Mesela 50'lerden Elvis Presley ve Frank Sinatra hiçbir zaman benim başımı döndüremediler.
Ella Fitzgerald, Billie Holiday, Sarah Vaughan da daha önceden keşfettiğim sanatçılardan ama gene de Ella Fitzgeral dışındaki diğer ikisini çok özümsemedim daha.
Ray Charles ve Miles Davis de o dönemin en önemli iki ismi. Tamam güzel şeyler yapmışlar ama beni tam anlamıyla tamamlamıyorlar. Çok ayıp gelebilir belki bir çoğuna. Belki de onları anlayacak seviyeye daha yeni geleceğim veya hiçbir zaman gelemeyeceğim.
Duke Ellington da sonradan öğrendiğim piyanist sanatçılardan. Onu da dinledim, dinliyorum ama aklımda kalan bir şey olmuyor dinledikten sonra.
Little Richard da artık bildiklerimden.
50'lerdeki diğer 1001 albüm sahipleri duysam bile hafızamda tutmadıklarımdan.
...
Bu yazıyı yazmak ve de müziği kaderini belirleyen bu sanatçılar hakkında laf söylemek hiç haddime değil biliyorum. Ben sadece müziği keşfetmeye çalışıyorum.
60'ları dinlemeye adını en çok duyduklarımdan Joan Baez'le başladım. Kendi adını taşıyan ilk albümünü dinlemeye başlayınca, insan bir duraksama hissediyor. "Tamam öncekiler de iyiydi ama onlar iyiyse, Joan Baez ne oluyor?" diyesi geliyor insanın. İşte Joan Baez'le tamamlandım. Ruhuma iyi geldi. İçimdeki isyanı, fırtınayı sanki temsil etti, ifade etti. Sesinin rengi, şarkı söyleme tarzı, "İşte bu benim dinlemek istediğim tarzlardan biri" dedirtti. Albümü başından sonuna kadar sıkılmadan dinledim. Joan Baez faktörünün yanında, albümün ve şarkıların o kadar önemi kalmıyor zaten. İnsanın böyle ses ve yorumlardan ne olsa dinleyesi geliyor. Joan Baez, bilsem de, dinlesem de, belki de dönem kaybı nedeniyle çok üzerinde durmadıklarımdandı. Bundan sonra tabi ki de tepeden tırnağa didiklemem gereken sanatçılardan birisi olacak. Ölmeden önce tam anlamıyla keşfedeceğim onu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder