Aidiyetsiz, zamansız, mekansız, cinsiyetsiz bir eşcinsel!
Düşünüyorum da benim kendimi ait hissettiğim, ait olduğum alanlarda öteki kimliğimin-eşcinselliğimin etkisi var mı diye, hiç de öyle mağdur edebiyatı yapacak zerre kadar bir şey bulamıyorum. Ötekileştirilmek, hiçbir zaman eşcinsel gettolar yaratmama sebep olmadı. Çünkü ben insanların cahilliklerinden dolayı ötekileştirmelerini çok saçma, haksız, gereksiz bulduğum için, bunun beni sindirmesine asla izin vermedim. Çünkü eşcinsellik doğaldı ve insanlara bunu anlatmak, insanları buna inandırmak gerekiyordu, kabul etmiyorlarsa da eşcinsel olarak yaşamaktan başka bir seçenek olamazdı. Ben bir şekilde en doğru hak ve yaşam mücadelesi veriyordum; bunu aktivizm olarak düşünmeden! Eşcinsellik benim sadece cinsel yönelimim, duygularımı hemcinsimle gerçekleştirmemdi sadece. Onun duşunda herkes kadar bir insan, herkes kadar bir canlıydım. Arzularım, isteklerim yapıma göre şekillenmiştir yüzde yüz ama bunu eşcinselliğimin üzerine temellendirmemişimdir. Yapımdan dolayı, eşcinselliğimden dolayı bir sosyal kimliğim de vardır kaçınılmaz olarak sanata eğilimli olmak gibi falan ama ben eşcinselim, o yüzden sanata ilgim vardır gibi kalıplaştırmamışımdır varoluş şekillerimi. Ama sosyal hayatın içindeki varoluşum dar bir şekilde varolmadığı ve varolmayacağı için de, varoluş şekilllerimi sadece eşcinselliğe bağlamak hiç de doğru bir şey sayılmaz. Ve dolayısıyla benim ait olduğum alanları da eşcinselliğim belirlememiş veya varolmak istediğim alanlarda engel teşkil etmemiştir. Mesela bazı eşcinseller kafalarının içindeki homofobiden dolayı sosyal hayata karışamazlar; Heteroseksist içselleşmeden dolayı kategorileştirdikleri kimliklere belli roller biçerler ve o rolün dışına çıkamazlar. Mesela eşcinsel spor yapamaz, eşcinsel şu şekilde giyinemez, eşcinsel bu kadar güçlü olamaz, eşcinel şöyle değildir, eşcinselin yeri orası olamaz gibi... Oysa eşcinsellik bir insanın tüm benliği değildir ve yapmak istediklerinin de tek belirleyicisi değildir. Eğer belirleyicisi oluyorsa, o zaman eşcinselliğiyle barışamamış ve eşcinsel olarak günyüzüne çıkma cesareti olmadığı için, alanlarını da kendi kendine daraltmaktadır. İnsan kendisiyle barışık olunca, gündelik hayatının içinde ötekileştirildiği kimliği pek de aklına gelmiyor. Homofobiyle karşılaşıyorsa da, insan kendisiyle barışık olunca bir süre sonra dışlamaları da kanıksıyor, karşısındakinin bilinçsizliğine verebiliyor, aldırış etmeyebiliyor. Çok rahatsız edici boyuta ulaşıyorsa da bu ötekileştirme, zaten kimliğine inandığın ve güvendiğin için, gerekli müdahaleyi ve mücadeleyi yapıyorsun. Yani sen kendine inanıyorsan kimsenin sana direkt bir müdahale etme cesareti olmuyor, olursa da karşılığını veriyorsun, vereceksin; bu kadar basit. Çünkü eşcinsel olmak insanca yaşamanın önünde o kadar gözümüzde büyütütüğümüz kadar bir engel teşkil etmiyor. O engeller her zaman dediğim gibi, kendimize inançsızlığımızdan oluşan özgüvensizliğimizin kafamızda yarattığı bariyerlerden başka bir şey değil. Eşcinselliğim eşcinsel hapishaneler olurşturmama sebep olmadı; eşcinsellik amacıyla bir araya gelmelerim sadece hak mücadelesi için, varoluşumuza motivasyon sağlamak amacıylaydı. Aidiyet duygusu da kaçınılmaz bir şey sanırım insanoğlunun tam anlamıyla olgunlaşamamasından dolayı. Belki de sevincimizi, maneviyatımızı daha güçlü yaşamak adına bir işbirliği, bir güçbirliği... Hani "insan sosyal varlık" denir ya, bu sosyalleşme de belki bu çoğalmayla daha keyifli oluyor. Tabi dozunu iyi ayarlayıp fanatikleşmemek gerekiyor. Mesela ben Fenerbahçeliyim ama bunu birilerini üzecek boyuta yükseltmiyorum. Sevincimi de, üzüntümü de belli çapta yaşamak için çaba sarf ediyorum. Belki sosyal medya denilen şey sevinçlerimi insanların gözünün içinse sokmama sebep olup rahatsız ediyordur mutlaka ama engelleme denilen bir şey var ve hiç kimsenin hiç kimseyi görme mecburiyeti yok. İçinde yaşadığım kültüre ait hissediyorum kendimi yaşam kültürümü manevi olarak içselleştirdiğimden, Fenerbahçeli olmak, Atatürkçü olmak gibi kimliklerim modern ve laiklik adına. Müzik, fotoğraf gibi sanatlar beni vareden ve yükselten şeyler olduğu için. Spora, doğaya ait olmayı ise çok hümanistçe buluyorum. Hayvanlar dünyasına yakınlığımı ise, insanların yobazlığından bir kaçış olarak düşünmek ironiden başka bir şey olamaz. Empati yoluyla vicdanımın beni onlara ittiğine inanıyorum. Bütün bunların dışında homofobiye rağmen bile kendime hiçbir zaman eşcinsel bir dünya yaratmadım. Hatta ben aidiyetsizlik duygum yüzünden LGBTİ dünyasının bile dışında bırakıldım diyebiliriz. Çünkü ben kategorileşmeye, yapay varoluşlara karşı bir kişiyim doğallığa inancım yüzünden. Çünkü bu tür varoluşlar bana kendisine inanmayanların çoğunluğa dahil olmak için aslını inkar etmek gibi geliyor. Mesela LGBTİ kimlikler bana çok heteroseksist geliyor asıl yapılarından vazgeçip yapaylaştıkları için. Beni, ben olarak kabul etmeyen cinsiyetçi dünyada benim işim olamazki zaten kendimce yaşayamayacağım için. Kıyıda kalayım, varsın borderline olayım ama içime sine sine yaşayayım. Ama insan zaten kafasının içinde sınırsız olunca hayatın içindeki çitleri bile görmüyor. Birileri seni kıyıya itse de sen bunu hissetmiyorsun bile. Sen başkalarının gözünde öteki olabiliyorsun ama öteki olan aslında doğasını kaybedip doğal olanı ötekileştirenler. Benim ait olduğum yer hayallerimdi, bunu da yeryüzünde hayata geçirebildim şükürler olsun. Birileri kendi kendine gelin güveyi olmuş, yani sen eşcinselsin demiş bana ne. Öyleyim zaten; ötekileştiren düzeltsin kendini, normal olan benim çünkü. Gerçekten samimi olunca insanların senin kabul etmemesi diye bir şey de olmuyor. Ötekileştirilince kendimizi öteki gibi hissetmemize gerek yok. Öyle hissedince, ötekileştirilmeyi pekiştiriyoruz bir anlamda. Eşcinsel kimliğimiz dışında başka varoluş şekillerimiz de olduğunu keşfedelim artık. Önyargıları kırmak kendi elimizde. Hayata karışalım homofobiye rağmen; bize yaratılan dört duvarları yıkalım. Çünkü biz sadece eşcinselliğe değil, hayata aitiz, hayata dairiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder