Kendini erkek olarak tanımlayan veya eşcinsel olsa da adının konulmasını istemeyen, ister eşcinsel diyelim, isterse biseksüel belli bir olgunluğa gelince kendini-eşcinselliğini gerçekleştirmenin yolunu bulur. Ama o toplumun gözündeki erkek değerini korumak ister. O yüzden erkek gibi, hatta erkek olmak zorundadır. Adını koymak istemediği kendi cinsine olan yönelimiyle barışamasa da, başlarda zorlansa da, her seferinde pişmanlıklar yaşasa da, eşcinselliğini gerçekleştirir.
Her gerçekleşmeden sonra kaçtığı, beraberlik yaşadığı yer veya kişi değil kenisidir, eşcinselliğidir. Hatta tiksinir eşcinselliğinden, kendinden. Kabalaşır çevresine ama bu kabalaşma da kendisinedir. Dönem-dönem ara verir kendine, eşcinselliğine. Ama yapamaz kendisi gibi olmadan. Gene yaşar, gene yaşar, gene yaşar eşcinselliğini. Rahatlamış gibidir, barışmış gibidir kendisiyle ama ne zaman küçücük ters giden bir durum sonucu eşcinselliğiyle ilgili heteroseksist bir tepki, tehdit veya baskı almıştır birden gene kendine, eşcinselliğine tövbe etmiştir.
Oysa insanın gerçeğine tövbe edilmez ki kaçamayacağın için kendinden. En başta günah değildir eşcinsellik. O senin erkekliğe kendini teslim etme seviyenle, genetiksel-doğal yapının çelişkiden doğan dayatmasıdır. Öyle olmasa senin günah olarak algıladığını ben niye algılamıyorum? Çünkü doğamla barışığım. Ben senden daha az mı sevgi ve saygıya sahibim? Eğer manevi unsurlar iyilik-güzellik-doğruluksa, eşcinsel olmayanların manevi unsurlara daha mı uygun yaşadığını düşünüyorsun? Maneviyatın cinsel yönelimle zerre kadar alakası yok. Eğer çıkarlar için "gerçek maneviyat bu" diyorsan, o zaman ben senin maneviyatından şüphe ederim inandırıcı olmadığı için. Çünkü gerçekleri inkar eden maneviyat güzel değil çıkarcıdır ve iyi-güzel-doğru olamaz.
Üstelik sen kendinden kaçtıkça, korktukça çevre-heteroseksist yapı senin korkaklığını anlayıp daha çok fedaisini salacaktır üzerine. Sen korktukça onlar üzerine gelecektir. Çünkü senin kendinle barışamadığını, kendinden kaçtığını biliyorlardır artık. Oysa korkmasan senden ötesi eşcinsellik, gerçekler olduğu için onlar geri adım atacaktır. Onlara o cesareti veren biziz.
Ayakları gene kendisini eşcinselliğine götürmektedir ama tam yaklaştığı anda geri gitmekte, kaçmaktadır kendinden. Bu yarı yoldan dönmeler bir süre idare edecektir onu ama kendini-eşcinselliğini gerçekleştirme noktası dayanılmaz hale gelince gene teslim olacaktır kendine, doğasına, genlerine, eşcinselliğine. Uyutuyor şu anda bastırarak gerçek kimliğini-eşcinselliğini ama yenilecek erkekliği eşcinselliğe. Çünkü doğru olan, haklı olan, gerçek olan hep kazanır kendinden emin olduğu için. O da eşcinselliktir doğanın yapı taşlarından biri olarak.
Eşcinselliğe toplumsal baskının oluşturduğu ister nefret, isterse maddi-manevi korkular nedeniyle oluşan homofobi sonucu "hayır", "bir daha asla" diyerek rest çekemezsin. Çünkü o doğanın gerçeğidir. Senin kendindir. Toplumsal değerler, gelenekler-görenekler, maddi-manevi anlayışlar değişebilir ama doğanın gerçekleri, renkleri asla değişmez, değiştirilemez. Mavi, sarı, kırmızı ne ise eşcinsellik de odur doğada. Doğanın yapısında, genlerimizde değiştirilemez bir gerçektir.
Gerçekler güzeldir. Onu çirkinleştirmeye çalışanlar güzellik anlayışı kıt insanlardır, gerçekleri, güzellikleri görmekten aciz insanlardır, nasıl öğretilirse, ne kadar öğretilirse, onu doğru bilen, o kadarını bilen, gerçeklerle yüzleşme kapasitesi olmayan korkak insanlardır.
E var bir şey, niye kabul etmiyorsun ki? Durduk yerde oluşmuyor ya eşcinsellik. Canlı tarihinin gidilebildiği en eski zamanlardan beri var. Üstelik normal, hatta üstün yönelim olarak kabul edildiği dönemler ve mekanlar var. Sonradan adı koyulup inkar ediliyor eşcinsellik toplumsal yapının heterokapitalistleşmesiyle beraber. Samimiyetsiz sahte yapının varoluşu için ötekileştirmenin unsurlarından bir haline geliyor eşcinsellik.
Sadece eşcinsellik değil ki ötekileştirilen. Heteroseksizme ters gelen her şey ötekileştiriliyor, sonra tekrar doğal haklarını elde etmek için mücadele ediyor. Eşcinsellik bunlardan en başta geleni. Çünkü erkek dünyasının maddi-manevi varoluşuna en ters geldiği düşünülüyor.
Düşünülüyor da ne oluyor? Dönüp-dolaşıp gene doğanın gerçeğine geliniyor, kendi genetiğine, kendi yapısına geliniyor. Erkeklik denilince kılıçlar kuşanılıyor, kendini gerçekleştirme anında süngüler düşüp saf değiştiriliyor, inkar edilen, karşı çıkılan kendi tarafına, eşcinsellik tarafına geçiliyor.
Ardından gelsin pişmanlıklar, gelsin nefretler, gelsin şiddetler, gelsin cinayetler içselleştirilen toplumsal yapı ve kendi doğal gerçeğin arsındaki çelişkiden, çatışmadan dolayı.
Oysa doğru olan bir şey var. O da doğanın gerçeği eşcinsellik, kendin yani. İnkar etmenin, kendinden kaçmanın, kendinle yüzleşmenin, maske takıp başka kimlikle erkek gibi görünmenin hiçbir anlamı olmadığı gibi faydası da yok.
Çok mu zevk alıyor insanlar kendilerini ertelemekten veya erkelik denilen şey zaten gerçekleri inkar ederek kendini tutabilme kapasitesi mi? Ama bu kendini tutmaların hiç kimseye faydası olmadığı gibi, yüksek derecede patlamalarla gerçekleşip kişinin hem kendine hem de çevresine zarar veriyor.
Farklı cinsel yönelimler doğanın yapısına uygun olarak ihtiyaç duyuldukça gerçekleşse huzur için daha iyi olmaz mı? Olmaz çünkü erkekleşen dünyanın erkek kalması için saçma-sapan anlamsız bir mücadelenin verilmesi gerekiyor erkek doğası gereği.
Kendi doğamıza-kendimize-eşcinselliğimize ne zaman döneceğiz peki? Kendi doğamızdan-kendimizden daha mı önemli yapay doğa olarak dayatılan zorba ve duyarsız yapılar?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder