Hal böyle olunca genetikleşiyor sanırım hüzünlü bir toplum olmak. Dolayısıyla karamsar da bakıyoruz hayata. Beslenir hale geliyoruz umutsuzluktan, çaresizlikten, mutsuzluktan... Biz beslendikçe büyüyor da büyüyor bu çukur. Çok duyarlı yapmıyor da bu acılar bizi; aksine daha hiddetli ve şiddetli yapıyor. Çünkü biriken öfkemizi boşaltmanın karşılığı yumuşatmıyor bizi, daha da sertleştiriyor. Konuyu bağlayacağım nokta şu; İçine doğduğumuz hayatı ilk başta biz seçmiyoruz ama kendimize daha sağlıklı bir yol seçmek elimizde. İçselleştirilen bazı külütürel unsurlar olabilir ama bilgi çağında bizim için neyin iyi, neyin kötü olduğunu karar verebiliriz körü körüne çamura saplanacağımıza. Atalarımızdan böyle gördük, geleneklerimiz böyle diye bizi mutsuz eden, bize acı veren bir yaşamdan niye sıyrılmayalım ki? Tamam, şartlar kötü olabilir ama şartların kötü olmasıyla hayata bakış açımızın ne alakası olabilir ki? Çektiğimiz acıdan kurtulma imkanı varken, niye buna kader diyelim ki? Şarkılar bile demiyor mu, "Kader diyemezsin, sen kendin ettin! diye.
Eşcinsel dünyayı biz eğlenceli olarak biliriz ama bu sanırım Batı eşcinselliğine dair bir tarz. Bizim eşcinsel dünyamızda hüzün hakim, acılar hakim, negatiflikler hakim, umutsuzluklar hakim, trajediler hakim, karamsarlıklar hakim, gözyaşı hakim, malankoli diz boyu, her zaman kader suçlu, yüksek volyumdan yaşıyoruz bağıra-çağıra, öfke-hiddet-şiddet, traji-komik bir tiyatro sahnesi gibi. Normal, düzgün bir hayat aksettirmediğimiz gibi, gelecek planlarımız da sağlıklı bir yaşam modeli arzetmiyor. Bundan direkt içinde yaşadığımız kültürü suçlamak ne kadar mantıklı? Olumsuzluklar içer'sinde hayat zor olsa da, en azından güzel hayaller kuramaz mıyız? Bu biraz da kendi elimizde değil mi? Yoksa içinde kahrolduğumuz kültür bizim yapımıza uygun da; kahretme, isyan konusunda samimiyetsiz miyiz, rol mü yapıyoruz? Sakın beğenmediğimiz, şikayet ettiğimiz hayatlarımız kendi tercihlerimiz olmasın? Bakıyorum eşcinsel dünyaya... Ne siz sorun, ne ben söyleyeyeim. Kendisine sağlıklı yol çizen eşcinsiller de gizli-saklı. Yani bir eşcinsel örneği vermeye çalıştığımız zaman, şöyle alanında başarılı olmuş, örnek gösterebileceğimiz ve bize cesaret verebilecek bir kişi yok. Olanlara da, "Aa, o eşcinsel mi?" diyerek homofobikleşiyoruz, eşcinselliği yakıştıramıyoruz o kişiye, kendimiz eşcinsel olarak bile. Yani biz kendimiz dibine kadar homofobiğiz ki en başta, sağlıklı yaşamı olan eşcinsel bir dünya olsun.
Biliyorum, eşcinsel dünyamıza hep olumsuz şekilde eleştiriyorum ama olumlu bir tarafları var da ben mi göremiyorum? Takmışız kafayı cinselliğe ve cinsiyete, sonra da cinselliğin tabu olduğu bir toplumda ahlaksızlıkla itham edilmekten rahatsızlık duyuyoruz. Huzurlu bir dünyanın cinsel özgürlükle geleceğine en fazla inananlardanım ama eşcinsel dünyanın seks bazlı olmalarının sebebi, dünyanın ahlakçı bakış açısını değiştirmek için değil ki; heteroseksistçe bir cinsel yaşam diyelim adına. O yüzden cinsiyetçi ve homofobiğiz ya zaten. Son cümlemin altını siz doldurun; neden homofobik ve cinsiyetçiyiz acaba; yaşamlarımız, hayata bakış açılarımız göstermiyor mu her şeyi? Herkes hak ettiği yaşamı yaşar diye bir söz var klişe de olsa. Biz eşcinseller, biz Doğu kültürü eşcinselleri, içinde yaşadığımız heteroseksist kültür üzerinden mücadele verdiğimiz sürece, bunun adı eşcinsel hak mücadelesi falan olmaz; ancak olsa olsa, heteroseksizme, cinsiyetçi bir şekilde yamanma olur; o yama da tutmaz, bizi kurtarmaz, bizi özgürlüğe kavuşturmaz. Oysa eşcinsel mücadele üzerinden eşitlik ve özgürlük adına bir devrim bile yaratılabilir heteroseksizme karşı verilen mücadeleyle. Çünkü heteroseksizmi tepe takla edecek olan eşcinseliktir. O yüzden homofobiktir ya heteroseksizm...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder