Kadın erkek-eşit deniyor. Peki neden hala karar verenler erkekler, haklarında karar alınanlar hep kadınlar oluyor. Başbakan kim, bakanlar kim, yöneticiler kim? Çok mu zor bir kadını yöneten yapmak?
Kadının yönetebileceğine mi inanmıyorsunuz, daha iyi yönetmesinden mi korkuyorsunuz? Çünkü kadın ve erkek arasında çok önemli fark var? Erkekler fizikleriyle yönetir, kadınlar beyinleriyle. Bu da erkeklerin, konuşarak anlaşmak ve huzur içinde yaşamak yerine çatışmayı, dövüşmeyi ve savaşmayı tercih etmesi demektir.
Haberlere bakıyorum;
Lisedeyken duygusal ilişki yaşadığı erkek tarafından kurbanlık koyun gibi boğazı kesilen kadın, 10 gün sonra yaşama dönmüş.
Arabistan'da kadınlar artık, yanlarında erkekleri olmak ve tepeden tırnağa kapalı kıyafet giymek koşuluyla bisiklete binebilecekmiş.
Şimdi bu iki durum arasında demokrasi olarak bir fark olduğunu zannedebilirsiniz ama erkek zihniyeti açısından bence hiç de yok. Açık veya kapalı, bazı haklar elde edilmiş veya edilmemiş, sonuçta erkek eğemenliği varsa, bazı özgürlükler laftadır veya yarına kadar süreceğinin bile garantisi yoktur. Kedi-fare oyunu gibi görüyorum heteroseksizmin demokrasisini.
Eşitliğin tek yolu hakların verilmesini beklemek değil, haklarına sahip çıkmakla mümkündür. Erkekliğin eşitlik, hak ve özgürlük vermesini beklersen, kendini kandırırsın. Kendine inanacaksın, haklarına sahip çıkacaksın. Bu kadar basit!
Sen haklarına sahip çıktıktan sonra heteroseksizm istediği kadar "güç bende, kumandan bende" desin. Sen yaşama hakkını özgürce kullandıktan sonra, heteroseksizmin gücü de lafta kalacaktır emin ol.
Erkeklik dışında olmak teslimiyetçilik gerektirmemeli. Erkekliğe inancımızın % 10'unu bile kendimize inanmaya adasak, akıl, fiziksel güce yenilmeyecektir inanın.
Eşitsizliğin nedeni insanın kendidir, kendine inanmamasıdır. Bir insanın yaşama hakkına başkaları karar veremez ki.
Karar mercii ne kadar yüksekte olursa olsun, insanın insanca yaşaması, insan hakkıdır, doğa kanunudur. Doğadan daha üstün olduğuna mı inanıyorsunuz erkekliğin? Tabi erkeklik kanununu doğa kanunu kabul ederseniz, erkekliğin üstünlüğüne de inanırsınız.
Aşk ve sevgideki bu güç dengesizliğini gördükçe, aşık olmak, sevmek kavramları benim için anlamını yitiriyor. "Neyi sevmek, kimi sevmek, neden sevmek?" gerektiğini anlayamıyorum. Bir insan kendini sevmezse, kendine saygı duymazsa, sevmek, sevmek midir? Sevmek köle olmak mıdır, kurban olmak mıdır? İnsan nasıl gözü kapalı sevebilir? İnsan nasıl ölümüne sevebilir? İnsanın kendisi olmayınca sevmenin anlamı olabilir mi? Bu hastalıklı bir ruh halinden başka bir şey değildir.
Zaten akıl ve mantığın devreye girmediği her şey benim için yanlıştır. Kurtarılması da söz konusu bile olamaz. Akılsızlık varsa zafiyet kaçınılmazdır. Bugün kurtarsan, ertesi gün gene teslim olacaktır, kurban olacaktır, kaybedecektir hayat mücadelesini.
Erkeklik dışında kalan kesim, "Bizi anlayamazsınız" diyorlar. Doğru anlayamıyorum. Ben insanın kendisine olan böyle sevgisizliğini ve saygısızlığını anlayamıyorum. İnsanın varolmak için mücadelesizliğini, pasifliğini anlayamıyorum.
Bir çok eşcinsel "Ailem öğrenirse öldürür, açık eşcinsel olursam işsiz kalırım, aç kalırım" diyor. Peki açık eşcinsel olanlar aç kalıp hemencecik öldürülüyorlar mı? Sen, "Ben kendime inanmıyorum, istersen öldürebilirsin" anlamında kendine olan inançsızlığını sergilersen, öldürülürsün de, aç ve işsiz de kalırsın. Sen de bir dünya kur kendine. Kimse kimseye bağımlı olmak zorunda değil ki. Evet, birilerine bağımlı olmamak, kendin olmamaktan daha kolay.
İnsan haklarının olmamasının sebebinin, insanların kendilerine inançsızlığından kaynaklandığına dair bir örnek vermek istiyorum. Hani benim bir transseksüel arkadaşım var ya, ailesinin her şeyi bildiği (Zaten görünen köy klavuz ister mi?) ama buna rağmen ailesi hayattan göçünceye kadar bu konuyu aile masasına yatırmak istemediğini söyleyen... İşte bu arkadaşımıza amcası, heteroseksüel evlilik yapması için baskı yapmış. Hem de taa Fransa'lardan gelerek. Ayol o zaten kadın! Nasıl kadınla evlenebilir ki? Arkadaşımız bu baskıdan rahatsız oluyor, sinir oluyor ama uzun saçlarına ve tırnaklarına, küpelerine, taytına ve de ağdalı kollarına-bacaklarına rağmen amcasına diyor ki, "Evlilik, çoluk-çocuk gelecek garantisi değil ki?" Transseksüel arkadaşımız genel olarak da zaten, "Evet, eşcinsellik, transseksüellik bir ahlaksızlıktır. Ucunda ölüm varsa da kabulüm, hapis varsa da" diyor. Yani her şey apaçık ortada. Kendinden kaçışın bir alemi var mı? Transseksüelliğin bu kadar ortadayken hala ailenle birarada yaşayabiliyorsan, ailen hala gerekçelerle seni heteroseksüel yapmaya çalışıyorsa, burada sorun ailende değil senin kendinde. Eğer LGBT'lere karşı direkt ve ansızın bir yok etme politikası yoksa, bu LGBT'lerin kendi varoluşları için, değerlendirmek istemedikleri bir imkandır. Transseksüel bir kadın olarak hayatını süreceksin ama adını koyamayacaksın. Pes demekten başka bir şey diyemiyorum.
Eşitsizlik işte böyle bir zihniyetin, böyle bir teslimiyetçiliğin ürünü. Suçluyu uzaklarda aramamıza hiç gerek yok. Suçlu, haklarımıza sahip çıkmayan kendimiziz. Şimdi ailem beni heteroseksüel evliliğe zorlayacak, sevdiğim beni boğazımdan kesecek, veya bir şeylerden yararlanmam için erkekliğin koşullarını kabul etmem gerekecek ha ... Arkadaşım bana diyor ki, "O sensin." Evet o benim ama siz kimsiniz? Uzaktan kumandalı televizyon mu? Evet aynen öyle. Tepelerinde heteroseksist güçler olmasa bile, bunlar kendi kimliklerini gönül rahatlığıyla, içlerine sindire-sindire yaşayamazlar. Çünkü kumanda merkezi, korkaklık-özgüvensizlik babında ya genlerinde ya da heteroseksizme uygun yetiştirilme tarzının içselleşmesiyle doğduğu günde.
Unutulmamalı ki, varoluş insanın kendini sevmesi ve saymasıyla başlar. Ama kompleksiz ve samimi bir sevgi-saygıyla.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder