"Kayıp Şehir" dizisinin bu bölümü çok etkileyiciydi benim için. Zenci Daniel'in öldürülmesi, sanki gerçek hayatta tanıdığım birisini kaybetmiş gibi üzdü beni. Hayatta her gün birilerinin öldürülmesine duyarsız kalıp, bir karakterin öldürülmesinden etkilenmemin trajedi yaratmakla falan alakası yok bu durumun. Çünkü bir eşcinsel olarak farklılıkların yok sayılması, yok edilmeye çalışılması zaten kanayan yaram. Dizinin samimi havasına bir parantez açmak gerekirse, sinema veya dizilerin kalitesinin temel noktası hikaye ve bu hikayelerin profesyonelce senaryolaştırılması. Bu dizinin de senaryo ekibini tebrik etmek lazım ama raiting için keşke Daniel bu kadar erken öldürülmeseydi. Farklılıklara karşı duyarlılığın arttırılması için senaryo gereği de olsa bu acının yaşatılması gerekliydi belki ama keşke buna ihtiyaç duyulmayacak duyarlı bir dünyada yaşasaydık ve dizilerde bile insanlar böyle cahilce öldürülmeseydi, biz de bu acıyı hissetmeseydik.Yani insanların insanlığa ulaştığı bir dünyada yaşıyor olsaydık ve hayatı acısız yaşayabilseydik
İdealize edilmiş, kurgulanmış bir dünyanın figüranları olduğumuzun farkında mıyız? Yakışmak, yakıştırılmak üzerine kurulmuş bir dünyada yaşıyoruz. "Çok bilmişler" karar veriyorlar nasıl yaşayacağımıza. Bizler de onların kodladığı şekilde kabulleniyoruz her şeyi. Bize uymadığı halde bu kodlara biz de inanıyoruz, bu kodlarla yaşamaya çalıştığımız gibi, başkalarını da bu şekilde kodlamaya çalışıyoruz. Ayrımcılığa maruz kaldığımız halde ayrımcılık yapmıyor muyuz? Aysel'in dediği gibi "Bir zenciyi aşkımızı ilan edecek kadar sevebilir miyiz?" diyeceğim ama, kendi beynimiz, kodlanmışlığımız bu sözün karşısında çok değersiz, çok aciz kalır. Ne demek yakışan yaşam, yakışan hayatlar? İki dünya güzeli fizik yan-yana olunca daha mı dengeli dönüyor dünya acaba? Bizler bile fizksel kıstaslar ararken, eşcinsel olarak bizi kim sever? Hele eşcinsellerin duygusal ve fiziksel paylaşım için, sadece "erkek-eşcinsel olmayan-eşcinselliğini reddeden" seçebileceğine inanmış bir toplumsal cinsiyet kodlamasına maruz kaldıysak vay halimize ki, hep kendimizi kandırıyoruz sevildiğimize dair. Heteroseksist bir dünyada bir eşcinseli, bir transseksüeli, bir LGBT'yi, bir heteroseksüel veya heteroseksüel olduğunu iddia eden bir cinsiyet ne kadar sevebilir, ne kadar aşkının arkasında durabilir, ne kadar garantisi vardır bu aşkın? Çünkü onlar-heteroseksüel olduğunu iddia edenler bile kendilerini sevmiyorlar ki, açık bir eşcinseli sevsinler. Ancak cinsel ihtiyaçlarını tatmin edecek kadar sevebilirler, sonra heteroseksüel rollerine geri dönerler. Ne kadar kabul etmeseniz de (Yani feminen eşcinseller beraber oldukları kişilerin eşcinselliğini asla kabul etmezler), onlar da kendileriyle barışamamış birer eşcinsel. Yoksa heteroseksist bir dünyada eşcinsel olmayan birinin eşcinsellerle ne işi olabilir ki. Eşcinsellerin kendileriyle beraber olan erkeksilere eşcinselliği konduramamasıysa, heteroseksist kodlamanın eşcinsellerimizi heteroseksizme ne kadar benzettiğinin göstergesidir. Bu kafayla eşcinsellerimizin işi çok zor gerçekten.
Tamam mutlulukları için, içlerinden geldiği gibi protipleştirilmiş eşcinsellikleriyle yaşasınlar ama mutlular mı gerçekten? Toplumsal cinsiyetin, toplumsal erkeklik ve kadınlık dışında da kimliklerin olabileceğini düşünsek ve de denesek belki daha mutlu olacağız. Denemeden bilemeyiz ki. Alışılmış tarzdaki eşcinselliği yaşamaya çalışıyoruz ama ben çoğunlukla bilinçsiz oldukları üzere, eşcinseller arasında aşk ve sevgi konusunda mutlu olan bir eşcinselle de hiç karşılaşmadım diyebilirim. Çünkü öğrendikleri ve uygulamaya çalıştıkları format doğallıktan uzak ve yapılarına ters. Bir şeyin düzgün ilerleyebilmesi için orjinal olması gerekmez mi? Yedek ve yapay yapılarla ne kadar sağlıklı paylaşımlar yaşanabilir ki? Ben kimseye "Öğrendiklerinin dışına tamamen çıkarak, evdeki bulgurdan da olsun" demiyorum. "Öğrendiklerimizin, bildiklerimizin dışında da.bir hayat olabileceğini düşünelim" diyorum. Herkesi bu protipleştirilmiş sınıfa dahil etmiyorum ama genellikle böyle değil mi? Bir kendini kadın sınıfına sokan eşcinseller var, bir de erkeğiz diye geçinen gizli eşcinseller var. Bir sonuca varılıyor mu toplumsal erkeklik ve kadınlık rolleriyle? Heteroseksist dünya idealize ettiği erkeklik ve kadınlık dışındaki uydurma kimlikleri niye kabul etsin ki? Bu kandırmacayla yani kendimizi kandırmakla sadece heteroseksizme tehdit unsuru olmaktan çıkmış oluruz.
Sinema ve dizi dünyasında neden normal olarak gösterilmiyor eşcinsel tiplemeleri? Bidiğimiz üzere hepsi de kırıtan, seksi işçiliği yapan, uzak durulması gereken tehlikeli ve ahlaksız tipler olarak gösteriliyorlar. Denetleme kurulları ancak bu kadarına izin verebiliyor. Eğer "sağlıklı" tipler olarak gösterilirlerse, özentilik bir durum falan yaratır diye hemen sansür mekanizması devreye giriyor. Zaten her mekanizma, çıkarlarını korumak ve var olabilmek adına otosansürünü de esirgemiyor kendinden. Tıpkı eşcinsellerin kendi kimliklerine kendilerinin sansür uyguladığı gibi. Açık eşicnsel olarak toplumu rahatsız etmememiz gerektiğine o kadar şartlanmışız ki, açıklıklarından dolayı başına bir şey gelen eşcinsellere "oh olsun" bile diyoruz. Bir eşcinselin neyine ki eşcinsel olarak varolabilme mücadelesi! Eşcinselliklerinden kurtulabilme mucizesi olsa, dünden razılar heteroseksüel olmaya, erkek veya kadın olmaya. O yüzden, bir eşcinselin rol kalıbı bellidir. Tek kelimeyle anlatacak olsak "güçsüzlük"tür; Eşcinseller bir erkek gibi güçlü olamazlar. Muhtaçtırlar heteroseksizmin gücüne-kuvvetine ve teslim olmak, onu-heteroseksizmi-erkekliği-erkeği elde etmek gibi bir şeydir. Tıpkı kadınlığın, esir alınmayı sahip çıkılmak olarak algılayıp, bu şekilde varolunduğuna kendini inandırdığı gibi. Eşcinseller de erkekliğe muhtaç hissediyor kendilerini. Kendilerine sahip çıkacak bir heteroseksüel arıyorlar. Hiç güçlü olup hayatı eşit şekilde yaşamayı akıllarına getirmiyorlar. Getirseler ne olacak ki? Onlara varoluş hakkını versen bile kabul etmeyebilirler. Çünkü ikinci olmazsa, üçüncü sınıf olarak varolmaya inandırmışlar kendilerini. Yeter ki heteroseksizm kabul etsin onları. "Eşcinsel" demek "güçsüz, birilerine muhtaç, kabul edilme dilencisi birileri" demek. Heteroseksizm "Eşcinselleri üçüncü cins, üçüncü sınıf olarak kabul ediyoruz" dese, inanın eşcinseller bayram ederler. Ama öyle bir şey olursa, erkek geçinen eşcinseller de kendilerini açığa vurabilir ve kendilerini kadın sınıfında gören eşcinseller erkeksiz kalabilirler. Yanlış anlaşılmasın ama heteroseksist bir dünyada ben, heteroseksüel bir erkeğin de sağlıklı düşünüp transseksüelleri kabul edeceğine inanmıyorum. Transseksüellerle beraber olan erkeklerin de gizli eşcinsel olduğuna inanıyorum erkek egemen bir dünyada. Yani heteroseksüel bir dünyada heteroseksüel bir erkeğin bir transseksüele aşkını ilan edebilmesi için, gerçekten heteroseksist bir dünyada yetişmemiş olması gerekir ki, heteroseksizmden etkilenmemiş olsun, kendine güvensin, aşkının arkasında durabilsin.
Toplumsal cinsiyet kalıplarından çıkabilmemiz için, LGBT''ler olarak heteroseksizmin baskı unsurlarını kırmamız gerekiyor ama biz heteroseksizmin cinsiyetçi yapısını onlara benzemeye çalışarak besliyoruz daha. Bilindik anlamdaki eşcinsel tiplemelerinden başka eşcinsel karakterler TV'ye, sinemaya neden yansımıyor? Çünkü yaşamımızda çok karşılığı yok ki bunun, yaşanmıyor veya yaşanamıyor yani. Herkes dayatılan heteroseksüel rolü oynuyor. Heteroseksizmin cinsiyetçi baskısına karşı gelen eşcinsel yaşamlar olsa, karakterize edilmez miydi şimdiye kadar? Gerçek hayatta gerçek eşcinselliğin karşılığı olmayınca da, filmi olmuyor ne yazık ki. Heteroseksist sistem de tabi eşcinselliğin normal gösterilmesine karşı çıkar durum böyle olunca. Direkt olmasa da makasını oynatacağı bir bahane yaratır ve yıldırmasını, sindirmesini bilir. Yani demem, eşcinselliğin normalleştirilmesine görsel dünyadan çok, öncelikle kendi yaşamlarımızdan başlamamız gerekiyor. Taşıma suyuyla değirmen dönmeyeceği için, sinema ve TV dünyasıyla da eşcinsellik o kadar kolay normalleştirilemez. Heteroseksist sansür mekanizmasının da o kadar korkmasına gerek yok aslında. Korkması için bilinçli bir eşcinsel kitlenin olması gerekir. Sistem de kendince önlem alıyor işte. Hadi eşcinselliği normal gösteren filmler oldu diyelim, buna da izin verdiler, hangi eşcinsel bu tarz bir yaşama rağbet eder ki, değil mi? Feminen olmayan bir eşcinsele, eşcinsellerimiz normal olarak bakabilirler mi? Eşcinsellerimiz şartlandıkları biçimde eşcinselliklerine feminen idoller arıyorlar ne yazık ki? Bu söylediklerimden de, görsel dünyada eşcinselliğin toplumsal cinsiyet anlayışı dışında karakterler yaratılmasına karşı çıktığım anlaşılmasın. Öyle olmasını en çok ben istiyorum ama bu anlattıklarım her ne sebeple olursa olsun eşcinsellerimizin gerçekleri. Eşcinselliğin doğasına uygun olarak gösterilmesinin mutlaka olumlu etkisi olacaktır ama buna sistemin izin vermesi de sadece ve sadece eşcinsellerin elinde. Durduk yerde "Hadi eşcinselleri normal gösterelim" diyecek hali var mı bu sistem ve sektörlerinin? Yani demek istediğim, işimiz sinemaya kalırsa daha çok bekleriz. Bence hayat filminde gerçek rollerimizi oynamaya soyunursak, daha kısa sürede Oscar'a ulaşabiliriz! Yani heteroseksüellik bize uygun rol değil şu aşamada. Bir an önce kendi kimliklerimizi canlandırmamız gerekiyor kurtuluşumuz için.
Başlığı sonradan attım; Bir eşcinsel bir eşcinseli sevebilir, seviyor da. Sadece toplumsal cinsiyete, heteroseksizme şartlanmış bilinçsiz eşcinsellerimiz gerçekleri kabul edemiyor. Hayatı kendi yapımıza uygun yaşama cesaretimiz olmadığı için, heteroseksist düzene uygun yaşamaya çalışıyoruz. Bir erkeği seven erkek eşcinseldir. Bunun mantıklı başka bir açıklaması ve bilen birileri varsa, açıklasın. Transseksüelleri sevenler de ne yazık ki gizli, kendisiyle bile barışamamış homofobik ve de korkak eşcinseller. Erkek bir eşcinsel olarak ben nasıl bir kadınla beraber olmak istemiyorsam, bir heteroseksüel de mecbur kalmadıkça niye eşcinselle veya transseksüelle beraber olsun ki? Transseksüeller öncelikle beyinsel olarak karşı cinsiyete sahipler ama bunu algılayabilecek bilinçli bir dünyada yaşadığımızı söyleyebilir miyiz? Hiçbir şeyi anlayamayacak kadar cahil bir dünyada yaşıyorsak da kendimizi kandırmış sayılmaz mıyız?
Heteroseksizmin baskın olduğu bir dünyada "Bir eşcinsel bir eşcinseli, eşcinsel olarak sevemez" de diyebiliriz aslında. Sadece eşcinseller erkeklik ve kadınlık rollerini paylaşarak samimiyetsiz aşkımsı bir şey yaşayabilirler ancak.
"Kayıp Şehir" demişken, burada da trans bir rol var ama genelin kafasındakini anlatıyorlar gene, farklı bir şey yok anlayacağınız. Yani seks işçisi bir transseksüel. Belki dalga unsuru olmaması bir marifet sayılabilir ama. transseksüelliğin algılardaki konumuna çok da katkısı olduğunu zannetmiyorum şu aşamada. Aysel olmasaydı zaten Duygu da olmazdı! Umarım ileriki bölümlerde bu trans karakteri de farklı boyutlarda ön plana çıkarırlar. Mesela transseksüellerin seks işçisi olarak yaratılmadığını, sistemin onları nasıl işsiz, aç ve seks işçiliğine mecbur bıraktığını, transseksüelliğin eşcinselliğin feminen boyutu olmadığını, operasyon geçirmek için karşılaştıkları güçlükleri, heteroseksist sistemin cinsiyet kimliklerini nasıl biyolojik cinsiyete hapsettiğini herkesin anlayacağı dilde anlatılabilir ama bunlar altından kalkılamayacak çok ağır şeyler değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder