11 Şubat 2011 Cuma
Kedimiz Kara Öldü.
Kapılar sonuna kadar ve sonsuza kadar açık kalabilir artık. Çünkü Kara'm, Kara'mız, Kara kedimiz yoka artık, başına bir şey gelmesin diye içeriye soktuktan sonra koşar adım kapattığım dış kapı sökülüp cehenneme bile postalanabilir, ben kapısız yaşayabilirim Kara'sız yaşayabilirsem eğer. Mümkünse bütün kapılar sonsuza kadar açık kalsın artık.
Kapıdan girince ne almış diye elimdeki poşetleri kontrol eden küçük bebeğimi, meleğimi, çocuğumu, her şeyimi kaybettim ben. Onunla tattım evlat sahibi olmayı, onunla tattım evlat acısını. Yaptığım hiç bir şeyden zevk alamayacağım gibi, bir şey yapabileceğimden de emim değilim şu an.
Pencerelerden bakmak da haram bana, pencerenin önünden geçen diğer kedilere bakmak da. Zaten kaybetme acısını kaldıramayacağımdan çok emin olduğum için kedim olmasını hiç istemiyordum ama o bana evrenin bir hediyesiydi üçüncü kattan atladıktan sonra kapımdan içeriye giren. Avcumun içi kadardı sakarları olan yeşil gözlü Kara kedim. O kadar minikti ki ayakkabımın içinde uyurdu, çek-yattan atlayınca yuvarlanır giderdi.
Emre'm "Onun içine insan kaçmış" derdi. Kaptan su içmezdi, kabı eliyle döker gider musluktan içerdi musluğa tutunarak. Tuvaletini tuvaletin deliğine oturarak yapma denemeleri oldu. Dışarıya çıkarken pencereyi açtıktan sonra döner patisiyle elime iki kere vururdu teşekkür anlamında.
Kısa süren hayatında onunla her şeyi paylaştığım için her yerde, her şeyde izi var Kara'mızın. Çünkü ben kaplarımı, yemeğimi onunla mutlulukla paylaşmıştım.
Dışarıdan her gelişinde tüylerinde o günün havasının kokusunu getirdiğini ensesine burnumu dayayıp kokladığım zaman hissederdim. Bebekkenki mis kokusunu nasıl unutabilirim Karam'ın. O çok istememesine rağmen Bayram'da köye gitmek zorunda kalmıştık. Arabada çok huysuzlanmıştı gidip-gelirken ama köyde oynamayı da çok sevmişti. Toprakları eşeleyip havaya fırlatmaları hiç gözümün önünden gitmiyor, gidemez, her anı beynimde sürekli yaşayacak.
Kara'm büyüdüğü için son zamanlarda daha çok dışarıda kalıyordu, dışarıdan uğraşarak da getirsem fazla tutamıyordum. O dışarıda kalmalar, sabaha kadar beklemeler, eve getirmek için saatlerce peşinde koşmalarım şimdi bir oyun gibi kaldı onun yokluğunun acısında. En azından yaşadığını biliyordum ve bekliyordum "başına bir şey gelmiş midir acaba?" korkusuyla da olsa. (Klavyenin tuşlarının arasında tüyü duruyor şu anda) İnsan sevdiğini kaybedince korkacak bir şeyi kalmıyormuş meğer.
Kulaklarımda "Mmmmm" sesi gitmiyor. Her şeyin sesi onun "Mmmmm" sesine benziyor. "Kara'm" dediğim zaman "Mmmmm" derdi. Geldiği zaman geldim anlamında "Mmmmmm" derdi. Her "Mmmmm" sesinin sanki farklı bir anlamı vardı. Yatağıma gelirdi "Mmmmm" derdi, kalkmayınca O da yatardı benimle. Kendini benim uyku saatlerime ayarlamıştı. Ben kaçta kalkarsam O da o saatlerde kalkardı, O da geç yatardı benim gibi.
Kollarımda uyurken çıkardığı huzur dolu mırıltılar aklıma geldikçe ben nasıl yaşayabilirim artık. Ağzını-burnunu benim ağzıma-burnuma dayayarak nefes alıp verişlerini hatırladıkça ben yaşayabilir miyim artık. Sanki ben onun dünyasıydım, O da benim dümyam. Kollarıyla boynuma sarılarak uyurdu, uzun kollarıyla kafamı kucaklar ve başını başıma yaslayarak veya bir kürk gibi boynuma dolanarak uyurdu.
Ah o dışarı çıkmalara yok mu, hep korkuturdu beni ve korktuğum geldi işte başıma. Ben arabaların altında ezilmesinden korkarken Kara'm zehirlenmiş ama ben çok geç anladım.
Akşama doğru dışarı çıkmıştı, ardından ben de dışarı çıkmıştım. Döndüğümde onu evin yanında buldum. "Kara'm" diye seslendim, "Mmmmm" diyerek yanıma geldi ve koşarak kapıdan içeri girdi. Gece saat ikiye kadar benim sandalyede uyudu. (Çok severdi benim oturduğum yerlerde, hatta oturacağım yerlerde - ben oturmadan otururdu oraya çünkü - ve de kıyafetlerimin üzerinde oturmayı ve uyumayı.) Ben de bu gece dışarı çıkmayacak artık güvencesiyle sesimi çıkarmadım. Çünkü onun dışarı çıkma isteğine karşı gelemiyordum. Gece yatak odasına götürürken huysuzlandı, dokunmamdan rahatsız oldu. Okşarken kızgın-kızgın mırıltılar çıkardı. Hiç aklıma gelmedi zehirlenmiş olabileceği. "Herhalde bu gece yalnız uymak istiyor" diye düşündüm. Zaten özgürlüğüne düşkün olduğu için sadece kendini sevdirmek istediği anlarda kollarımda uyurdu ama o gece hiç sokulmadı koynuma. Kara'm gecenin bir yarısı sevilmek isteyince battaniyenin tüylerini çekiştirip mırıl-mırıl yanıma gelir, örtüyü açmamı isterdi ve cuk diye koynuma girer, o yüksek sesli mırıltılı nefes alış-verişleriyle koynumda uyur, sevgiye doyduktan sonra tekrar battaniyenin üstünde kıvrılıp tek başına uyurdu ayak ucumda veya dizlerimin bitişiğinde.
Sabaha doğru kusmaları başlamıştı sarı renkte ama gürbüzlüğünde bir eksilme yoktu. "Herhalde gene sümüklü böcek yedi diye" düşündüm. (Çünkü bir keresinde yakalamış ve eve getirmişti ve ağzı sarı-sarı portakal renginde gibi olmuştu ve atmıştım ağzından alıp. O eve sanki beni ödüllendiriyormuş gibi kuş tüyleri toplayıp getirirdi, solucan getirirdi, hatta hiçbir şey bulamazsa küçük ağaç parçacıkları getirirdi çöp şeklinde.) O gün hiçbir şey yemedi ve hep yalnız kalmak istedi. Çek-yatın arkasında oturdu düşünceli-düşünceli. Bir ara dışarıya çıkmak istedi. Pencereyi açtım, parmaklıklardan tutundu ve yere kustu Kara'm tekrar. Sonra içeriye girdi. Kara'm zaten öyle temiz bir kediydi ki, tuvaletini yapıp, üstünü örttükten sonra ellerinin tozunu gazeteye silerdi. Bir süre sonra tekrar pencereyi açmamı istedi ve yan bahçeye çıktı komşularımızın. Bir süre güneşe baktı bitkin bir şekilde. "Kara gel" dedim, geldi ama arka bahçeye gitti. Arkasından gittim bulamadım. İşte o an anlamıştım Kara'mızın ölüme gittiğini. Defalarca sokak-sokak çağırarak onu aradım ama bulamadım. Dedim ki, "Karam nerede öldüğünü bilmemektense, gel kollarımda öl" dedim. Gece saat onbuçukta karam penceredeydi ama ağzında çok az da olsa şeffaf köpükümsü ıslaklık vardı. İşte o an çok korktum. Kucakladığımda kuş gibi kalmıştı Kara'm. Ne yiyiyordu, ne de içiyordu. Öylece düşüncemedeydi. Gene çek-yatın arkasına gitmek istedi ama minderin üstüne oturttum. Sabah Emrem'in süzünü dinlememiştim veteriner konusunda (Gerçi o an bile belki çok geç kalınmıştı. Çünkü kusmalar başlamıştı vücuduna karıştığından zehirleyen he ne ise.) Gece bulunduğum şehirde açık veterine bulamadım. Telefonla da İzmir'den bir doktora ulaştım. Sabaha kadar sıcak tutup doktora götürmekten başka bir çaremin olmadığını söyledi. İçerisi sıcaktı ama onun elleri-ayakları serindi. Vücudu temizlensin diye sıvı bir şeyler içirmeye çalıştım ama dişlerini sanki kilitlemişti, istemiyordu.
Bir ara lavobaya çıktı ben lavobada ona içecek bir şeyler hazırlarken. Su içecek zannettim her zamanki gibi musluktan ama içmedi. Sonra onu yatak odasına götürdüm. Kollarıma aldım. Ellerini-ayaklarını avuç içlerime alıp nefesimle ıstmaya çalıştım. Isındı gerçi. Tam üç saat ağladım onu kollarımda uyuturken. Göz yaşlarıma baktı hüzünlü-hüzünlü, ara-ara. Ama bana sarılırken mutluluk sesleri çıkartmayı ihmal etmedi mırıl-mırıl arada bir inleyerek. Kara'm kucağımda küçüldükçe küçülmüştü, güçsüzleştikçe güçsüzleşmişti. Arada bir kuyruğuyla pata-pata vuruyordu yatağa, ben de aynı sayıda karşılık veriyordum ayağımla. Yatağın içi nefeslerimizle iyice ısınmıştı. Bir ara kollarını boynuma doladığımda kusmak istedi. Kalktım ve avuçlarımın içine kusarken gözlerini açtı ve saniyeler içinde öldü Kara'm. Öldü Kara'm, öldü. Evet öldü. Ona sahip çıkamadım. Sevdiğini yaşatmak üstüne titizlenerek olmuyormuş. Yaşamanın, yaşatmanın da bir yöntemi varmış. Onu beceremedim işte.
Ondan kalan bir dilim salam, yarım bisküvi, tabaktaki ve ölmeden önce içirmeye çalışltığım şişedeki yoğurt, yatağımızdaki ve kıyafetlerimdeki tüyleri, bir de bilgisayarın üzerindeki pati izleri. Ne tesadüf ki zehirlendiği gün onun için "Yüreğimdeki Pati İzleri" diye bir yazı yazmıştım. Bu gerçek oldu. Yüreğime pati izlerini bırakarak gitti Kara'mız. Emre'm ona dokunmayı çok istiyordu, oysa sadece MSN'de görebilmişti.
Sevgiye dair ne varsa bir hayvanı sevmekle başlayacağını söylemiştim. Ama o sevgi kaynağını yitirmek kaldırılamayacak kadar ağır bir yük.
Çok erken derler ya klişe bir şekilde, sevdiklerinin ölümü hiçbir şekilde ve zamanda kabul edilebilir bir şey değil. Ama onunki çok erkendi, daha bir yaşında bile değildi. Bir de o canlı olmasından öte gerçek bir sevgi yumağıydı yaşadığımız dünyada olmayan.
Ellerim, bacaklarım onun tırmalamalarının iziyle dolu. Bunlar ne zaman geçer acaba diye düşünürdüm ve iyileşmeden Kara'mın tırnak izleri eklenirdi yeniden. En son zehirlendiği gece huysuzlanınca tırmalamıştı. Ondan öncekiler de duruyor hala. O tırmık izlerinin hiç iyileşmesini istemiyorum artık.
Ah Kara'm ah, yaktın beni, yıktın beni. Ben ne yaparım sensiz şimdi. Ben sensiz nasıl yerleri pas-pas yaparım şimdi. Kim elleriyle yakalayacak pas-pası. Kim su kablarını devirecek. Kim ortalığı kirletecek. Ben kiminle oynayacağım. Ben kime sarılıp uyuyacağım. Ben kime bağıracağım, ben kimi çağıracağım, ben kimi bekleyeceğim geceleri. Kim kömür tozları ve topraklı elleri-ayaklarıyla iz bırakacak evimizde. Ben kime yemek hazırlayacağım Kara'm.
Kara'ma her şeyi yedirmeye çalışırdım. O da her şeyi denerdi ama bıkardı ve devamlılığını getirmezdi. Aynı şeyi tekrar yemesi için özlemesi gerekirdi. Haftada bir-iki kere de olsa çikolata yemeyi severdi. En çok salam severdi. Ona verdikten sonra yedek olarak da mutfak tezgahına koyardım, canı isteyince gider, bulur yerdi. Bebekliğinde sütlü bisküvi çok yedi, sonra bıktı ve hiç süt içmez oldu. En son uzun bir aradan sonra özlediği için bayağı içmişti. Kutusu hala duruyor. Haşlanmış yumurtayı da severdi, görenler "Yumurta verme hırsız olur" derdi. Hırsızlığa ihtiyacı olmadı ki. Kara'ya hiç kızılmadı beni şiddetli tırmalamalarımın dışında. Çok şımarttığım için de hep eleştiri aldım. Oysa onu şımartmadım, özgür bıraktım.
Kara'mın hiç yiyecek sıkıntısı olmadı ki, ne yemiş olabilir ki de zehirlenmiş olabilir. O acıkınca eve gelir ve yiyeceği hazır olurdu hep, yer ve gitmek isterse tekrar giderdi. O yemeğin dışarıda olduğunu bilmezdi ki. Onun için yiyecek evde demekti.
Bir şeyleri tam yapamadım ama neyi tam yapamadım bilmiyorum. Ben senin hayatında "hazır ol" vaziyetinde bekleyen bir parçandım. Eve geldiğinde pencere önünde camı açmayı bekleyen, mutfak tezgahına çıkarken ki dolap kapaklarına çarpan ayak seslerinden susayıp-acıktığını anlayan ve sana evde buluna tüm yiyecekleri sunan. Ama seni yaşatamadım gene de.
Bugün dolaştım biraz senin acınla dışarıda. Eve geldiğimde evin dışından odalara kadar gözlerim seni aradı. Olmadığını biliyorum ama kabul edemiyorum. Yatak odamıza girmek, sensiz yatağımızda uyumak çok acı olacak, uyuyabilecek miyim acaba? Hiç evde durasım gelmiyor artık.
Kara'mın ölüme gidip de dönmeyeceğini anlayınca ölse de dönüp kollarımda ölmesini istedim ama, döndükten sonra kollarımda üç saat boyunca uyumasını, çaresiz bakışlarını hiç unutamıyorum. O bana ne kadar çok güvense de kollarımda o kadar uzun süre kalmazdı ve ellerini-ayaklarını ısıtmak için de olsa asla tamamen teslim etmezdi. Bu hayata karşı yenilginin ifadesiydi yüreğimi patır-patır yerinden söken.
Ümitsizdim ama gene de atlatabilir diye düşünüyordum. Çok ani oldu, çok çabuk oldu. Keşke uzun sürse de bir iyileşme şansı olsaydı. Hayatın ona hiç şan tanımaması çok adeletsizceydi. Keşke bir beş-on yılımı ona verebilme şansım olsaydı en azından, ömür boyu yaşayamasak da.
İnsan sevdiğini kaybedince kafasını sıyırması işten bile değil. Bu saatler dün Kara'mın ölüm inzivasına çekildiği yerden kollarımda ölmesi için gönderdiğim iç sesimi duyup eve bitkin bir şekilde döndüğü saatler. (22:22) Kara'mı önceki gün dışarıya çıkarmasaydım hala yaşıyor olabilir miydi? Yoksa olacakla, öleceğin önüne geçilemiyor mu? Bu sondan kaçış yok muydu hiçbir şekilde? Eğer küçük müdahalelerle hayatın akışının değişmesi mümkünse kendimi ihmalkarlıkla suçluyorum. Keşke ara-ara Kara'mın özgürlüklerini kısıtlasaydım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder