Zaman hiçbir acının ilacı falan olamaz. Her geçen saniye içimdeki sevgi öfkeye dönüşüyor. Bunu hak etmemişti Kara'm. Keşke beni yalnız bıraksaydı da acı çekmeseydi, yaşasaydı, ben uzaktanda olsa onu seyredebilseydim. İçimdeki isyan her geçen süre kabarıyor. Ben yediğim her lokmanın yarısını ona verirdim yese de yemese de. Ben nasıl yemek yerim şimdi. Onsuz bir şey yapmak kahrediyor, mahvediyor beni. Annem aklına geldikçe onu soruyor, "Ya birisi eve kapattı ya da öldürdüler." diyor. Hiçbir şey diyemiyorum. Çünkü çok yaşlı, ona ölümü hatırlatmak istemiyorum.
Yatağımıza girmeye korkuyordum ama yattım Kara'mın tüylerinin, kokusunun olduğu yatağımıza. İsyan ettim kaç kere bağıra-bağıra. Üzerimdeki ağırlığını aradım, "Mmmmm" sesi yaparak başucuma gelip koynuma girmek için yorganı açmamı istemesini bekledim, yorganı başıma çektiğimde kafamın üzerinde zıplamasını. Biz her gece yatmadan önce yatağın üzerinde oyunlar oynardık mutlaka ellerimi, ayaklarımı tırmalayarak kanattığı. Bazen müzik eşliğinde onu elime alıp havada gezdirerek dans ederdik. Yorganı, battaniyeleri düzeltmek için havalandırınca altına girmeyi çok severdi.
Belki abartı gelecektir bir çoğuna ama, bir gece Emre'mden iki kere mesaj geldi ve her ikisinde de baş ucuma gelip "Mmmmm" yaparak beni uyandırdı. O bir hayat arkadaşı, can yoldaşıydı benim için. Yalnız kaldığıma değil, acı çekerek gittiğine, onun yaşayamadığına yanıyorum.
Beraber kalkardık, benden önce uyansa bile salonda biraz dolaşır, yemeğini yer ve tekrar yaınma gelir yatardı. Bensiz güne başlamazdı Kara'm, ben de onsuz geceyi başlatmaz, yatmazdım. Şimdi onun günleri ve geceleri yok, benim günlerim, gecelerimse onu düşünmekten ibaret.
Yaptığım her harekette Kara'm aklıma geliyor. İnternette sayfalar geç açılınca masaya yumruk vurunca Kara'm irkilirdi. Hapşurduğum zaman da irkilirdi. Kapı-pencere çalınınca korkardı. Yabancılardan korkardı. Eve misafir gelince bacaklarımın arkasına saklanırdı benim çocuğum Kara'm, masanın altına girerdi, çek-yatın arkasına saklanırdı.
Ben yemek yerken o da yalanırdı, yediğimden verirdim, beğenirse yerdi veya yiyebileceği şeylerden verirdim. Her lokmamda Kara'm geliyor aklıma.
Pencereden dışarıya çıkarken klavyenin tuşlarına da basardı ve hatalar oluştururdu yaptığım işlerde ama ona hiç kızmazdım. Monütörde imleci yakalamaya çalışırdı. Bebekken kucağımda internet sayfalarının açılışlarını takip ederken uyur kalırdı masumum. Televizyonda futbol maçlarında, reklamlarda ve kliplerde heyecanlanır televizyona koşar, onları yakalamaya çalışırdı. Büyüyünceye kadar sandalyeye ikimiz oturduk. O arakama geçer ve yatardı. Fermuarlı sweetlerimin içinde, karnımda uyuttum bebeğimi bazen.
Bir şey yaptıktan sonra mutlaka Kara'ya da bakardım ne yapıyor, iyi mi diye. O benim ikigözümdü. Şimdi gene ne yaparsam yapayım sanki Karam varmış gibi gözlerim onu arıyor. Alışamıyorum yokluğuna.
Kara'mla anılarım biter mi hiç. Müzik dinlerken hoparlörleri tırmalamaları aklıma geliyor.Halıları tırmalamaları, battaniyeleri tırmalamaları, telefonla oynamaları, hatta konuşurken tuşlara basıp telefonun kapanmasına sebep olmaları.
Son hafta sobanın borularını temizlediğim kurumlu poşetle oynayıp beyaz olan patilerini de kap-kara yapmıştı. Ben de bağırta bağırta eğlenceli bir şekilde ayaklarını soğuk suyla yıkamıştım. O da elimi tırmalamıştı. O benim yaramaz oğluşumdu keyifle büyüttüğüm ama büyümesini tamamlatamadım.
Kara'mın bir de travesti arkadaşımın bana hediye ettiği oyuncak ayısı vardı. Çok fazla oynamazdı ama gene de kucağına attığım zaman oynardı, ısırırdı onu. Bazen de sarılıp uyurdu ona.
Bir insanın sevdiğini kaybedince çok acı çekmesi ve onu unutamaması, kaybettiği kişiyle ne kadar hayatı paylaştığıyla doğru orantılı.
Kara'm beni yalamayı çok severdi, yani kendisini yalarken beni de ihmal etmezdi ama onun dili benim suratımı acıtırdı, ben de elimi uzatırdım, elimi yalayarak ödüllendirirdi beni. Uyurken bile koynuna elimi sokardım sıcaklığını hissetmek için, o hemen uyanıp yalamaya başlardı. Burnumu dişlerinin arasına alırdı, kulak mememi alırdı dişlerinin arasına ve öylece mırıltılı bir şekilde uyurdu huzurla.
Ben onu Kara'm, kuşum, kara pamuğum, küçük danam, ıslak kekim, mankenim, yeşil gözlüm ... diye severdim. Şimdi acıyla boş odalarda ağlayarak haykırıyorum Kara'm diye. Gelmeyeceğini bile bile umut etmek, onun gidişinin rüya olmasını beklemek, mucizelerden medet ummak çaresizliğin son noktası olsa gerek. Hep sandalyenin üstünde yatıyor sanıyorum, bakıyorum yok, yok işte, yok!
Sanki gittiği bir yer varmış da getirilebilmesi mümkün olabilir mi hissine kapılıyor insan özlemin dayanılmazlığından.
Yatağımıza girmeye korkuyordum ama yattım Kara'mın tüylerinin, kokusunun olduğu yatağımıza. İsyan ettim kaç kere bağıra-bağıra. Üzerimdeki ağırlığını aradım, "Mmmmm" sesi yaparak başucuma gelip koynuma girmek için yorganı açmamı istemesini bekledim, yorganı başıma çektiğimde kafamın üzerinde zıplamasını. Biz her gece yatmadan önce yatağın üzerinde oyunlar oynardık mutlaka ellerimi, ayaklarımı tırmalayarak kanattığı. Bazen müzik eşliğinde onu elime alıp havada gezdirerek dans ederdik. Yorganı, battaniyeleri düzeltmek için havalandırınca altına girmeyi çok severdi.
Belki abartı gelecektir bir çoğuna ama, bir gece Emre'mden iki kere mesaj geldi ve her ikisinde de baş ucuma gelip "Mmmmm" yaparak beni uyandırdı. O bir hayat arkadaşı, can yoldaşıydı benim için. Yalnız kaldığıma değil, acı çekerek gittiğine, onun yaşayamadığına yanıyorum.
Beraber kalkardık, benden önce uyansa bile salonda biraz dolaşır, yemeğini yer ve tekrar yaınma gelir yatardı. Bensiz güne başlamazdı Kara'm, ben de onsuz geceyi başlatmaz, yatmazdım. Şimdi onun günleri ve geceleri yok, benim günlerim, gecelerimse onu düşünmekten ibaret.
Yaptığım her harekette Kara'm aklıma geliyor. İnternette sayfalar geç açılınca masaya yumruk vurunca Kara'm irkilirdi. Hapşurduğum zaman da irkilirdi. Kapı-pencere çalınınca korkardı. Yabancılardan korkardı. Eve misafir gelince bacaklarımın arkasına saklanırdı benim çocuğum Kara'm, masanın altına girerdi, çek-yatın arkasına saklanırdı.
Ben yemek yerken o da yalanırdı, yediğimden verirdim, beğenirse yerdi veya yiyebileceği şeylerden verirdim. Her lokmamda Kara'm geliyor aklıma.
Pencereden dışarıya çıkarken klavyenin tuşlarına da basardı ve hatalar oluştururdu yaptığım işlerde ama ona hiç kızmazdım. Monütörde imleci yakalamaya çalışırdı. Bebekken kucağımda internet sayfalarının açılışlarını takip ederken uyur kalırdı masumum. Televizyonda futbol maçlarında, reklamlarda ve kliplerde heyecanlanır televizyona koşar, onları yakalamaya çalışırdı. Büyüyünceye kadar sandalyeye ikimiz oturduk. O arakama geçer ve yatardı. Fermuarlı sweetlerimin içinde, karnımda uyuttum bebeğimi bazen.
Bir şey yaptıktan sonra mutlaka Kara'ya da bakardım ne yapıyor, iyi mi diye. O benim ikigözümdü. Şimdi gene ne yaparsam yapayım sanki Karam varmış gibi gözlerim onu arıyor. Alışamıyorum yokluğuna.
Kara'mla anılarım biter mi hiç. Müzik dinlerken hoparlörleri tırmalamaları aklıma geliyor.Halıları tırmalamaları, battaniyeleri tırmalamaları, telefonla oynamaları, hatta konuşurken tuşlara basıp telefonun kapanmasına sebep olmaları.
Son hafta sobanın borularını temizlediğim kurumlu poşetle oynayıp beyaz olan patilerini de kap-kara yapmıştı. Ben de bağırta bağırta eğlenceli bir şekilde ayaklarını soğuk suyla yıkamıştım. O da elimi tırmalamıştı. O benim yaramaz oğluşumdu keyifle büyüttüğüm ama büyümesini tamamlatamadım.
Kara'mın bir de travesti arkadaşımın bana hediye ettiği oyuncak ayısı vardı. Çok fazla oynamazdı ama gene de kucağına attığım zaman oynardı, ısırırdı onu. Bazen de sarılıp uyurdu ona.
Bir insanın sevdiğini kaybedince çok acı çekmesi ve onu unutamaması, kaybettiği kişiyle ne kadar hayatı paylaştığıyla doğru orantılı.
Kara'm beni yalamayı çok severdi, yani kendisini yalarken beni de ihmal etmezdi ama onun dili benim suratımı acıtırdı, ben de elimi uzatırdım, elimi yalayarak ödüllendirirdi beni. Uyurken bile koynuna elimi sokardım sıcaklığını hissetmek için, o hemen uyanıp yalamaya başlardı. Burnumu dişlerinin arasına alırdı, kulak mememi alırdı dişlerinin arasına ve öylece mırıltılı bir şekilde uyurdu huzurla.
Ben onu Kara'm, kuşum, kara pamuğum, küçük danam, ıslak kekim, mankenim, yeşil gözlüm ... diye severdim. Şimdi acıyla boş odalarda ağlayarak haykırıyorum Kara'm diye. Gelmeyeceğini bile bile umut etmek, onun gidişinin rüya olmasını beklemek, mucizelerden medet ummak çaresizliğin son noktası olsa gerek. Hep sandalyenin üstünde yatıyor sanıyorum, bakıyorum yok, yok işte, yok!
Sanki gittiği bir yer varmış da getirilebilmesi mümkün olabilir mi hissine kapılıyor insan özlemin dayanılmazlığından.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder