Herkesin sorunu var, herkes mağdur ama bir türlü çözüme kavuşulamıyor. Neden? Çünkü hiç kimse kendi sorunundan başka kimsenin sorununu görmediği gibi görmek de istemiyor ve dolayısıyla insanlar kendilerini düşündüğü için, hiç kimsenin sorunu çözülmüyor. Herkesin inandığı bir doğru var ve tek dertleri o doğruyu başkalarına kabul ettirebilmek. Sorun çözmek kendi doğrularını başkalarına kabul ettirebilmek! "Peki sen başkalarını, başka şekilleri ne kadar kabul ediyorsun?" dersem çok toleranslı davranmış olurum; Sen başkalarının niye kabul etmiyorsun ki, başkaları seni niye kabul etsin? Hayat sadece mağdur olan sen ve seni mağdur edenden ibaret değil ki. Senin başkalarını mağdur etmeyeceğin ve mağdur etmediğin ne malum? Sen eğer kendi sorunundan başka sorunları görmüş olsaydın, onlara da duyarlı davransaydın, şu anda senin sorununa karşı da bir çok duyarlı destek olur ve senin sorunun diye bir şey kalmazdı.
Bir insanın mağduriyetinin sebebi, kendi mağdur olana kadar, dünyadaki diğer sorunlardan bihaber yaşamasıdır. Kendi başı ağrıyınca duyarlılık seviyesinde bir kıpırdanma oluyor ama o da o anlık ve sadece kısa vadede kendini kurtarma düşüncesinde olduğu için. Kendimizi düşündüğümüzün yarısı kadar başkalarını da düşünebilseydik, hiç kimsenin şüphesi olmasın, inanın ki ayrımcılık diye bir şey olmazdı. Başkalarının başına gelen kötülüklere sanki sıradan bir şeymiş gibi hiçbir tepki göstermediğimiz bir insanlık evresindeyiz daha. Bırakın dünyanın öteki ucundaki sorunları, komşumuzun başına gelen bir olaya bile, "iyi ki benim başıma gelmedi" diye şükür edecek kadar duyarsızız daha. Burnumuzun dibindeki bir olaya bile bu kadar duyarsızken (Göstermelik duyarlılıklardan bahsetmiyorum. Can-ı gönülden olmalı duyarlılık dediğin.) nasıl sorunların çözümünden, mağduriyetlerin giderilmesinden, ayrımcılıkların bitmesinden, eşitlikten, demokrasiden bahsedebiliriz ki? Hayata bütüncül bakılmadığı sürece sorunlar bitmeyecektir. Daha "senin dilin, benim dinim" derdindeyiz. Oysa hayat farklılıklardan ibaret ve bu farklılıklar o bütünün bir parçası. Ben bu kavgayı bir insanın eliyle, koluyla kavga etmesi gibi görüyorum. Demek ki biz daha kendimizle bile barışamamışız ki, farklılıklara karşı tahammül edebilelim.
Zurnanın "zart" dediği yer işte burası; Biz kendimiz gibi yetiştirilmiyoruz ve dolayısıyla kendimiz gibi yaşayamıyoruz. Bu da dışarıya sinir harbi olarak yansıyor. Bütün sıkıntılar bireyin kendisini yapısına uygun gerçekleştirememesi. Mağduruz ama, acaba bize dikte edilen doğrulardan farklılıklara karşı hiç ödün veriyor muyuz? Hayatı hep bize dayattıkları şekilde öğrenmemiz ve öğretmemizden dolayı değil mi bütün bu engeller ve sorunlar? Kendi kafamızın içindeki demir parmaklıkları kırmadığımız sürece de, başkalarının kilit vurduğu hapishanelerden çıkamayız. Çünkü nasıl bizim kapıların anahtarları başkalarının elindeyse, aynı gardiyanlık bizde de var, biz de başkalarını kendi doğru zannettiklerimize kilitliyoruz. Ve bu hapsettiklerimiz de en yakınımızdakiler. Onlar da öğrendikleri şekilde başkalarının hayatlarını ellerinden alıyorlar.
Ayrımcılıklara karşı çözümde kırılma noktası, bize dikte edilenlere karşı "hayır" demekle başlayacaktır. Bu "hayır" sadece bizim mağduriyetimize karşı bir "hayır" olmamalıdır. Başkalarının mağduriyetine karşı da duyarlı olunmalıdır. Ayrımcılığın temel noktası, baskı kaynakları neyse, onun tüm herkese yapılan ayrımcılık ve baskılarına karşı "dur" denmesiyle mümkündür sorunun çözümü. Çünkü bütün sorunlar birbiriyle ilintilidir. Sen kendine yapılana "dur" diyip, başkalarına yapılan eziyete kendi içinde bile "dur" demezsen, aynı mağduriyet katmerlenerek sana geri dönecektir. Çünkü mağdur ederek varolma şekli zincirleme şeklinde normalleşmiş durumda. Oysa varoluş şekli hayatı keyifli bir şekilde yaşamakla mümkündür. Bu da kendi elimizde. Sen ayrımcılık ve baskınla başkalarına örnek teşkil ediyorsun. Senden görenler de bu durumu bir bok zannedip, zorda kalınca kendisi de uygulamaya başlayacaktır. Sen hayat ne verirsen, aynı güzellikte sana geri dönecektir. İlla ki senin verdiğinden geri dönmesi şart değil o güzelliğin; Senin güzellik verdiğin başkasına güzellik verecektir, başkasının güzellik verdikleri de sana güzellik verecektir. Dediğim gibi hayat bir bütüncüldür ve devir-daim halindedir. "Ben kendimi sağlama aldım, bana bir şey olmaz demek", kendini bilmemezlik, aşırı boyutta saflıktır. Bir yerde olan bir olumsuzluk bize ulaşıncaya kadar zaman geçiyor ama o olumsuzluk bize ulaşıncaya kadar kar topu gibi büyüyerek geliyor, bize ulaştığı zaman o kartopu sorununun altında kalıp eziliyoruz. Kurtulma şansımızsa hiç yok. Dünyanın öteki ucundaki sorun diye geçmemek gerek. "Bana ne" dememek gerek. Sorunlar durduk yerde çıkmıyor. İnsanlığın sorunu sorunlar. Biz de insansak, insanlığın sorununa kendimiz için duyarlı olmak zorundayız. Çünkü tek başına yaşamıyoruz, yaşanmıyor da.
Bazıları duyarlı olmakla ne kaybediyor, bazıları duyarsız kalmakla hiçbir şey kazanmadığı gibi, ne kaybettiğini iyi analiz etmek ve duyarsız olanlara bunu anlatmak gerek. Duyarlı olanlar zaten durumun bilincinde. Ben sorunun kaynağının mağdur edenlerden çok, mağduriyete zemin hazırlayanların, bu sorunları dolaylı olarak besleyenlerin olduğuna inanıyorum. Beni bu yazılara iten eşcinselliğimden dolayı, eşcinsellikle ilgili bir örnek vererek anlamlandırmaya çalışacağım söylediklerimi. Şimdi eşcinsel olduğu için bir çocuk evde babası tarafından şiddete maruz kalmıyor mu, sokakta diğer erkekler tarafından cinayete kurban gitmiyor mu? Bu erkekleri kim yetiştirdi? Bu erkekleri yetiştirenler sistemin bir parçası değil mi? Bu heteroseksizmin fedailerinin yetiştiricisi değil mi? Bu yetiştiriciler mağdur oldukları halde, mağdur olanlara hangi gözle bakıyorlar? Heteroseksizmin gözüyle bakmıyorlar mı? Bu yüzden heteroseksizmin bir parçası olmuyorlar mı? Yetiştiriciler de heteroseksizmin kurbanı farkındayım ama kırılma noktasının yaşanması gerekiyor sorunların çözümü için. Kendilerine karşı kırdıkları gibi bu noktayı, başkalarına karşı da kırmaları gerekiyor. Kırmadıkları sürece bu silsile devam edecektir. Kırılma noktası bir çok yerden başlatılabilir ama bu hayatı ve bilgiyi öğreten eğitim ve öğretim yerlerinden kırılması daha etkili olacaktır.
Bir şey daha istiyorum. Sorunların çözümü için kırılma başlatamıyorsanız, bari mağdur olanların kendilerini kurtarmalarına engel olmayın. Mesela farklılıklara karşı, eşcinsellere karşı nefretle yaklaşmayın, nefreti onaylayıp karşıtlığı iyice besleyip büyütmeyin. Yani mağdur olanlar başka mağduriyetleri körükleyip de, hepten yok edilmelerine katkı sağlamasınlar. Yoksa kendi mağduriyetiniz bir nebze olsun duyarlılık kazandıramadı mı size? "Mağdursam mağdur ederim" psikolojisine mi sığınıyorsunuz?
Ben duyarsızlığın üst boyutta olduğu bir kültürde, ayrımcılıkların kısa vadede sona ereceğine hiç ihtimal vermiyorum. Çünkü hiçbir umut ışığı yok. Umut ışığını göremememin sebebi de mağdur olanların gözlerindeki pus, kendilerine olan inançsızlıkları. Yaşıyorlar diyemeyeceğim, yaşamaya çalışıyorlar ama kendilerine inançsızca. Kendine inanmayana da kimse inanmaz.
Bilinçli ve duyarlı insanlar çok az. Onları örnek göstererek, diğerlerinin neden onlar gibi olmadığını yargılamak hiçbir sonuca götürmeyecektir bizi. Çünkü bilgi olmadığı için bilmiyoruz ve bilmediklerimize de inanmıyoruz. Bilinçli ve bilgili olanlar cehalet zincirini kırmış insanlar ama onlar da az oldukları için sorunları çözmeye güçleri yetmiyor.
Mağdur olanların sadece günü ve kendilerini kurtarmaya çalışmalarını da anlamaya çalışıyorum ama birazcık da olsa yarını, kendimizi, başkalarını düşünmemiz gerek. Birazcık çaba sarf etmek, fedakarlık yapmak gerekebilir hayata karşı yaşamak için, kendimiz için. Başkaları için olsa bile değmez mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder