Tam 1.5 sene çektik... Üst katımdaki apartman sakinlerinden bahsediyorum. Bütün sokak huzursuzdu. Çünkü eve girip çıkan erkeğin haddi hesabı yoktu. Çığlık çığlığa dayak yiyen kadınlar... 1.5 senedir hiç susmadan ağlayan bir çocuk... Onlar için hayat akşam başlayıp, sabaha kadar gürültü şeklinde devam ediyor ve mahalleli onların sesi yüzünden uyuyamıyordu. 1.5 sene her günün böyle geçmesi nasıl bir şey anlayabilir misiniz? Biz dışarından katlanamadık; o hayatı yaşayanlar nasıl katlanıyorlar aklım hayalim almıyor. Aynı hayat başka sokak veya mahallede gene devam edecek. Yeni gittikleri yere şimdiden geçmiş olsun diyorum... Bu süreçte en çok tuhafıma gidense, kadınlar dayak yerken mahalle sakinin şikayet etmesinden bıkan polislerin bile, bir süre sonra gözünüzle gördünüz mü demesi. Çünkü kadınlar hiçbir zaman bunu itiraf etmiyorlardı. Hep bir kadınlar arası bir patırtı kütürtü olduğunu söylüyorlardı. Biz sara hastasıyız, epilepsi krizi geçiriyoruz gibi yalanlar uyduruyorlardı. Oysa ben alt kattayım ve erkek bağırtıları içersinde paldır küldür dayak sesleri, yere çarpılan kadınların güm güm ve çığlık çığlığa ağlama sesleri geliyordu... Mazoşizm miydi acaba bunun adı, yoksa zorunlu hayat mıydı? O kadar rahatsız olmama rağmen, o kadınlara çok üzülüyordum. Gözlerine baktığım zaman içime nasıl bir acı oturduğunu anlatamam. Ama insan kendi kurtulmak istemezse veya kurtulma isteği potansiyeli yoksa, dışarıdan kime ne kadar yardım edilebilir ki? Sana ne dediler mi, iş biter! Sorun gördüğümüz şeyler çaresizlikten olsaydı, çözümü mümkün olabilirdi. Herkes kaderini-hak ettiği kadarını mı yaşıyor acaba?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder