1 Mart 2017 Çarşamba

Kazanmak nedir, kaybeden kim?


Bir aydır İranlı mülteci bir kardeşimizin Türkiye'de yaşadığı sorunlardan birisiyle uğraşıyoruz. Alış-verişle ilgili olarak maddi bir kaybı geri kazanmaya çalışıyoruz. Yarısını kurtardık, yarısına da az kaldı. İnsanlar kötü mü, yoksa hayat şartları ve hayat idamesi mi onları acımasız, düşüncesiz, duyarsız yapıyor? Evet hayat zor ama hayatta kalma mücadelesi, insanların birbirinin üzerine basarak mı gerçekleştirilmeli? Sanırım vurdumduymazlık, tembellik, ihmalkarlık gibi olumsuz taraflarımız kolaycılığa, birbirimize karşı duyarsız, acımasız, düşüncesiz davranmamıza sebep oluyor. İnsanın tembel tarafları olabilir, ihmalkarlıkları olabilir, kişinin öncelikleri hayatın diğer birimlerinde ertelemelere sebep olabilir ama bunu başkalarına karşı yapmamalıyız. Ama insan kendine karşı saygılı olmazsa, başkalarına karşı ne derecede saygılı olabilir haklar ve insanlık konusunda? Zorunlu saygı da, disiplinin olmadığı ortamlarda boşluklardan istifade ederek gene saygısızlığa, duyarsızlığa sebep olabilir. Haklara, hayata, herkese, her şeye karşı saygılı olmayı, dürüst olmayı, duyarlı olmayı başarabilmek için, bu saygı-duyarlılık vesaireyi öncelikle kendimize karşı duymalıyız-hayatımıza geçirmeliyiz ki yaşam biçimi haline dönüşüp başkalarına karşı da aynı garantiyle uygulanabilisin. Ben mesela başkalarına karşı çok duyarlıyımdır bazen ihmalkarlıklarım olsa da ama kendime karşı ne kadar plan program çerçevesinde yaşasam da önceliklerime teslim olabiliyor, hayatımı eşit parçalara bölerek düzenli bir şekilde yaşayamıyor(başkalarına göre benimki ne kadar mükemmel bir düzen sayılsa da) ve her günüm diğer günümden zaman çalarak geçiyor. Haaa, çok kötü şey yapmıyor muyum kendimin zamanından çalarak; hayır, kendime göre çok güzel değerlendiriyorum, çok haz duyuyorum ama herkesin-başkalarının bu plansızlığı, düzensizliği, hayatı eşit zamana bölemeyişi (doğru tanım oldu mu bilmiyorum ama, ihmalkarlıkları da diyebiliriz), herkeste başkalarına karşı duyarlı ve vicdanlı olmasını engellemeyecek diye bir şey söz konusu olmayabilir. Ben hayatta kendime karşı biraz keyfe keder olsam da, başkalarının yaşama haklarına riayet edebilme potansiyeline sahip olabilirim ama herkes zorunluluk olmadığı sürece kendi yaşamına yaptığı saygısızlığı-düzensizliği başkasının yaşamına da aksettirebilir. Kıyasladığım şeyler farklı şeyler gibi gelebilir ama insan psikolojisine etkisi aynı olabileceği için, başkalarının başkalarına yaptığı saygısızlıktan ders çıkarıyor ve başkalarının başkalarına yaptığı saygısızlığın, kişinin kendisine yaptığı saygısızlığın bir uzantısı olabilir diye düşünüyor, ve herkesin kapasitesine göre bu başkalarına karşı yaptığı duyarsızlıkları, haksızlıkları, saygısızlıkları anlamaya çalışıyorum. Yani bazı olumsuz özelliklerden dolayı insanları kötü diye etiketlememek de gerekiyor. Çünkü bazı kişisel defolar kişinin özünün kötü olduğunu göstermeyebileceği gibi, çevresel faktörler de insanı yamultabilir biraz değil mi? Ama ne yazık ki çevresel faktörlerle açıklanamayacak derecede olumsuzluklarla karşılaşıyoruz hayatta. Zaten şöyle düşünürsek, çevresel faktörleri de insanların davranışları oluşturmuyor mu, insanların davranışlarını özü belirlemiyor mu? O zaman bize düşen kendi hayat güvencemiz için, ipleri elden bırakmamamız, hep takipçi olmamızı da gerektiriyor. Öyle olmuyor mu zaten; güvenli yaşamlarda bile defo çıkmıyor mu ve o defo gelip bizi bulmuyor mu? Demek ki hayat iyisiyle kötüsüyle var ve biz kontrolü elden bırakmamalıyız, bisikletimizi kilitlemeden asla dışarıda bırakmamalıyız! Yani eşeğimizi sağlam kazığa bağlamalıyız atasözü tabiriyle. Tecrübe ve hayattan ders çıkarabilmenin önemi, duygularımızdan çok mantık çerçevesinde hareket etmemizin önemi devreye giriyor. Zaten dikkatli olmak bizi güvenceye aldığı gibi içinde yaşadığıız hayatı da disipliner bir hale getirecektir. Yani insanın kontrollü oluşu ve garantici yaşam stili, toplum geneline yayılacak, suistimalcilere fırsat vermeyecek, zamanla onları da terbiye edecektir. Tabi insan başkasının başına gelince olumsuzluklar sağduyulu yaklaşabilse de, kendi başına gelince öfkesizine, sabırsızlığına yenilip uzun zamanda da olsa halledilebilecek bir işi, hepten berbat edebiliyor. Belki de zor zamanlarda yalnız olmamak çok doğru bir karar olabilir. Çünkü kayıplar öfkeye ve yanlış kararlara, hatta gemileri hepten yakmaya sebep olabiliyor. Zaten agrasif bir toplumuz; herkes birbirinin öfkesini köpürtünce, öfkelerimizin yarattığı negatif elektrik telafisi mümkün olmayan hatalara sebep olabiliyor. Bütün yaşadığımız olaylardan aslında olgun bir kişilik karakter inşa edebiliriz. Ama daha hala duygularımızla hareket eden bir seviyedeyiz ne yazık ki. Oysa yaşadığımız acı tecrübeler bile maddi kayıplarımızın yanında değeri ölçülemeyecek derecede değerli. Öfkeyle, stresle kaybettiğimiz her anı bile milyonlarla geri çevirebilir miyiz de moralimizi bozuyoruz, en azından sağlam tutmaya çalışmıyoruz. Mesela maddi bir kayıp onun veya bunun farketmeksizin kasadadır zaten; önemli olan o kaybımızı mutlu bir şekilde, demoralize olmadan kendi kasamıza geri döndürerek, psikolojimizde bir şey kaybetmemektir. Çünkü güzel bir moralle geçen zamanda daha sonra belki bir daha karşımıza çıkmayacak olan neler kazanabiliriz biliyor musunuz? "İnsan kazanmak" çok önelidir benim için ve bir insan kazanmak apayrı bir dünya kazanmak demektir. Çünkü her insanın bir hayat tecrübesi vardır ve o insandan öğrenilebilecek çok şey vardır. Mesela ben sevgi ve pozitif enerji vermeyi çok severim ve bunu verirken manevi olarak huzur da kazanırım. Karşılığında da o insanın bildiği paylaşımlardan nemalanmaya çalışırım. Ben mesela İranlı sığınmacı dostlarımızın kültürlerinde çok şey kazanıyorum onlara burada yaşadıkları sürece eşlik ederek. Örneğin onların müzik kültüründen beslenmeye çalışıyor, çok derin olan müziklerini dinlemeye çalışıyorum bana tavsiye ettikleri sanatçılardan. İnternette zaten çok güzel fırsatlar sunuyor bu konuda. Mesela Cevat arkadaşımın bana önerdiği bir sanatçının akabinde başka bir sanatçıyla tanıştım; Mohsen Namjoo. Bugün de onun albümleirni bulabildim internette ücretsiz olarak. Şimdi bir sanatçının müzikal birikimine ulaşabilmekten daha büyük bir zenginlik olabilir mi? O zaman, her musibette bir hayır vardır diyebilir miyiz? Arkadşımız çıkarcı insnalarla temas kurmasa, dertlenip bana gelmese, müziklerle efkar dağıtmasaydık, Mohsin Namjoo ile tanışabilir miydim? Arkadaşımın kaybını gidermeye çalışırken sanat penceresinden bakarsak aslında ben ona borçlu bile çıkıyorum. Şimdi ben Mohsen Namjoo ile tanışamsaydım, konuyla ilgili olarak bu dünyadan fakir göçüp gidecektim. Doğru değil mi? Rüzgarı arkamıza almayı bilmeli, bilmiyorsak öğrenmeliyiz. Teşekkür ederim hayat tekrar iyisiyle kötüsüyle bana yaşattıklarından dolayı. Seni çok seviyorum... Bu arada mantıktan bahseden biri olarak düşüncelerim çok iyimser gelebilir ama dengeyi iyi kurmak gerekiyor işte.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder