Bazı spor karşılaşmalarını izlemeyi seviyorum voleybol, tenis, buz pateni veya atletizm gibi. Her spor karşılaşması oynarken de, izlerken de hırs barındırır ve karşılaşmalar egonun tatmin edilmesini sağlar zaferlerle. Oysa olaya sadece oyun gözüyle bakmak ve kim kazanırsa kazansın ama hak eden tarafın kazanmasını olağan karşılamak gerekir. Ama ne yazık ki hala yenilgiyi hazmedemeyecek seviyede olduğumuz için, egomuza teslim olup "Yenelim de nasıl yenersek yenelim" düşüncesiyle haksızlıkları görmezden gelebiliyoruz. Kendi tarafımıza yapılan bir haksızlığaysa köpürüyoruz. Haksızlıkları görmezden gelirsen, sana yapılan haksızlıkları da görmezden gelirler veya haksızlık yapabilirler tabi ki. Zaten bir çok spor galibiyetlerinin şaibeli olduğuna sonradan yapılan itiraflarla şahit olmuyor muyuz? Çünkü her şeyde olduğu gibi altında maddiyata dayalı çıkar hesapları yatıyor. Futbol dünyasında yaşadığımız için genellikle şike futbolla birlikte anılıyor ama, bireysel sporlardan takım sporlarına kadar bu haksızlıklar her zaman söz konusu. Her şey sırf yenmek için ve her anlamda kazanmak için. Nasıl içlerine siniyor acaba haksız kazanımlar? Çıkar dünyasında böyle bir saflığa kahkaha patlatabilirsiniz büyük olasılıkla veya "Sen de o hırs dünyasına dahil olsan senin de diğerlerinden bir farkın kalmaz" diyebilirsiniz. Tabi haksızlıklar kaçınılmazsa, dürüstlükle bir yere gelemiyorsan sen de o dünyada varolabilmek için haksızlıkları görmezden gelebilirsin, sen de haksızlık yapabilirsin ama olması gereken bu mudur? Bu, haksızlık yapıp, haksızlıkları normal karşılayarak, adaletsiz bir dünyayı olağan hale getirmek değil midir?
Ben spor karşılaşmalarında, bütün karşılaşmaları milimetrik olarak an be an görüntüleyen kameralarla izlenip hakemlerin karar verme haklarının ellerinden alınmasını istiyorum. Teniste mesela öyle. Oyuncu hakemin kararını beğenmeyip kamera görüntüleriyle yanlış kararı düzelttirebiliyor. Zaten böyle bir aşamada hakeme ne gerek var artık. Önemli voleybol turnuvalarında da bu sistem göz önünde bulunduruluyor ama hala hakemlerin dediklerine inanılmasını anlayamıyorum. Bu konuya değinmemin sebebi de, bugünkü Dünya Grand Prix karşılaşmalarından Küba-Türkiye kadınlar voleybol maçında elden giden bariz topa, hakemin "dışarıda" kararı vermesi. Oyuncular karara itiraz ediyor, kamera görüntüleri de var ama hakem dediğim "dedik, öttürdüğüm düdük" modunda. Zaman mı yetersiz haksız verilen kararlara itiraz için, yoksa "para yemiş hakemler" aldıkları paranın hakkını mı vermek derdindeler, yoksa milliyetçilik mi yapıyorlar, yoksa kör ler mi? Nerede adalet var ki spor dünyasında olsun değil mi?
Tamam, "Eğer sen çok iyiysen hakem kararları nereye kadar etkili olabilir" diyebilirsiniz? Ama bu karşılaşmaları yapanların insan olduğu ve bozulan moralin zincirleme şekilde hatalara sebep olabileceğini unutmamak gerek. Hakemlerin kasti veya değil verdikleri yanlış karara, hak etmedikleri halde sayı alan oyuncuların itiraz etmemeleri, dürüst olmamaları, pişkin-pişkin hak etmiş gibi sevinmeleriyse bu kararlara zemin hazırlayan en büyük etken. Bu mudur sporculuk? O zaman karşılaşmaya çıkmadan sizi hayat boyu şampiyon ilan edelim, ederin neyse paranı da verelim, otur oturduğun yerde ve sporu da kirletme. Ben sporcu olsaydım, hak etmediğim bir başarıyı onaylayan hakeme itiraz eder ve onu haksız kararı sebebiyle rezil ederdim. Sonra da beni sporculuktan atabilirler ama bütün sporcular dürüst olsa, böyle hakemler olmaz ama. Herkes bozulmuş olduğu için, hakemlerin de yanlış kararlar vermeleri, yanlış kararlar vermeleri için çıkar oyunlarına alet olmaları kaçınılmaz oluyor. Dürüst hakemi de barındırmıyorlar anlayacağınız. Hatta çok dürüst olursan, mesela açık eşcinsel olursan, ne sporcu olarak, ne de hakem olarak spor dünyasında yer alman mümkün değil.
Büyük turnuvaları düzenleyen organizayonların da bir farkı yok ki egolarına, hırslarına ve çıkarlarına yenilmeleri konusunda. Herkes küçük oyunlar ve çıkarlarla varolabilme derdinde. Voleyboldan bahsetmişken bir haksız karar da Avrupa Şampiyonlar Ligi'nde bu yıl yaşandı bizim Voleybol Federasyonu'nun da işbirliğiyle. Şimdi düşünün ki bir takım Avrupa Şampiyonu oluyor ve takımdaki oyuncuların milli görevleri sebebiyle as takımın bir araya gelememesinden dolayı, kendi ülkesindeki lig maçını, kendi ligini yenilgisiz şampiyon bitirmesine ve daha önce 3-5 maç üzerinden yapılan "Play Off"un tek maç üzerinden yapılması yüzünden final oynayamadığı için önümüzdeki yıl yapılacak olan Avrupa Şampiyonlar Ligi'ne katılamıyor. Ülkelerinde final oynayanlar dışında "Wild Card" denilen özel davetiyeyle çağrılan diğer takımlar arasında dünyanın en iyi takımının olmamasının CEV bahanesiyse çok gülünç. Takım şampiyon olduğu maça kendi istediği formayla çıkmakta inat etmiş. Bizim Voleybol Federasyonu da "Herkes düğününe istediği kişiyi davet eder" diyor. Dünyanın en iyi takımı olarak gösterilen Şampiyonlar Şampiyonu bir takımın Şampiyon olduğu bir ligde sudan sebeplerle lig dışı bırakılması çok anlamsız. Gel de sporun ciddiyetine inan, insanların adaletsizliğine isyan etme. CEV ayrıca diyor ki, "Final oynasaydı direkt lige katılırdı". E öyleyse takımın istediği formayla maç yapması veya istediği otelde kalması gibi bahaneler bu kadar büyük suçsa, final oynasa da alınmaması gerekmez mi lige? Bence federasyonlar arası kasıtlı bir infaz söz konusu burada. Bana göre de bir takımın hatalarının cezası ne ise verilir ama şampiyon olduğu bir ligde kalması gerekir. Hadi şampiyon takım iyi bir takım kurmasa, "Zaten başarılı olamayacak" diye kendi liginde dördüncü olan takımın Avrup Ligine davet edilmesini anlayacağım ama böyle bir durum da söz konusu değil ki. Burada bir takım bitirlmeye çalışılırken, spor bitiriliyor, anlamsız hale getiriliyor.
Neyin ne olduğunu bilmek için illaki sporun içinde olmak gerekmiyor. Doğru ve adaletli olmanın yolu insan olmaktan, duyarlı olmaktan geçer. Çıkar hesabına dayalı adaletsiz kararlar sporun barış ruhuyla asla uyuşmuyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder