Bizim LGBTİ buluşmalarının en önemli özelliği sevgi, saygı, dostluk ve pozitif enerji içersinde geçmesi. Hal böyle olunca da bir aradalığımızın tadına doyum olmuyor ve vaktin nasıl geçtiğini anlayamıyoruz. Her gün bir araya gelmeyi çok istiyoruz aslında ama iş-güç buna müsade etmiyor. Bir şey konuşmasak bile bir arada olmanın huzuru bile yetiyor. Bu haftaki buluşmamızda da çok önemli bir konu tartışmadık ama uzun zamandır bizi yalnız bırakmayan ve heteroseksizm dersi gereği LGBTİ konusunu araştıran öğrenci arkadaşımızı sorguladık biraz "neden LGBTİ?" diye. Aslında hayata bakış açısından dolayı zaten ötekileştirilenler her zaman yanında durduğu kesimler olmuş ve LGBTİ'ler de bunlardan birileriymiş. Sohbetin lezzetli bölümünü yazıya da yansıtayım biraz. Arkadaşımız kendisi heteroseksüel olmasına rağmen bugüne kadar üç güzel iltifat almış; üçü de eşcinsellerden gelmiş... Bir gey, "Ege'nin güzellliğini çok güzel yansıtıyorsun" demiş, bir gey, "kendine çok emek verdiğin belli" demiş, en sonuncusu da, "cilveli" demiş..! Geylere duyarlılığı biraz da söylemlerinden anlaşıldığı gibi, hayatın içinde insanlardan hep bir gey duyarlılığı beklemiş olması ve dolayısıyla iletişimde olduğu heteroseksüeller bile gey duyarlılığı içersinde olanlardanmış. Burada eşcinselleri sanki heteroseksüelliğe göre daha duyarlılarmış gibi ayrıcalıklı bir ifadem söz konusu olabilir ama heteroseksist dünyada heteroseksüeller heteroseksizmin ayrımcı ayrıcalığından faydalanmış olamazlar mı sizce de? Yüksek lisans için seçtiği üniversite, heteroseksizm dersi gereği seçtiği LGBTİ konusu bir tesadüfler eseriymiş ama bu zorunlu tesadüfler onu bize, Denizli LGBTİ'ye kadar ulaştırmış işte ve şu anda o kadar memnun ki bu tesadüflerin getirdiği konumdan ve de araştırmalarının çok verimli geçmesinden. Tek şaşırdığı ve üzüldüğü şey ise LGBTİ hareketinin ne kadar heteroseksist olduğuydu... Herkes heteroseksizme dahil olma çabası içersindeymiş. O yüzden queer teorinin mutlaka LGBTİ'lere öğretilmesi gerektiğini söyledi. Çünkü içinde yaşanılan heteroseksist sisteme uygun bir LGBTİ anlayışı, asla LGBTİ'lere haklarını kazandırmazdı ona göre de...
Arkadaşımızın bir eleştirisi de, Türkiye'de LGBTİ konusuna dair yazılı kaynakların azlığıydı... Bence şu anda bu konuda çok zengin bile sayılırız 80'lere ve hatta 90'lara göre bile. Arslan Yüzgün'ün "Türkiye'de Eşcinsellik" kitabıyla karşılaşınca kendimi hazine buldum gibi hissetmiştim 80'lerin sonunda. Oysa dünyadaki bütün LGBTİ ile ilgili kitapların çevirisinin yapılması gerekiyor bilinçli bir eşcinsellik oluşması için. Ben yaşadığım şehrin geçmişten günümüze eşcinsellikle ilgili her şeyini klavyeye almaya çalışıyorum bloğumda. Yazılarımda belki umutlu bir bakış açısı sergiliyor ve acıtsa da gerçekçi eleştirilerde bulunuyorum ama yazılarımdaki tarih ile duygularımı ayırt edecek kadar bir kapasite vardır sanırım insnalarda. Yazılarıma heyecanımı, duygularımı katmazsam yazamam ki zaten... Yazılı kaynak konusunda Kaos GL'ye teşekkür etmeden geçemeyiz...
Sonra sohbetimizi eşcinsel ve heteroseksüeller arasındaki ikili ilişkiler üzerine yoğunlaştırınca zamanın nasıl geçtiğini anlayamadık ve sohbetimiz gene yarım kaldı... Aşka mı aşıktık, aşığa mı? Mükemmel aşık neden yoktu? Yalnızlıklarımız kendimizi korumak isteyişimizden miydi? Kafa olarak uyuşmamız mümkün müydü? İlişkiler için aşk gerekli miydi? Veya aşksız ilişki olabilir miydi? Kimyanın aşkı mülkiyetçi yapma hakkı var mıydı? veya kimin hakkı vardı buna? Bencillikleirmiz burçlarla mı alakalıydı? Veya bencillik miydi bu, yoksa değiştiremeyeceğimiz "beni böyle sev seveceksen, olduğum gibi göreceksen" durumları mıydı? İkizler burcunun herkesi sevip de, sevdiklerinin sadece kendisini sevme durumunun mantıklı bir açıklaması olabilir miydi? Vesaire, vesaire...
Geriye kalan iç açıcı tattlı kıkırdamalarımız, kocaman ağız dolusu kahkalalarımız, insanın içini eriten masumiyetlerimiz, evrene gönderdiğimiz pozitif enerjiydi...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder