13 Temmuz 2011 Çarşamba

Tutku; Aynı erkeğe aşık baba-oğulun hikayesi.


Sinemayı izleyici olarak, başka önceliklerim yüzünden hep ihmal ettim bilinçli olarak. Çünkü karşı olduğum heteroseksist kültürü daha fazla takip ederek zaman kaybetmenin bir anlamı yoktu benim için. Heteroseksizmin egemenliği yüzünden eşcinselliği es geçmek zorunda kalan bir sanat dalı bilinçli bir eşcinsel için ne kadar tatmin edici olabilir ki? Heteroseksüel aşkları izleye-izleye erkek mi olacağım, kadın mı olacağım?

Eşcinsellik temalı filmlere, "eşcinselliğe özenti yaratıyor" diye karşı çıkanların kültürünün sanatsal yansımalarına niye katlanayım ki? Üzgünüm ama eşcinselliğe düşman olan erkek egemen kültürün sanatına, sosyal bir mesajı olmadıktan sonra ben katlanamıyorum. Heteroseksüellik de sosyal yaşamın bir parçası ama bunun tek doğru yaşam biçimiymiş gibi dolaylı da olsa dayatılmasını reddediyorum. Heteroseksizmin fotokopisini izlemeyerek bir şey kaybettiğimi de zannetmiyorum. Bilimsel olarak çözümlenemeyecek bir tarafı yok ki heteroseksizmin, sinemasıyla da egemenliğini yok etmenin ip uçlarını yakalamaya çalışayım.

Peki eşcinsellik temalı filmleri çok beğeniyor muyum? Sanatsal anlamda hepsi fiyasko. Ne görsel olarak, ne anlatım olarak hiç tadı-tuzu yok eşcinsel filmlerinin. Tamam mesaj veriyorlar ama sinema tadında değil. Bunun altında eşcinsel filmlerin küçük bütçelerle çekiliyor olması ve gişe hasılatında film şirketlerini tatmin edememesi yatabilir ama eşcinsellikle ilgili olmayan küçük bütçeli, bağımsız nice güzel film örnekleri var.

Heteroseksist kültürde yapımcısından oyuncusuna, yönetmeninden genel sinema izleyicisine kadar heteroseksüel olduğu düşünülürse, eşcinsel sinemasının başarısızlığın nedeni tahmin edilebilir. Eşcinsellik yaşam kültürüne dönüşmediği sürece, sanatsal anlamda da heteroseksizmin bir yan ürünü olmaya mahkum kalacaktır. Çünkü heteroseksizmi içselleştirmemiş, heteroseksizmden nemalanmayan eşcinsel sanatçılar da çok az. Eçcinselliğin sanatsal anlamda doğru-düzgün ve estetik biçimde anlatılabilmesi için, eşcinselliğin yaşam kültürüne dönüşmesi kadar, her sanat alanında sektörel hale gelmesi de gerekiyor. Açıkça, eşcinselliği normal karşılayan bir kitle, cesur anlatıcılar ve de para gerekiyor.

Bu konuya değinmek nereden aklıma geldi derseniz, eşcinsellikle alakası olmasa da benim de takıntım olan bazı filmler var ve bunlardan biri de Fevzi Tuna'nın yönetmenliğinde çekilen Hülya Avşar, Kenan Kalav ve Meral Orhonsay'ın başrollerini oynadığı "Tutku" filmi. Aynı hovarda adama aşık ana kızın hikayesinin cesareti kadar kadar görsel ve anlatım olarak tatmin edici olması da, bu filmin takıntılarımdan biri olmasının nedeni.

Türk filmleri genelde mutlu sonla biter ama bu film aşkın gücünün her şeyden üstün olduğunu göstermesi bakımından, ananın sevdiği adamı kızına yar etmek istememesi yüzünden öldürmesiyle sonuçlanıyor. Kız da anasının sevdiği adamla evlenmesini istememesinin nedenini, sevdiği adamı anası öldürdükten sonra filmin son sahnesinde anlıyor. Ana da sevdiği adamı kollarına öldükten-öldürdükten sonra alabiliyor ancak.

Televizyonlarımızda sinema kuşaklarında, özellikle sabah ve prime time programlarının Bodrum'a tatile çıkmasından dolayı, mecburiyetten sinema kuşağına dönüşen saatlerde sıklıkla karşılaşabileceğimiz filmlerden biri "Tutku". Tavsiye olunur. Meral Orhonsay'a "dikkat" diyorum. Nedense sinemamızda star oyuncular yüzünden Meral Orhonsay gibi geri planda kalmış sinemaya çok yakışan oyuncularımız hak ettiği değeri görememişlerdir.

"Tutku" nun eşcinsel versiyonunun çekilmesini çok isterdim. Aynı erkeğe aşık baba-oğulun hikayesi.

4 yorum:

  1. Merhaba, gerçekten biraz kıyıda kalmış sıradışı filmlerdendir Tutku. "Eşcinsel sinema" başlığı altında bir türü var etmek, bana biraz eşcinselliği bir alt kültür olarak sunma ve orada sınırlı tutma eyleminin bir parçası gibi geliyor. Ve genelde bu tür adı altında üretilen filmlere bakınca, çok stilize edilmiş karakterlerin out olma hikayeleri, genelde tümünde var olan bir takım komik durumlar, hatta direkt komedi filmleri,istisnasız olarak ilgili kitleyi heyecanlandıracak en az bir sevişme sahnesi-ki oyuncuların ideal vücutlarını söylemeye bile gerek yok-. Yani kısacası bu karakterlerin yaşamda var olması veya kendilerini gerçekleştirmesi üzerine ve bence en önemlisi aşk duygusunun gerçekliği hakkında neredeyse hiç bir şey söylenmiyor. Kısa sürede "aşık" olan iki erkek, yine kısa sürede sudan sebeple ayrılıp, filmin sonunda yine birleşirler genelde, arada biri ailesine açılır, çok da gerçekçi olmayan bu süreç en yüzeyel hali ile sunulur vs.

    Yalnız eğer konumuz, -derdimiz- ,eşcinselliğin daha da önemsediğim, eşcinsel aşk duygusunun, bunun yarattığı derin yalnızlık hissinin ve eşcinsel bir erkeğin tüm bunlar yanında kendini gerçekleştirme çabasının sinemada görselleştirilmesi ise; sayısı az da olsa güzel örneklere rastlanıyor. Eşcinselliği doğal hali ile sunan, itiraf edilmesi gereken bir suçmış gibi göstermeyen (evet eşcinsel film türü başlığı altında yer alan bir çok film malesef bu mesajı bilinç altına pompalamakta ve yine malesef ki bu filmler geyler tarafından çoğunlukla baş tacı edilmekte)

    Bu kadar uzun yorumu aslında, sadece bu anlamda çok sevdiğim ve önemsediğim üç filmi hatırlatmak-önermek amacıyla yazmıştım :)

    Bir tanesi bence aşkı görselleştiren en iyi isim,Wong kar wai'nin "happy together" filmi. Diğeri müthiş insan Fassbinder'in kendisinin de oynadığı "Fox and his friends" i. Ve son zamanlarda -biraz da şaşırarak- izlediğim, beni gerçekten eşcinsel aşkın sinemada ele alınması konusunda oldukça umutlandıran " The Single Man", müthiş bir dram ve en ufak detaya kadar gerçekliği hissediyorsun.

    Konu sinema olunca, biraz uzun oldu yorumum, sıktımsa affola:) Yazı her zamanki gibi müthişti.
    İyilikle.

    YanıtlaSil
  2. Silencio sana bir şey itiraf etmek istiyorum. Altıncı hissin mi çok kuvvetli, yoksa tesadüf mü bilemiyorum, ne zaman çok da üzerinde fazla odaklanmadığım, o gün tesadüflerin yazdırdığı hissettiklerimden oluşan, hatta sırf karalamak için yazdığım ifadelerime beni çok mutlu eden yorumların geliyor. Çok teşekkür ederim. Sevgiler...

    YanıtlaSil
  3. Tüm yazdıklarını önemsiyor ve bir kitabı okur gibi okuyorum.(Kitap demişken, bunu ayrıca düşünmen iyi bir fikir olabilir) Onlar, yoruma çok da ihtiyaç duymayan, doğruluğu yüksek ifadeler. Sözünü ettiğin o içinden gelen karalamalar ise daha bir dokunulası, ses verilesi sanki.Altıncı his de olabilir pekala bunun adı. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  4. Karaladıklarım umarım teknik donanıma sahip olduğum zaman hazır kaynak olarak kullanabileceğim günlüklerim olur. Aslında ben yazdıklarımı da internet çağında sürekli ilavelerde bulunduğum güncel bir kitap gibi düşünüyorum. Bazen alt başlıklar koyuyorum, bazen resimleri değiştiriyorum. Belki bloğa resim olarak kitap kapağı formatında özgün bir çalışma koymam gerekiyor. İlgine teşekkür ediyorum tekrar.

    YanıtlaSil