istemeyen kişiyle beraber olmak konusunda niye ısrarcı olur ki? Seni sevmeyen insan sana mahkum olsa neye yarar? Bu ayrıca onursuzluk değil mi? Bencillik değil mi hiç kimseye faydası olmayan, hatta her iki tarafa zararı olan? Seni sevmeyene kendini zorla sevdirmeye çalışmak aşk mı oluyor? Olmaz olsun böyle aşk o zaman. "Git doktora tedavi ol" derim ben böyle kişilere. Seni sevmeyeni sevmek suç bile sayılmalı. Ne hakkın var ki birilerini sevginle, aşk denilen takıntılı hastalıkla rahatsız etmeye. Git seni seveni sev. Sevilecek bir insan olduğun konusunda kendine güveniyorsan, karşındakinin seni sevmesini bekle sabırla. Yoksa bu zorbalıktır, yani bir kişiye zorla kendini sevdirmeye çalışmak zorbalıktır. Kibar ol, nazik ol, saygılı ol ve bekle. Belki karşındaki kişi senin sabrını sınıyor, karakterini sınıyor. Oysa sen acele davranarak tüm defolarını ortaya döküyorsun, sonra da zorla kendini sevdirmeye çalışıyorsun.
Gerçekten bir kişi benim isteklerime, hayır dememe saygı göstermiyorsa, o kişi dünyanın en mükemmel insanı da olsa benim gözümde sıfırdır. Nezaket, nezaket, nezaket. Saygı, saygı, saygı. Sabır, sabır, sabır. Birini sevebilmem için bunlar olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi olamaz benim için. O kişiyi beğenmekten dolayı ölsem bile sırtımı döner, çeker giderim. Çünkü ben sevdiğim kişiye karşı kendimi güvenli hissetmeliyim. Şüpheyle sevgi yan yana olamaz. Bir kişiden şüphelenmemem için de saygılı, nazik ve sabırlı olması şarttır.
Antalya'da bir kadın kendisinden boşanmak isteyen kocasını, kendisi boşanmak istemediği için telefonla üst üste 138 kez "eve gel" diye aramış. Adam da kendini polise şikayet etmiş, "bu kadını durdurmazsanız öldüreceğim" diye. Öldürmek isteyen kişi zaten ihbar yoluna başvurmaz. Adamın amacı belki de boşanmak istemeyen karısına karşı nefes alabilmek. Hep erkekler karar verir diye düşünürüz ya ayrılığa veya beraberliğe. Demek ki kadınlar da erkeklerin yaptığını yapıp, erkeklerin sınırlarını zorlayabiliyorlar. Tabi kadınların zorlamaları, erkeklerin zorlamalarının yanında solda sıfır kalır ayrı mesele.
Benim sevmediğim bir kişi, beni 138 kez ikna etmeye çalışacak... Herhalde onur denilen bir şey vardır değil mi? Yani onursuz olunca aşk, aşk olsa ne olur, dünyanın en mükemmel ilişkisi olsa ne olur. Burada onursuzluk dediğim şey de, zorla güzelliğin olmayacağı.
Düşünüyorum da, bugüne kadar ben niye hiç ciddi aşk yaşamadım diye; sanırım aşkları, sevgileri oluruna bırktığımdan, özgür bıraktığımdan, anlık yaşadığımdan, özgürlüğüme çok düşkün olduğumdan, bu konuda aşka-sevgiye bile taviz vermediğimden olsa gerek. Çünkü zorla elde tutulan aşk yoktur ki zaten. Sen kendini kandırıyorsundur. Bütün duvarları açık bıraktığın halde gitmiyorsa, o zaman aşk vardır. Hele gitmiş bir adamı 138 kere eve çağırmakla aşk olur mu? Bu dilencilikten başka bir şey değil veya inattır. İnadın da kime faydası olur ki?
İnsan kendisini sevmeyen, istemeyen kişiyle beraber olmak konusunda niye ısrarcı olur ki? Seni sevmeyen insan sana mahkum olsa neye yarar? Bu ayrıca onursuzluk değil mi? Bencillik değil mi hiç kimseye faydası olmayan, hatta her iki tarafa zararı olan? Seni sevmeyene kendini zorla sevdirmeye çalışmak aşk mı oluyor? Olmaz olsun böyle aşk o zaman. "Git doktora tedavi ol" derim ben böyle kişilere. Seni sevmeyeni sevmek suç bile sayılmalı. Ne hakkın var ki birilerini sevginle, aşk denilen takıntılı hastalıkla rahatsız etmeye. Git seni seveni sev. Sevilecek bir insan olduğun konusunda kendine güveniyorsan, karşındakinin seni sevmesini bekle sabırla. Yoksa bu zorbalıktır, yani bir kişiye zorla kendini sevdirmeye çalışmak zorbalıktır. Kibar ol, nazik ol, saygılı ol ve bekle. Belki karşındaki kişi senin sabrını sınıyor, karakterini sınıyor. Oysa sen acele davranarak tüm defolarını ortaya döküyorsun, sonra da zorla kendini sevdirmeye çalışıyorsun.
Gerçekten bir kişi benim isteklerime, hayır dememe saygı göstermiyorsa, o kişi dünyanın en mükemmel insanı da olsa benim gözümde sıfırdır. Nezaket, nezaket, nezaket. Saygı, saygı, saygı. Sabır, sabır, sabır. Birini sevebilmem için bunlar olmadıktan sonra hiçbir şeyin önemi olamaz benim için. O kişiyi beğenmekten dolayı ölsem bile sırtımı döner, çeker giderim. Çünkü ben sevdiğim kişiye karşı kendimi güvenli hissetmeliyim. Şüpheyle sevgi yan yana olamaz. Bir kişiden şüphelenmemem için de saygılı, nazik ve sabırlı olması şarttır.
Antalya'da bir kadın kendisinden boşanmak isteyen kocasını, kendisi boşanmak istemediği için telefonla üst üste 138 kez "eve gel" diye aramış. Adam da kendini polise şikayet etmiş, "bu kadını durdurmazsanız öldüreceğim" diye. Öldürmek isteyen kişi zaten ihbar yoluna başvurmaz. Adamın amacı belki de boşanmak istemeyen karısına karşı nefes alabilmek. Hep erkekler karar verir diye düşünürüz ya ayrılığa veya beraberliğe. Demek ki kadınlar da erkeklerin yaptığını yapıp, erkeklerin sınırlarını zorlayabiliyorlar. Tabi kadınların zorlamaları, erkeklerin zorlamalarının yanında solda sıfır kalır ayrı mesele.
Benim sevmediğim bir kişi, beni 138 kez ikna etmeye çalışacak... Herhalde onur denilen bir şey vardır değil mi? Yani onursuz olunca aşk, aşk olsa ne olur, dünyanın en mükemmel ilişkisi olsa ne olur. Burada onursuzluk dediğim şey de, zorla güzelliğin olmayacağı.
Düşünüyorum da, bugüne kadar ben niye hiç ciddi aşk yaşamadım diye; sanırım aşkları, sevgileri oluruna bırktığımdan, özgür bıraktığımdan, anlık yaşadığımdan, özgürlüğüme çok düşkün olduğumdan, bu konuda aşka-sevgiye bile taviz vermediğimden olsa gerek. Çünkü zorla elde tutulan aşk yoktur ki zaten. Sen kendini kandırıyorsundur. Bütün duvarları açık bıraktığın halde gitmiyorsa, o zaman aşk vardır. Hele gitmiş bir adamı 138 kere eve çağırmakla aşk olur mu? Bu dilencilikten başka bir şey değil veya inattır. İnadın da kime faydası olur ki?
Aylin Urgal'ın müzik hayatı ve hüzünlü sonu
Müzik hayatına 1969 yılında orkestra solisti olarak başlayan Aylin Urgal, İzmir'de eşinin orkestrasında solistlik yaparken Ali Kocatepe tarafından keşfedilip plak teklifiyle İstanbul'a getiriliyor. O yıllarda sanatçıların sahnelerden keşfedilmesi de ses ve yorum olarak ne kadar sağlam olduklarının bir referansı. Günümüzdeki gibi stüdyolar çok teknolojik olmadığı için sesler üzerinde oynanması da söz konusu değil. Sözün kısası sesi olmayan sanatçıya plak yapılıp piyasaya çıkartılmıyor. Önce sanatçının ses ve yorum olarak kendini sahnelerde ispat etmesi gerekiyor.
"Nerelerdeydin" şarkısıyla adını duyuran Aylin Urgal'ın "Sen Yarattın Beni" şarkısı listelerde 1 numara olduğu gibi, yılın şarkısı da seçilmiştir. Üç 45'liği ve bir Long Play'i olan sanatçının "Sakın Ağlama Ardımdan", "Sevgili Dostum", "Gerisi Masal", "Paran Pulun Senin Olsun", "Nerelerdeydin", "Yardan Haber Yok", "Mutluyum Ben" başta olmak üzere plak üzerinde kayıtlı neredeyse her şarkısı hit olmuştur. Zaten eski plaklarda, albüm dolsun diye koyulmuş inanılmayan boş şarkı olmuyormuş ki.
Plak çalışmalarıyla sesini duyurduktan sonra gazinoların da aranılan sanatçısı olan Aylin Urgal, 80'li yıllarda Arabeskin piyasaya hakim olmasıyla plak yapmayı bırakıp gazinolarda rağbet gören Alaturka ve Arabesk şarkılar söylemiş, TRT'de de eski şarkılarıyla çıkmıştır. 1985'de Ankara'daki bir gazino çalışmasından İstanbul'a dönerken Bolu'da yaşanan trafik kazasında ölen yolcular arasında o da vardır. Eski gazeteler arasında bulduğum ölüm haberine dair kupür bir süre duvarımda asılı kalmıştı o yıllarda.
Keşke Aylin Urgal'ın plakları bir CD'de toplanıp hayranlarıyla buluşturulsa. Üstelik üç 45'liğinden biri hariç ikisi ve bir 33'lüğü aynı müzik şirketinden çıkmış.
https://www.youtube.com/watch?v=icQQL04qbDw
Google'dan müzikseverler için devrim niteliğinde bir uygulama
Yapılan bu hizmetler belki müzik takıntılılarını düşünerek yapılmıyor; teknolojik şirketler kendilerine müşteri çekebilmek adına onlara hizmet vermeye çalışıyorlar ama en çok benim gibi müzik manyaklarının işine yarıyor bu hizmetler. Çünkü gerçek müzik dinleyicisi, müzik adına hiçbir ayrıntıyı atlamak istemez, müziğe dair hiçbir güzelliği kaçırmak istemez. Gerçek müzikseverlik, müzisyenlikten bile öte bir şeydir benim için. Müzisyenin içinde de müzik sevgisinin büyüklüğü tartışılmaz ama, o işini yapar, meselelerini ifade etmeye çalışır müzikle. Müziksever için müzik, yaşam biçimi gibi bir şeydir.
Ben aslında müzikseverler için şöyle bir şeyi çok isterdim; belki müzik sektörünü hepten bitirecek bir düşünce gibi gelebilir ama; dünyanın bütün müziklerine herkes kolaylıkla, çok cüzzi fiyatlarla ulaşabilmeli. Bu kadar iyileştirici bir güzellikten genellikle ticari şekilde düşünülerek insanlar niye mahrum edilir ki. Dünyada her insanın dinleyemediği daha ne kadar çok şarkı ve şarkıcı vardır. Belki o duymadığımız melodi hayatımızı değiştirecek enerjiyi verecek bize.
Müzik dinlemeyen insanlar falan biliyorum veya "müzik dinlemek benim için o kadar önemli değil" diyen. Eğer insanlar müziğin önemini kavrasalardı, müzik filmlere arka fondan nasıl anlam katıyorsa insanın hayatına da o derecede anlam katardı. İnsanın hep müzikle yaşaması, yaşarken beyninin içinde hep kendi orkestrasının falan çaldırması hayata anlam kattığı gibi, insanın olaylara daha objektif ve dingin bakmasını da sağlıyor.
Google'ın uygulaması şu anda cep telefonları için geçerli ve sadece Amerika'yla sınırlıymış. Dediğim gibi dünyanın bütün müziklerinin insanların hizmete sunulacağı günü de sabırsızlıkla bekliyorum.
Onlar hayatın çocuklarıysa, sorumlusu da ben değilim!
Aslında Sting'inki, çocukların özgürlük anlayışına karşıtlık değil, onlara sorumluluk bilincini de yüklemek. Yoksa Sting'in hayata bakış açısında özgürlük karşıtlığı diye bir şey olabilir mi; Onunki çocukları daha bir üst seviyeden serbest bırakmak, yani dışarıya karşı özgürlükten öte, kendi içlerinde de bir bağımsızlık, kendi ayaklarının üzerinde durabilmeleri için özgüven kazandırmak gibi bir şey. "Özgürlük mü istiyorsunuz, alın size özgürlük, hatta hayatın nasıl yaşanılması gerektiğini kendiniz bulacak kadar özgürlük" demek istiyor Sting.
Bu kadar özgürlük çocukları sorumsuz veya başarısız yapar mı; hayır, tam tersi daha sorumlu ve başarılı yapar. Çünkü kendilerine verilen özgürlüğün onların iyiliği için verildiğine dair bir bilinç olacaktır mutlaka.
Bu örnekten geleneksel toplumların çocuklarını düşünerek baskıcı olmadıklarını kolaylıkla çıkarabiliriz. Çünkü çocuklara yapılan kısıtlama, aslında kendi zihniyetimizi çocuklara uygulamaktan başka bir şey değil; bir anlamda bencilliğimiz, narsistliğimiz, belki de kendi başarısızlığımız... Baskı kendi içimizde olmasa, çocuklara uygulamayız ki.
Korumacılıkla falan alakası yok çocuklara yaptığımız baskının. Yani muhafazakar iktidarların, özgür çocukların başlarına getirdikleri olumsuzlukların sorumluluğunu "başıboş bırakırsanız olacağı bu" anlamında ailelere yüklemeleri falan, aslında kendi suçlarını örtme çabasından başka bir şey değil.
23 Haziran 2014 Pazartesi
İnsanlar niye Pittbull cinsi köpek besler?
Ben, koşmak için koşu parkuru olan parka gidince falan çok karşılaşıyorum bu tür köpeklerle ve sahipleri gerçekten köpeklerin tasmasını bile bırakıyorlar serbestçe dolaşmaları için. Polisi arasan ne olacak, parkın güvenliğini sağlayan korumaları arasan ne olacak. Hiçbir şey yapmıyorlar; ya polisler gelinceye kadar gidiyorlar, ya da hiç kimse de bir şey yapmıyor.
Oysa bu tür köpeklerle ilgili bir kanun maddesi bile varmış. Hayvanları Koruma Kanunu’nun 14’üncü maddesinin yasaklar bölümünde yer alan, “Pitbull Terrier, Japanese Tosa gibi tehlike arz eden hayvanları üretmek; sahiplendirilmesini, ülkemize girişini, satışını ve reklamını yapmak; takas etmek, sergilemek ve hediye etmek yasaktır” diye. Ama hiç kimse bu yasayı ne uyguluyor, ne de tınlıyor.
Gerçekten saldırgan köpekler için ciddi önlemler derhal alınmalı. Çünkü sokaklarda, parklarda bu tür köpeklere karşı kendini savunamayacak çocuklar var, yaşlılar var, özürlüler var... Köpeklerin sahiplerinin özgüvenini bir görseniz suratlarındaki... Sahiplerini uyardığın zaman "saldırmaz" diye sana verdikleri güven aslında, "çeneni kapatmazsan seni paramparça eder" anlamında kompleksli ve korkak, sırtını köpeğe dayamış bir özgüven.
Tehlikeli köpek besleyen insanların da tedavi altına alınması gerekiyor köpeklerin yasaklanmasıyla birlikte. Çünkü tehlikeyi yaratan, egolarını saldırgan köpeklerle tatmin etmek isteyen köpek sahiplerinden başka kimse değil. Yoksa hayvanın ne suçu var. Hiç kimse saldırıya uğrayıncaya kadar da tepkisini ortaya koymuyor bu duruma karşı.
Şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Pitbull cinsi köpek beslemenin hayvan sevgisiyle falan bir alakası olamaz. O zaman biz de timsah besleyelim, parklarda yılanlarımızı gezdirelim... Ne dersiniz?
Saldırgan köpeklerden korkmak da öyle yersiz bir korku değildir. Hatta insanlara yaşatılan bu korku, insanların diğer hayvanlara karşı önyargı beslemesine sebep olmaktadır.
Futbol modern dümyanın ilkel bir oyundur
Bugün sosyal medyadaki bir video paylaşımı futbol hakkındaki negatif düşüncelerimde ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi. Pepe lakaplı Brezilya asıllı Portekizli futbolcu, rakip takımın oyuncusunu düşürüyor, topa tekmeyi vurduktan sonra hızını alamayıp düşürdüğü futbolcunun kalçasına da tekmeyi vuruyor daha fazla bir şiddetle. Sonra da rakip takımdan başka bir oyuncunun çenesine yumruğu yerleştiriyor. O anda elinde silah olsa belki önüne geleni tarayacak. Eğer futbol bu hırsla, bu öfkeyle, bu şiddetle oynanan bir oyunsa, yasaklansın daha iyi.
Pepe bu davranışından dolayı 10 maç sahalardan uzaklaştırılma cezası almış. Pepe gazetelere yaptığı açıklamada, " Kariyerimde hiç böyle bir şey yaşamadım. Kendimi tanıyamadım. Ben, sert bir futbolcu değilim. Yaptıklarımı görünce futbol oynama isteğim kalmadı" demiş. Çok inandık! Tekmelediği oyuncu Casquero ve ailesinden özür dilemiş. Ve sert davranışlarından dolayı terapiye gidecekmiş söylentilere göre. Olay 2009 yılında olmuş ama futboldan uzak olduğum için benim yeni haberim oldu.
Modern dünyada, oyunlar da modern olmalı artık. Rakiplerin yan yana olduğu oyunlardan vazgeçilmeli. Arada file olan voleybol, tenis, masam tenisi, badminton gibi rekabet oyunları bana daha insancıl, daha estetik geliyor. Belediye'nin spor çalışmalarına katılan bir kıza "Neden voleybolu tercih etmedin de, basketbolu tercih ettin" diye sordum, "Voleybol çok yumuşak" geliyor dedi.
Sanırım içimizdeki öfke ve şiddetin dozajı belirliyor oyunların yapısını ve hangi oyunları tercih edeceğimizi. İnsanın içindeki enerjiyi şiddet şeklinde boşaltması gerçekten bana çok ilkel geliyor. Atletizmle de boşaltabilirsin fazla enerjini, sanatla da boşaltabilirsin, başka şekillerle de.
Altın Kelebek Ödül Töreni'nde ödüle layık bir şey var mıydı gerçekten?
Eskiden üç-beş ödül verilirmiş ama hala o günkü ödülleri alanlar hatırlanıyor Altın kelebek diyince; Ajda Pekkan, Türkan Şoray, Emel Sayın, Zeki Müren, Tarık Akan, Kadir İnanır, Sezen Aksu, Nilüfer... Onlar mı çok büyük yıldızlardı, yoksa teknoloji günümüzdeki kadar yaygın olmadığı için halka olan uzaklıkları mı yıldızlaştırdı onları bilmiyorum. Artık internet çağında insanları sanatçıların peşinde değil, sanatçılar raiting yapma derdindeler. İletişim sayesindeki kolay ulaşılabilirlik sanatçılara ilgiyi azaltıyor sanırım. Çünkü TV ekranı başında sanatçı çıkacak diye beklemiyoruz artık. İnternete gir, sosyal medyadan her şeyi takip et. Artık ne albüm alıyorsun, ne de TV seyrediyorsun. Hal böyle olunca da en prestijli ödül töreni hiç heyecan yaratmıyor.
Sanırım eski sanatçılar gibi büyük yıldızlar da çıkmıyor artık. Son dönemlerde Sibel Can da çıkmasaydı ne olurdu acaba sektörün hali? Ne Halk Müziğinde, ne de Sanat Müziğinde hele hiç sanatçı çıkmıyor. Arabesk bile kalmadı artık. Meydan Popçuların ve Rock'çıların ama son yıllarda onlarda da bir durağanlık var. Düşünsenize ya, Pop müzik diyince hala 40 yaş üzeri sanatçılarımız Popstar. Hala Tarkan, Kenan Doğulu Popstar. Elin Popçuları 15-20 yaş aralığında oluyor, bizimkiler 40-50 arası. Murat Boz bile Popstar yaşını geçmiş bir şarkıcı. Yokluktan da Murat Boz'u yılın en iyi şarkıcısı ilan ediyoruz. Murat Boz sahi ne yapmış bugüne kadar çıkış yaptığı ilk şarkı ve klip dışında. Gülşen de aslında bana göre bu yıl en iyi kadın şarkıcı ödülünü hak edenlerden değildi; çünkü albümü güzel değildi. Tuhaf olansa Sıla Gençoğlu'nun ödül törenlerinde hiç adının geçmemesi. Ambargo mu uygulanıyor bu kıza çok merak ediyorum. Peki nerede sinema ödülleri. Sinemamız hani patlama yapmıştı, tüm zamanların en büyük hasılatlarını sağlıyordu filmlerimiz. Peki nerede sinema oyuncuları; yok. Sadece dizi oyuncuları var artık. Demek ki sinemamız ileriye gitmiyor, geriye gidiyor.
Fazla TV seyretmediğim için TV dalında verilen ödüllere diyecek bir sözüm yok aslında ama müziğimizi takip ettiğim için çöken sektöre rağmen 2013 yılında da müzik dünyamızda kaliteli sanatçılar ve albümleri çıktı. Bazı isimleri vermek istiyorum: Melis Danışmend - Biraz Gülmek İstiyorum, Birsen Tezer - İkinci Cihan, Asena Akın - İstanbul'un İzleri, Şelale Şehnaz Sam - Söylenecek Bir Şeyler Var, TNK - Melankoli, Fide - Büyü, Vedat Sakman - Odada İkimiz, Selva Erdener - Nereye Aşkım, Aygül Erce - Acıya Şarkılar, Çiğdem Erken - İstanbul Kızı, Yıldız Tilbe - Arabesk, Mirkelam - Denizin Arka Yüzü, Şevval Sam - Tango, Seza Kırgız ile Düetler, Cem Adrian - Şeker Prens ve Tuz Kral, Zakkum - Hergün Sonbahar, Başak Yavuz - Başak Yavuz, Yavuz Akyazıcı - Short Stories, Şirin Soysal - Ziyaret, Kıvılcım Ural - Rüya Raporları, Fazıl Say & Serenad Bağcan - İlk Şarkılar, Banu Kanıbelli - Bu Rüzgar, Model - Levla'nın Hikayesi, Bedük - On, Aynur - Hevra & Beraber, Melis Sökmen - Hediyem...
Bunlardan halkımızın haberi yok mu dediniz? Müzik piyasasını elinde bulunduranlar sadece "cıstak" Pop ve Fanteziyi müzikten sayarsa, bunlardan tabi halkın haberi olmaz. Neden Caz veya Alternatif türler müzikten sayılmaz ki? O tarzdakiler de kendilerini tatmin etmek kadar dinleyici içinde müzik yapıyorlar. Peki bu ödül organizasyonlarını yapanlar neden kaliteli müziği görmezden geliyorlar? Ödül törenleri de mi TV'lere raiting sağlamak için düzenleniyor acaba veya geleneksel törenler medya sektörünün prestijini sağlam tutmak amacıyla mı yapılıyor? Gerçekten ülkemizde ne müzik listesi olarak ne de yıl sonu değerlendirmesi olarak sağlıklı bir istatistiki veri var. Altın kelebek ödül törenine bak, eğlence sektörünün; sinema, televizyon ve müzik sektörünün halini gör.
22 Haziran 2014 Pazar
Eşcinsel hakkı öncelikle sevişme hakkıdır
Aslında toplum, politikacılar, vesaireler eşcinsellerin haklarına değil, eşcinselliğin cinselliğine karşılar en çok. Biz eşcinsel hakları için mücadele ediyoruz ama eşcinsellerin derdi, hatta toplumun derdi, eşcinsellerin kendi cinsleriyle yatıp-kalkmaları veya eşcinseller açısından özgürce yatıp kalkamamaları. Bunu bu şekilde dile getirmek bile basit bulunuyor, kaba bulunuyor. Oysa biz eşcinseller olarak daha akademik dilden ne eşcinselliği öğrenmeyi hazırız, ne de mücadele etmeye. Şu anda toplumu rahatsız etmeyecek bir seviye ve dilden eşcinsel hakları mücadelesi var, bu mücadeleyi üstü kapalı şekilde dile getirme durumu var. Eşcinselliği herkesin anlayacağı dilden konuşamıyoruz, herkesin anlayacağı dilden mücadelesini yapamıyoruz. Mesela bir eşcinselin ailesine, "Eşcinselim" demesi o kadar rahatsız etmiyor. Eşcinselin yaşadığı cinsel ilişki rahatsız ediyor eşcinselin ailesini, çevresini. Argo sayılsa da, kabaya kaçsa da, bir çok çevreyi rahatsız etse de, herkesin anlayacağı dilden yapmalıyız mücadelemizi. Ve hatta bu işin içine başka hiçbir işi karıştırmamalıyız. Çünkü bu hak diğer haklarla kıyaslanamayacak derece temel, doğal ve masumane. Diğer kültürel haklarla birleştirildiği zaman lüzumsuz olarak görülebiliyor egemen yapıya diğer haklar ters düşebileceği için. Oysa eşcinsel hakları, kültürel haklar üstü bir şeydir. Kişinin doğarken beraberinde getirdiği haktır. Başta eşcinsellerimize, en başta eşcinselliğin temel ve de vazgeçilemez bir hak olduğu anlatılmalı, öğretilmeli hayata geçirebilmesi için. Eşcinselliğimizi yaşamaktan korkmamayı ve utanmamayı öğrenmeliyiz. İnanın biz eşcinselliğimizi yaşayıp dile getirirsek, ne karşımızda kimse durabilir, ne homofobi olur, ne de üstü kapalı bir konu olur bu eşcinsellik. Doktorun anlaşılmaz dilde reçete yazması gibi bir şey olmaktan çıkmalıdır eşcinsellik. Şey değildir eşcinselliğin adı; erkek erkeğe veya kadın kadına sektir, sevişmedir. Politik alanda, medyada heteroseksist sistemin homofobik bakış açısına rağmen mahremiyetsiz olmalıyız ve onların düşündüğü şekilde ahlaksızlığımızla gurur duymalıyız. Kaç gündür yazdığım yazılar bile Radikal Blog'da daha yayınlanmadan taslaklardan kaldırılıyor. Bizi anladığını düşündüğümüz bir gazete bile ancak üst perdeden hiç kimsenin anlayamayacağı dilde ifadeye izin veriyorsa, gittiğimiz yol çok da doğru değil demektir.
Eşcinselliğin ne olduğunu ben söyleyeyim size. Eşcinsellik erkek erkeğe, kadın kadına sekstir, sevişmedir. Eşcinsellerin önce bu eylemi özgürce gerçekleştirebilmeye ihtiyacı vardır, eşcinselliğin böyle bir şey olduğunun anlatılmasına ihtiyaç vardır gerçek anlamda kabul edilebilmesi için. Eşcinselliğin sevişme, seks evresi kabul edilip konuşulduktan sonra, diğer haklar zaten otomatikman verilecektir. Eşcinsellere sosyal haklarının verilmemesinin sebebi, erkek erkeğe veya kadın kadına sevişmeye karşı çıkılmasındandır. Eşcinsel aktivistler bence, önce sevişme, seks hakkı için mücadele etmeliler. Cinsel ihtiyaçlar, gizli kapaklı ve adına eşcinsel ilişki denilmeden gerçekleştirildiği sürece, eşcinsel hakları falan olmaz. Sen istediğin kadar anlat politikacılara derdini, anlamak istemeyeceklerdir. Biz eşcinseller sevişeceğiz ve bundan utanmayacağız. İşte gerçek eşcinsel hakkı budur ve hak ancak eşcinsel seks yapılarak kazanılır. Arkayı koruyup ben erkeğim denildiği sürece de ne eşcinsellik kabul edilir, ne de eşcinsel hakları kazanılır. Eşcinsel hakları eşcinsellerin özgür seks anlayışıyla kazanılabilir ancak. Biz kendi içimizde özgür olmadığımız ve özgürlüğümüzü dışarıya yansıtamadığımız sürece eşcinsel hakkı falan olmaz. Gerçekten eşcinselleri anlamak istemeyenlere eşcinselliği anlatmakla hiçbir yere varamayız. Ne kadar sevişme, o kadar özgürlük. Tek formül bu. Ayrıca ben kendi cinsimle özgürce sevişmedikten sonra ne yapayım hakkı-hukuğu; heteroseksüel haklar da karşılıyor ben kendi cinsimle sevişmekten vazgeçtikten sonra hakkımı-hukuğunu.
Not: Kendi kendime yaptığım bir Pazar sohbetidir.
Herkes kafasına göre tahammül sınırı çiziyor
Bazı insanların, bazı sanatçıları profillerine bakarak en baştan reddetmelerini doğru bulmuyorum ama gerçekten bazen sanatçıların hayata bakış açıları dar çerçeveden olunca insan ister istemez itiliyor. Aslında bu itilme yaptığı işe karşı olmasa da, kendisiyle birlikte yaptığı iş de gümbürtüye gidiyor, profili takipçi olarak kendisine ters gelenler için. Sanatçılar da taraflarını belli etmeliler, siyasi görüşlerini açıklama hakları var ama özgürlük karşıtlığı sanatçılıkla bağdaşmaz. Sanat bağnazlıkla mücadele için bir isyandır. Başına tokmak vurulunca, "oh ne güzel" oldu diye sanat yapılmaz.
Bir sanatçımız diğer müzik sanatçılarının kliplerini açık bulmuş ve "Akıllı olun, burası Türkiye" diye mesaj göndermiş meslektaşlarına. Bazıları da demez mi insana, "Burası Türkiye, senin yaptığın iş de Türkiye'ye, geleneksel yapıya, dinimize aykırı" diye. Siz hiç geleneksel aile yapısına inananların dekolte giyip şarkıcılık yapan kadınlara iyi gözle baktığına şahit oldunuz mu? Sanatçılığa bu ülkede iyi gözle bakılmadığı % 100 bir gerçektir.
Neye göre "Burası Türkiye" denilip de herkes kendini doğru görüyor, haklı buluyor? Kafalarına göre bir doğruluk ve ahlak çıtası belirliyorlar, kendilerinkinden daha özgür olana, "Burası Türkiye" sopası gösteriyorlar. Oysa "Burası Türkiye" diyenlere de gösterilecek çok sopa var. Bugün sana toleranslı olan sopalar, sen bağnazlığı savunduğun sürece, sana da gösterilecektir.
Aslında herkes çıkarına uygun şekilde tahammül sınırları çiziyor. Yarın özgürlükçü fırsatlar ve yönetimler olsa, bu sefer "Burası özgür ve demokratik bir ülke" denilecektir şüphesiz. Ben bu durumu çıkar için duyarsızlık olarak görüyorum.
Bir sanatçımız diğer müzik sanatçılarının kliplerini açık bulmuş ve "Akıllı olun, burası Türkiye" diye mesaj göndermiş meslektaşlarına. Bazıları da demez mi insana, "Burası Türkiye, senin yaptığın iş de Türkiye'ye, geleneksel yapıya, dinimize aykırı" diye. Siz hiç geleneksel aile yapısına inananların dekolte giyip şarkıcılık yapan kadınlara iyi gözle baktığına şahit oldunuz mu? Sanatçılığa bu ülkede iyi gözle bakılmadığı % 100 bir gerçektir.
Neye göre "Burası Türkiye" denilip de herkes kendini doğru görüyor, haklı buluyor? Kafalarına göre bir doğruluk ve ahlak çıtası belirliyorlar, kendilerinkinden daha özgür olana, "Burası Türkiye" sopası gösteriyorlar. Oysa "Burası Türkiye" diyenlere de gösterilecek çok sopa var. Bugün sana toleranslı olan sopalar, sen bağnazlığı savunduğun sürece, sana da gösterilecektir.
Aslında herkes çıkarına uygun şekilde tahammül sınırları çiziyor. Yarın özgürlükçü fırsatlar ve yönetimler olsa, bu sefer "Burası özgür ve demokratik bir ülke" denilecektir şüphesiz. Ben bu durumu çıkar için duyarsızlık olarak görüyorum.
Radikal dijitale geçti, ahlakçı kesildi
Radikal blog ekibi bir yazımı daha taslaklardan silmiş. Yazımın konusu partner seçimindeki şekilciliğe karşıtlıktı. Yani Nilgün Belgün'ün dediği gibi benim beraber olacağım kişi mis gibi kokmak zorunda değildi. Pis olsun ama doğal olsundu. Herhalde başlık rahatsız etti Radikal Bloğu. Çünkü kasıktaki teri koklamak çok uç nokta olabilir yazar çizer kesimi için bile. Radikal'e Radikal dedik övdük ama onların da ifade özgürlüğü konusunda bir sınırları vardı sanırım. Bu tabiki Radikal'in yönetimiyle, yönetimin ahlak anlayışıyla da alakalı olabilir. Yönetime göre de geleneksel yapıya aykırı düşünceler ifade edilmeyecek olabilir. Doğanın gerçekleirni yaşayanlar olabilir ama bunlar ifade edilerek heteroseksist yapının dayatmalarına ters düşeceği için mahrem kalmalı diye düşünülüyor olabilir. Yani herkesin mahremiyetine saygı gösterilmeli ama mahremiyetsizlik, doğanı gönlünce yaşayıp bunu dile getirmek hak sayılmayabilir onlara göre de. Çünkü burası Türkiye'dir, burası Müslüman bir ülkedir!
Yoksa benim hayatım, benim gerçeklerim size basit mi gelmektedir? Eğer ben gerçeklerimi yaşayamıyorsam, yaşasam bile öteki olarak yaıyorsam, bunları dile getirmekten başka bir yol yoktur özgürce yaşayabilmem için. Ben geleneksel muhafazakar yapıya göre yaşamak zorunda mıyım? Ama ben yaşamımı dile getirmezsem hiçbir zaman normal olarak karşılanmayacak. Doğduğum gezegenimde doğama uygun yaşamak ve yaşamak için düşüncelerimi ifade etmek benim en tabi hakkım. "Git kendine başka mecra bul" diyorsanız, o zaman "biz farklıyız, biz Radikal'iz, biz özgürlükçüyüz, biz demokratiğiz" diye ortaya çıkmayacaksınız. Bağnaz demokrasi veya özgürlük olmaz. İnsanları özgürlük bu, demokrasi bu diye kandıramazsınız. Radikal'in yaptığı bir ayrımcılıktır ve içinde bulunulan koşulları ürkütmemek için bir korkaklıktır belki de. Adını falan değiştirsin bence Radikal, dijital ortamın yapısına tezat uygulaması yüzünden. Çünkü yenilik, teknoloji ve ileri iletişimcilikle bağnazlık hiç hoş durmuyor yan yana. Radikal dijitale geçince biz de iyi bir şey olacağını zannetmiştik.
Hiç olmazsa ahlak kriterlerimizi blogculara bildirinde, sizin kıstaslarınıza uyanlar yazı göndersin size.
Yoksa benim hayatım, benim gerçeklerim size basit mi gelmektedir? Eğer ben gerçeklerimi yaşayamıyorsam, yaşasam bile öteki olarak yaıyorsam, bunları dile getirmekten başka bir yol yoktur özgürce yaşayabilmem için. Ben geleneksel muhafazakar yapıya göre yaşamak zorunda mıyım? Ama ben yaşamımı dile getirmezsem hiçbir zaman normal olarak karşılanmayacak. Doğduğum gezegenimde doğama uygun yaşamak ve yaşamak için düşüncelerimi ifade etmek benim en tabi hakkım. "Git kendine başka mecra bul" diyorsanız, o zaman "biz farklıyız, biz Radikal'iz, biz özgürlükçüyüz, biz demokratiğiz" diye ortaya çıkmayacaksınız. Bağnaz demokrasi veya özgürlük olmaz. İnsanları özgürlük bu, demokrasi bu diye kandıramazsınız. Radikal'in yaptığı bir ayrımcılıktır ve içinde bulunulan koşulları ürkütmemek için bir korkaklıktır belki de. Adını falan değiştirsin bence Radikal, dijital ortamın yapısına tezat uygulaması yüzünden. Çünkü yenilik, teknoloji ve ileri iletişimcilikle bağnazlık hiç hoş durmuyor yan yana. Radikal dijitale geçince biz de iyi bir şey olacağını zannetmiştik.
Hiç olmazsa ahlak kriterlerimizi blogculara bildirinde, sizin kıstaslarınıza uyanlar yazı göndersin size.
21 Haziran 2014 Cumartesi
Radikal, Radikal değilmiş ne yazık ki
Daha önce anal seksle ilgili bir yazım gerekçesiz Radikal Blog'ta yayınlanmamıştı, bugün de toplu seksin nedenleriyle ilgili bir yazım taslaklardan kaldırılmış. Yazılarımı öncelikle kendi bloğumda yayınlayarak, bir suç unsuru varsa zaten sorumluluğunu baştan alıyorum. Acaba Radikal'in blog yöneticilerinin ahlak anlayışına mı uymuyor toplumsal gerçekler. Radikal gazetesini, Radikal diyerek övüyoruz ama işin düz olmayan seks boyutuna geçince birden ahlak engeliyle karşılaşıyoruz. Radikal'de seksin faydaları, oral seks gibi konular gazete veya blogtan manşet oluyor ama heteroseksüel seksin sınırlarını aşan doğal bir gerçek dile getirilince "tu kaka" oluyor. Ben burada homofobi görüyorum. Eşcinsellik sadece politik arenada mücade etmek değildir; onu seksiyle, kültürüyle her türlü aktivitesiyle hayata da geçirebilmektir. Tabi bir de, bir şey kabul edilecekse çok açık dile getirilmemelidir değil mi? Yoksa sine-i yareye dokunur; bir şeyler yaşansın ama gizli yaşansın! Her şey çok açık olursa, gizli yaşayanlar bundan rahatsız olurlar. Radikal veya yöneticilerinin ahlak anlayışına ters gelse de toplu seks diye bir gerçeği nasıl yok sayabiliriz. Herhalde sadece benim icat ettiğim bir şey değil bu. Bir şeye karşı olmanız, ifade özgürlüğü kapsamında dile getirilmesine engel teşkil etmemeli. Nerde kaldı Radikal'liğiniz. Eğer yazılarım çok gerçekçi olduğu için rahatsız ediyorsa bileyim ve yazı göndermeyeyim bir daha. Ben yazımın gerekçesiz kaldırılmasını hak ihlali olarak görüyorum. Yeri geldiğinde başlıkta değişiklik yapmak için bile izim isteyen yetkililerin, konu ahlakçılık olunca klavyeleri kılıç oluyor. Oysa hiçbir yazımın yayınlanıp-yayınlanmaması umrumda olmadı. Moral bozucu olan ahlakçılık. Bugün hem Radikal Blog'tan, hem de Radikal'den soğudum sığ zihniyet yüzünden. Dijital hayatları tutucu zihniyetleriyle uyum sağlayabilecek mi acaba? Tabi ahlakçılar eninde sonunda elenecek, kalıcı olan Radikal olacaktır.
Güzellik yarışmasına karşı çıkacağınıza, önce penislerinize sahip çıkın
Eşcinsellerin açılmaktan başka seçenekleri yok
Mektupta diyor ki:
"Ben New Yorkluyum. Hobi olarak Türkçe öğrenmeye çalışan Türkseverim ve burada başkalarına gey erkek olarak açılmak nispeten kolay bugünlerde. Onun için eşcinselliğimi saklamak için mazeretim yok. Türkiye'de ise bildiğim kadarıyla koşullar oldukça farklı; okuyup duyduklarıma göre birçok LGBT birey, ailelerine açılarak hayatlarını kaybetmeyi göze alıyormuşlar, aileleri tarafından öldürülebilirmişler. Nitekim bir keresinde tanıştığım Türkiye'de seyahat etmiş olan kadının, böylece hayatını kaybetmiş olan bir gey gencin arkadaşlarıyla sohbet etmişliği varmış. Belki böyle raporlar abartılı... Ben bilmiyorum... ama durum öyleyse, açılmak isteyip da kendilerini ölümcül tehlikeye atmak istemeyen LGBT bireylere nasıl bir çözüm yolu tavsiye edersiniz acaba? Bana öyle geliyor ki Türkiye'de açılmak, büyük cesaret gerektiriyor; Türkiye'de eşcinsel olarak açılanlara hayranım."
Önce şunu netleştirmek gerek. Türkiye'de homofobi var, hatta insanlarımızın en nefret ettiği, nefret etmese bile en istemediği kişiler eşcinseller. Çünkü araştırma sonuçları bunu gösteriyor. Yalnız gözden kaçırılan bir gerçek var. Türkiye'deki kültürel farklılıklardan dolayı eşcinselliğe bakış açısı bölgesel farklılıklar gösterebiliyor ve homofobi de farklı şiddette gösteriyor kendini. Örneğin Doğu'ya gidildikçe homofobi cinayet boyutunda kendini gösterirken, Batı'da eşcinsellik karşıtlığı olsa bile homofobi şiddet boyutunda bile göstermeyebiliyor kendini. Batı'da nefret cinayetleri işleniyor ama bu, Batı'ya taşınmış Doğu kültürünün kendini göstermesiyle gerçekleşiyor. Mesela ben yaşadığım şehirde çok şiddete maruz kaldım eşcinselliğimden dolayı ama bu, burada doğmuş-büyümüş olanların bir homofobisi değil, daha kapalı-muhafazakar kültürlerden buraya gelmiş kişiler tarafından sergilenen bir homofobiydi.
Yaşadığım şehirde aileler çocuklarına eşcinselliklerinden dolayı ne şiddet uyguluyorlar, ne de onları dışlıyorlar. Hatta çocuklarnı homofobiye karşı koruma derdindeler, onları eğer transseksüellerse hissettikleri cinsiyet kimliklerine kavuşturma çabası içersindeler. En fazla eşcinsellikle yüzleşilmek istenmiyor. Mesela LGBT'ler hayatlarını yaşıyorlar ama bu aileler tarafından bilmezlikten geliniyor. Çünkü, sonuçta birbirinden farklı kültürlerden oluşsak da, aynı ülkede yaşıyoruz ve eşcişnselliğe negatif bakış açısı, eşcinselliğe karşı sert olmayan kültürlere de yansıyor. Çünkü eşcinsellik kötü denilirken, toplumun içersinde eşcinselliği desteklemek çocuğun olsa dahi o kadar kolay olmayabiliyor. Açık açık destekleyen ailelere yok mu; var ama bunlar çok değil.
Yalnız şuna inanıyorum. Batı'da hoşgörü seviyesinin yüksek olduğu kültürlerde, yasalar ve yönetimlerin sıcak yaklaşımıyla eşcinsellik çok hızlı ve rahat bir şekilde kabul edilebilir. Benim yaşadığım şehir çok büyük bir şehir değil ama bir kaç defa yapılan eşcinsellikle ilgili etkinliğe katılan LGBT ailelerinin eşcinselliğe, transseksüelliğe karşı yaklaşımları hiç kötü değildi. Hatta bu tür etkinliklerin, onların eşcinselliğe, transseksüelliğe bakış açılarına olumlu bir şekilde ivme kazandırdığına şahit oldum. İşte o yüzden ben her şeye rağmen açılınması taraftarıyım.
Bir çok LGBT'de, ülkenin geneline bakarak "benim ailem kabul etmez" diye bir önyargı var. Oysa hiçbir şey denenmeden bilinemez. Belki de ailelerimiz bizden bir adım bekliyorlar bizleri; eşcinselleri, transeksüelleri kabul etmek için. Biz bile kendimizle yüzleşip açılmakta zorlanırken, ailelerimizin bize doğru kendiliğinden bir adım atmalarını beklemek doğru değil. Heteroseksist bir dünyada ilk adımı eşcinsellerin atmasından başka bir seçenek yok. Heteroseksist dünya, eşcinseller talep etmedikçe eşcinselliği kabul etmez. Kabul edecek olsaydı, şimdiye kadar kabul ederdi.
O yüzden ben, eşcinsellerin her şeye rağmen, homofobinin şiddetine, cinayetine rağmen açılması taraftarıyım. Çünkü LGBT'ler susunca, homofobi kendini haklı görerek daha bir güç kazanıyor, LGBT'lere daha bir acımasızca saldırıyor. Biz kimliğimize sahip çıkarak, en azından bazılarının, ailelerimizin yanımızda olmasını sağlayabiliriz. Denemekten başka çaremiz yok. Ayrıca ben eşcinselliğiyle barışmış, eşcinselliğine sahip çıkmış, eşcinsel hakları için mücadele eden açık eşcinsellerin başına, kapalı eşcinsellerden daha fazla bir şey geldiğini görmedim. Genellikle eşcinselliğinden utanan ve korkan eşcinseller kurban oluyorlar.
Homofobiyi alt etmenin tek yolu, homofobiden korkmamaktır. Ülkemizde hala homofobi varsa, bunun sebebi bizden önceki eşcinsellerin açık olup homofobiyle mücadele etmemesindendir. Bizim kuşak eşcinsellerin işi şansa bırakmaması gerekiyor artık geçmişten ders alarak. Ama ne yazık ki homofobi dışarıdan çok kendi içimizde olduğu için de homofobiye karşı mücadelede başarılı olmamız çok zor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)