Çok u-mutluyum çok, ayakkabı numarama bir kala yaşımda. Özellikle bugün okuduğum Türkiye'nin nüfusunun 100 milyon olmayacağına dair haber, maddi-manevi her anlamda sağlıklı bir geleceğe dair beklentilerimin resmen gerçekleşeceğinin habercisiydi.
Nüfus artışı demek bilgi toplumu olamamak demektir. Bilgi toplumu olamayınca sırf karnını doyurmak için ekmek peşinde koşan, bunun için çıkarlarını her şeyin üstünde tutan, sanattan, duyarlılıktan uzak, kolayca sürüklenebilen eşitlikten, adaletten, demokrasiden uzak bir çoğunluk geliyor aklıma ve bunu da birebir yaşıyorum zaten.
Günümüzde sanata gereksizlik gözüyle bakılmıyor mu? Oysa sanat bir hobi olmaktan çok içimizdeki şiddete karşı bir törpü, haksızlıklara karşı duyarlılık, baskılara karşı isyandır. Onun için ahlaksızlık veya geleneklere, kültüre aykırılık olarak işaret ediliyor ya. Sanat yanlışları dile getirirse birilerini, çoğunluğu uyandırabilir, sisteme karşı mücadeleyi fişekleyebilir. Çoğulcu olmayan yönetimlerde sanat bir oyalama, eğlence aracı olmaktan öteye gidemiyor ne yazık ki. Olmaya kalksa zaten yapılmasına izin verilmiyor, ahlaksızlık diye bastırılmaya, susturulmaya, yok edilmeye çalışılıyor.
Nüfus artışı demek "Şükür Toplumu" demektir. Verilenle yetinmeyenin, hakkını-hukukunu isteyenin "belasını isteyen" demek olduğu bir toplum demektir. Emeğin insanın insan gibi yaşayabilmesi için değil de, birilerinin keyif çatabilmesi için kullanılmasıdır. Bağımlı kalmaktır işverene, bağımlı kılmaktır aile gibi kapitalizmin sömürgeci manevi unsurlarına. Neye karşı, kime karşı nüfus artışı savunulabilir ki? Çoğalınca, çok üretince, daha çok tüketmek için çoğalınca neye yarayacak dünyanın sonunu getirmekten başka. Kalabalık bir dünyanın hangi anlamda zenginliği olacak maddi veya manevi olarak. Nüfus artışı yüksek olunca herkes birbirinin aynı zihniyetinde olduğu için ne kültürel anlamda bir zenginlik olacak, ürettiğimiz de yetmeyince ne de maddi anlamda bir zenginlik olacak. Kalabalık nüfusu olan ülkelere bakın, hangi anlamda zenginler?
Cahil kalacağız çoğaldıkça, bilgiden yoksun kalacağız. Eşitlikten, adaletten yoksun kalacağız. Kalkınmanın nasıl olduğunu bilemeyeceğiz kendimizi, kendi geleceğimizi, kendi cebimizi düşünmekten. Çünkü her anlamda olumsuzluğun eninde-sonunda ucunun kendimize dokunduğunu, bütün felaketlerin zincirleme birbirine bağlı olduğunu, karşımızdakini, bütün dünyayı göz önünde bulundurmazsak, kendimizi bu olumsuzluklardan soyutlayamayacağımızı düşünemeyeceğiz. Toplumsal yaşama ne yatırırsak, kendimize onun döneceğini bilemeyeceğiz cahil kalmaktan.
En önemlisi de cahil kalmaktan kendimizi tanıyamayacağız, kendimizden kaçacağız, kendimizden korkacağız, kendimizden nefret edeceğiz, kendimizi gerçekleştirmeyeceğiz, saldırganlaşacağız, insanlıktan-duyarlı olmaktan uzaklaşacağız, acımasızlaşacağız, büyük felaketlere sebep olacağız-alet olacağız.
Değer verdiğimiz, maddi-manevi çıkarlarımız için, dışında kalmamak için hetero-kapitalist sistem olacak. Bildiğimiz öğrendiğimiz de o olacak. Ona inanacağız. Onun kölesi olacağız. Geleneksel kültür dediğimiz muhafazakar yapıyla büyüdüğümüz için de normal kendimiz değil, içselleştirdiklerimiz olacak. İçselleştirdiklerimizi kendi yapımız sanacağız.
Zaman-zaman pörtleyen genetiksel-doğal yapımızla düşmanımız gibi savaşacağız kendi içimizde. Kendimizi tutmamızın adına da ne diyecekler; "Bu dünyada vermek zorunda olduğumuz sınav." Ben kendim olmamak için neden sınav vereyim ki, neden kendimi tutayım, neden kendimi erteleyeyim ki? Sınavsız bir yaşam vadedilse hetero-kapitalizm çöker çünkü. O yüzden okumak yerine önce elimizin ekmek tutmasını öğretiyorlar, mecbur bırakıyorlar "en az üç-beş çocuk diyerek" de. Kalem tutmasını öğrenirse elimiz, tek kalemde çizeriz çünkü sistemi.
Homofobinin bitmesi bunun neresinde mi? Hetero-kapitalizm olmazsa dayatmacı değerleri olmayacak, insanlar kendileri olacak, kendileriyle tanışacak, kendileriyle barışacak da ondan. Ama şu anda kendimizle yüzleşmeye vaktimiz, cesaretimiz yok, bırakılmıyor. Hayatta kalabilmek için önce aslanın ağzındaki ekmeği almak için mücadele vereceksin. Sen çoğaldıkça da ekmekler hep aslanların ağzında olacak, insanlar da hep o ekmek için mücadele edecek, zaman harcayacaklar, kendilerini yaşayamayacaklar, kendilerine yabancı kalacaklar, kendilerine homofobik olacaklar.
Hetero-kapitalizmin hükmünün kalmadığı, eşcinselliğin normal karşılandığı bir dünyada homofobi olur mu sizce de? Bunun için de kimsenin güdümünde olmayan, bilgisiyle-kültürüyle, doğruyu-yanlışı kendisi ayırt edebilen maddi-manevi sağlıklı plan-program dahilinde bir nüfus olması gerekir.
İhtiyaç olursa çoğalmak sorun değil ki? İnsanların ekonomiden önce geleceğe umutla bakabilecekleri eşit bir dünya olduktan sonra 9 ay daha vaktini ayırabilir. İş dokuz ayla bitmiyor mu? Kontrolsüz nüfuslarda insanlar yaşamlarının tamamı çocuklarını büyütmekle, onların geleceğini düşünmekle geçiriyor. Bu daha mı iyi? Heteroseksizme göre daha iyi tabi. O zaman insanları istediği gibi yönetebiliyor çünkü. Bilgili bir az nüfus olursa, heteroseksizm erkenden ölecek çünkü.
Ailelerin eşcinsel çocuklarının gelecekte heteroseksüel evlilik yapmaktaki ısrarlarının altında da bu kapitalist sistemin aile yaşamını empoze ettiği çıkarcı emellerinin içselleştirmeleri yatıyor; "Yaşlanınca sana kim bakacak?" Evlendiğin kişi yaşlanmayacak mı? Evlendiğin kişi senin hizmetçin mi peki? Hastalıkta ve sağlıkta insanların birbirlerine bakmasının garantisi mi heteroseksüel evlilikler ve aile kurumu? İçten olmayan garantör-mecburiyetten bakım kadar, insanın-bakıma muhtaç kişinin gücüne giden bir şey olamaz? İnsan sevdalısına her koşulda daha iyi bakmaz mı? Bırakın eşcinseller sevdiklerine bile-isteye canı-gönülden baksınlar ki, hem bakana, hem de bakılana eziyet olmasın psikolojik anlamda en önemlisi.
Çevrenizde bırakın babasına-kocasına bakmayı, daha elden-ayaktan düşmeden bile eşcinsel olduğu için babasından-kocasından utanan eşler, çocuklar yok mu? Eşcinsellerin geleceğinin garantisi amacıyla evlenip aile kurması, çocuk yapıp çoğalması eşcinsellerin faydasına değil zararınadır, homofonin artmasının nedenlerinden birisidir.
Eşcinsellerin nüfus kalabalığına katkı sağlamaya itilmelerinin altında belki onların geleceğini düşünmekten çok, aile şerefini kurtarmak yatıyordur ama, içselleşmiş geleneksel kültürün çocuklarının gelecek garantisi sayılan aile kurumu gibi manevi unsurları gözardı edilemez.
Homofobinin bitmesini 2046'ya bağlamamın sebebi de nüfusumuzun o yıl düşmeye başlayacak olması.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder