Konumuz bugünlerde ilk bölümünü izlediğim ve beğendiğim bir dizi ama teknolojinin sunduğu fırsatlardan dolayı artık televizyon izlemenin zaman kaybı olduğu bir çağda konuya çocukluğumdan başlamak istiyorum. Eskiden televizyon izlemek herhalde sadece benim değil, insanlık tarihinin en büyük lüksüdür. Hala düşündüğümüzde bile görüntü frekanslarının uydu yoluyla evlerimizin içinde zuhur etmesi mucize gibi bir şey. Mucize saçmalığından nefret ederim ama bilim gerçekten mucizeleri gerçeğe dönüştürüyor ve hala günümüzde akıl dışı geçmiş zaman mucizelerinin mitolojik hikayeleriyle beslenenleriyse bir türlü kabullenemiyorum. Eskiden televizyon izlemek lükstü ama televizyona sahip olmak daha da mucizevi bir şeydi. Gerçekten çok para gerektiriyordu. Şimdiki televizyon fiyatları, eski fiyatların bir taksidi gibi bir şeydi. Köy yerinde öküzler , tarlalar satılırdı televizyon alabilmek için.
Ben sanata merakımdan televizyon başından kalkmıyordum. Kendi evimizde televizyona geç sahip olduğumuz için de utana-sıkıla komşuları, onları-bunları çok rahatsız ettiğim oldu. Geçekten benim merakım sanata karşı çok arsızcaydı ve ancak televizyonla yatıştırabiliyordum bu arzularımı. Ama gerçekten büyük şehirler dışında yaşayanlar için sanata tek ulaşım aracıydı televizyon o dönemler. Yani internet çıkıncaya kadar toplumun en büyük iletişim aracıydı.
Televizyonun dergileri vardı "7 Gün" ve "Tele Magazin" ama adının ben "TV'de 7" dönemini biliyorum. Tele Magazin önceleri Hey Dergisi'nin TV ekiymiş, sonra ayrılmış Hey'den. Tabi ki Hey Dergisi'nin de sonraki dönemlerini, yani 80'ler dönemimin biliyorum. Zamanla bu dergiler etkinliklerini yitirince kapandılar tabii. Ömrünü uzatmak için hatta bir ara TV'de 7, Gong Dergisi'yle birleşti ama bu işbirliği de devamlılığı sağlayamadı.
Eskiden bu dergiler de gerçekten sanatçılara en büyük ulşım aracıydı. Resmen starlarla röportajlar yapılır, sanatçılar o dergiler için poz verirlerdi. Şimdikiler gibi özel fotoğrafçılara çektirilip fotoshop'lanarak servis edilmezdi fotoğraflar.
Diziler raiting'e kurban gitmez, müzik listeleri parası çok olanın sanatçının isteğine göre şekillenmezdi. Sanatçılar bile bu listelerde takip ederlerdi kendilerini.
Televizyon sayesinde Eurovision Şarkı Yarışması aracılığıyla Avrupa Yayın Birliği EBU'ya üye devletler birlikte iletişim ağı oluşturmuşlardı. 90'larda etkinliği azalsa da, dağılan birlik ülkelerinin yeni EBU üyeleri, milliyetçilik rüzgarıyla bu yarışmayı tekrar seyredilir hale getirdi. Çünkü yarışma müzik eğlenceden çok, komşuların birbirine puan verdiği politik bir hengameye olmasa da çekişme ortamına dönüştü.
Dizler hep yabancı kaynaklı olduğu için, günümüz dizi sektörünün bırakın dünyaya, ülkeye hükmedeceği bile kimsenin aklına gelmezdi. Nasıl Amerika kültürünü diziler sayesinde dünyaya yaydıysa, şimdi de bizim kültürümüz diyebilir miyim bilmiyorum, "Türk Kültürü pompalanıyor" diye dizilerin satıldığı ülke yetkililerini rahatsız ediyor ve dizilerimiz yasaklanmaya çalışılıyor. Dizilerin satıldığı ülkelerin neredeyse dizi saatlerini tamamen ihraç ettiğimiz diziler işgal ettiği için, o ülkenin dizi oyuncuları ülkelerinde dizi yapılamadığı için işsiz kalıyorlarmış. Ülkemizde kimsenin tanımadığı veya beğenmediği oyuncular o ülkelerde Hollywood starı muamelesi görüyorlar. Hükümetimiz de farkında ki bu durumun, bazı hükümet yetkilileri ülke tanıtımı babında dizilerin aracı olacağına dair tam hatırlayamadığım bazı açıklamalar yapmışlardı.
Ben internet yüzünden, çünkü ilgi alanıma göre neyi takip edeceğime dair en büyük ve en kolay imkan, artık televizyon izlememe rağmen, gene de bazı dizilere kendimi kaptırmaktan alıkoyamıyorum. Gerçekten de bu sektör insanları nasıl avlayacağı konusunda iyice profesyonelleşmiş ve Amerikan televizyonlarına taş çıkartacak konuma gelmişler. Amerikan dizileri daha samimi olduğu için vurucu değil. Hala görgüsüzlüğümüzü yenemediğimiz ve taşralığımızdan kurtulamadığımız için televizyoncular da toplumun zaaflarından faydalanmayı çok güzel beceriyorlar. Bir konuyla Türkiye gündemini bile meşgul edebiliyorlar. Sağolsun RTÜK'de cezalarla bu raiting'sel gündeme bal-yağ sürerek hem seyirci olarak, hem de yapımcı olarak bu sektördeki iştahı iyice kabartıyor.
Ne kadar izlemesem de evde olduğum için TV sürekli açık kalıyor ve ister istemez gözüm kayıyor ekrana. Belki de seviyorumdur magazini. Hadi itiraf edeyim seviyorum. Ama gerçekten televizyon insanın arayıp da bulamayacağı bir insan laboratuvarı. İzlerken resmen şoka giriyorum "Bunlarda mı var, bunlarda mı var ülkemde" diye. İsterseniz insanlarımız hakkında tek cümlelik genel bir analiz de yapayım. Muhafazakarlığı yüzünden ahlakçı geçinen ama ekonomik imkanların sağladığı güçle bastırılmışlıkların görgüsüzlüğünü legal veya illegal gerçekleştiren iki yüzlü bir toplumuz. Yemek, moda ve evlilik programları görgüsüzlüğün, bastırılmışlıkların, ikiyüzlülüğün gün yüzüne çıktığı programlar. Eleştiriyoruz bu programları ama raiting canavarına kurban gitmediklerine göre izleniyorlar demek ki. Kısaca ülke televizyonun içine girmiş resmen.
Gelecekte televizyon denilen kutuya bağımlı olmaktan tamamen kurtulacağız. Çünkü internet ve bazı uydu veya kablo yöntemiyle televizyonlara aracılık yapan kuruluşlar, bizlere programları istediğimiz an seyretme imkanı sunuyorlar. Buna televizyon bitecek diyebiliriz de. İletişim, teknolojik imkanlar sayesinde farklı yöntemlerle insanların sırtından daha kolay ve hızlı para kazanmanın yolunu bulur çünkü.
İletişim çok güzel, çok önemli bir etkileşim aracı ama bunun içinde bulunulan kültüre göre yapılması eksi tarafı. Çünkü olumsuzluklar daha da körüklenip benimsenebiliyor. Mesela homofobik bir toplumsan, eşcinsel nefretini ve düşmanlığını arttıracak şekilde kullanabilir medyatörler bu imkanı. Çünkü medyanın amacı da toplumsal fayda ve dönüşüm değil, çok para kazanmak. Muhafazakar toplumlarda da bağımsız medya olamayacağı veya güçlü olamayacağı için, çünkü güçlenmesine izin vermez tutucu hükümetler, iletişimi sağlıklı kullanmak mümkün olmayabilir. O yüzden hükümetler güdümünde insanları oyalayan bir oyuncaktır televizyon. Çünkü hükümetin çıkarına işleyen filtre denilen, RTÜK denilen bir sansür yöntemi mevcut. Kendi ideolojilerini bangır-bangır bangırdatıyorlar ama kendi ideolojilerine ters bir durum olunca insanın ümüğünü sıkıyorlar hemen.
Devletin televizyonu şimdilerde çıplaklıkla beraber klasik müzik gibi başka kültürlere falan düşman ya , eskiden Pazar konserleri, bale gösterileri falan olurdu, hala varmı ki acaba? Artistik Patinaj şampiyonaları falan da irret ediyordur muhafazakar iktidarın Devlet Televizyonlarını. Türbanla yapılaması mümkün olmayan bazı müsabakaların imdadına da çıplaklığa düşman TRT'nin sansürüne karşı özel televizyonlar yetişir sanırım. Abartmıyorum. Gerçekten bunlar kadın sporcuların açıkta kalan bacaklarından ve göbeklerinden de rahatsız olıyorlardır.
Beğenerek izlediğim dizi nerelere götürdü beni. "Krem" dizisinden bahsediyorum. Şekilci dünyaya karşı genetik mühendisi olan ve güzellik formülünü hayata geçirmeye çalışan çirkin bir kızın hikayesi, Duygu Yetiş'in oyunculuğuyla izlenmeye değer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder