11 Nisan 2023 Salı

LGBTİ barlarda feminen erkek şarkıcı olmaktan çıkıp meclise doğru yol alıyor!


Bülent Ersoy'un 1986 yılında Almanya'da gurbetçiler için konser videosunu izliyorum da... Şimdii, her kültürün kendi coğrafyasında bir ağırlığı vardır ve kavramlar, önemli şahsiyetler o kültüre göre şekillenir ve önem arzeder. Bülent Ersoy'un dünya gay kültürünün önemli bir parçası olarak varoluşu çok önem arzetmeyebilir, hatta bizde bile "Bülent Ersoy homofobik bir transseksüel, LGBTİ hakları için ne yapmıştır?" diye sorgulanır, hatta LGBTİ'yi açıkça desteklemediği gibi hetero normativenin yanında durduğu için transseksüellerin tek ve en büyük idolü olmasına rağmen eşcinsel aktivistler tarafından da eleştirilir, dışlanır. Aslında Bülent Ersoy da kendi kültürü paralelinde bir LGBTİ varoluşu sergilediği için şiddetli bir homo/transfobiye rağmen özellikle örgütsellik dışında kendi meziyetleriyle bireysel olarak varoluşu takdir edilesi ekstrem bir aktivizmdir. Bana göre Bülent Ersoy nefrete karşı ele bayrak alıp sokağa çıkarak yırtınmaktan daha güçlü duruş sergilediği için, dünyadaki en güçlü bir LGBTİ aktivisti ikonudur. Çünkü Bülent Ersoy'un varoluşu statü olarak belli bir konumu olmayan LGBTİ'lerin aktivizminden daha daha kolay gibi görünüp, "bak ne kadar güçlü bir konumda ama gene de istenilen seviyeden LGBTİ'yi dile getirmiyor" dense de, sistemin devlet seviyesine karşı bir varoluş sergilemesi çok daha zordur. Çünkü sistem güçlü olanla uğraşır, isyanı önlemek adına güçlü olanın başını ezmek ister. Bülent Ersoy'un cinsiyet geçişi ne kadar ne kadar eşcinsel olarak heteroseksizmi tedirgin etmek yerine daha rahat gibi görünen ikili cinisyete dahil olma çabası gibi görülse de, o devirlerdeki-80'lerin başındaki algı öyle değildir. Bülent Ersoy'un transseksüelce varoluşu sistemin ahlakına karşı bir tehdittir aslında ki, o dönemler Bülent Ersoy ile epeyce uğraşılmış, 7 sene sahne yasağı getirilmiştir. İzmir'de Fuar'da meme açması, onun yasaklanmasına sadece bir bahanedir; onun varoluşu bile başlı başına ahlakçılığa bir savaştır çünkü ve O, kendi için görünse de belli bir kesimin sembolü olarak tek başına bir savaş vermiştir. Bu anlamda ikili oynayan, asıl politik olan Zeki Müren'dir bile diyebilir miyiz? O da toplumun ikiyüzlülüğüne örnek, bu anlamda başlı başına incelenmesi gereken bir konu. Şu da sorulabilir; asıl iki yüzlülük transseksüellik mi, transseksüel olmayıp da açıkça eşcinsellğinin arkasında duramamak mı? Tabii, her dönemin toplumsal konumu, siyasi süreci farklı olduğu için, olayları veya kişileri o sürece göre değerlendirmek gerek/gerektiği zaman, kimseyi eleştirme hakkı bile kalmaz. Sen 60'larda bir farklı bir kimlikle "Zeki Müren" olarak ortaya çıkabiliyorsan, o seviyede çıkabilmesi, günümüzün Onur Yürüyüşü'nde çırılçıplak tören yapmandan çok daha zor bir şeydir. Günümüzde aç kıçını herkese karşı, çok olsa toplum sana deli der, ahlak bekçisi de karakola götürür niye yaptın der, olmadı iki pataklarlar, sonra serbest bırakırlar. Yani her dönemin siyasi veya toplumsal koşullarının baskısı farklı olduğu için, her olayı veya kişiyi o sürece göre değerlendirmekte fayda var. Mesela günümüzde homofobi çok fazla ama geçmişteki gibi üstü örtülen, görmezlikten gelinen bir LGBTİ'ye karşı değil bu homofobi, politik olan bir eşcinselliğe, LGBTİ'ye karşı bir homofobi. Dikkat ederseniz Bülent Ersoy'a kimsenin sesi çıkmıyor, mesela Ebrar Karakurt'a çıkan ses de cılız kalıyor ama belki onlar ünlü oldukları için dokunulmazlıklarından diye de düşünülebilir ama bence LGBTİ'nin varoluşu değiştiği için, dolayısıyla LGBTİ geçmişe göre toplumsal bazda da biraz daha bilindiği, dolayısıyla kabul edildiği için de diyebiliriz; daha çok örgütsel ve yasal haklar konusundaki varoluşuna karşı bir homofobi mevcut günümüzde. Mesela Boğaziçi Üni. öğencilerinin LGBTİ aktivizmine karşı hükümetin hukuki baskısı, sindirme süreci, yıldırma politikası gibi. Çünkü günümüzde LGBTİ artık barlarda şarkıcı olmaktan çıkıp, ailenin bir parçası olmaya başladı. Dolayısıyla erkek egemen yapının cinsiyetçi varluşunun en büyük dayanaklarından biri de din ile birlikte aile kavramıdır. Bakın muhafazakar medyaya veya siyasi arenaya, LGBTİ nefrete hedef gösterilirken, ya aileyi bitirecek deniyor, ya da kutsal kitapta yok deniyor. Aslında homofobinin en üst seviyede olmasının en büyük sebebi, LGBTİ konusunun ailede bile kabul edilmesinden çok, siyasi çevrede kabul edilip savunulmasıyla daha çok alakalı. Çünkü muhafazakar iktidar LGBTİ'yi şimdilerde daha çok muhalafet LGBTİ'yi savunuyor, LGBTİ'ye yasal haklarını verecek diye vurmaya çalışıyor. Her şey değişiyor; şu yazıyı 20 yıl önce yazamazdım; bir engel olduğunda değil; LGBTİ konusunun bu şekilde evrilmiş olamayacağından. 90'larda başlayan LGBTİ görünürlüğü çok yol alamadı diye eleştirsek de, hiçbir şey değişimin dışında kalamıyor. Bazı eşcinsel arkadaşlar bana korkuyla telefon açıyor; Halil LGBTİ ile çok uğraşıyorlar, ne olacak bu nefretin sonu diye soruyorlar. Oysa ben ne kadar çok konuşulursak, o kadar çok kabul edileceğimiz için, seviniyorum aslında bu olanlara... Çünkü Türkiye'de eşcinsellik; önceleri sadece barlarda şarkı söyleyen feminen erkeklikti, sonra sokağa çıktı-Onur Yürüyüşü yaptı, aileler artık çocuklarını kabul etti, sporda kendini gösterdi, şimdiler de ise şimdilik formaliteden de olsa meclise doğru yol alıyor. Çünkü sosyalizm veya liberalizm artık ülkemizde de LGBTİ'ye kucak açıyor ve ben samimiyetine de inanıyorum artık.. Unutmadan, daha önce şarkıcılığa sıkıştırılan ama gene de şarkıcıların bile açıkça kimliklerinin arkasında duramadığı eşcinselliğin aksine, günümüzde Mabel Matiz gibi şarkıcıların savunabildiği, kimliklerinin arkasında durabildiği bir eşcinsellik mevcut. Veya ne bileyim sporcu Ebrar Karakurt'ın sevgililerini konuşabiliyoruz artık. Veya Selin Ciğerci gibi homofobiye rağmen iş kadını olup zincir mağazalar açabiliyorlar. Düşünüyorum ve yazı için hazırladığım kolaja falan bakıyorum da, Türkiye'deki eşcinsellik süreci bayağı ilginç! Yazıya da Bülent Ersoy yazısı olarak başlayıp, Türkiye'deki eşcinselliğe dönüştürdüm ya; bana da pes!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder