Ben de bütüncüllüğe inananlardanım ama antroposentrik parçalarımı hiç sevmiyorum, kesip atmak istiyorum ahlakımın o taraflarını. Heteroseksist, homofobik, transfobik cerahatları temizlemek istiyorum.
Hayatım boyunca etik kelimesini sevmemişimdir ve kullanmamışımdır da. Iıyyy! Anlamını da tam olarak öğrenince, yani insanların yaşamlarını nasıl sürdürmeleri gerektiğiyle ilgili ahlaki ilkeler ve değerler olduğunu öğrenince de ne kadar haklı olduğumu öğrenmiş oldum. İnsan anlamını tam olarak bilmese de kansal-kimyasal bir uyuşma olmayınca ısınamıyor zaten bu ne olursa olsun. Ben dilimizde genel anlamda ahlak olarak biliyordum sadece. O ahlakın toplumsal değerlerle alakalı olduğunu öğrendikten sonra da, mecburiyetten duymak dışında o kelimeyle hiçbir ilgim kalmamıştır, duyurulur. İnsanlar da ne çok severmiş o kelimeyi ki sanattan spora, "Hiç etik değil" diyerek başlıyorlar kendilerine ters gelen bir durumla ilgili açıklama yaparlarken. Bu etiksel anlayışlar da bana hiç uyumsal değiller ama.
Çevre etiği de toplumsal ilke ve değerlerin insana, doğaya uyarlanmasıymış. Heteroseksizme ne çok benziyor. Kendilerini doğaya uyarlıyorlar ve doğanın kanunları diye yutturmaya çalışıyorlar. Yani kadın var erkeğe hizmet eden, onun dışındakiler doğa dışı.
Gelelim ana konumuz antroposentrik etiğe. İnsanlar kendilerini doğada yaşayan diğer canlılardan üstün görüyorlarmış bu etiğe göre. Ben de bu inanış nereden geliyor diyordum. Hani insanların doğaya uyarladıkları yaratılış inancı var ya, işte bu antroposentrik etiğin konusuymuş. Her neyse, bu inanışa göre doğadaki bütün canlılar insanların kullanımı için varmış ve bu insanların çevreye ve insan dışındakilere karşı hiçbir sorumlulukları yokmuş. Hatta heteroseksizme göre bütün canlılar erkeklerin kullanımları için varlar ve erkeklerin de hiç kimseye karşı sorumlulukları yok. Ben de dünyayı insanlar neden bu kadar bonkör kullanıyorlar diye merak ediyordum. Bu savurganlık kendi değerlerimle uyuşmadığı için, kendimi çok yalnız hissediyordum. Tek sorumlulukları, diğer kullanıcılara, yani birbirlerine karşı duydukları saygıymış ama ben hiç kimsenin birbirine saygı duyduğunu görmedim. Nedense hep saygı bekliyorlar. Çıkara göre yalakalıktan bahsediliyorsa, ondan bol miktarda var. Zaten son bilimsel araştırmalara göre yalakalık geni de bulunduktan sonra, bu kelime de hak ettiği değeri fazlasıyla kazanacaktır. Acaba antroposentrik inanışın daha ilkel halini mi yaşıyoruz dünyamızda? Çünkü şu anda dünyaya hakim olan insanlar değil, sadece erkekler ve onların da hiçbir şeye karşı saygıları yok. Sevgileri bile içgüdüsel; Canları isteyince seviyorlar, canları isteyince dövüyorlar.
Sorunlarını teknolojiyle çözüyorlarmış ama, onlar bence teknoloji olmasa bile kendi kafalarına göre bir çözüm yolu bulurlar. Hatta teknoloji çıkarlarına ters düşünce yasaklayabiliyorlar bile.
Yaratılmışların alt-üst ilişkilerinde içinde insan barındırmayan doğa, en alt basamakta yer alırmış. Tanrım tam heteroseksizm! Her şey erkeklikten sonra geliyor, her şey onun altında. En üstte erkekler. Sadece insan olmayan dışındakiler bile alt basamakta olsaydı-eşit haklara sahip olabilseydi diğer insanlar, bu alt-üst sınıflandırması tamamen kalkmasa bile, en azından bu kadar açık ara olmasaydı basamaklar, dünya bu kadar adaletsiz olmazdı. Erkek dışındakiler, insan dışındakiler, doğal kaynaklar, çevre bu kadar hor kullanılmazdı belki.
Din de antroposentrik etik-ahlak aracılığıyla doğanın sömürüsünü meşrulaştırıyor-yasalaştırıyormuş. Zaten heteroseksizmin de en büyük dayanağı manevi duygular değil mi? Onun üzerinden yapılmıyor mu bütün adaletsizlikler, eşitsizlikler, ayrımcılıklar...? Sanki her şey erkekler için!
Canlı ve cansız çevrenin tamamına göre, ekosentrik ahlak evreni de içine alan bütüncül bir yaklaşım sunuyormuş. Tüm canlıların bir var oluş değeri, yaşama ve kendini gerçekleştirme hakkı varmış. E çok doğru amaaa! Bu dünyada tek insanlar olsaydı yaşam diye bir şey olmazdı. Ama hakim insanlara göre, insanlar varsa her şey gene olurdu. Yaşama ve kendilerini diğerleri üzerinden gerçekleştirme hakları da sadece onlara ait.
Bir görebilseler bu ekosentrik ahlaka uymamalarından dolayı kendi sonlarını hazırladıklarını. Ahlakçılık dedikleri, çıkara göre ahlak yaratmak dedikleri bu olsa gerek. Ama onlara göre dünyanın sonu gelecek ve öteki dünyada yerleri olduğu için, bu dünyayı sonuna kadar kullanmak istiyorlar galiba. Bu dünya onlar için yaratılmış ve haklarını sonuna kadar kullansınlar ki, ziyan olmasın. Sanki ekmek zafiyetini önlemeye çalışıyorlar.
Bütüncül yaklaşım demiştik ya, bunun temelinde, her şeyin birbiriyle bağlantılı olduğu yatıyormuş. Ama insanlar ne yapıyor; Bütünün içinde kendinden başka her şeyi kendilerinden aşağı görüyorlar, kısa vadeli çıkar hesapları yüzünden kendilerine benzemeyenleri, kendi parçalarını kesiyorlar, öldürüyorlar, yok ediyorlar. Bunu ne adına yapıyorlar; Kendilerini üstün tür kabul ettikleri için, kendilerini koruyan antroposentrik ahlak adına.
Ben de bütüncüllüğe inananlardanım ama antroposentrik parçalarımı hiç sevmiyorum, kesip atmak istiyorum ahlakımın o taraflarını. Heteroseksist, homofobik, transfobik cerahatları temizlemek istiyorum.
Derin Ekoloji; Endüstrileşme karşıtlığı. Woooow! Şu hayatta neler varmış da, haberimiz yokmuş. Üstelik kökleri 18. yüzyıla dayanıyormuş. Endüstrileşmenin küreselleşmediği dönemlerde bile karşıynış endüstrileşmeye romantikler Avrupa ve Amerika'da. Yaşasın romantizm! Romantik denilince insanların aklına aşksal anlamda aşırı duygusallık gelir. Oysa içinde edebiyat, resim, müzik, tiyatro gibi sanatları barındıran estetik, artistik, entellektüel bir akımdır. İşte bu romatikler de ekosentrik ahlaka sahipler; Bütüncülcü, eşitlikçi, ortak yaşam ve varoluşcu, sınıfsız, çevreci, iş bölümcü, anti merkezci ve sezgisel. Sanatçı yani. Tıpkı biz!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder