İnsanlar aşk gibi temel ihtiyaçlardan olan özgürlüklere falan ahlaksızlık gibi gerekçelerle niye karşı olurlar ki hiç kimseye faydadan başka zararı olmadığı halde? Ben bunu, ahlaki, dini, geleneksel yapı gibi gerekçelerle kişinin kendisinin yapamayıp, yapanları hazmedememesine bağlıyorum. Oysa kendisi de yapsa hiçbir sorun kalmayacak. Ama toplumsal bir şekilde varolduğu için, kendini-doğasını gerçekleştirmek, bir anlamda yok olmasına sebep olacak. Çünkü bireysel olarak varolabileceği, hatta varolmasının kendi yararına olacağı öğretilmemiş, bilmiyor, bilse de artık bazı şeyler için geç kalmış olabilir. Çünkü geleneksel toplumlarda her şeyin bir yaşı vardır.
Aslında bu düşüncemi şu şekilde genelleştirebiliriz de. Biz haklarımızı kullanmayı bilmiyoruz, kullanmayı ihmal ediyoruz ama kullanmak isteyenlerin de kullanmasına izin vermiyoruz. Çünkü kendileri yapmayıp başkaları yapınca kendilerini eksik hissediyor olabilirler. Bu da haliyle komplekse sokabilir, kıskançlık yaratabilir. Özgürlüğünü kısıtlayan bahane veya gerekçeleri de, fırsattan istifade başkalarının özgürlüğünü kısıtlamak için vazifesiymiş gibi kullanabilir. Burada bir parantez açmak istiyorum. Başkalarının düşünceleriyle hareket edip doğalarına, doğal veya sosyal haklarına, özgürlüklerine ihanet edenler, aslında iktidarın ideolojisinin bir parçası olmaktan çok, iktidara, egemenliğe paralel yaşayan olmalarındandır. Yarın başka bir ideoloji iktidar olsa, bu sefer onların ideolojisini savunabilirler. Yani kimin darısı çoksa, onun tavuğu olabilirler. Eğer muhafazakar iktidar ahlakçı çıkış yapmasaydı, bu işgüzarlar palazlanabilirler miydi? Belki içlerinde palazlanma durumları olabilir ama ben gene de bu tutuculuklarının ve de özgürlük karşıtlıklıklarının egemen düzene yaranma gayreti olduğuna inanıyorum. Genellikle kendisi olma cesareti olmayanlarda bu değişkenlik söz konusudur. Tabi toplumun genel yapısında olup da, iktidarın muhafazakar olmasının, biriktirilmiş muhafazakarlığın patlamasına sebep olabileceğini de inkar etmiyorum. Tabiki de toplumlar ve iktidarla birbirinin yansımasıdır ve birbirinden cesaret alarak varolurlar ama bilinçsizce özgürlük karşıtlığını da daha çok kişilerin doğalarından sapmış olmalarına, birey olamamalarına bağlıyorum. Haklarımızı bilmememizin ve de o hakları kullanmamamızın da hep bir bahanesi vardır mantıksızca ve bahanelere de kendimizi hep inandırmaya çalışırız. Bu sadece aşk veya cinselliğin erkek egemen kurallar dışında uygulamasının ahlaksızlığa endekslenmesi konusunda değil, her konuda, her alanda mevcut. Bu bir anlamda yeniliği, farklılığı anlayamayıp, yabancı olan şeylere karşı korkuyla alakalı olsa gerek. Mesela BM interneti bir insanlık hakkı olarak ilan ettiği halde, ben etrafımda hala klavyenin tuşuna dokunmamayı marifet sayan insanlarla karşılaşıyorum. Gerekçeleri de, sosyal yaşamı öldürüyormuş. Hayatı boş-boş kahvehanelerde, okey masaları başında geçirmek de zaman katili olmak değil mi? Bari internetle bütün her şeye ulaşabiliyorsun, eğer kullanmasını bilirsen, beynini biraz öğrenmeye yönlendirebilirsen. Ama bizim toplumumuzda bilgisayar ne demek; Oyun oynamak, facebook'a girmek, sohbet etmek, en önemlisi de seks sitelerine girebilmek. Devlet genellikle seks sitelerini erişilmez kılıyor ama seks sitelerine girenler de genelde kendi tayfası oluyor bastırılmışlıklarından, yaşayamamışlıklarından ve de tatminsizliklerinden dolayı. Bir anlamda kendi özgürlüklerini kendileri kısıtlıyorlar.
Bugünkü haberde, okulda liseli bir kızın elini erkek arkadaşının omzuna koymasından dolayı, bir müdürün "burası aşk yuvası değil" diye öğrencileri ve aileleri rencide etmesinin ahlakçılığa dayanan sebebi de, kişilerin hayatlarını yaşayamamalarının hazımsızlığından başka bir şey olamaz. Bir kızla bir erkek arkadaş olamaz mı? İlla ki cinsel veya duygusal etkileşim mi olması gerekiyor her arkadaşlıktan? İşte hayatı yaşayamamışlık burada devreye giriyor. Çünkü insan kendisi yaşamayınca, yaşama arzusu kendisini o tatminsizliğe yönlendiriyor ve herkesi öyle zannediyor. İnsan karnını doyurunca aklına yemek gelir mi? İşte seksini yaşarsa da aklına seks gelmez. Kendisi yaşayamayınca da, her yakınlaşmadan seks çıkarıyor haliyle bu tutucu, muhafazakar zihniyet. Muhafazakar oldukları sürece de bu tutuculukları devam edecektir hayatlarını doğalarına uygun yaşayamadıkları için. Hadi diyelim bu öğrenciler duygusal veya cinsel bir şeyler de hissediyorlar birbirlerine karşı. Bundan doğal ne olabilir ki? Bir şey hissetmemeleri değil midir anormal olan? Cinsel veya duygusal kör mü olsunlar? Sadece üremek için belli bir çağda ve heteroseksizmin ahlak anlayışı çerçevesinde mi biraraya gelsinler? Aynen öyle. Yani ot gelsin, saman gitsin insanlar. İstenen bu işte. Çünkü kendileri öyle görmüşler ve yaşayamamışlar hayatlarını. Başkalarına niye yaşatsınlar ki? Tabi arada bir bu baskıyla bunaltıp, rencide ettikleri, dolayısıyla hayatlarını kaydırdıkları insanlar olacaktır. Bütün bu baskıları ahlak adına yaptıkları içinde vicdanları rahat olacaktır. Başbakan'ın kızlı-erkekli bir arada olmayı yasaklamaya kalkışması, gencecik hayatların kararmasına sebep olabiliyor işte. Tabi onların anlayışlarına uymayanlar, onlardan değildir ve hayatlarının kararmasının önemi olamaz. Kız intihara kalkışmış, okulu bırakmış, aile darmadağın olmuş kimin umrunda. Müdürün de dediği gibi bazılarının aile yapısı, aile yapısı kabul edilemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder