Dünkü bir haber de herkesin bir ötekisi olduğuna dair çok önemliydi. İki zenci kadın, erkekler tuvaletine girdi diye bir transseksüeli öldüresiye darp ediyorlar herkesin gözü önünde. Kimse yardım edememiş; Çünkü kadınlar yardıma gelenleri yaklaştırmamışlar yanlarına.
Acaba burada darp edilenin transseksüel olmasından dolayı, görenlerin en ötekisi olan transseküelliğe karşı bir duyarsızlığı olabilir mi? Demek ki beyazlığa göre zencilik ötekilik de olsa, transseksüellik ötekileştirilenlere göre ötekinin de ötekisi.
Hangi cesaretle zenciler transseksüeli darp ediyorlar peki? Cinsiyet ayrımcılığı yüzünden! Kendileri-zenciler geçmişte bu ayrımcılığın acısını çekmelerine ve hala ayrımcılığa maruz kalmalarına rağmen cinsiyetçi bir ayrımcılık yapabiliyorlarsa, bu geçmişin öfkesini ötekileştirmek ve ötekileştirilenlerden çıkarmaktan çok, varoluş için herkesin bir öteki oluşturabileceğinin kanıtı.
Kendimiz olamayıp, kendimiz olarak var olamadığımız için ötekileştirdiklerimiz üzerinden var olmaktan kurtulamıyoruz. Bu egemen sisteme yaranmak-kabul edilmek için "ben senden daha iyiyim, daha kabul edilenim" ayrımcılığından, aidiyet kompleksinden başka bir şey değil. Irkçılık, milliyetçilik, gösteriş, caka hep kişinin ezikliğinin verdiği bir tatmin olma yolu birilerini aşağılayarak, dışlayarak, nefret ederek, hatta öldürerek.
Peki var olunabiliyor mu birileri üzerinden? Var olunabilseydi ötekileştirmeler sona ererdi. İnsan kendisi olarak var olmadığı sürece bu ötekileştirmeler de devam edecektir. Bütün engellere, sistematik olarak bütün engellemelere rağmen kendimizle barışmaktan başka çare yok. Sisteme dahil olmak, kendinden kaçmak, kendini kandırmak geçici ve sahte bir varoluş şekli.
Zencilerin altın dişle gülümseyerek güç-zenginlik gösterisinde bulunmasının altında bile yok sayılmak ve ezilmişlik var. Çünkü bastırılan pörtler. Aksesuarlarımız, davranışlarımız bir takıdan öte içimizde uyuttuğumuz kimliğin dışa yansımasıdır. Saç uzatmak, sol kulağa küpe takmak falan tarihi karakterlere imrenmek-özenmek değil, bastırılmış kimliklerimizi birilerine-bir şeylere sırtımızı dayayarak farklılığımızı ifade etmektir.
Benim de kendimi göstermeye çalıştığım dönemler oldu bütün eleştirilere rağmen. Var olabilmek için kendinle yüzleşemediğin sürece gizlediğin kimliğine dair arkandan trompet çalsalar dahi, sahte bir varoluş pahasına da olsa duymazlıktan-görmezlikten gelebiliyorsun alayları. Ne zaman "ben eşcinselim" dedim, kendimi dolaylı yollardan ifade etmekten, üzerimdeki kendi-kendime yaptığım baskıdan kurtularak derin bir nefes aldım.
Duyacaklarmış, göreceklermiş, öğreneceklermiş baskısı olmayınca zaten ne olduğun-kim olduğunla ilgili takıntın-problemin de kalmıyor. Birileri bir şeyler yapsa dahi aleyhinde, onlarla, onların seviyesinden değil, bir üst basamaktan, daha asil, daha olgun, onları kazanma yoluyla mücadele etmesini de öğreniyorsun. Çünkü saldırganlığın sebebi de bastırılmış kimlik. Alıngan oluyorsun kendinden kaçtığın sürece kendinle ilgili gerçeklere karşı. Yaran olduğu için gocunuyorsun yani. Öteki olmana rağmen ötekileştiren de oluyorsun. Hiçbir farkın kalmıyor ayrımcılık yapanlardan.
Kısaca öteki olmamanın yolu ötekileştirmemekten geçse de, önce içimizde gerçek kendimizi ötekileştirmemekten geçiyor. Göründüğümüz gibi olmayalım, olduğumuz gibi görünelim. Göründüğümüz şekli heteroseksist sistem belirliyor çünkü. Biz o olmayabiliriz. Kimiliğimiz toplumsal kalıba-kıyafete uymayabilir. Neden onu-toplumsal kimliği sırtımızda kambur gibi taşıyalım. Herkes heteroseksizmin kamburunu taşıyor diye bizimde mi kambur olmamız lazım. Doğanın bize biçtiği bir yapı var. Neden o yapıdan utanalım. Kendisi gibi olmayanları kabul etmeyen doğal olmayan sistem utansın. Ama erkek egemen sistem kendini öyle bir içselleştirtiyor ki, biz kendi gerçeklerimizden, kendi yapımızdan utanır hale geliyoruz.
İçimizde kendi gerçeklerimizle-kimliğimizle yüzleşememenin sıkıntıları var her an patlamaya hazır. Bu bastırmalar yüzünden erkek egemen yapının malzemesi oluyoruz bizi istediği şekilde kullandığı. Eşcinselliğimizi sakladığımız için şiddetlere, nefret cinayetlerine kurban gidiyoruz. Biz saklandıkça-sustukça şımartıyoruz heteroseksizmi. Öfkemiz, içine kapanıklığımız, suskunluğumuz, korkaklığımız kendimiz olamadığımızdan olduğu gibi, kendimiz olmamıza karşı oluşturulan engeller bizim de beslediğimiz işte bu şımarıklıktan. İlla ki canımızın yanması veya yok mu olmamız gerekiyor isyan etmemiz için, kendimiz olarak haykırmamız için.
Yıllar önce şiddete maruz kaldığımda, darp yüzünden muayene olurken, iş yerimdekiler eşcinselliğim yüzünden şiddete maruz kaldığım anlamasınlar diye, doktordan yaralarımın iyileşeceği süre kadar rapor vermesini istemiştim. Doktor bana, "Niye utanıyorsun ki yaralarından, utanması gereken birileri varsa seni bu hale getirenler" diyince, sanki arkamda dağ gib bir dayanak varmışcasına, olay anında güçlü olmak, kendini korumak veya "ben bunları hak ediyorum" un içselleşmesiyle bir damla göz yaşım akmazken, birden ağlamaya başlamıştım kendimi tutamayarak hastanede.
Biz kendimiz olamayıp-kendimizi tuttuğumuz sürece bu boşalmaları, bu rahatlamaları hep heteroseksizmin köteğiyle yaşamaya mahkumuz. Oysa ne kendimizi tutma mecburiyetimiz var, ne de heteroseksizmin istediği gibi olma mecburiyetimiz. Biz kendimiz olmadığımız sürece heteroseksizmin ötekileştirmesinden kurtulamayacağımıza göre, kendimiz olmanın zorluklarını göze alalım ki, aldığımız darbeler bir işe yarasın. Yoksa sessiz kaldığımız sürece öyle ya da böyle öteki olmaktan, darbe almaktan başka bir şansımız yok.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder