İnsanlar dünyayı geriden mi takip etmek zorunda? Böyle bir mecburiyetleri mi var yoksa? Önlerinde doğru örnekler varken, doğru yol göstericiler varken niye hala beyaza "siyah" der gibi doğruya "yanlış" derler, yanlışlarını doğru diye dikte ederler? İnsan nasıl ucu kendine dayanan çıkarları için ölümcül hatalar yapar veya geriye dönülmesi mümkün olmayan hatalara sebep olur ki? Hem artık gerçeklerden uzak, birbirimizden habersiz kabile hayatı yaşamıyoruz. Buna rağmen neden ilkel davranıyor, bilime bu kadar yabancı kalıyoruz ki? Ne çıkarımız olabilir ki yobazlıktan kendimize bile zarar vermekten başka?
Mesela bir zamanlar dünyanın yuvarlak olduğunu reddetmiş insanlar ama bilmiyorlarmış. Peki iletişim çağında dünyanın dört köşeli olduğunu iddia etmenin, hatta dünyanın nemenem bir şey olduğunu bilmemenin mantıklı bir açıklaması olabilir mi? Veya insan nasıl bu kadar cahil kalabilir ki? Veya nasıl bu kadar egosal çıkarları için duyarsız kalıp cahilmiş gibi yanlış tarafta durabilir ki? Ben gene de bile-bile cahilliğe inanmıyorum. Gerçekten daha cahiliz.
Mısır'da bir grubun sözcüsü eşcinsellik ve zina var diye Türk modeli istemediklerini söylemiş. Kendileri hangi dünyada yaşıyorlar acaba? "Bizimkiler" de eş veya eşsiz cinselliği kabul etmiyorlar. Ahlaksızlık ve tedavi edilmesi gereken hastalık olarak görüyorlar. Ama en azından "varız" diye sevinmeli miyiz?
Ülkelerinde eşcinsel olmadığını iddia edenler var. Eşcinselliği hastalık olduğunu iddia edenler var. Bir de eşcinselliği kabul edenler. Peki eşcinselliği reddedenler hiç düşünmüyor mu "Kabul edenler niye kabul ediyor?" diye. Kabul etmeyenlerin tek dayanakları bilimsellikten uzak din olacak tabi. Ama "bunlar" bilimsellikten uzak olmayı ve haklılıklarını dine dayandırmanın yanlış olabileceğini düşmekten öte, kendilerine benzemeyenleri dinsiz ilan edip kolaycacık işin içinden sıyrılıveriyorlar. Dinsiz olanlarınsa zaten onlara göre yaşamaya bile hakları olamaz.
Biraz saksıları çalıştırmak gerekmez mi "Neden insanlar bize benzemek zorunda?", acaba "Biz onlara neden benzemiyoruz?" diye. Hep kendisinin doğru olduğuna inananlar dünyadan bihaber yaşayan insanlardır. Haberleri olunca da farklılıklardan korkuyorlar zaten.
Öğrenmek gerek. Yapıda merak olmayınca bu çok zor galiba. İnsanların bir şeyleri kurcalayabilmesi için de biraz ne gerekiyor ki? İnsanlar hak ettiği yaşamı yaşıyor, kurunun yanında yaşda mı yanıyor? Böyle gelmiş böyle mi gider? İki ileri bir geri veya bir ileri iki geri mi? Hep geriye de gidilebilir mi? Neden gidilmesin ki? Toslayıncaya kadar gidilir. Çünkü her şey para demek değildir.
Yıllar önce bir tanıdığım bilimsel yaklaşımlara, "Biz sofuyuz. Ne kadar anlatılırsa anlatılsın nafile, bildiğimizden şaşmayız." demişti. Sofu olduğumuz için mi bu kadar dünyadan, gerçeklerden uzak yaşayıp, yanlış veya doğru olmadan birilerinin arkasına takılıp gidiyoruz? Bu dünyaya geldiysek bu dünya için yaşamanın ne sakıncası olabilir ki? Başka dünyalar için yaşasan bile faydacılık adına insanca yaşamak en doğrusu, en güzeli değil midir? Yaşamamak kendimize, doğaya haksızlık değil mi? İnsanın kendini inkar etmesi kadar yanlış ve de zararlı bir şey olabilir mi? Sonrasında hiç kimse kendimizden vazgeçmenin, bizi yanlış ideolojilere alet etmenin sorumluluğunu almayacak ki. "Başkaları bizi kandırdı" diye kendimizi kurtarma şansımız olabilir mi ileride? Bilerek iyi olmak mı iyidir, körü-körüne iyi olduğunu zannetmek mi?
Eşcinselliğin doğru, doğal olmadığına inananlar neden eşcinselliğe bu kadar karşılar ki? Ne alıp-veremedikleri var ki kendilerininkine benzemeyen cinselliklerle? Ne geçecek ellerine nefretle kendilerine benzemeyenleri yok ederek? Eşcinselliğin, eşcinsellerin kime zararı var ki? Dünyada eşcinseller olmayınca sanki dünya daha mı yaşanılır olacak? Hem eşcinsellik doğanın bütününden apayrı bir oluşum değil ki? Eşcinsellik doğanın yapısında olmasa, geldiği gibi gitmesini de bilirdi. Şu anda heteroseksizm gücünden dolayı güç yeterliliği yaparak dünyayı eşcinsellikten temizlemeye çalışıyor ama böyle bir şeyin olmayacağını bilmesi gerekir. Ayrıca sofulukla-iyilikle-iyi olmakla bağdaşıyor mu kendine benzemeyenlerden nefret etmek? Hem eşcinsellik kimliğine sahip olanlar acaba heteroseksüellerden güçsüz olduğu için mi yapılan mezalime sessiz kalıyorlar, yoksa gerçek iyiler oldukları için mi? Eğer amaç canını kurtarmaksa birebir güçlerin, en azından akıl yönünden eşit olduğunun unutulmaması gerekir. Belki kazanan taraf olmayacak ama yaşam mücadelesinde eşcinsellik doğanın bir parçası olarak hayatta kalmayı başaracaktır. Niyeti bozarak bindiğin dalı kesmenin ne sana, ne de başkalarına faydası olmayacaktır.
30 Kasım 2011 Çarşamba
28 Kasım 2011 Pazartesi
Müstehcen Tavuk!
Muhafazakarlık, özgürlüğün anahtarı cinselliğin beden üzerinden çarşafa sokulmuş halidir.
İçinde yaşadığımız kültür ortada kalmış bir demokrasidir. Bu da insanları ortada bıraktığı için hem kişisel, hem de kişilerarası çatışmaya sebep oluyor. "Biz" bazılarına göre laik değiliz ama bazılarına göre de İslam kültürüyle hiç alakamız yok. Bu bile dinin göreceli bir kültür, yaşama biçimi olduğunun göstergesi değil mi? "Biz" dine değil, dini kendimize uyduruyoruz. Sonra da "Müslümanız" diyoruz ama hangi Müslüman, nasıl Müslüman? Dinin kuralları değişmezmiş güya, hatta değişmemiş ama bunu kendimize uyarlamaktan da geri kalmamışız, kalmıyoruz da. Din muhafazakarlığın ana motoru, tek dayanağı olduğu için, yaşamsal ayarları din üzerinden yapıyoruz. Yani dinin heteroseksist çıkarlara alet edilmediğini kim savunabilir ki? İşimize gelenleri-çıkarımıza uygun olanları dine aykırı olsa da görmezlikten geliyoruz ama erkeklik iktidarına ters gelenleri günah ilan ediyoruz ve günahkar ilan ettiklerimizi linç etmekten geri kalmıyoruz.
Muhafazakarlığın baş ve tek aktörü, dolayısıyla heteroseksizmin de temsilcisi erkekliktir. İktidarsal dayanağı da muhafazakarlık kapsamında cinsellik üzerinden ahlakçılık bahanesiyle cinsiyetçiliktir. "Ayıp, günah, haram" tarifesiyle kendisi dışında kalanların daimi bir şekilde malı-mülkü olarak kalması için diktatörce muhafazakarlık yapmaktadır heteroseksizm. Çünkü özgürlük olunca ne heteroseksizm, ne de varoluş sebebi muhafazakarlık kalacaktır.
Muhafazakarlık denilince benim aklıma zaten direkt cinselliğin baş muhafızı ahlakçılık geliyor. Yoksa başka alandaki tutuculuklar görmezlikten gelinebiliyor ve çok büyük ahlaksızlık ilan edilmiyor. Çünkü en güçlü kontol-baskı mekanizması cinsellik muhafaza edildiği ölçüde ve sürece heteroseksizmin kalesi sağlama alınmış oluyor, bu yüzden diğer muhafazakarlıkların safsaklanması heteroseksist yaşamı o kadar da sarsmıyor. Muhafazakarlık eşittir sözde seks-sizlik de diyebiliriz. Evet aynen katılıyorum, görünürde de özgür olan tam bizlik seks! Yaparken iyi de boşaldıktan sonra mı kötü olacak cinselliğin kıymetini bilmeyenler gibi?
Heteroseksizmin dayanağı dinin, en karşı olduğu için mitolojiyle gözünü korkuttuğu kesim cinselliği kendi cinsine yönelik olan eşcinsellerdir tartışmasız. Konu eşcinsellik olunca ne insaf kalıyor, ne vicdan, ne de insanlık. "Allah yarattı" demiyorlar ve cinayetle cezalarını kesiyorlar eşcinsellerin. Şu din ne kadar çelişkili değil mi? Hem "yaratılanı yaratandan dolayı sev" diyor, hem de sapık "Lut Kavmi" düzmecesiyle sapık ilan ediyorlar eşcinselleri. Tabi homofobiklere yani nefretlerinin arkasına sığınan eşcinsel düşmanlarına göre eşcinsellik sonradan olunan bir şey. Olunan bir şeyse bence çok büyük bir cesaret işi erkek egemen bir dünyada sapıklığı, günahkarlığı, hastalığı tercih edebilmek. Evet ben eşcinselim, size göre de hastayım, sapığım ama nefretin arkasına sığınacak kadar ikiyüzlü ve de korkak değilim.
Ben muhafazakarlığı özgüvensizlerin komplekslerinden dolayı kendisi olabilenlere, kendisi olabilmek için hiçbir şekilde ödün vermeyenlere, hayatlarını dilediğince yaşayanlara karşı hazımsızlık olarak da görüyorum. Onlar ancak kendisinden daha insanca, daha doğal ve daha özgür yaşayanlara güç yeterliliği yapıp, hınçlarını alarak kendilerini gerçekleştirebiliyorlar. Oysa başkalarının özgürce yaşamlarından kendilerine ne giren-çıkan olabilir ki?
Cinselliğe baskı yapılarak ensest veya tecavüzlerin azalmayıp arttığı istatistiki bir gerçek. Üstelik kayıtlara geçmeyen, örtbas edilenler kayıtlara geçenlerden daha fazla. Sonra da dalga geçer gibi engellerin-yasakların çocukları kötü alışkanlıklardan korumak olduğunu iddia ediyorlar. Bırakın insanlar kaç yaşında istiyorsa, o zaman seks yapsın, istedikleri kadar bedenlerini özgür bıraksın. Ancak bir zorlama varsa onun derdine düşülsün.
İnsanları internette özendirir diye eşcinsel kelimesinden korumak yerine tecavüzcülere ödül gibi değil de yaptırımı olan hak ettikleri cezalar verilsin.
Bu kafayla-baskıcı bir kafayla gidildiği sürece bastırılmışlıktan, yaşanamamışlıktan dolayı cinsellik ayıp, en fazla dört duvar arasında yaşanılabilecek kirli, cenabetlik bir durum olarak görüleceği için çıplaklık veya cinsellik anormal olarak bulunacak, sağlıklı bir durum olmadığı iddia edilip bu düşünce gündelik hayatta kabul görecek, içselleştirilecek, hayvanlar üzerinde bile vücut bulup çıplak tavuk bile müstehcen ilan edilecektir. Dayatılan klişe cinsellik şekli bile "ayıp-günah" diye öğretilirse, hayvanların seksi olarak görülmesi yadırganmamalı belki de!!!
Ya erkek-erkeğe veya kadın-kadına dansa ne demeli? Yağmurdan kaçarken doluya tutulmak, karşı cinsellikten kaçarken eşcinselliğin keşfine yardımcı olmak mı denir acaba? Perhizin adı var sadece, iştah açtığı için turşusuz olmuyor!
Öldürürken, tüylerini yolarken, dokunurken, bacaklarını ayırıp yerken müstehcen gelmiyor da, gazeteye yemek tarifinin üzerine basılınca mı müstehcen geliyor? Tabi gazeteye basılmak, cümle-aleme duyulmak, görülmek fişlenmektir, namussuzluktur, ahlaksızlıktır, ayıptır. Tavuğa karşı mı ayıp edilmiştir acaba, gazetede sembolize olarak algılayıp hapsettiğimiz duygularımıza, bedenlerimize mi?
Sağlıksız olan ve de utanılması gereken duygularımız, bedenlerimiz mi, yoksa insanların bedensel veya duygusal olarak kendilerini gerçekleştirme haklarının ellerinden alınması mı?
Bana göre muhafazakarlık kısaca, özgürlüğün anahtarı cinselliğin beden üzerinden çarşafa sokulmuş halidir. Baskı unsuruna dönüştürdüklerini ayıp-ahlaksızlık bahanesiyle sembollerle dikte ediyorlar ve bunu bir de kişisel özgürlük diye savunuculuğunu yaptırtıyorlar ya, pes doğrusu! Tabi ki yaptırtanlardan-dayatanlardan çok özgürlükleri kısıtlanıp da bunun özgürlük diye savunuculuğunu yapanlara, tavuğu bile artık müstehcen görenlere daha da pes!
25 Kasım 2011 Cuma
Dünyada Bir Eşcinseller Vardır, Bir de Homofobikler. Gerisi Teferruattır.
Her heteroseksistin eşcinsel nefretini bir gün kusarak egosunun tatmin etmesi kaçınılmaz galiba. Bakanından televizyoncusuna kadar herkes "eşcinsellik hastalık" diyor. Peki hastalığın ne olduğunu bilmiyor mu bunlar? Bilmiyorlarsa ilköğretim seviyesinin anlayabileceği dilde tek cümleyle söyleyeyim.
Hastalık bedensel veya zihinsel rahatsızlıktır. Tedavisi artık mümkün olabilen hastalıklar vardır, bir de eninde-sonunda ölüme mahkum eden hastalıklar vardır. Hatta bazıları öldürünceye kadar sürüm-sürüm süründürür.
Şimdi soruyorum hastalığın, eşcinselliğin ne olduğunu bilmeyen veya çıkarlarına uygun olarak bilmezlikten gelenlere. Siz hiç sırf cinsel yöneliminden-eşcinselliğinden dolayı bedensel veya zihinsel rahatsızlığı olan eşcinsel gördünüz mü? Rahatsızlığı olan eşcinseller varsa, bunların oranı heteroseksüellerden fazla olmadığı için, bunu eşcinselliğe yükleyemeyiz. Öyle yaparsak, hasta olan heteroseksüellerin rahatsızlğıını da karşı cinse yönelime-heteroseksüelliğe yükleriz o zaman ve heteroseksüellik de hastalık diyebiliriz çok haklı olarak.
"Bunlar" ın dayanakları da kolaya kaçtıkları, açılmasını asla istemedikleri üstü örtülü bilimsellikten-akıldan-mantıktan uzak hurafelerdir. Bu hurafelere laf söylemeyi-çürütmeyi de hakaret olarak algılarlar, işlerine öyle gelir çünkü. Bilimden de işlerine geldiği gibi faydalanırlar, işlerine gelmeyince bilimleri-inandıkları gene hurafelerdir.
"Eşcinsellik hastalık" diyorlar ve bunun kabul edilmesini istiyorlar. Eğer öyleyse eşcinselleri hastalık statüsüne tabi tutun ve hastalar için nasıl bir yol izleniyorsa uygulamaya geçirin.
Siz hiç tedavi edilmiş bir eşcinsel gördünüz mü? Kendini bastırmak, cinsel yönelimini ertelemek tedavi olmak değildir. Mastürbasyon niyetine karşı cinsle beraberlik de eşcinsellikten kurtulmak değildir.
Eşcinselliği tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak görüyorsanız da, lütfen malulen emekli eder misiniz eşcinselleri? Heteroseksist bir toplumda "ben eşcinselim" diyebilmek o kadar kolay olmadığına göre de, insan hakları ihlali sayılabilecek muamelelerde bulunmadan resmi mecburiyetlerden muaf tutunuz.
Sahi eşcinsellik hastalık diyenler "Eşcinselliğin ne olduğunu biliyorlar mı?" diye bir soru sormak bile çok abes. Çünkü bilmiyorlar. Afedersiniz ama onlar sadece arkadan-anal bölgeden ilişkiye girenleri eşcinsel zannediyorlar, öyle kabul ediyorlar ve onlara göre eşcinsellik makattan ilişki. Bu kadar sığ ve de ilkel olarak biliyorlar işte eşcinselliği. Heteroseksüeller de ilişkiye giriyor ama onlara göre onlarınki doğru, eşcinsellerin ki yanlış.
Oysa eşcinsellik heteroseksüellerin ilişkisinden çok saf ve de daha temiz. Çünkü yapısında sömürgeci çıkar ilişkisi yok. Sadece sevgi vardır eşcinsel ilişkide, aşk vardır. Bedensel paylaşımı da heteroseksüellerin ilişkisinden asla ve asla daha kirli değildir. Bir zaman diyeceğim ama hala da öyle, AIDS'i bile eşcinselliğe yüklemeye kalkmadı mı "bunlar"? Eşcinsellik hastalığıysa neden daha çok heteroseksüeller AIDS öyleyse. "Eşcinsellerden bulaştı" diyorsanız neden eşcinsellerle ilişkiye giriyorsunuz öyleyse. Yoksa herkes mi eşcinsel? Eşcinsellerden heteroseksüellerin kendilerini soyutlaması mümkün müdür? Bu insanın içinde barındırdığı duyguları, yapısını ayrıştırmakla eş anlamlıdır. Acaba içinde kendi cinsine eğilimi olmayan bir canlı var mıdır?
Dünyada bir eşcinseller vardır, bir de homofobikler. Gerisi teferruattır. Bu teferruatlar da içselleştirdiği heteroseksizm yüzünden kendini heteroseksüel zannedenler ve heteroseksiszmin baskısı yüzünden heteroseksüelim diye geçinenlerdir.
Eşcinsellik hastalık derken aslında eşcinselliğin günah olduğu inancına sığınıyorlar. Hastalık veya günah, peki hangi inanca sığar bir insanı yapısından-durumundan dolayı aşağılamak, dışlamak, hedef gösterip ayrımcılığa ve de cinayete kurban gitmesine sebep olmak?
Asıl hastalık ve de günah olan homofobi, eşcinsel nefretidir. Psikolojik olarak sağlıklı bir insan ne eşcinsellik gibi farklılıklardan nefret eder, ne de bir inanç biçimi kendisine benzemeyenlerin öldürülmesine razı olur.
Gerçek hastalıklı ve de tehlikeli durum hastalığını inkar etmek değil midir?
Homofobiye heteroseksist sistemden dolayı heteroseksüeller yakalanmaktadır genellikle ama eşcinsellere de bulaşmaktadır birarada yaşamak zorunda olduğumuz için.
Homofobi ayrıca en tehlikeli hastalıklar sınıfının başında yer alır. Çünkü içinde cinayete kadar götüren nefret vardır. Öldürünceye kadar da eşcinsellere elinden gelen zulmü yapar ve süründürür.
Şimdi soruyorum tekrar. Eşcinseller mi hastadır, homofobiye yakalanmış içinde kendi cinsel yönelimine-heteroseksüelliğe benzemediği için eşcinsellere karşı içlerinde nefret duygusuyla potansiyel bir katil taşıyan heteroseksist heteroseksüeller mi?
Hastalık bedensel veya zihinsel rahatsızlıktır. Tedavisi artık mümkün olabilen hastalıklar vardır, bir de eninde-sonunda ölüme mahkum eden hastalıklar vardır. Hatta bazıları öldürünceye kadar sürüm-sürüm süründürür.
Şimdi soruyorum hastalığın, eşcinselliğin ne olduğunu bilmeyen veya çıkarlarına uygun olarak bilmezlikten gelenlere. Siz hiç sırf cinsel yöneliminden-eşcinselliğinden dolayı bedensel veya zihinsel rahatsızlığı olan eşcinsel gördünüz mü? Rahatsızlığı olan eşcinseller varsa, bunların oranı heteroseksüellerden fazla olmadığı için, bunu eşcinselliğe yükleyemeyiz. Öyle yaparsak, hasta olan heteroseksüellerin rahatsızlğıını da karşı cinse yönelime-heteroseksüelliğe yükleriz o zaman ve heteroseksüellik de hastalık diyebiliriz çok haklı olarak.
"Bunlar" ın dayanakları da kolaya kaçtıkları, açılmasını asla istemedikleri üstü örtülü bilimsellikten-akıldan-mantıktan uzak hurafelerdir. Bu hurafelere laf söylemeyi-çürütmeyi de hakaret olarak algılarlar, işlerine öyle gelir çünkü. Bilimden de işlerine geldiği gibi faydalanırlar, işlerine gelmeyince bilimleri-inandıkları gene hurafelerdir.
"Eşcinsellik hastalık" diyorlar ve bunun kabul edilmesini istiyorlar. Eğer öyleyse eşcinselleri hastalık statüsüne tabi tutun ve hastalar için nasıl bir yol izleniyorsa uygulamaya geçirin.
Siz hiç tedavi edilmiş bir eşcinsel gördünüz mü? Kendini bastırmak, cinsel yönelimini ertelemek tedavi olmak değildir. Mastürbasyon niyetine karşı cinsle beraberlik de eşcinsellikten kurtulmak değildir.
Eşcinselliği tedavisi mümkün olmayan bir hastalık olarak görüyorsanız da, lütfen malulen emekli eder misiniz eşcinselleri? Heteroseksist bir toplumda "ben eşcinselim" diyebilmek o kadar kolay olmadığına göre de, insan hakları ihlali sayılabilecek muamelelerde bulunmadan resmi mecburiyetlerden muaf tutunuz.
Sahi eşcinsellik hastalık diyenler "Eşcinselliğin ne olduğunu biliyorlar mı?" diye bir soru sormak bile çok abes. Çünkü bilmiyorlar. Afedersiniz ama onlar sadece arkadan-anal bölgeden ilişkiye girenleri eşcinsel zannediyorlar, öyle kabul ediyorlar ve onlara göre eşcinsellik makattan ilişki. Bu kadar sığ ve de ilkel olarak biliyorlar işte eşcinselliği. Heteroseksüeller de ilişkiye giriyor ama onlara göre onlarınki doğru, eşcinsellerin ki yanlış.
Oysa eşcinsellik heteroseksüellerin ilişkisinden çok saf ve de daha temiz. Çünkü yapısında sömürgeci çıkar ilişkisi yok. Sadece sevgi vardır eşcinsel ilişkide, aşk vardır. Bedensel paylaşımı da heteroseksüellerin ilişkisinden asla ve asla daha kirli değildir. Bir zaman diyeceğim ama hala da öyle, AIDS'i bile eşcinselliğe yüklemeye kalkmadı mı "bunlar"? Eşcinsellik hastalığıysa neden daha çok heteroseksüeller AIDS öyleyse. "Eşcinsellerden bulaştı" diyorsanız neden eşcinsellerle ilişkiye giriyorsunuz öyleyse. Yoksa herkes mi eşcinsel? Eşcinsellerden heteroseksüellerin kendilerini soyutlaması mümkün müdür? Bu insanın içinde barındırdığı duyguları, yapısını ayrıştırmakla eş anlamlıdır. Acaba içinde kendi cinsine eğilimi olmayan bir canlı var mıdır?
Dünyada bir eşcinseller vardır, bir de homofobikler. Gerisi teferruattır. Bu teferruatlar da içselleştirdiği heteroseksizm yüzünden kendini heteroseksüel zannedenler ve heteroseksiszmin baskısı yüzünden heteroseksüelim diye geçinenlerdir.
Eşcinsellik hastalık derken aslında eşcinselliğin günah olduğu inancına sığınıyorlar. Hastalık veya günah, peki hangi inanca sığar bir insanı yapısından-durumundan dolayı aşağılamak, dışlamak, hedef gösterip ayrımcılığa ve de cinayete kurban gitmesine sebep olmak?
Asıl hastalık ve de günah olan homofobi, eşcinsel nefretidir. Psikolojik olarak sağlıklı bir insan ne eşcinsellik gibi farklılıklardan nefret eder, ne de bir inanç biçimi kendisine benzemeyenlerin öldürülmesine razı olur.
Gerçek hastalıklı ve de tehlikeli durum hastalığını inkar etmek değil midir?
Homofobiye heteroseksist sistemden dolayı heteroseksüeller yakalanmaktadır genellikle ama eşcinsellere de bulaşmaktadır birarada yaşamak zorunda olduğumuz için.
Homofobi ayrıca en tehlikeli hastalıklar sınıfının başında yer alır. Çünkü içinde cinayete kadar götüren nefret vardır. Öldürünceye kadar da eşcinsellere elinden gelen zulmü yapar ve süründürür.
Şimdi soruyorum tekrar. Eşcinseller mi hastadır, homofobiye yakalanmış içinde kendi cinsel yönelimine-heteroseksüelliğe benzemediği için eşcinsellere karşı içlerinde nefret duygusuyla potansiyel bir katil taşıyan heteroseksist heteroseksüeller mi?
24 Kasım 2011 Perşembe
Özgürlük Nefreti Heteroseksizmin İktidarı Kaybetme Korkusudur
Bakmayın siz modern, demokrat, duyarlı geçinenlerin söylemlerine. Çoğu rol yapıyor. Mesela benim bloğumda çıplak fotoğraf gören eşcinselliğe hoşgörüyle baktığını iddia eden, hatta bu konuda çalışmalar yapanlar bile şok oluyorlar. Eşcinsellik sadece bir kelime değil ki? O kelimenin içinde aşk da var, cinsellik de var, pornografi de var, kısaca insanlığa dair doğal olan her şey var. En eşitlikçi geçinenlerin bile özgürlük sınırları varsa, olursa, o zaman herkes kendine göre özgürlükçü sayılır. Kim baskıcı o zaman? Sınır tanımayanlar da hasta ve sapık oluyorlar sanırım!
İnternet dün beklenildiği üzere öldü. Bugünlerde tutucular helvasını karıyorlar yasakçı zihniyetlerini faaliyete geçirmenin mutluluğuyla. İlk yasaklanan da prezervatif ve iç çamaşırı siteleri olmuş. Özgürlüğümüz iç çamaşırıyla fantezi yapamayacağımız kadar bile kısıtlı anlayacağınız. İnternette cinselliği çağrıştıran siteleri engelleyeceksin ama prezervatif sitelerini de engelleyerek doğum artış hızını kontrol dışı bırakacaksın. Kafaya göre yasaklama veya serbest bırakma programı. Prezervatif sitesi yasağı en az üç çocuk programını uygulamak için mi, yoksa prezervatifin bir sağlık malzemesi olarak görülmeyip seksi çağrıştırmasından mı? Bence seksi çağrıştırmasından. Sporla ilgili yetkililer Erzurum'daki olimpiyatlarda odalardaki prezervatifleri kaldırtmamışlar mıydı? Dünya sağlıklı yaşamak için prezervatifi alışkanlığı kazandırmaya çabalarken, "bizimkiler" yasaklamaya çalışıyor. Bu filtre veya yasakçı uygulamalar ne kadar ahlakçılık bahanesiyle bir art niyet barındırsa da (Mesela çocukları internetteki bazı yayınlardan korumanın bahane olduğunu, asıl amaçlarının interneti kontrol altına almak, tek elden yönetmek olduğunu kendi ağızlarıyla itiraf ettiler. "Biz" amaçlarının yasakçılık olduğunu savunurken reddediyorlardı ama bu düşünceyi.), aslında akıl ve mantıktan uzak olduğu için gerici zihniyetle mücadelenin ihmal edilmemesi, eğitim yoluyla düzeltilmesi daha öncelikli hale geliyor. Özgürlük için mücadele edilirken insanların bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi için daha fazla mücadele edilmesi gerekiyor.
Muhafazakar kanallardan birinde çalışan İkbal Gürpınar isimli kadın sunucu eşcinselliği hastalık olarak ilan etmiş mesela. Şimdi bu kadın heteroseksizmi ve maddi-manevi unsurlarını içselleştirmiş biri olarak "değerler" bahanesiyle kendini veya çevresini korumak için ahlakçılık yapacaktır kaçınılmaz olarak tutucu bir iktidardan da aldığı cesaretle. Çünkü kimse ona "nefret suçu işliyorsun" demeyecek. Kimse ona "homofobiklik yapma" diye uyarıda da bulunmayacak. Zaten çalıştığı kanal veya içinde yaşadığı kültür homofobik. Ona homofobinin bir hastalık olduğunu, dolayısıyla korkularından dolayı kişisel olarak kendisinin hasta olduğunu, heteroseksizmle de kendini iyi hissettiğini söylesek hiçbir şey anlamadığı için bir kulağından girecek, bir kulağından çıkacak veya kuvvetli bir içselleşmeden dolayı gerçeklerle yüzleşmek istemeyecek.
Zaten bütün medyamız homofobik değil mi? Eşcinsel olduğu için futbol hakemliği elinden alınan veya çeşitli bahanelerle görevini yapamayan Halil'den sonra şimdi de Facebook'taki erkek erkeğe fotoğrafı yüzünden dış kaynaklı bir buz hokeyi antrönörünün ipini çekmiş Hürriyet gazetesi spor eki. Yani sporcuysan erkek olmak zorundasın! Bu kadar basit!
Ben homofobiklik yapanların kesinlikle bastırılmış birer eşcinsel olduğunu hala iddia ediyorum ve bunlar yani eşcinsel yapıları heteroseksist değerlerle çeliştiği için, kendilerini gerçekleştirememenin-eşcinselliklerini tatmin edememenin hıncıyla eşcinselliği, eşcinselleri hedef gösteriyorlar, nefretlerini kusuyorlar. Açık eşcinseller bastırılmış eşcinselliğin aynasıdır homofobiyi yansıtan. Bastırılmış, kendisiyle-eşcinselliğiyle barışamamış eşcinsel değilsen n'oluyor da nefret ediyorsun herkes sana benzemiyor diye? Sana giren çıkan mı var?
Başka bir gazetenin yazarlarından biri de "ekşi sözlük"ün kapatılmasını istemeyenleri dinsiz ilan etmiş. E dinsiz olsalar ne olacak? "ekşi sözlük" te yazılanlar dine hakaret olarak algılandığı için rencide olmuş. Peki dinsizlere hakaret etme hakkını nereden buluyorsun "hoca efendi"? Herkes senin gibi olmak zorunda olmadığı gibi, bu dünya da senin tapulu malın olmadığı için, kimse sana benzemek zorunda değil. Rahatsız oluyorsan çekip gidersin. Senin değerlerine inanmayanlardan, sana benzemeyenlerden sen rahatsız olacaksın ama sana benzemeyenler senden rahatsız olmayacak öyle mi? Yıllardır insanlar size benzemedikleri için bırak rencide olmayı, ayrımcılığa maruz kalmayı cinayete kurban gidiyorlar be sizin gibi düşünenler yüzünden. Artık böyle ilkel bir zihniyetle tartışıp mücadele etmeyi bile zaman kaybı olarak görüyorum ama ne yapacaksın? Yaşamak zorundaysan mücadele etmek zorundasın.
İnternet dün beklenildiği üzere öldü. Bugünlerde tutucular helvasını karıyorlar yasakçı zihniyetlerini faaliyete geçirmenin mutluluğuyla. İlk yasaklanan da prezervatif ve iç çamaşırı siteleri olmuş. Özgürlüğümüz iç çamaşırıyla fantezi yapamayacağımız kadar bile kısıtlı anlayacağınız. İnternette cinselliği çağrıştıran siteleri engelleyeceksin ama prezervatif sitelerini de engelleyerek doğum artış hızını kontrol dışı bırakacaksın. Kafaya göre yasaklama veya serbest bırakma programı. Prezervatif sitesi yasağı en az üç çocuk programını uygulamak için mi, yoksa prezervatifin bir sağlık malzemesi olarak görülmeyip seksi çağrıştırmasından mı? Bence seksi çağrıştırmasından. Sporla ilgili yetkililer Erzurum'daki olimpiyatlarda odalardaki prezervatifleri kaldırtmamışlar mıydı? Dünya sağlıklı yaşamak için prezervatifi alışkanlığı kazandırmaya çabalarken, "bizimkiler" yasaklamaya çalışıyor. Bu filtre veya yasakçı uygulamalar ne kadar ahlakçılık bahanesiyle bir art niyet barındırsa da (Mesela çocukları internetteki bazı yayınlardan korumanın bahane olduğunu, asıl amaçlarının interneti kontrol altına almak, tek elden yönetmek olduğunu kendi ağızlarıyla itiraf ettiler. "Biz" amaçlarının yasakçılık olduğunu savunurken reddediyorlardı ama bu düşünceyi.), aslında akıl ve mantıktan uzak olduğu için gerici zihniyetle mücadelenin ihmal edilmemesi, eğitim yoluyla düzeltilmesi daha öncelikli hale geliyor. Özgürlük için mücadele edilirken insanların bilgilendirilmesi, bilinçlendirilmesi için daha fazla mücadele edilmesi gerekiyor.
Muhafazakar kanallardan birinde çalışan İkbal Gürpınar isimli kadın sunucu eşcinselliği hastalık olarak ilan etmiş mesela. Şimdi bu kadın heteroseksizmi ve maddi-manevi unsurlarını içselleştirmiş biri olarak "değerler" bahanesiyle kendini veya çevresini korumak için ahlakçılık yapacaktır kaçınılmaz olarak tutucu bir iktidardan da aldığı cesaretle. Çünkü kimse ona "nefret suçu işliyorsun" demeyecek. Kimse ona "homofobiklik yapma" diye uyarıda da bulunmayacak. Zaten çalıştığı kanal veya içinde yaşadığı kültür homofobik. Ona homofobinin bir hastalık olduğunu, dolayısıyla korkularından dolayı kişisel olarak kendisinin hasta olduğunu, heteroseksizmle de kendini iyi hissettiğini söylesek hiçbir şey anlamadığı için bir kulağından girecek, bir kulağından çıkacak veya kuvvetli bir içselleşmeden dolayı gerçeklerle yüzleşmek istemeyecek.
Zaten bütün medyamız homofobik değil mi? Eşcinsel olduğu için futbol hakemliği elinden alınan veya çeşitli bahanelerle görevini yapamayan Halil'den sonra şimdi de Facebook'taki erkek erkeğe fotoğrafı yüzünden dış kaynaklı bir buz hokeyi antrönörünün ipini çekmiş Hürriyet gazetesi spor eki. Yani sporcuysan erkek olmak zorundasın! Bu kadar basit!
Ben homofobiklik yapanların kesinlikle bastırılmış birer eşcinsel olduğunu hala iddia ediyorum ve bunlar yani eşcinsel yapıları heteroseksist değerlerle çeliştiği için, kendilerini gerçekleştirememenin-eşcinselliklerini tatmin edememenin hıncıyla eşcinselliği, eşcinselleri hedef gösteriyorlar, nefretlerini kusuyorlar. Açık eşcinseller bastırılmış eşcinselliğin aynasıdır homofobiyi yansıtan. Bastırılmış, kendisiyle-eşcinselliğiyle barışamamış eşcinsel değilsen n'oluyor da nefret ediyorsun herkes sana benzemiyor diye? Sana giren çıkan mı var?
Başka bir gazetenin yazarlarından biri de "ekşi sözlük"ün kapatılmasını istemeyenleri dinsiz ilan etmiş. E dinsiz olsalar ne olacak? "ekşi sözlük" te yazılanlar dine hakaret olarak algılandığı için rencide olmuş. Peki dinsizlere hakaret etme hakkını nereden buluyorsun "hoca efendi"? Herkes senin gibi olmak zorunda olmadığı gibi, bu dünya da senin tapulu malın olmadığı için, kimse sana benzemek zorunda değil. Rahatsız oluyorsan çekip gidersin. Senin değerlerine inanmayanlardan, sana benzemeyenlerden sen rahatsız olacaksın ama sana benzemeyenler senden rahatsız olmayacak öyle mi? Yıllardır insanlar size benzemedikleri için bırak rencide olmayı, ayrımcılığa maruz kalmayı cinayete kurban gidiyorlar be sizin gibi düşünenler yüzünden. Artık böyle ilkel bir zihniyetle tartışıp mücadele etmeyi bile zaman kaybı olarak görüyorum ama ne yapacaksın? Yaşamak zorundaysan mücadele etmek zorundasın.
Aşk Motoru!
Not: (Not başa da yazılabilir kişisel öncelikli anlatıma göre.) En güzel başlık yazıyı tek kelimeyle anlatabilendir. Başlık sıkıntısı olmuyor ama insan en güzel başlığı koymak istiyor yazısının tepesine. "Off" dediğim anlar olmuyor değil binde bir de olsa. Bu yazıda da "şak" diye bir başlık oluşmadı kafamda ilk anda. İlk başlık gerçek duygularımı anlatsa da çok da içime sinmedi doğrusu. Sabah kalktığımda "Yazının ana maddesi ben olduğuma göre kendim üzerimden bir başlık üretmeliyim" diye düşündüm. Ben bastırılmış eşcinsellere aracılık yapıyorsam "Aracı" olmalı diye düşündüm ama aracılık değil de araçlık yapıyordum aslında birilerine. Ne araçlığı yapıyordum? Aşk araçlığı. "Araç" olsun dedim. Sonra da yok "deve" dedim." 'Motor' yap da tam olsun". Ne olacak yani? "Top" diye tanımlanmaktan gocunmayan biri motor olmaktan mı çekinecek? Seks motoru olmanın eşcinsellik bakış açıma bir avantajı olmadığından , "İçinde duygu da barındırmalı" diye düşündüm ve yazının başlığı "Aşk Motoru" oldu böylece. Ama yanlış anlaşılmasın gene de. Bastırılmış eşcinsellerin duygularını cesaretlendirdiğim için "Aşk Motoru" oldu bu yazının başlığı.
İki erkek birbiriyle sevişiyorsa, bu eşcinsel aşktır. Aşk da kişiden kişiye, kültürden kültüre değiştiği için görecelidir. Oysa arzuyla yaşanılan her ilişkide aşk vardır. Cinselliksiz aşk olabilir ama aşksız cinsellik olmaz. Bir gecelik ihtiyaçlar da aşktır. Tabi kendine bunu yakıştıramayan bu paylaşımlara haksızlık edebilir. Çünkü aşk sorumluluk gerektirir ve bu yükün altına girmek kolay değildir. O yüzden yaşanılan ilişkileri sorumsuz aşk olarak tanımlamak belki de en doğrusu.
Heteroseksist toplumlarda eşcinsellerin en büyük sıkıntısı aşksızlıktır. Özellikle erkek olmak zorunda kalan eşcinseller için en zor şeydir duyguların, aşkın gerçekleştirilmesi, tatmin edilmesi. Çünkü erkek-erkeğe birlikteliğin imkansızlığı çocukluktan itibaren çok derinden beyinlere iyice kazınmıştır. Fırsat bulsalar bunu gerçekleştireceklerdir ama kendisi gibi olanlara yaklşamak imkansız gibi bir şeydir.
Kabul edilen eşcinsellik de tektipleştirildiği- feminenleştirildiği için, bilindik anlamdaki eşcinsellerle beraber olmak, erkek geçinen gizli eşcinseller için bir süre sonra tatmin edici özelliğini yitirmektedir. Erkeklere de açılamamaktadırlar erkekliğe aykırı olduğu için. Çoğu zaman erkeklik kurallarını yıkarak iyice güvendikleri bilindik anlamdaki feminen eşcinsellere tam anlamıyla teslim olmaktan başka seçenekleri de kalmamaktadır "yokluk"tan dolayı. Çünkü onların asıl arzuladığı erkeklerdir. Birbirlerine erkek-erkeğe bir dokunsalar, hatta başka biriyle bile sevişirken bir görseler birbirlerini, yetecektir onlara.
Hayatım boyunca hep bastırılmış-gizli-erkek geçinen eşcinsellerin gerçek-aşksal duygularına alet oldum çoğu zaman istemediğim halde. İstemedim, çünkü ben de aşka açlığımdan dolayı aşık olunduğuma, sevildiğime inandım ve beraber olduğum kişileri kıskandım. Ama şimdi geçti. Olgunlaşmak için insanın çocukça huysuzlaştığı devreleri yaşayarak atlatması gerekiyor.
Başlardan çözemiyordum bu üçlü olayını. Eşcinselliği çözdükçe zamanla anladım birilerinin arzularına, aşklarına, mutluluğuna alet edildiğimi. Heteroseksist toplumlarda aşkın garantisinin olmayacağını anladıktan sonra sevilmek gibi kaygım kalmayınca da, diğer eşcinsellerin mutluluğu için kullanılmaya hiç sesimi çıkarmadım. Sonuçta hem başkalarının mutluluğundan, hem de sahte veya gerçek kendi paylaşımlarımdan ben de mutlu oluyordum.
Ama ben ne kadar diğerlerine güven versem de, beni duygularına alet edenler birbirlerine güvenemiyordu. Çünkü hepsi de erkeklik rolünü ezberlemişlerdi ve bu ezber öyle "ha" diyince bozulmuyordu. Sadece bir gecelik macera mahiyetinde değişiklik yaşandığı iddia ediliyordu. Herkes sabah uyandığında gene heteroseksüel oluyordu olmak zorunda oldukları için.
Ben eşcinsel mutluluğu hiç yakından görmemiştim filmler ve fotoğraflar dışında. Hiç eşcinsel mutluluklar yanı başıma güvenle uzanmamışlardı. Hiç güvenle birbirine sırtlarını dönüp korkusuzca uyumamışlardı. Hiç eşcinsel mutlulukları-ikisini de kollarımın arasına almamıştım. İlk defa bilindik anlamdaki erkek veya eşcinsel kalıplarına girmeyen gerçek eşcinsellerin mutluluğuna bu kadar yakından, nefes-nefese şahit oldum. Çok güzeldi. İnanın çok güzeldi. Onlar da inkar etmediler, itiraf ettiler hatta.
Hani aşkta kıskançlık olduğuna inanılır ya hep, gerçekle hiç alakası yok. Kıskançlık sevdiğin kişiye sahip olma hırsından başka bir şey değil. Aşk, sevgi paylaşılabilir. İçinde gerçekten samimi bir sevgi varsa herkesi sevebilirsin, herkes de birbirini sevebilir sınırlama getirmeden. İnsanlar birbirlerine açık olunca zaten ne aldatma oluyor ortada, ne de kıskançlık. Aşkta, sevgi de sınır olmayınca, kıskançlık gibi, sahiplenme gibi kötü duygular oluşmuyor bile ve kendini aşk denilen saplantılılıktan kurtarıp hayata kendini daha çok verebiliyorsun. İnsana sahip olmak kadar saçma bir bencillik olamaz zaten. İster mezhebimi çok geniş olarak tanımlayın, isterseniz duygusuz olarak görün ama klişe aşkı ve sevgililiği bir gözden geçirmekte fayda var.
22 Kasım 2011 Salı
Eşcinsellerin Anlatılmaya, Anlaşılmaya Hakkı Yok mu?
Eşcinsel Politika, Eşcinsel Sanat Yapmamız Lazım
Ülkemizde kitlesel takipçilere sahip eşcinsel olmayan eğlendirici, sanat yapmaya çalışan, siyasi ve edebiyatçı vesaire popüler kimliklerin en çok ayrımcılığa maruz kalan eşcinselliğin savunuculuğunu yapmamalarını, hatta eşcinsellik karşıtı olarak gerici bir popülizme maddi-manevi kaybedeceklerini gözönünde bulunarak mecburi veya içinde yaşadıkları cinsiyetçi kültürün bir kurbanı olarak gönüllü hizmet etmelerini bir nebze olsun anlayabiliyorum ama, artık bilinen, itiraf etmeseler de kendileri de inkar etmeyen, hatta söylevsel olarak da bunu dile getirmekten gocunmayan bazı eşcinsel kimliklerin eşcinselliğin savunuculuğunu yapmamalarını kabul edemiyorum, etmiyorum. Evet eşcinsellik kabul edilmiyorsa ve bu kimliğe sahip kişiler heteroseksizm yüzünden ayrımcılığa maruz kalıyorlarsa savunuculuğu yapılmalıdır ve özellikle bilgi toplumu olamamış kültürlerde kitleleri etkisi altında alabilenler bu çoğunluk gücünün rüzgarını arkalarına alıp, eşcinselliği politikleştirerek eşcinsel-insan haklarına hizmet etmelidirler.
Heteroseksist bir sistemde insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ikiyüzlülükle başka kimliklerle idareten olabiliyor ama bu bile belli bir konuma gelip, güç sahibi olduktan sonra haksızlıklara mücadele etmesi için yeterli sebep değil mi? Cinsiyetçi egemen yapıya baş kaldırırlarsa belki susturulup o güçlerini kaybedecekler, hatta ekmek paralarından bile olacaklar. Belki de en çok korktukları budur. Çünkü yokluktan gelen bir toplumun bireyleri olarak maddiyat hem bastırılmışlıklarımızı başka yönlerden tatmin eden, hem de gizli-iki yüzlü de olsa kimliklerimizi gerçekleştirmemizi sağlayan en büyük güvence ama ne zaman kendimiz olacağız, ne zaman kendimiz gibi yaşayacağız, ne zaman sahte heteroseksüel olmaktan kurtulup kendimizi eşcinsel olarak ifade edebileceğiz, ne zaman varoluş gücümüzü paradan-puldan, konumdan-kariyerden değil de kendi kimliklerimizden alacağız? Söyler misiniz lütfen? Hem kimliğimize açık-açık sahip çıkmadığımız sürece yapay bir şekilde varoluşumuzun uzun vadeli bir garantisi yok ki.
Eşcinselliğe bakış açısını değiştirmek, önyargıları kırmak eşcinselliğin hastalık ve günah ilan edildiği toplumlarda ancak eşcinsellikleri yüzünden ezilerek, canı yanarak, cinayetlere kurban giderek acı çekmiş eşcinsellerin mücadelesiyle mümkün olur. Taşıma suyuyla değirmen dönmeyeceği için, eşcinsellerin halinden heteroseksüellerin anlamasını beklersek bize-eşcinsellere sıra gelmez. Eşcinseller mücadelelerinde eşcinselliğe yardımcı olabilecek politikaları kendi taraflarına çekip, yan destek olarak kullanabilirlerse işe yarayabilir ancak heteroseksüel destekçiler. Bazıları heteroseksüellerin eşcinsellere yardım etmeyeceği konusunda katı düşüncemden dolayı eşcinsel cinsiyetçiliği yaptığımı sanabilir ama siz kaç tane eşcinsellik savunucusu gördünüz ki bu ülkede eşcinsel olmayan? Yapanların da samimiyetine, samimi olsalar da ben inanmıyorum hala kişisel olarak. Kendi davaları olmasa acaba eşcinseller akıllarına gelir miydi? Bireysel politik söylemlerden başka partiler cesaretleri varsa eşcinselliği ana gündem maddesi yapsınlar da görelim bakalım . Yarı yolda bırakılacak bir yola çıkmaktansa, kendim-eşcinsel olarak yavaş da olsa emin adımlarla kendi başıma yürümeyi tercih ediyorum. Çünkü daha bizim gibi toplumlarda ayrımcılığa maruz kalanların güçlerini birleştirerek, seslerini kendilerinden başka diğer ötekileştirilmişler için de eşit olarak kullanabilme cesareti yok. Konu eşcinsellik olunca da birkaç cılız destek sesine hiç inanasım gelmiyor. Eşcinsellerin cesaretlerini toplayıp bütün engellere rağmen eşcinsel politika ve sanat yapmaları gerekiyor bir an evvel. Tabi önce kendi kafamızdaki bariyerleri yıkmamız gerekiyor.
Eşcinsel popüler kimliklere, özellikle sanatçılara çok iş düşüyor hakkını vererek gerçek birer sanatçı olmak istiyorlarsa. İnkar etmemek dolaylı olarak itiraf, kabul ediş olabilir ama bu hiçbir işe yaramadığı gibi, kalıcı bir ayrımcılığı, nefreti besleyebilir bile. Çünkü eşcinselliğin kabul edilmesi için yer üstüne çıkıp görünür olması şart. Ayrımcılığa maruz kalarak ve utandırılmaya mahkum edilerek varolmak, varoluş sayılmaz. İnsan onuruna yaraşır bir şekilde yaşayabilmek için toplumsal olarak da kendimizi gerçekleştirmemiz şart. Eşcinsel olarak toplumsal yapının bir parçası olmadığımız sürece, dışarıda kalmaya ve insan hakları ihlaline mahkumuz çünkü.
İran'da eşcinsel olmadığı iddia edildiği gibi, ülkemizde de ne yazık ki eşcinsel sanatçı olsa bile özel hayat bahanesiyle yok gibi muamele edilir. Ben o hayatı ben olarak yaşayamadıktan sonra özel hayatım olsa ne farkeder, olmasa ne farkeder. Tabi kimliği sadece bedensel ve maddi olarak gerçekleştirmekse amaç ve anlayış, eşcinselliğin içini de "ibne ve top" olarak heteroseksizm doldurur.
Herkes bu dünyada kendini düşünerek yaşıyor. Yarınını düşünmediği için de eşcinseller homofobiden kurtulamıyor. Düşünülmedik diye düşünmememiz mi gerekiyor? Önce eşcinselleri eşcinselliğe, eşcinselliklerine inandırmak gerekiyor.
Eşcinseller bir gün eşcinsel sanatın da yapılabildiği bir dünyada huzura kavuşacaktır. Prim yapan kültürü lanse etmek ne kadar sanat sayılır tartışılır. Belki onu-heteroseksizmi yerebilirsin zalimliklerinden dolayı ama yüceltmeye hakkın yoktur, olamaz. Çünkü bizi öldürüyor! Hele eşcinsel bir sanatçıya eşcinseller cinayete kurban giderken, heteroseksüel aşk icra ederek ticaret yapmasını hiç yakıştıramam. Tamam sanatçı istediğini icra etsin ama bizi-eşcinselleri kim anlatacak? Bizim anlatılmaya ihtiyacımız yok mu? Bizim anlatılmaya, anlaşılmaya HAKKIMIZ yok mu?
"Batı" da eşcinsel olmayan sanatçılar bile eşcinsel hakları için mücadele edip politikanın seyrini değiştirebiliyorken, bizimkiler muhafazakar yapıya yalakalık yapıyor çıkarları için. Ama ilk tekmeyi yiyen gene kendileri oluyor. Akılları başlarına geliyor mu? Hayır. Çünkü kendileri de eşcinselliğe karşılar.
Sanatçı ayrımcılığı dile getirebilen, ayrımcılıklara karşı mücadele edendir. Yoksa sadece eğlencedir, eğlendiricidir.
İstediğin şekilde sanat yapmana izin vermiyorlar mı? Bağımsız olmayan sanat, sanat sayılır mı? Olsa-olsa heteroseksizme methiye olur bu.
Ülkemizde kitlesel takipçilere sahip eşcinsel olmayan eğlendirici, sanat yapmaya çalışan, siyasi ve edebiyatçı vesaire popüler kimliklerin en çok ayrımcılığa maruz kalan eşcinselliğin savunuculuğunu yapmamalarını, hatta eşcinsellik karşıtı olarak gerici bir popülizme maddi-manevi kaybedeceklerini gözönünde bulunarak mecburi veya içinde yaşadıkları cinsiyetçi kültürün bir kurbanı olarak gönüllü hizmet etmelerini bir nebze olsun anlayabiliyorum ama, artık bilinen, itiraf etmeseler de kendileri de inkar etmeyen, hatta söylevsel olarak da bunu dile getirmekten gocunmayan bazı eşcinsel kimliklerin eşcinselliğin savunuculuğunu yapmamalarını kabul edemiyorum, etmiyorum. Evet eşcinsellik kabul edilmiyorsa ve bu kimliğe sahip kişiler heteroseksizm yüzünden ayrımcılığa maruz kalıyorlarsa savunuculuğu yapılmalıdır ve özellikle bilgi toplumu olamamış kültürlerde kitleleri etkisi altında alabilenler bu çoğunluk gücünün rüzgarını arkalarına alıp, eşcinselliği politikleştirerek eşcinsel-insan haklarına hizmet etmelidirler.
Heteroseksist bir sistemde insanların kendilerini gerçekleştirmeleri ikiyüzlülükle başka kimliklerle idareten olabiliyor ama bu bile belli bir konuma gelip, güç sahibi olduktan sonra haksızlıklara mücadele etmesi için yeterli sebep değil mi? Cinsiyetçi egemen yapıya baş kaldırırlarsa belki susturulup o güçlerini kaybedecekler, hatta ekmek paralarından bile olacaklar. Belki de en çok korktukları budur. Çünkü yokluktan gelen bir toplumun bireyleri olarak maddiyat hem bastırılmışlıklarımızı başka yönlerden tatmin eden, hem de gizli-iki yüzlü de olsa kimliklerimizi gerçekleştirmemizi sağlayan en büyük güvence ama ne zaman kendimiz olacağız, ne zaman kendimiz gibi yaşayacağız, ne zaman sahte heteroseksüel olmaktan kurtulup kendimizi eşcinsel olarak ifade edebileceğiz, ne zaman varoluş gücümüzü paradan-puldan, konumdan-kariyerden değil de kendi kimliklerimizden alacağız? Söyler misiniz lütfen? Hem kimliğimize açık-açık sahip çıkmadığımız sürece yapay bir şekilde varoluşumuzun uzun vadeli bir garantisi yok ki.
Eşcinselliğe bakış açısını değiştirmek, önyargıları kırmak eşcinselliğin hastalık ve günah ilan edildiği toplumlarda ancak eşcinsellikleri yüzünden ezilerek, canı yanarak, cinayetlere kurban giderek acı çekmiş eşcinsellerin mücadelesiyle mümkün olur. Taşıma suyuyla değirmen dönmeyeceği için, eşcinsellerin halinden heteroseksüellerin anlamasını beklersek bize-eşcinsellere sıra gelmez. Eşcinseller mücadelelerinde eşcinselliğe yardımcı olabilecek politikaları kendi taraflarına çekip, yan destek olarak kullanabilirlerse işe yarayabilir ancak heteroseksüel destekçiler. Bazıları heteroseksüellerin eşcinsellere yardım etmeyeceği konusunda katı düşüncemden dolayı eşcinsel cinsiyetçiliği yaptığımı sanabilir ama siz kaç tane eşcinsellik savunucusu gördünüz ki bu ülkede eşcinsel olmayan? Yapanların da samimiyetine, samimi olsalar da ben inanmıyorum hala kişisel olarak. Kendi davaları olmasa acaba eşcinseller akıllarına gelir miydi? Bireysel politik söylemlerden başka partiler cesaretleri varsa eşcinselliği ana gündem maddesi yapsınlar da görelim bakalım . Yarı yolda bırakılacak bir yola çıkmaktansa, kendim-eşcinsel olarak yavaş da olsa emin adımlarla kendi başıma yürümeyi tercih ediyorum. Çünkü daha bizim gibi toplumlarda ayrımcılığa maruz kalanların güçlerini birleştirerek, seslerini kendilerinden başka diğer ötekileştirilmişler için de eşit olarak kullanabilme cesareti yok. Konu eşcinsellik olunca da birkaç cılız destek sesine hiç inanasım gelmiyor. Eşcinsellerin cesaretlerini toplayıp bütün engellere rağmen eşcinsel politika ve sanat yapmaları gerekiyor bir an evvel. Tabi önce kendi kafamızdaki bariyerleri yıkmamız gerekiyor.
Eşcinsel popüler kimliklere, özellikle sanatçılara çok iş düşüyor hakkını vererek gerçek birer sanatçı olmak istiyorlarsa. İnkar etmemek dolaylı olarak itiraf, kabul ediş olabilir ama bu hiçbir işe yaramadığı gibi, kalıcı bir ayrımcılığı, nefreti besleyebilir bile. Çünkü eşcinselliğin kabul edilmesi için yer üstüne çıkıp görünür olması şart. Ayrımcılığa maruz kalarak ve utandırılmaya mahkum edilerek varolmak, varoluş sayılmaz. İnsan onuruna yaraşır bir şekilde yaşayabilmek için toplumsal olarak da kendimizi gerçekleştirmemiz şart. Eşcinsel olarak toplumsal yapının bir parçası olmadığımız sürece, dışarıda kalmaya ve insan hakları ihlaline mahkumuz çünkü.
İran'da eşcinsel olmadığı iddia edildiği gibi, ülkemizde de ne yazık ki eşcinsel sanatçı olsa bile özel hayat bahanesiyle yok gibi muamele edilir. Ben o hayatı ben olarak yaşayamadıktan sonra özel hayatım olsa ne farkeder, olmasa ne farkeder. Tabi kimliği sadece bedensel ve maddi olarak gerçekleştirmekse amaç ve anlayış, eşcinselliğin içini de "ibne ve top" olarak heteroseksizm doldurur.
Herkes bu dünyada kendini düşünerek yaşıyor. Yarınını düşünmediği için de eşcinseller homofobiden kurtulamıyor. Düşünülmedik diye düşünmememiz mi gerekiyor? Önce eşcinselleri eşcinselliğe, eşcinselliklerine inandırmak gerekiyor.
Eşcinseller bir gün eşcinsel sanatın da yapılabildiği bir dünyada huzura kavuşacaktır. Prim yapan kültürü lanse etmek ne kadar sanat sayılır tartışılır. Belki onu-heteroseksizmi yerebilirsin zalimliklerinden dolayı ama yüceltmeye hakkın yoktur, olamaz. Çünkü bizi öldürüyor! Hele eşcinsel bir sanatçıya eşcinseller cinayete kurban giderken, heteroseksüel aşk icra ederek ticaret yapmasını hiç yakıştıramam. Tamam sanatçı istediğini icra etsin ama bizi-eşcinselleri kim anlatacak? Bizim anlatılmaya ihtiyacımız yok mu? Bizim anlatılmaya, anlaşılmaya HAKKIMIZ yok mu?
"Batı" da eşcinsel olmayan sanatçılar bile eşcinsel hakları için mücadele edip politikanın seyrini değiştirebiliyorken, bizimkiler muhafazakar yapıya yalakalık yapıyor çıkarları için. Ama ilk tekmeyi yiyen gene kendileri oluyor. Akılları başlarına geliyor mu? Hayır. Çünkü kendileri de eşcinselliğe karşılar.
Sanatçı ayrımcılığı dile getirebilen, ayrımcılıklara karşı mücadele edendir. Yoksa sadece eğlencedir, eğlendiricidir.
İstediğin şekilde sanat yapmana izin vermiyorlar mı? Bağımsız olmayan sanat, sanat sayılır mı? Olsa-olsa heteroseksizme methiye olur bu.
20 Kasım 2011 Pazar
Kendimden Başka Biri Olmayı Reddediyorum
İnsan ne kadar kendisi olabilirse, o kadar özgürdür.
O yüzden cinselliğin en büyük baskı unsuru olarak kullanıldığı cinsiyetçi dünyada, cinsel yönelimimi toplumun aşağıladığı, dışladığı, ötekileştirdiği isimlerle "ibneyim, topum" diye tanımlayarak onlara bu fırsatı-özgürlüğümü elimden alma fırsatını vermiyorum.
Hayatın orgazm sahneleri vardır insanın yenilmişliklerini, egosunu tatmin eden, yarım kalmışlıklarını veya eksikliklerini tamamlayan. Bu tamlamalar da insanın yapısına uygundur. Obsesif bir hal de alabilir sosyalliğin kısır kaldığı ortam ve dönemlerde.
Yaşama nedeni özgürlük olan olan biri olarak haksızlıklara karşı başkaldırılar da benim orgazm sahnelerimdir. Bu başkaldırılar yüzünden çok canım yanmıştır benim de. Dışsal çatışmadan dolayı fiziksel yaralanmalar atlatılabilir ama içsel çatışmalar-kişinin kendisiyle çatışması yapısına uygun davranmadığı için görünmeyen yaraların büyüyüp habisleşmesine sebep olur. Kimisi habisli ve hapis-kendine tutsak yaşayabilir ama bir de bağımsız-özgür olmayınca yaşayamayanlar vardır.
Dizide garson kız sonunda patronun kızının baskısına dayanamayıp itiraz eder ama bedelini platonik aşkının hediye ettiği müzik aletinin kırılmasıyla ve işten kovulmakla öder. Ama kendisine, kişiliğine sahip çıkmanın ödülünü platonik aşkının kendi tarafında yer alması ve onu koruması şeklinde alır. Platonik şarkıcı sevgili işi de bırakmıştır garson kız işten kovulduğu için. Şarkıcı blöf de yapmamıştır, rol de yapmamıştır, kendisi olmuştur. Hayatı kurallarına göre değil, kendi kurallarına yaşamaktadır. O yüzden babaannesi ona "Delibaş" demektedir.
Klüp patronu dize gelmiş, hatta şarkıcının ayağına kadar gitmiştir kızının aşkı uğruna. Şarkıcı garson kızın işe tekrara alınması şartıyla klüpte şarkı söyleme teklifini kabul etmiştir ama patronun kızının yapay aşkını reddetmiştir.
Jale "seni seviyorum" der. Şarkıcı "Senin gibiler kendine benzetebildiklerini severler." der. "Beni red mi ediyorsun?" der kız. "Kendimden başka biri olmayı reddediyorum." der genç erkek.
Tipik bir Türk Filmi sahnesi değil mi? Hayatımız film değil mi zaten? Basit bulduğumuz küçük ayrıntılar aslında yüzleşmekten korktuğumuz ve kaçtığımız, küçümsediğimiz hayatın gerçekleri. Komplekslerimizden birilerini aşağılayarak kurtulmaya çalışırken küçüldüğümüzün farkına varamayacak kadar uzaklaşıyoruz kendimizden çoğu zaman çoğumuz.
Dizinin başka bir sahnesinde kadınlardan biri "Seni sevmiyorum ve senden boşanmak istiyorum" der. Erkek boşanmak istemediği için kadını iffetsizlikle suçlamakla tehdit eder. Bunun doğru olmadığını bilse de "İspat edemezsin" der kadına. Kadın ispat edince ancak boyun eğiyor erkek. Erkekler dışında kalanlar, heteroseksizme mahkum olmamak için heteroseksizme boyun eğmemesi gerekiyor.
İnsan her ne ve kim olursa olsun hakları ve kendisi olmak için baş kaldırmasını bilmesi gerek. Çünkü insan ne kadar kendisi olabilirse, o kadar özgürdür. Yani kendin olabildiğin ölçüde özgürsündür. Kendinden kaçtığın ve yüzleşemediğin gerçekler içsel ve dışsal baskı olarak geri dönecektir. Korkuyla da özgür olmak mümkün değildir.
O yüzden cinselliğin en büyük baskı unsuru olarak kullanıldığı cinsiyetçi dünyada, cinsel yönelimimi toplumun aşağıladığı, dışladığı, ötekileştirdiği isimlerle "ibneyim, topum" diye tanımlayarak onlara bu fırsatı-özgürlüğümü elimden alma fırsatı vermiyorum.
Doğanın gerçeklerine rağmen, bile-bile heteroseksist gerekçelerle (bana göre bahanelerle) kendinden-yapından utanıyorsan sağlıklı birisi değilsindir. Kendini her şeye, erkek egemen yapıya rağmen gizli-saklı da olsa gerçekleştirmekten alıkoyamıyorsan, burada hasta olan senin yapın-gerçeğin-eşcinselliğin değil, sana bu baskıyı yapan, eşcinselliği kabul etmeyen heteroseksist yapı ve bu baskıyı cinsiyetçi içselleşmeden dolayı reddedemeyen, eşcinselliği-ni inkar eden kendindir.
O yüzden cinselliğin en büyük baskı unsuru olarak kullanıldığı cinsiyetçi dünyada, cinsel yönelimimi toplumun aşağıladığı, dışladığı, ötekileştirdiği isimlerle "ibneyim, topum" diye tanımlayarak onlara bu fırsatı-özgürlüğümü elimden alma fırsatını vermiyorum.
Hayatın orgazm sahneleri vardır insanın yenilmişliklerini, egosunu tatmin eden, yarım kalmışlıklarını veya eksikliklerini tamamlayan. Bu tamlamalar da insanın yapısına uygundur. Obsesif bir hal de alabilir sosyalliğin kısır kaldığı ortam ve dönemlerde.
Yaşama nedeni özgürlük olan olan biri olarak haksızlıklara karşı başkaldırılar da benim orgazm sahnelerimdir. Bu başkaldırılar yüzünden çok canım yanmıştır benim de. Dışsal çatışmadan dolayı fiziksel yaralanmalar atlatılabilir ama içsel çatışmalar-kişinin kendisiyle çatışması yapısına uygun davranmadığı için görünmeyen yaraların büyüyüp habisleşmesine sebep olur. Kimisi habisli ve hapis-kendine tutsak yaşayabilir ama bir de bağımsız-özgür olmayınca yaşayamayanlar vardır.
Dizide garson kız sonunda patronun kızının baskısına dayanamayıp itiraz eder ama bedelini platonik aşkının hediye ettiği müzik aletinin kırılmasıyla ve işten kovulmakla öder. Ama kendisine, kişiliğine sahip çıkmanın ödülünü platonik aşkının kendi tarafında yer alması ve onu koruması şeklinde alır. Platonik şarkıcı sevgili işi de bırakmıştır garson kız işten kovulduğu için. Şarkıcı blöf de yapmamıştır, rol de yapmamıştır, kendisi olmuştur. Hayatı kurallarına göre değil, kendi kurallarına yaşamaktadır. O yüzden babaannesi ona "Delibaş" demektedir.
Klüp patronu dize gelmiş, hatta şarkıcının ayağına kadar gitmiştir kızının aşkı uğruna. Şarkıcı garson kızın işe tekrara alınması şartıyla klüpte şarkı söyleme teklifini kabul etmiştir ama patronun kızının yapay aşkını reddetmiştir.
Jale "seni seviyorum" der. Şarkıcı "Senin gibiler kendine benzetebildiklerini severler." der. "Beni red mi ediyorsun?" der kız. "Kendimden başka biri olmayı reddediyorum." der genç erkek.
Tipik bir Türk Filmi sahnesi değil mi? Hayatımız film değil mi zaten? Basit bulduğumuz küçük ayrıntılar aslında yüzleşmekten korktuğumuz ve kaçtığımız, küçümsediğimiz hayatın gerçekleri. Komplekslerimizden birilerini aşağılayarak kurtulmaya çalışırken küçüldüğümüzün farkına varamayacak kadar uzaklaşıyoruz kendimizden çoğu zaman çoğumuz.
Dizinin başka bir sahnesinde kadınlardan biri "Seni sevmiyorum ve senden boşanmak istiyorum" der. Erkek boşanmak istemediği için kadını iffetsizlikle suçlamakla tehdit eder. Bunun doğru olmadığını bilse de "İspat edemezsin" der kadına. Kadın ispat edince ancak boyun eğiyor erkek. Erkekler dışında kalanlar, heteroseksizme mahkum olmamak için heteroseksizme boyun eğmemesi gerekiyor.
İnsan her ne ve kim olursa olsun hakları ve kendisi olmak için baş kaldırmasını bilmesi gerek. Çünkü insan ne kadar kendisi olabilirse, o kadar özgürdür. Yani kendin olabildiğin ölçüde özgürsündür. Kendinden kaçtığın ve yüzleşemediğin gerçekler içsel ve dışsal baskı olarak geri dönecektir. Korkuyla da özgür olmak mümkün değildir.
O yüzden cinselliğin en büyük baskı unsuru olarak kullanıldığı cinsiyetçi dünyada, cinsel yönelimimi toplumun aşağıladığı, dışladığı, ötekileştirdiği isimlerle "ibneyim, topum" diye tanımlayarak onlara bu fırsatı-özgürlüğümü elimden alma fırsatı vermiyorum.
Doğanın gerçeklerine rağmen, bile-bile heteroseksist gerekçelerle (bana göre bahanelerle) kendinden-yapından utanıyorsan sağlıklı birisi değilsindir. Kendini her şeye, erkek egemen yapıya rağmen gizli-saklı da olsa gerçekleştirmekten alıkoyamıyorsan, burada hasta olan senin yapın-gerçeğin-eşcinselliğin değil, sana bu baskıyı yapan, eşcinselliği kabul etmeyen heteroseksist yapı ve bu baskıyı cinsiyetçi içselleşmeden dolayı reddedemeyen, eşcinselliği-ni inkar eden kendindir.
17 Kasım 2011 Perşembe
Bir Kadın Daha Öldürüldü ve Şarkılar Sustu
11 bıçak darbesinin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Burada resmen kadına nefret vardır. Erkekliğin kadınlığa olan nefretinin artık cezasının kökten kesilmesinin zamanı geldi. Çünkü birkaç aylık cezalar işe yaramadığı gibi, erkeği kadınlığa karşı daha hınçlandırıyor. Peki devlet neden şiddet uygulayan erkeklerin elini-kolunu sallayarak dolaşmasına izin veriyor? Şiddetin arkasından cinayet geliyor göründüğü üzere. Öfkeye bakar mısınız, kadının yakını olan iki kişiyi daha bıçaklamış cani saldırgan.
Erkeklik kendini bir şey zannettiği için kadınlar tarafından terk edilmeyi hazmedemiyor. Oysa erkeklik bu şiddet, öfke, nefret ve cinayetle hayvan bile olamaz.
Kadınların hayatlarının sonuna kadar erkeklere inanmasınıysa aklım almıyor. Kadınlık demek çok mu çaresizlik, acizlik demek?
Halime kansere yakalanan kocası ölünce iki çocuğuna bakmak için barlarda şarkı söylemeye başlamış. Katil sevgiliyle tanışınca sevgisine inanıp beraber olmaya başlamış ama sevgilisinin evli olduğunu öğrenince, yalan söyleyip kandırıldığını anlayınca terk etmiş onu. İki çocuğuyla birlikte başka bir şehre gidip temizlikçilik yapmaya başlamış. İzini bulan katil sevgili "Benden ayrılırsan seni yaşatmam" diye tehdit etmiş. Baskıdan kaçan Halime başka bir şehrin ilçesine yerleşiyor ama 5 aylık bir aramadan sonra gene buluyor Halime'yi katil. (Sevgili denmeyi bile hak etmiyor bu cani.) Barışamaya ikna edemeyince kadını hastanelik edinceye kadar dövüyor ve hapse giriyor ama o kadarlık hapis ıslah edememiş demek ki cinayetle kadının hayatını sonlandırıyor.
Adam "öldüreceğim" diyor ve öldürüyor. Erkekler "öldüreceğiz" diyorlar ve öldürüyorlar. Erkeler "öldüreceğiz" diyorlar ve bunu herkes duyuyor, herkes biliyor. Erkeğin öldürebilme yetkisinin elinden alınmaması için mi bu sessizlik? Toplum erkekliğin öldürebilme gücüne inanmış, kendini koşullandırmış buna ve aksini düşünemiyor. İnsan korkanları bir nebze olsun anlayabiliyor da erkekliğin şiddetine sığınanları, şiddetini destekleyenleri anlayamıyor. Erkeğin şiddetini destekleyenlerin içinde uyuyan bir canavar mı var yoksa?
Çocuğunun gözü önünde öldürülüyor kadın. Katil defalarca tehdit ediyor ve "son kez konuşalım" diye ikna ediyor kadını. Konuşulacak ne var be kadın-ım! İnsan olsa insan gibi davranır ve insan olduğunu gösterir, insan olarak seni kazanmaya çalışır. Konuşulacak bir şey mi var, bir şey mi kalmış ki inanıyorsun ona-erkeğe. Annesinin öldürüleceğinden korkan oğlu, "Anne ne olur gitme. Sana kötülük yapacak" diyerek, uyarmasına rağmen çıkıyor kapıya ve çıkmasıyla öldürülmesi bir oluyor. 11 kez bıçaklanarak 11 keezz. Defalarca tehdit eden bir psikopat katilden, kaçınılmaz olarak defalarca bıçak darbesi.
Katil şizofrenmiş. Bana ne. Şizofrense elini-kolunu sallayarak dolaşması mı gerekiyor? Neden tedavi altına almıyor devlet bu psikopat şizofrenleri. Oysa kadın savcılığa dilekçe vermiş. Öldürüleceğini hissetmeyen bir kadın laf olsun diye şikayette bulunur mu? Ha bulunanlar vardır ama bu şikayeti kaale almamak için geçerli istatistiki bir veri mi var? Dahası bugüne kadar şikayette bulunan kadınların hep öldürüldüğüne tanık olmadık mı?
Erkekliği biliyorum, erkekliğin korunduğunu, yüceltildiğini biliyorum ama bunca cinayetten sonra hala kadınların erkeklere güvenmesini, kendilerini korumak için bir şey yapmamalarını kabul edemiyorum. Şiddet uygulayan bir erkeğin karşısına aklı başında olan bir insan nasıl güvenerek çıkar ki?
Bir kadın daha öldürüldü arkasında annesinin öldürüldüğünü gören bir psikoloji-çocuk-lar bırakılarak ve şarkılar sustu.
Katil aranıyormuş. Hangisi? Katillerle birlikte yaşamıyor muyuz? İçlerindeki caninin ne zaman çıkacağını bilmediğimiz ve heteroseksizm tarafından cesaretlendirilen katillerle yatağa girip, sırtımızı dönüp güvenle uyumuyor muyuz? Katil kim? Birlikte yaşadığımız erkekler mi, erkekliği yaratan heteroseksizm mi?
16 Kasım 2011 Çarşamba
Heteroseksist Eşcinseller
Eşcinselliğiyle barışamamış eşcinsellerdir heteroseksist eşcinseller. Bakmayın öyle eşcinselim diye piyasa yaptıklarına. Zaten eşcinselliğin övünülecek bir durum olduğunu savunmadıkları gibi, ulu-orta olmaması taraftarıdırlar. Eşcinsellik heteroseksüelliği rahatsız etmemelidir onlara göre. Yaşanmalı ama heteroseksizmin izin verdiği ölçüde. Hatta afaedersiniz ama bunlar heteroseksizme yalakalık ederek eşcinselliğin kabul edilmesi taraftarıdırlar. Sisteme zararsız olduklarını, heteroseksizme boyun eğdiklerini gösterirlerse kendilerine dokunulmayacaklarına inanırlar. Heteroseksizm ekmeklerine kan doğrayıncaya kadar heteroseksizmin gerçek yüzünü görmezden gelirler. Son noktada bile eşcinselliği savunmazlar gene de
Bunlar eşcinselliği normal saymasalar da, bunlardan daha beteri eşcinselliğini kendine bile itiraf edememiş, etmeyi de asla düşünmeyen eşcinseller var bir de. Adam omuzlarına kadar saçlarını uzatmış, daracık body'yi giyinmiş, hatta eşcinselliği sapıklık ilan eden kültürün esiri olmuş, içten-içe ondan medet umar, ona sığınır, sıkı-sıkıya ona tutunur hale gelmiş. Ya aslına dönecektir, dönemeyeceği için de tutunacağı tek dal heteroseksizm olmuştur.
Erkekliğe sempati besleyen eşcinseller de kendileriyle tam barışamamışlardır aslında. Oldukları gibi görünmeye cesaret edemezler. İddiaları eşcinsellik hakkındaki önyargıyı kırmaktır ama erkeksi halleriyle görünmeyen eşcinselliğe bir kat daha silgi atmaktadırlar. Eşcinsellik kendi cinsine eğilim-yönelimse içinden geldiği gibi veya öğrendiğin gibi görünmenin ne sakıncası olabilir ki? Eşcinselliğin kabulü için önce görünür olmak şartsa, eşcinselliğin algılandığı şekilde görünür olması daha kolaylaştırmaz mı kabul mücadelemizi.
Erkekliği yücelten, erkekliğe tapan, erkekten sonra gelmek için ne olması gerekiyorsa onu olan eşcinsellerse homofobinin en güçlü kaynaklarıdır. Onlara göre erkekler ve diğerleri vardır. Yani kendileriyle yatan eşcinsellerin eşcinsel olması söz konusu bile olamaz. Eşcinsellik gerçeğin en uzak durmaya çalışan ve kendilerini en çok kandıran eşcinseller de bunşlardır. Herkes bilir eşcinselliklerini ama çıplak olduklarını bir kendileri kabul etmezler. Eşcinsel oldukları yüzlerine vurulunca ve eşcinsel olduklarına dair bir bakışa, davranışa da en çok bunlar tepki gösterirler. Eşcinsel olduklarını kabul edip de, eşcinselliği en kabul etmeyen bunlardır çünkü. Bu dünyanın gerçeği erkekler ve kadınlardır. Onlar erkek değillerdir ama diğer gerçeği de olamamanın hırçınlığıdır bu agresiflik.
Ailesine, akrabalarına, yakın çevresine, uzak çevresine erkek gibi yaşayan eşcinsellerse en mutsuz olanlarıdır eşcinsellerin. Çünkü sırtlarında heteroseksizmin köksel birimi aile yükü vardır ve topluma kadar uzayan bu yük hayatları boyunca onları bunaltacaktır. Eşcinsel doğarlar ama yapay bir heteroseksüel olarak ölürler. Eşcinsel nüfusun tamamına yakınını bu nüfus oluşturur. Eşcinselliğin uyanamamasının sebebi de bu ikiyüzlülüktür.
Çeşit-çeşit eşcinsel var. Eşcinsel sözlüklerden birinde sakallı-bıyıklı eşcinsellerle ilgili açılan bir başlık aklıma getirdi bunları. Belki sonra devam ederim heteroseksist eşcinsellerin diğer çeşitlerine.
Bunlar eşcinselliği normal saymasalar da, bunlardan daha beteri eşcinselliğini kendine bile itiraf edememiş, etmeyi de asla düşünmeyen eşcinseller var bir de. Adam omuzlarına kadar saçlarını uzatmış, daracık body'yi giyinmiş, hatta eşcinselliği sapıklık ilan eden kültürün esiri olmuş, içten-içe ondan medet umar, ona sığınır, sıkı-sıkıya ona tutunur hale gelmiş. Ya aslına dönecektir, dönemeyeceği için de tutunacağı tek dal heteroseksizm olmuştur.
Erkekliğe sempati besleyen eşcinseller de kendileriyle tam barışamamışlardır aslında. Oldukları gibi görünmeye cesaret edemezler. İddiaları eşcinsellik hakkındaki önyargıyı kırmaktır ama erkeksi halleriyle görünmeyen eşcinselliğe bir kat daha silgi atmaktadırlar. Eşcinsellik kendi cinsine eğilim-yönelimse içinden geldiği gibi veya öğrendiğin gibi görünmenin ne sakıncası olabilir ki? Eşcinselliğin kabulü için önce görünür olmak şartsa, eşcinselliğin algılandığı şekilde görünür olması daha kolaylaştırmaz mı kabul mücadelemizi.
Erkekliği yücelten, erkekliğe tapan, erkekten sonra gelmek için ne olması gerekiyorsa onu olan eşcinsellerse homofobinin en güçlü kaynaklarıdır. Onlara göre erkekler ve diğerleri vardır. Yani kendileriyle yatan eşcinsellerin eşcinsel olması söz konusu bile olamaz. Eşcinsellik gerçeğin en uzak durmaya çalışan ve kendilerini en çok kandıran eşcinseller de bunşlardır. Herkes bilir eşcinselliklerini ama çıplak olduklarını bir kendileri kabul etmezler. Eşcinsel oldukları yüzlerine vurulunca ve eşcinsel olduklarına dair bir bakışa, davranışa da en çok bunlar tepki gösterirler. Eşcinsel olduklarını kabul edip de, eşcinselliği en kabul etmeyen bunlardır çünkü. Bu dünyanın gerçeği erkekler ve kadınlardır. Onlar erkek değillerdir ama diğer gerçeği de olamamanın hırçınlığıdır bu agresiflik.
Ailesine, akrabalarına, yakın çevresine, uzak çevresine erkek gibi yaşayan eşcinsellerse en mutsuz olanlarıdır eşcinsellerin. Çünkü sırtlarında heteroseksizmin köksel birimi aile yükü vardır ve topluma kadar uzayan bu yük hayatları boyunca onları bunaltacaktır. Eşcinsel doğarlar ama yapay bir heteroseksüel olarak ölürler. Eşcinsel nüfusun tamamına yakınını bu nüfus oluşturur. Eşcinselliğin uyanamamasının sebebi de bu ikiyüzlülüktür.
Çeşit-çeşit eşcinsel var. Eşcinsel sözlüklerden birinde sakallı-bıyıklı eşcinsellerle ilgili açılan bir başlık aklıma getirdi bunları. Belki sonra devam ederim heteroseksist eşcinsellerin diğer çeşitlerine.
Bir Erkek de Erkeklik Kurallarına Uymadığı İçin Öldürüldü
Kasım ayındaysa bir erkek bir kadını sevdiği için öldürüldü. Bu erkek kendisinden çocuğu olduğu için töre cinayetine kurban giden Güldünya Tören'in beraber olduğu erkekti. Öldürenlerse Güldünya'yı da öldüren, Güldünya'nın ailesi.
Güldünya öldüreli 7 yıl olmuştu ama beraber olduğu erkek de öldürülmeyince nefret tamamlanmamıştı demek ki. Şimdi rahat bir uyku uyuyabileceklerdir sanırım. Çünkü namus dedikleri kirlenen cinsellikleri böylece aklanıp-paklanmıştır! O kir onları demekki dürtüyordu ki, şimdi dürtüklenmekten kurtulmuşlardır. Kiri oluşturan kim, temizleyen kim? Kendilerinin çıkarına uygun bir cinsellik olunca kir olmuyor ama insanlar gönüllerince cinselik yaşayınca kir oluyor, namussuzluk oluyor, ahlaksızlık oluyor. Hay ahlakınız, namusunuz batsın!
Ne çirkef bir dünya bu dünya, ne acımasız insanlar. Kendilerine "hayvan" denilince dayılanırlar ama yaptıkları, işledikleri cinayetlerin akıl ve mantıkla zere kadar alakası yok. İnsan içgüdüsel olarak bile olsa durduk yerde cinayet işlemez. İşleme sebepleri de kendilerinin de gerçekleştirdiği cinsellik. Kendi kafalarına göre Tanrı huzurunda cinsellik yaşıyorlar, ihtiyaç duyarlarsa Belediyelerin izniyle imza karşılığı cinsellik yaşıyorlar, ihtiyaçlarını kolay yoldan gideremezlerse tecavüz ediyorlar, oluyor bitiyor ama bazıları kimseye danışmadan kendi rızalarıyla cinsellik yaşarsa ahlak, töre bahenesiyle öldürülüyor. Kimler tarafından mı? Erkekler!
İnsanlar bağımsızlık ve özgürlük için mücadele ediyorlar, hatta birbirlerini yiyiyorlar, başka bir dünya kurmak istiyorlar ama kurmak istedikleri dünya çok mu özgür, çok mu bağımsız, çok mu yaşanabilir olacak? Koskoca bir hayır. İnsan kendini düzeltmedikçe yeni bir dünyanın eski dünyadan hiç farkı olmayacak ki. Çünkü o dünyayı oluşturacak olanlar da aynı insanlar olacak. İnsan kendini düzelttiği takdirde ancak farklı, yeni bir dünyanın temelleri atılır. Sınırları çizip bayrak dikmek özgürlük veya bağımsızlık değildir, olamaz. Önce kendi kafamızdaki örümcekleri temizleyelim, bağnazlıklarımızdan kurtulalım, kendi zincirlerimizi kıralım, kendimizi serbest bırakalım.
Biz erkek olmaktan kurtulamadıkça, insan olamayız, insanca yaşayamayız. Kılıbık diye aşağıladığımız, kadınlarının nispeten cinselliklerini daha özgürce yaşayan Avrupa ülkeleri ahlaksız oldukları için daha insanca yaşıyorsa, bir düşünmemiz gerekmez mi bu ahlak dediğimiz şeyin ne menem bir şey olduğunu. Aslında ahlakın tek adı ve tanımı var. Baskı. İnsanları baskı, kontrol altına almak.
Başkalarını baskı altına alırken, kendimizi de kısıtlıyoruz, baskıcı kurallara uydurmak zorunda kalıyoruz. Özgürlük ötekine bağımsızlığını verdiğimiz zaman olacaktır tabiki de ama bu geçici bir özgürlük olacaktır. Çünkü işimize gelmeyince o özgürlüğü geri almak için gene hayvanlaşabiliriz. Önce kendimizi bırakacağız, kendimizi kurtaracağız şartlanmışlıklarımızdan, törelerimizden, geleneklerimizden, hatta geçmişimizden. Çünkü kan davasına sebep olan nefretin en büyük sebebi geçmişin intikamını alma arzusudur.
15 Kasım 2011 Salı
Eşcinselliğe Osuruk Kadar Bile Sahip Çıkılmıyor
"Çok Güzel Hareketler Bunlar" mizah programının tekrarında "osuruk" skecine rastlıyorum. İki sevgili restorana giriyorlar yemek yemek için. Kadın bacak-bacak üstüne atarken "zart" diye osuruyor. Bir süre sonra ortama yayılan gazdan restorandaki müşterilerden biri zehirleniyor. Skeç ya, olacak o kadar abartı. Ambulans çağırıyorlar. Bu arada bütün müşteriler ve de restoran ekibi bunu yapanı-osuranı "hayvan" ilan ediyor. Osuran bile bu "Kim yaptı bunu?" tezahuratına katılıyor. Sonuçta o da sistemin bir parçası. Bunu kamufle olmak için yaptığı kadar toplumda nasıl davranılması gerektiğini içselleştirdiği için de bu şekilde davranıyor o da. Şef bunu yapanın restoranı terk etmesi için herkesin gözlerini kapatmasını istiyor ama tam osuran ve sevgilisi dışarıya çıkmadan şef gözlerini açarak yakalıyor onları. Erkek kendini kurtarmak için sevgilisini-kadını göstererek "Bu yaptı." diyor. Kadın o kadar kişiye karşı savunacak gücü olmadığından değil de, bunun savunulacak bir tarafı olmadığından "Evet ben yaptım." diyor haykırarak. "Ben bir kadınım ama, ter de kokarım, osururum da. Kadınız diye bunlar olmayacak mı?" diyor. Diğer kadınlara eliyle işaret ederek, "Senin hiç sabahları kalktığın da ağzın kokmuyor mu, sen hiç soğan-sarmısak keyfi yapmıyor musun?..." diyor. Restorandaki bütün kadın müşteriler osuruk için "ben yatım" demeye başlıyorlar. Sonra bulaşıkçısı, aşçısı "ben osurdum" demeye başlıyor. Salondaki seyirciler tek-tek "ben yaptım" diyor ve son olarak da bütün kadınlar "biz yaptık" diyorlar, yani "biz osurduk" demek istiyorlar.
Bu sahne Kevin Kline'ın "In-Out" filminin finali gibi olduğundan çok hoşuma gittim. Orada da herkes eşcinsel öğretmenin yanında olabilmek için "I am gay-ben eşcinselim" diyordu. Ama osuruğa bile sahip çıkılan heteroseksist bir toplumda ne yazık ki doğanın bir parçası, gerçeği eşcinselliğe sahip çıkılmıyor. Eşcinsellik söz konusu olunca herkes paçasını kurtarma derdine düşüyor, eşcinsel ilişkisine kılıflar-bahaneler uydurmaya çalışiyor. Herkes tüm ayrımcılığa maruz kalanların yanında olabilmek adına "ben" de, "biz" de diyor ama hiç kimse eşcinsellerin yanında yer alamıyor daha bu toplumda. Mizah dünyası da bir gün eşcinselliği de dalga geçmek dışında osuruk kadar sahiplenebilecek mi acaba?
Bu sahne Kevin Kline'ın "In-Out" filminin finali gibi olduğundan çok hoşuma gittim. Orada da herkes eşcinsel öğretmenin yanında olabilmek için "I am gay-ben eşcinselim" diyordu. Ama osuruğa bile sahip çıkılan heteroseksist bir toplumda ne yazık ki doğanın bir parçası, gerçeği eşcinselliğe sahip çıkılmıyor. Eşcinsellik söz konusu olunca herkes paçasını kurtarma derdine düşüyor, eşcinsel ilişkisine kılıflar-bahaneler uydurmaya çalışiyor. Herkes tüm ayrımcılığa maruz kalanların yanında olabilmek adına "ben" de, "biz" de diyor ama hiç kimse eşcinsellerin yanında yer alamıyor daha bu toplumda. Mizah dünyası da bir gün eşcinselliği de dalga geçmek dışında osuruk kadar sahiplenebilecek mi acaba?
14 Kasım 2011 Pazartesi
En Garanti Doğum Kontrol Yöntemi Eşcinsellik!
Ayağı Kayan ve Tecavüze Uğrayan Her Erkek Eşcinsel mi Oluyor?
Ayşe Kulin'in eşcinsellikle ilgili bir kitap yazacağını duyunca sevinmiştim ama verdiği röportajdan eşcinselliğin yapısal değil sonradan olduğuna inandığına dair ifadeleri beni üzdü. Direkt öyle demiyor ama bilmem kaç yaşında evli ve çoluk-çocuk sahibi bir adam eşcinsel olmasa da kendi cinsine aşık olabilirmiş. Aşk için cinsiyetin önemi yokmuş. Tamam cinsiyetin önemi yok ama bu cinsiyetlerin bir yönelimi-eğilimi vardır herhalde.
O zaman bu aşkın adı ne oluyor? Eşcinsellik aynı cinsin birbirine aşık olmasıysa, bu eşcinsel aşk oluyor. Kitap da eşcinsel aşkı anlatıyor, yazarı da bunu inkar etmiyor ama aşk için erkek-kadın fark etmez demesi hiç de eşcinsellikle örtüşmüyor. Kitabı okumadım ama biseksüel falan olsa romanın kahramanı, anlayacağım aşkta cinsiyetin farketmediğini. Çünkü ben bir eşcinsel olarak hiç kadına aşık olmadım da.
Ayşe Kulin 1978 yılında bir eşcinselle karşılaşıncaya kadar "gay" kelimesini sadece "eğlenceli" olarak biliyormuş. İngiltere'de bir partide adamın birine "Evli misiniz?" diye sormuş. O da, "Hayır gay'im" diye cevap vermiş. Ayşe Kulin'de “Ben de gay’im ama aynı zamanda evliyim!” demiş. Yani eğlenceli ve de evliymiş!
Eşcinsel dünyayı hiç bilmiyormuş ama empati kurabildiği ve anlayabildiği bir dünyaymış.
Aşkın cinsiyet tanımadığını iddia ediyor ama kendisinin kendi cinsine aşık olmasının söz konusu olmadığını söylüyor, sebebini de yaşının 70 olmasına dayandırıyor
ve bu kitabın eşcinsel nefretini azaltmasını umut ediyor.
Eşcinsellikle alakası olmayan kişilerin "pat" diye eşcinsel olmasını sadece aşka dayandırmasını, önceden insanların kendi cinslerine eğiliminin olup-olmadığını yazar kendisinin bilmemesine bağlıyor. Yani bilmiyorsan bildiğin gibi oluyor eşcinsellik.
Çevresindeki eşcinsel arkadaşlarına sormuş; doğuştan, hormanal ve de tercihen olabiliyormuş. Sarhoşken veya başka bir şekilde bir kere başına gelince sonraki döneminde eşcinselliği tercih ediyormuşsun.
Romanın kahramanı yaşlı İlhami' de çok acılar çekmiş, eşiyle cinselliğini bir türlü rayına oturtamamış, aşık olmadığı bir kadınla cinsel ilişki yaşıyormuş, üstelik evladını da kaybetmiş, mutsuz ve duygularının coştuğu bir akşam ayağı kayıp genç bir erkekle sevişiyor ve eşcinsel oluyor.
Yaşlı eşcinsel genç erkekle doygun bir ilişki yaşıyor ama yaşlı adamın eşcinselliğinin devam edip-etmediğini yazar kendisi de bilmiyor.
Eşcinsel olmayan bir erkek kendi cinsiyle nasıl doygun bir ilşki yaşayabilir ki veya eğilimi olmasa nasıl "pat" diye ilişki yaşayabilir ki? O zaman bütün erkekler eşcinsel sayılır ve mutsuz oldukları, duygularının coştuğu bir akşam ayaklarının kayması yetiyor eşcinsel olmaları için.
Günün birinde herkes eşcinsel olabilirmiş.
İnsanlar doğanın kaynaklarını tükettiğinden daha fazla ürememeleri için tabiatın bir kontrol yöntemiymiş eşcinsellik. Yani doğanın insanlara cezası mı demek istiyor eşcinselliği? Eşcinsellerin ne suçu var peki bu yöntemle doğanın kaynakları korunurken? Biliyorsuuz eşcinseller cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalarak acı çekiyorlar. Yazarımız eşcinsellere hoşgörüyle bakılması gerektiğini söylüyor ama kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Ağzı başka söylüyor, gönlünden geçenler başka galiba. Eşcinselliği onaylar gibi gözüküp, içten içe eşcinsel nefretini mi destekliyor acaba? Eşcinsellerin varolmasının desteklenmesi takdir edilesi bir davranış ama dünyanın dengesi için heteroseksüellere ceza olarak varolmak hiç de iç açıcı değil.
Yazar bu romanı hiçbir eşcinsel deneyim tanıklığını dinelemeden, araştırmadan yazmış. Romanda karakterleri seviştirdikten sonra yardımcısına "İki erkek seviştikten sonra böyle mi hisseder?" diye sormuş. O da "Evet" demiş. Menejeri deneyimli galiba bu konuda. Bir de menejerine eşcinsel sevgililerin birbirlerine hediye olarak ne aldıklarını sormuş. Yaşlı erkekler pahalı hediyeler, genç eşcinsel erkekler yumuşak ayı-mayı alırmış.
Onun dışında birbirine çok benzediği için kadın-erkek ilişkisini eşcinsel aşka uyarlamış anlayacağınız.
Yazarımız eşcinsel aşkta seksi kabul edemiyor ve eski Türk Filmlerindeki gibi sevişmenin sonrasına şahit olabiliyormuşuz romanda. Bu bir porno değil aşk hikayesiymiş.
Tanrım homofobinin azalmasına hizmet edecek kitap resmen homofobiyi tetikliyor. Toplum-heteroseksizm de zaten eşcinselliğin seksine karşı değil mi? Sevelim, aşık olalım, sarılalım-dokunalım ama ilişki olmasın. Olur!
Genç erkek zaten tecavüze uğradıktan sonra eşcinsel olmuş ve bir daha kendisini toparlayamamış. O şekilde seksi de kafasına tecavüzden sonra yerleştirmiş. Anlayacağınız tecavüze uğrayan her erkek seks şeklinin sadece erkek-erkeğe olduğuna inanıp hayat boyu öyle devam ediyormuş. Bu kadarı da fazla artık. Demek erkekler eşcinsel olma korkusu yüzünden dötlerine bu kadar çok sahip çıkıyorlar.
Eşcinseller arasındaki aşkın heteroseksüel aşklardan daha tutkulu olduğunu da gene arkadaşlarına sorarak öğrenmiş.
Bir eşcinseli karşısına alıp, eşcinsel söylese o yazsa daha kolay ve de gerçekçi bir roman olurdu bence.
Homofobiklerin desteğini falan mı aldı acaba Ayşe Kulin bu romanı yazmak için?
Bakalım romanı okuyalım, röportajından daha farklı anlatmıştır belki eşcinselliği Ayşe Kulin.
Ayşe Kulin'in eşcinsellikle ilgili bir kitap yazacağını duyunca sevinmiştim ama verdiği röportajdan eşcinselliğin yapısal değil sonradan olduğuna inandığına dair ifadeleri beni üzdü. Direkt öyle demiyor ama bilmem kaç yaşında evli ve çoluk-çocuk sahibi bir adam eşcinsel olmasa da kendi cinsine aşık olabilirmiş. Aşk için cinsiyetin önemi yokmuş. Tamam cinsiyetin önemi yok ama bu cinsiyetlerin bir yönelimi-eğilimi vardır herhalde.
O zaman bu aşkın adı ne oluyor? Eşcinsellik aynı cinsin birbirine aşık olmasıysa, bu eşcinsel aşk oluyor. Kitap da eşcinsel aşkı anlatıyor, yazarı da bunu inkar etmiyor ama aşk için erkek-kadın fark etmez demesi hiç de eşcinsellikle örtüşmüyor. Kitabı okumadım ama biseksüel falan olsa romanın kahramanı, anlayacağım aşkta cinsiyetin farketmediğini. Çünkü ben bir eşcinsel olarak hiç kadına aşık olmadım da.
Ayşe Kulin 1978 yılında bir eşcinselle karşılaşıncaya kadar "gay" kelimesini sadece "eğlenceli" olarak biliyormuş. İngiltere'de bir partide adamın birine "Evli misiniz?" diye sormuş. O da, "Hayır gay'im" diye cevap vermiş. Ayşe Kulin'de “Ben de gay’im ama aynı zamanda evliyim!” demiş. Yani eğlenceli ve de evliymiş!
Eşcinsel dünyayı hiç bilmiyormuş ama empati kurabildiği ve anlayabildiği bir dünyaymış.
Aşkın cinsiyet tanımadığını iddia ediyor ama kendisinin kendi cinsine aşık olmasının söz konusu olmadığını söylüyor, sebebini de yaşının 70 olmasına dayandırıyor
ve bu kitabın eşcinsel nefretini azaltmasını umut ediyor.
Eşcinsellikle alakası olmayan kişilerin "pat" diye eşcinsel olmasını sadece aşka dayandırmasını, önceden insanların kendi cinslerine eğiliminin olup-olmadığını yazar kendisinin bilmemesine bağlıyor. Yani bilmiyorsan bildiğin gibi oluyor eşcinsellik.
Çevresindeki eşcinsel arkadaşlarına sormuş; doğuştan, hormanal ve de tercihen olabiliyormuş. Sarhoşken veya başka bir şekilde bir kere başına gelince sonraki döneminde eşcinselliği tercih ediyormuşsun.
Romanın kahramanı yaşlı İlhami' de çok acılar çekmiş, eşiyle cinselliğini bir türlü rayına oturtamamış, aşık olmadığı bir kadınla cinsel ilişki yaşıyormuş, üstelik evladını da kaybetmiş, mutsuz ve duygularının coştuğu bir akşam ayağı kayıp genç bir erkekle sevişiyor ve eşcinsel oluyor.
Yaşlı eşcinsel genç erkekle doygun bir ilişki yaşıyor ama yaşlı adamın eşcinselliğinin devam edip-etmediğini yazar kendisi de bilmiyor.
Eşcinsel olmayan bir erkek kendi cinsiyle nasıl doygun bir ilşki yaşayabilir ki veya eğilimi olmasa nasıl "pat" diye ilişki yaşayabilir ki? O zaman bütün erkekler eşcinsel sayılır ve mutsuz oldukları, duygularının coştuğu bir akşam ayaklarının kayması yetiyor eşcinsel olmaları için.
Günün birinde herkes eşcinsel olabilirmiş.
İnsanlar doğanın kaynaklarını tükettiğinden daha fazla ürememeleri için tabiatın bir kontrol yöntemiymiş eşcinsellik. Yani doğanın insanlara cezası mı demek istiyor eşcinselliği? Eşcinsellerin ne suçu var peki bu yöntemle doğanın kaynakları korunurken? Biliyorsuuz eşcinseller cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalarak acı çekiyorlar. Yazarımız eşcinsellere hoşgörüyle bakılması gerektiğini söylüyor ama kaş yapayım derken göz çıkarıyor. Ağzı başka söylüyor, gönlünden geçenler başka galiba. Eşcinselliği onaylar gibi gözüküp, içten içe eşcinsel nefretini mi destekliyor acaba? Eşcinsellerin varolmasının desteklenmesi takdir edilesi bir davranış ama dünyanın dengesi için heteroseksüellere ceza olarak varolmak hiç de iç açıcı değil.
Yazar bu romanı hiçbir eşcinsel deneyim tanıklığını dinelemeden, araştırmadan yazmış. Romanda karakterleri seviştirdikten sonra yardımcısına "İki erkek seviştikten sonra böyle mi hisseder?" diye sormuş. O da "Evet" demiş. Menejeri deneyimli galiba bu konuda. Bir de menejerine eşcinsel sevgililerin birbirlerine hediye olarak ne aldıklarını sormuş. Yaşlı erkekler pahalı hediyeler, genç eşcinsel erkekler yumuşak ayı-mayı alırmış.
Onun dışında birbirine çok benzediği için kadın-erkek ilişkisini eşcinsel aşka uyarlamış anlayacağınız.
Yazarımız eşcinsel aşkta seksi kabul edemiyor ve eski Türk Filmlerindeki gibi sevişmenin sonrasına şahit olabiliyormuşuz romanda. Bu bir porno değil aşk hikayesiymiş.
Tanrım homofobinin azalmasına hizmet edecek kitap resmen homofobiyi tetikliyor. Toplum-heteroseksizm de zaten eşcinselliğin seksine karşı değil mi? Sevelim, aşık olalım, sarılalım-dokunalım ama ilişki olmasın. Olur!
Genç erkek zaten tecavüze uğradıktan sonra eşcinsel olmuş ve bir daha kendisini toparlayamamış. O şekilde seksi de kafasına tecavüzden sonra yerleştirmiş. Anlayacağınız tecavüze uğrayan her erkek seks şeklinin sadece erkek-erkeğe olduğuna inanıp hayat boyu öyle devam ediyormuş. Bu kadarı da fazla artık. Demek erkekler eşcinsel olma korkusu yüzünden dötlerine bu kadar çok sahip çıkıyorlar.
Eşcinseller arasındaki aşkın heteroseksüel aşklardan daha tutkulu olduğunu da gene arkadaşlarına sorarak öğrenmiş.
Bir eşcinseli karşısına alıp, eşcinsel söylese o yazsa daha kolay ve de gerçekçi bir roman olurdu bence.
Homofobiklerin desteğini falan mı aldı acaba Ayşe Kulin bu romanı yazmak için?
Bakalım romanı okuyalım, röportajından daha farklı anlatmıştır belki eşcinselliği Ayşe Kulin.
12 Kasım 2011 Cumartesi
Eş-cinselliğin Şekli-Şemali
Eşcinseller, özellikle aktivist eşcinseller eşcinsellerin tektipleştirilmesinden, özellikle feminen olarak lanse edilmesinden çok rahatsız olurlar. Bu biraz ayrımcılığa karşı mücadeleyle ters düşmüyor mu? Ne olacak yani eşcinseller "karı gibi!" tanımlansa? Zaten öyle değiller mi? İnsan kendine alışıyor ve kendindeki özellikleri ferkedemiyor. Ama dışarıdan nasıl olduğu kabak gibi anlaşılıyor işte ve her eşcinsel ne kadar erkeksi olsa da bir yerinden kadınsılığı patlak veriyor; Bu konuşma olsun, giyim-kuşam olsun, davranış olsun her ne olursa olsun bir yerinden pırtlıyor işte. İçinden nasıl geliyorsa öyle davranması taraftarıyım eşcinsellerin tabiki de ama "tektipleşme, feminenlik eşcinselleri hakkında önyargıya sebep olacak" diye de insanın kendini kasmasının hiçbir anlamı yok. Belki toplumsal rol kalıplarının içselleştirilmesinden dolayı, hatta öyle diyelim bir özenti, taklit durumu söz konusu olabilir kadınlığa karşı ama bu durumu aşıncaya, bilinçleninceye, kendileri gibi oluncaya kadar da var olan gerçekleri es geçemeyiz, yok sayamayız. Eşcinseller çok mu erkeksi de kadınsı oldukları iddia ediliyor? Zannetmiyorum.
Yıllardan beri bilimsel araştırmalar sonucu eşcinsellerin beyin yapılarının şekil olarak da kadınlarınkiyle aynı olduğu söylenir. Burada hipotalamus-mipotalamus diyerek laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Sima ve kemik yapısı olarak bile kadın gibi eşcinseller olduğu gibi, erkekten de erkeksi yapısı olan eşcinseller de var biliyoruz. Ama böyle araştırmalar yapılıyor ve eşcinsellerin beyni kadınların beynine benzediği söyleniyor.
Eşcinsellerin ağzı neden çok laf yapar hiç düşündünüz mü? Neden eşcinsellerin samimi arkadaşları erkekler değil de kadınlar olur genellikle? Neden eşcinseller kadınlarla daha iyi anlaşırlar? İstisnaların genel durumu etkilemeyeceğini unutmayın? O istisnaların da heteroseksist bir toplumda kendini tutma, bastırma, gizleme olmadığını nereden bilebiliriz? Hem eşcinsel erkeklerin tam anlamıyla feminen olacak diye de bir kaide yok sanırım. Sonuçta biyolojik olarak erkek bedenine sahipler. O kadar da erkek tarafları olsun.
Peki ateşli kadın hakları savunucusu erkeklere ne dersiniz? Ben onlarda eşcinsellik olduğuna inananlardanım. Ner'den mi biliyorum? Kendimden. Bu cinsel yönelimimden dolayı ayrımcılığa maruz kalmamın empatisi değil. Öyle olsa bile duyarlılık bile daha çok kadınlığa mahsus doğal bir yeti değil mi? Erkeksi ve duyarsız kadınlar da var ama erkeklerle kıyaslanamayacak kadar azlar.
Gay İkonlar listesine bakıyorum birkaç tane dışında hepsi dişi, yani kadın. Neden eşcinseller kadınları örnek alıyor dersiniz? Kendilerini kadınlara yakın hissetmesinden değil midir? Kimliğimizin onlarda vücut bulmasından değil midir? Erkekler de başarılı işler yapıyor. İkonlaştırmanın ayrımcılığa maruz kalanların tarafına tutma duyarlılığıyla alakası yok bildiğim kadarıyla. Bunun bizim bastırılmış duygularımızı kadınlığın karşılayabilmesi dışında mantıklı bir açıklaması yok. Aslında "erkekliğin karşılayamaması" demek daha doğru olur. Güzel, sıradışı, alımlı-çalımlı, samimi, güçlü, başarılı şöhretleri veya ünlülerden sadece kadınları benimsememizin sebebi "tektipleştirme" diye karşı çıktığımız ister doğal, isterse öğrenilmiş-dayatılmış-içselleştirilmiş feminenliğimiz, kadınsılığımız, kadın tarafımız. Hem niye bu kadar tırsıyoruz ki kadınsılıktan. Belki trans kadın olacak kadar kadın olmadığımızdandır bu tektipleştirmeye karşıtlığımız. Bu da bir çeşit transfobi mi oluyor eşcinseller arasında vuku bulan?
Anlattıklarımı da kimse üzerine alınmasın. Kendimi ve hissettiklerimi, doğru veya yanlış da olsa çevremde gördüğüm eşcinselliğe dair genel davranışları baz alarak sadece düşüncelerimi ifade etme özgürlüğümü kullanıyorum. Erkeksi eşcinseller erkeksi olmaya devam etsinler tabiatıyla.
Mesela benim de hiç öyle kadınsı olayım gibi bir derdim olmadı ama eşcinsel olduğum kadınsı yüz ifademden dolayı 50 metre uzaktan bile anlaşılıyor. Bedensel olarak erkeksi taraflarım olduğu gibi kadınsı taraflarım da çok yani. Davranış olarak öyle.
Çocukluğumdan beri birilerinden etkilendim mi? Etkilenmişimdir mutlaka ama her iki cinsiyet örneği de olduğu halde bula-bula kadın örneğini mi buldum sadece? Erkeklere ve erkek davranışlarına, yaşam biçimine karşı hep yabancıydım. Futbola olduğu gibi. Üzerime top gelince korkardım, hala da korkarım. En önemli özelliğim hep kızlarla arkadaş olmam ve onlarla sohbet etmemdi. Kadınlar da eşcinsellerle sohbet etmeyi sevmez mi, kendi cinsdaşları gibi davranmazlar mı onlara? Şimdi birileri diyecek ki, "Cinsel olarak zarar görmeyecekleri için yakın davranıyorlardır." Sırf zarar görmeyecek diye heteroseksist bir toplumda kadınlar eşcinsel erkeklerle yakınlık kurarlar mı? Geçiniz. Erkeklere özenir küfür etmeye çalışırdım, ne iğreti dururdu. Şimdi mi? Ohoo! Erkekler halt etmiş. İnsan kendisiyle, özellikle cinsel yönelimiyle tam anlamıyla barışınca kadınlığın veya erkekliğin önemi kalmıyor. Kendin gibi olunca, içinden geldiği gibi davranıyorsun veya ne yapmak istiyorsan öyle yapıyorsun. İçer'de böyle olayım, dışarıya şöyle yansıtayım kendimi gibi kaygın olmuyor artık.
Aslında bu konuyu yani eşcinsellerin stereotipleşmesinin çevresel veya genetiksel, nasıl olması veya olmaması gerektiği konusunu fazla irdelememek gerekiyor. Çünkü sonuçta çevresel faktörleri didaktik bir dünyada kaale almamak o kadar kolay değil. Genetiksel olarak da hangi cinsiyete yakın davranmasını dayatmanın da bir manası yok.
Benim asıl değinmek istediğim, cinsel yönelimin-eşcinselliğin görünümle paralel olarak algılanması. İşte burada önyargılara itiraz edebiliriz. Yani eşcinseller kadınsı olabilir ama cinsel rol olarak illa ki sadece pasif olacak diye bir kural yok.
Ama eşcinseller de eşcinsel olarak ayrımcılığa maruz kalmanın sıkıntısını hem psikolojik, hem de fiziksel olarak bertaraf edebilmek için cinsel rol olarak kendilerine hep aktifliği biçerler, en azından toplum içinde. Tabi kendileri ne olduklarını, ne istediklerini biliyorlar isteklerini bastırsalar veya gizleseler de. Zaten o da-cinselliğin şekli de eninde-sonunda pörtlüyor ilişkiden sonra homofobiye sebep olsa da.
Ben mesela eşcinsel olarak cinsellikte hiç şekil ayırımı yap-a-madım. Zaten eşcinselliğini bastırıp, eşcinselliğini inkar eden ve aktifliğini erkeklik olarak sunan erkek egemen bir kültürde kendinle barışık bir eşcinselsen istemek veya tercih etmek yerine fırsatları değerlendirmek çok daha akıllıca. İlişki sevişmenin orgazm noktasıysa, önceki bölüm daha önem taşımaz mı? Gerçi önünü boşverin, çoğu zaman sonrası bile olmuyor sevişmenin ama cinsellik için temas bile çok önemliyse mecburiyetten maruz kaldığımız cinsel şekil çok da canımızı sıkmamalı.
Eş-cinselliğimi toplumun eşcinselliğe bakış açısına göre yaşamam benim cinselliğimin şeklinin ne belirleyisi oldu, ne de şekil değiştirmesine sebep oldu. Eş-cinselliğimi genellikle eşcinselliği bastırılmış dünyaya göre yaşadım ama rüyalarımda hep kendi yapıma uygun seviştim. Sahi siz rüyanızda aktif mı oluyorsunuz, pasif mi?
Yıllardan beri bilimsel araştırmalar sonucu eşcinsellerin beyin yapılarının şekil olarak da kadınlarınkiyle aynı olduğu söylenir. Burada hipotalamus-mipotalamus diyerek laf kalabalığı yapmak istemiyorum. Sima ve kemik yapısı olarak bile kadın gibi eşcinseller olduğu gibi, erkekten de erkeksi yapısı olan eşcinseller de var biliyoruz. Ama böyle araştırmalar yapılıyor ve eşcinsellerin beyni kadınların beynine benzediği söyleniyor.
Eşcinsellerin ağzı neden çok laf yapar hiç düşündünüz mü? Neden eşcinsellerin samimi arkadaşları erkekler değil de kadınlar olur genellikle? Neden eşcinseller kadınlarla daha iyi anlaşırlar? İstisnaların genel durumu etkilemeyeceğini unutmayın? O istisnaların da heteroseksist bir toplumda kendini tutma, bastırma, gizleme olmadığını nereden bilebiliriz? Hem eşcinsel erkeklerin tam anlamıyla feminen olacak diye de bir kaide yok sanırım. Sonuçta biyolojik olarak erkek bedenine sahipler. O kadar da erkek tarafları olsun.
Peki ateşli kadın hakları savunucusu erkeklere ne dersiniz? Ben onlarda eşcinsellik olduğuna inananlardanım. Ner'den mi biliyorum? Kendimden. Bu cinsel yönelimimden dolayı ayrımcılığa maruz kalmamın empatisi değil. Öyle olsa bile duyarlılık bile daha çok kadınlığa mahsus doğal bir yeti değil mi? Erkeksi ve duyarsız kadınlar da var ama erkeklerle kıyaslanamayacak kadar azlar.
Gay İkonlar listesine bakıyorum birkaç tane dışında hepsi dişi, yani kadın. Neden eşcinseller kadınları örnek alıyor dersiniz? Kendilerini kadınlara yakın hissetmesinden değil midir? Kimliğimizin onlarda vücut bulmasından değil midir? Erkekler de başarılı işler yapıyor. İkonlaştırmanın ayrımcılığa maruz kalanların tarafına tutma duyarlılığıyla alakası yok bildiğim kadarıyla. Bunun bizim bastırılmış duygularımızı kadınlığın karşılayabilmesi dışında mantıklı bir açıklaması yok. Aslında "erkekliğin karşılayamaması" demek daha doğru olur. Güzel, sıradışı, alımlı-çalımlı, samimi, güçlü, başarılı şöhretleri veya ünlülerden sadece kadınları benimsememizin sebebi "tektipleştirme" diye karşı çıktığımız ister doğal, isterse öğrenilmiş-dayatılmış-içselleştirilmiş feminenliğimiz, kadınsılığımız, kadın tarafımız. Hem niye bu kadar tırsıyoruz ki kadınsılıktan. Belki trans kadın olacak kadar kadın olmadığımızdandır bu tektipleştirmeye karşıtlığımız. Bu da bir çeşit transfobi mi oluyor eşcinseller arasında vuku bulan?
Anlattıklarımı da kimse üzerine alınmasın. Kendimi ve hissettiklerimi, doğru veya yanlış da olsa çevremde gördüğüm eşcinselliğe dair genel davranışları baz alarak sadece düşüncelerimi ifade etme özgürlüğümü kullanıyorum. Erkeksi eşcinseller erkeksi olmaya devam etsinler tabiatıyla.
Mesela benim de hiç öyle kadınsı olayım gibi bir derdim olmadı ama eşcinsel olduğum kadınsı yüz ifademden dolayı 50 metre uzaktan bile anlaşılıyor. Bedensel olarak erkeksi taraflarım olduğu gibi kadınsı taraflarım da çok yani. Davranış olarak öyle.
Çocukluğumdan beri birilerinden etkilendim mi? Etkilenmişimdir mutlaka ama her iki cinsiyet örneği de olduğu halde bula-bula kadın örneğini mi buldum sadece? Erkeklere ve erkek davranışlarına, yaşam biçimine karşı hep yabancıydım. Futbola olduğu gibi. Üzerime top gelince korkardım, hala da korkarım. En önemli özelliğim hep kızlarla arkadaş olmam ve onlarla sohbet etmemdi. Kadınlar da eşcinsellerle sohbet etmeyi sevmez mi, kendi cinsdaşları gibi davranmazlar mı onlara? Şimdi birileri diyecek ki, "Cinsel olarak zarar görmeyecekleri için yakın davranıyorlardır." Sırf zarar görmeyecek diye heteroseksist bir toplumda kadınlar eşcinsel erkeklerle yakınlık kurarlar mı? Geçiniz. Erkeklere özenir küfür etmeye çalışırdım, ne iğreti dururdu. Şimdi mi? Ohoo! Erkekler halt etmiş. İnsan kendisiyle, özellikle cinsel yönelimiyle tam anlamıyla barışınca kadınlığın veya erkekliğin önemi kalmıyor. Kendin gibi olunca, içinden geldiği gibi davranıyorsun veya ne yapmak istiyorsan öyle yapıyorsun. İçer'de böyle olayım, dışarıya şöyle yansıtayım kendimi gibi kaygın olmuyor artık.
Aslında bu konuyu yani eşcinsellerin stereotipleşmesinin çevresel veya genetiksel, nasıl olması veya olmaması gerektiği konusunu fazla irdelememek gerekiyor. Çünkü sonuçta çevresel faktörleri didaktik bir dünyada kaale almamak o kadar kolay değil. Genetiksel olarak da hangi cinsiyete yakın davranmasını dayatmanın da bir manası yok.
Benim asıl değinmek istediğim, cinsel yönelimin-eşcinselliğin görünümle paralel olarak algılanması. İşte burada önyargılara itiraz edebiliriz. Yani eşcinseller kadınsı olabilir ama cinsel rol olarak illa ki sadece pasif olacak diye bir kural yok.
Ama eşcinseller de eşcinsel olarak ayrımcılığa maruz kalmanın sıkıntısını hem psikolojik, hem de fiziksel olarak bertaraf edebilmek için cinsel rol olarak kendilerine hep aktifliği biçerler, en azından toplum içinde. Tabi kendileri ne olduklarını, ne istediklerini biliyorlar isteklerini bastırsalar veya gizleseler de. Zaten o da-cinselliğin şekli de eninde-sonunda pörtlüyor ilişkiden sonra homofobiye sebep olsa da.
Ben mesela eşcinsel olarak cinsellikte hiç şekil ayırımı yap-a-madım. Zaten eşcinselliğini bastırıp, eşcinselliğini inkar eden ve aktifliğini erkeklik olarak sunan erkek egemen bir kültürde kendinle barışık bir eşcinselsen istemek veya tercih etmek yerine fırsatları değerlendirmek çok daha akıllıca. İlişki sevişmenin orgazm noktasıysa, önceki bölüm daha önem taşımaz mı? Gerçi önünü boşverin, çoğu zaman sonrası bile olmuyor sevişmenin ama cinsellik için temas bile çok önemliyse mecburiyetten maruz kaldığımız cinsel şekil çok da canımızı sıkmamalı.
Eş-cinselliğimi toplumun eşcinselliğe bakış açısına göre yaşamam benim cinselliğimin şeklinin ne belirleyisi oldu, ne de şekil değiştirmesine sebep oldu. Eş-cinselliğimi genellikle eşcinselliği bastırılmış dünyaya göre yaşadım ama rüyalarımda hep kendi yapıma uygun seviştim. Sahi siz rüyanızda aktif mı oluyorsunuz, pasif mi?
11 Kasım 2011 Cuma
Eşcinsellere Lotodan Büyük İkramiye Çıkarsa
Parkta tanıştılar. Eşcinseldi ikisi de. Beraber de oldular. "Diğer eşcinsel"in evine giderlerken hamburgercide çalıştığını söyleyen eşcinsel bir sigara alır, bir de oynadığı sayısal sonuç listesini. Olamaz, büyük ikramiye ona çıkmıştır. Sevinilir. Hamburgercide çalışan eşcinsel büyük ikramiye çıkan eşcinsel olmuştur ve "diğer eşcinsel"e araba vaadinde bulunur. Ama şu anda zengin eşcinselin hiç parası olmadığı için kendi evine giderken "diğer eşcinsel"den bir miktar para alır. İstanbul'dan Ankara'ya gitmesi gerekmektedir ikramiyeyi almak için. "Diğer eşcinsel"den şehirlerarası yol masrafı için de bir miktar para alır. Ankara'ya varır, noter için falan para gerekmektedir, yalnız bu sefer biraz yüklü miktarda. "Diğer eşcinsel" ver-e-meyince istediği paranın bir miktarını rica eder. Üzerini farklı şekilde tamamlayacaktır. "Diğer eşcinsel" "tamam" der ama hesabına göndermek yerine yakınlarda noter olduğunu, oraya gelirse vereceğini söyler. Tabi gelmez ve foyası ortaya çıkar lotocunun. Lotodan ikramiye çıkmadığı anlaşılmıştır artık. Sözde zengin eşcinsel defalarca aldığı parayı iade edeceğini söyler ama etmez. Hep kaçar "diğer eşcinsel" den. "Dünya küçük" derler ya, İstanbul' da küçüktür tabi! Fazla zaman geçmeden tanıştıkları parkta tekrar karşılaşırlar "diğer eşcinsel" le hamburgercide çalışan (Çalıştığı da hikaye büyük ihtimal.) sözde lotodan büyük ikramiye çıkan eşcinsel. Kaçar lotocu eşcinsel. Vazgeçer "diğer eşcinsel" parasından da, lotocu eşcinseli kovalamaktan da. Çünkü bunun mücadelesini vermek kazandıracağından daha fazlasını kaybettirecektir ona. Kurnaz eşcinseller belki de bu fırsatlardan istifade ediyorlar. Çünkü daha ülkemizde eşcinseller, eşcinsel oldukları için korunmadığından onurlarını, konumlarını koruyabilmek adına haklarını arayamıyorlar .
Eşcinseller vardır iyi niyetli, eşcinseller vardır kötü niyetli. Tıpkı heteroseksüeller gibi. Yani cinsel yönelimin karakterle alakası yoktur.
Eşcinseller de eşcinselleri sevmezler, heteroseksüelleri eşcinsellerden daha çok sevdiklerini söylerler ama bu heteroseksüellerin eşcinsellerden daha iyi olduğunu göstermez. Eşcinsel oldukları için hak aramaya inançlarının olmamasının-kalmamasının yanı sıra cinsel zevk ve arzularını, hayallerini yaşanamamışlıktan dolayı her şeyin üstünde tuttukları için, heteroseksüellerin olumsuzluklarını görmezden de gelirler ayrıca.
Eşcinseller vardır iyi niyetli, eşcinseller vardır kötü niyetli. Tıpkı heteroseksüeller gibi. Yani cinsel yönelimin karakterle alakası yoktur.
Eşcinseller de eşcinselleri sevmezler, heteroseksüelleri eşcinsellerden daha çok sevdiklerini söylerler ama bu heteroseksüellerin eşcinsellerden daha iyi olduğunu göstermez. Eşcinsel oldukları için hak aramaya inançlarının olmamasının-kalmamasının yanı sıra cinsel zevk ve arzularını, hayallerini yaşanamamışlıktan dolayı her şeyin üstünde tuttukları için, heteroseksüellerin olumsuzluklarını görmezden de gelirler ayrıca.
Amelelikten Enayiliğe
Gerçek düşünce özgürlüğü sadece içinden geldiği gibi düşüncelerini ifade edebilme, konuşabilme hakkı değildir. Bana göre gerçek düşünce özgürlüğü insanlara düşünme fırsatı, zamanı ve imkanı verilmesidir. Düşüncelerini ifade etmen elinden alınabilir ama bu düşünmene engel değildir, hatta bu baskıyı itici güç olarak kullanarak yaratıcı hale bile gelebilirsin ama bazen, belki de süregiden şekilde olduğu gibi düşünce mecburiyetten öncelikli olmaktan çıkar, çıkarılır, çıkarılmak zorunda kalınır. Heterokapitalizm cinsel veya kendisine ters düşen her kimlik olarak yer altına ittiği gibi, bir süreliğine yerleşik düzene uyarak kendin olmaktan fedakarlık etsen de, bedensel-iş gücü olarak posanı çıkarıp işe yaramaz hale gelince dolaylı da olsa seni insan olabilme-düşünebilme yetisinden mahrum ediyor, düşünebilmeyi insan hayatının en büyük lüksü haline, ulaşılmaz hale getiriyor, unutturuyor bile. Sistemi bedensel olarak besleyebilme şansın varken amele oluyorsun, sonra da çöplüğe atılmış arızalı enayi bir makine. Biliyorsunuz makinelerin düşünceleri olmaz, bozulunca da tedavülden kaldırılırlar. Kim ne dersen desin, kim ne düşünürse düşünsün, dünyanın-insanlığın en onursuz hali enayiliktir. Fahişelik bile düşünce özgürlüğünün elinden alınıp enayi bir makineye dönüşmekten kıyaslanamayacak kadar onurlu bir faaliyetdir.
1 Kasım 2011 Salı
Eşcinsellik Yaşamın Bir Gerçeğidir. İranlaşmanın Gereği Yok!
İnsanlar çelişkileriyle bazı konulardaki doğru olduğuna dair iddialarını kendi-kendilerine çürütüyorlar. Tıpkı eşcinsellik konusunda olduğu gibi. İranlı yetkililer "Bizde eşcinsel yok", hatta "Olamaz" diyor ama asmak için nerden buluyorlarsa eşcinsel bulabiliyorlar. Türk yetkililer "Hastalık" diyor ama bir türlü tedavi edemediler gittiler. Son olarak Tunus'ta Arap Baharı'ndan sonra serbest seçimlerin ilkini kazanan İslamcı bir partinin sözcüsü "Gay'ler Tunus'un bir gerçeğidir, varolma hakkına sahiptirler." demiş. Müslüman bir ülkede, Tunus'ta, seçimi kazanan İslamcı bir partinin sözcüsü söylemiş bunları. Ardından da devam etmiş, "Toplum onları değersiz görüyor, o yüzden bu bir haysiyet meselesidir." Kişisel özgürlükler ve insan hakları kutsal değerler olduğu için, varolma hakkına ateistleri de dahil etmiş. Müslüman bir ülkede, düşünebiliyor musunuz?
"Biz" Tunus kadar yok muyuz gerçekten? Müslüman ülkeler arasındaki ifadelerin çelişkisi bile eşcinsellik konusunda kasıtlı ayrımcılık yapıldığının göstergesi sayılmaz mı? Tamam biliyorum orada veya diğer Müslüman ülkelerde eşcinseller bizlerle kıyaslanamayacak kadar daha fazla ayrımcılığa maruz kalıyorlar ama içinde bulunduğumuz ülkenin demokrasisinden, diğerleri-heteroseksüeller kadar faydalanabiliyor muyuz biz eşcinseller olarak? Hayır faydalanamıyoruz.
Anlatmak istediğim bu. Demokrasimiz, hukuğumuz bir çok İslam ülkesine göre daha adil olabilir ama bir hükümet görevlisi de "Eşcinseller bu toplum gerçeğidir." demediği gibi, yok sayılmaları için ya hiç bir şey yapmıyorlar veya engeller çıkarıyorlar. Kimisi "Hastalık" diyor, kimisi "Başka bir yüzyılın sorunu" diyor. Ama biz eşcinseller olarak bu yüzyılda yaşıyoruz ve nefret cinayetlerine kurban gidiyoruz. "Başka bir yüzyıla kadar ölün" denmek isteniyor yani. Sorsan "Yok canım, ben öyle demedim, demek istemedim" der-ler ama bu sözlerden başka ne anlaşılabilir ki? Hem ölüyoruz, görmüyor musunuz, öldürülüyoruz daha doğrusu ve hükümet eşcinseller için hiçbir şey yapmıyor. Yapıyor mu? Yapmıyor işte.
Eşcinsellerin kaldığı şiddetinden cinayetine kadar ayrımcılığa maruz kaldığını kim inkar edebilir bu ülkede? Eşcinseller kendileri olamadıkları, varolamadıkları için bunalıma girmelerinin bile hesabını kim verecek? Öyle- hesap vermek gibi bir kaygıları yok ki zaten. Ama biz eşcinsellerin yaşam-ak kaygısı var. Eşcinseller heteroseksüel olarak yaşamak mecburiyetinde değiller kaygıları olmaması için. Hem eşcinsel olarak varolmak istiyorlar, hem de kaygısız olmak istiyorlar herkes kadar.
Ben Başbakan'ın çıkıp "Bu ülkede eşcinseller vardır ve onlar için ne yapılması gerekiyorsa yapılacaktır, yapılmalıdır. Onlar da bizim vatandaşımızdır, bu ülke onların da ülkesidir herkes kadar." demesini bekliyorum. Bir ülkenin en ötekisinin adı telaffuz bile edilemiyorsa, ben o ülkenin eşitliğine, hukuğuna, demokrasisine inanmam. Eşcinseller Tunus'un bile bir gerçeğiyse, eşcinsellik de yaşamın bir gerçeğidir. İranlaşmanın bir gereği yok.
"Biz" Tunus kadar yok muyuz gerçekten? Müslüman ülkeler arasındaki ifadelerin çelişkisi bile eşcinsellik konusunda kasıtlı ayrımcılık yapıldığının göstergesi sayılmaz mı? Tamam biliyorum orada veya diğer Müslüman ülkelerde eşcinseller bizlerle kıyaslanamayacak kadar daha fazla ayrımcılığa maruz kalıyorlar ama içinde bulunduğumuz ülkenin demokrasisinden, diğerleri-heteroseksüeller kadar faydalanabiliyor muyuz biz eşcinseller olarak? Hayır faydalanamıyoruz.
Anlatmak istediğim bu. Demokrasimiz, hukuğumuz bir çok İslam ülkesine göre daha adil olabilir ama bir hükümet görevlisi de "Eşcinseller bu toplum gerçeğidir." demediği gibi, yok sayılmaları için ya hiç bir şey yapmıyorlar veya engeller çıkarıyorlar. Kimisi "Hastalık" diyor, kimisi "Başka bir yüzyılın sorunu" diyor. Ama biz eşcinseller olarak bu yüzyılda yaşıyoruz ve nefret cinayetlerine kurban gidiyoruz. "Başka bir yüzyıla kadar ölün" denmek isteniyor yani. Sorsan "Yok canım, ben öyle demedim, demek istemedim" der-ler ama bu sözlerden başka ne anlaşılabilir ki? Hem ölüyoruz, görmüyor musunuz, öldürülüyoruz daha doğrusu ve hükümet eşcinseller için hiçbir şey yapmıyor. Yapıyor mu? Yapmıyor işte.
Eşcinsellerin kaldığı şiddetinden cinayetine kadar ayrımcılığa maruz kaldığını kim inkar edebilir bu ülkede? Eşcinseller kendileri olamadıkları, varolamadıkları için bunalıma girmelerinin bile hesabını kim verecek? Öyle- hesap vermek gibi bir kaygıları yok ki zaten. Ama biz eşcinsellerin yaşam-ak kaygısı var. Eşcinseller heteroseksüel olarak yaşamak mecburiyetinde değiller kaygıları olmaması için. Hem eşcinsel olarak varolmak istiyorlar, hem de kaygısız olmak istiyorlar herkes kadar.
Ben Başbakan'ın çıkıp "Bu ülkede eşcinseller vardır ve onlar için ne yapılması gerekiyorsa yapılacaktır, yapılmalıdır. Onlar da bizim vatandaşımızdır, bu ülke onların da ülkesidir herkes kadar." demesini bekliyorum. Bir ülkenin en ötekisinin adı telaffuz bile edilemiyorsa, ben o ülkenin eşitliğine, hukuğuna, demokrasisine inanmam. Eşcinseller Tunus'un bile bir gerçeğiyse, eşcinsellik de yaşamın bir gerçeğidir. İranlaşmanın bir gereği yok.
Tövbe!
Cinsel yönelimleriyle barışamamış eşcinseller her cinsel ilişkiden sonra bir daha kendi cinsleriyle ilşkiye girmeyeceklerine dair tövbe ederler. Haklı da sayılırlar ama. Çünkü ertesi sabah heteroseksüel olmak, heteroseksist yaşama karışmak zorundalar. Sahte yaşamlar gerçek yaşamları, kendi yaşamları da utandıkları, tiskindikleri bir yaşam olmuş, olmak zorunda. Çünkü kendileri olurlarsa dışlanacaklarına biliyorlar.
Eşcinsel nefretinin uzun vadede bitmesi için bütün eşcinsellere açılmalarını tavsiye ediyorum, ediyoruz, etmeliyiz de ama bunun için her şeyi göze almak gerekiyor ne yazık ki; İşsiz kalmayı, aç kalmayı, aşağılanmayı, dışlanmayı, nefreti, cinayeti. Heteroseksizmi içselleştirmiş her eşcinselin de bütün bu ayrımcılıkları kaldırabilecek direnci olmayabilir. O cesaret olsa her ilişkiden sonra tövbe ederler mi? İlişki öncesi kendilerine karşı cesaretlerini toplamak için alkole başvururlar mı?
Homofobiyle mücadele için de hep eşcinsellerin önce kendileriyle barışmaları gerektiğini savunuyorum ama, uygun zemin olmayınca o kadar kolay olmayacak sanırım. O zemin de hiç hazır olmayacak ama eşcinseller ısrarcı olmazlarsa.
Aslında daha çok ve daha sık biraraya gelip eşcinsel yaşamı paylaşmamız, eşcinsel kültürü yer üstünde olmasa da oluşturmamız gerekiyor bir an evvel. Çünkü biz kendi aramızda bile çoğunluğu oluşturamazsak, heteroseksizmden kurtaramayız eşcinseller olarak kendimizi.
Eşcinselliğimizle heteroseksüellik arasında hayat boyu gel-gitler yaşıyorsak, bu eşcinsel yalnızlığımızdan kaynaklanıyor. Eşcinselliği-mizi gecelerden, dört duvar arasından kurtarıp, cinsellik dışında da kendi aramızda buluşturmalıyız, paylaşmalıyız hayatı, konuşmalıyız, itiraf etmeliyiz en azından birbirimize.
Çoğunluk olarak "ben eşcinselim" diyemiyoruz daha birbirimize bile. Sadece cinsel ihtiyaç gideriyoruz. Onun adına da "eşcinsel ilişki" diyemiyoruz. Eşcinselliğimize küslükten öte düşmanız çünkü. Bu yüzden kendimizden kurtulmak için erkek olmak zorunda kalıyoruz. Heteroseksizmin kalıbının dışına çıkmamak için kaskatı yaşıyoruz. Eşcinselliğiyle barıştığını iddia eden eşcinseller bile erkek değerleri önemsiyor, yüceltiyor.
Fedakarlık yapmalıyız biraraya gelmek için. Bu sayede eşcinselliğimize güvenimizi arttırabilir, kazanabiliriz!?
Yaşadığımız her ilişkiden sonra tövbe etmek yerine kendimiz olabildiğimiz ölçüde cinsel yönelimimizle-eşcinselliğimizle gurur duyabilmeliyiz. Bu gurur duymak övünmek mahiyetinde değil, kendimizi sevmemiz gerektiği anlamında. Çünkü erkek kadınla sevişince kötü bir şey olmayınca, erkek-erkeğe veya kadın-kadına sevişince de kötü bir şey olmuyor, hatta biliyorsunuz çok güzel şey oluyor. Gerçekten eşcinsellik kötü değil, bence çok güzel birşey. Sadece bazıları bunu kötü tanımlayıp, eşcinselleri de bu konuda şartlandırıyor, eşcinsellikleriyle barışması engellenen eşcineller de kendilerini kötü hissediyor. Kanmayın lütfen onlara-eşcinsellikten korkan ve nefret eden homofobiklere. Onların amacı zaten eşcinsellikten kurtulunamayacağını bildikleri için, eşcinselleri içsel çatışmaya sürükleyip bunalıma sokmak. "Bari heteroseksizme faydaları yok, eşcinsellikleriyle barışarak bütün eşcinselleri heteroseksizmden kurtarmasınlar." zihniyetindeler. Veya okumuş cahiller. Doktor olmuşlar, avukat olmuşlar, mühendis olmuşlar, her bi' şey olmuşlar ama eşcinselliği bilmiyorlar, yanlış biliyorlar. Oldukları, olabildikleri şeylerle, mevkilerle sadece kendilerini kurtarıyorlar işte.
Şok gazetesi de sanki matah bir şeymiş gibi resmen dalgasını geçiyor eşcinsellikle. "Eşcinsellik hastalık" diye bunalttıkları eşcinsellerin her geçen gün tedavi olma isteklerine rağmen, eşcinselliği tedavi etmek isteyen uzmanların azlığının yanında, eşcinselliği "cinsel tercih!" diye tedavi etmek istemeyen ve eşcinselleri eşcinselliğe mahkum kılan terapistleri de engel olarak görmüş. Eşcinselliğe mahkum kılmak!? Eşcinselliği normal olarak lanse eden doktorları eşcinselliği yaygınlaştırmakla suçlamış. Kaygı verici bir durummuş bu. Eşcinsellikten kurtulunabilirmiş. Tedavi olma-eşcinsellikten kurtulma isteğini reddederse bir doktor, başka bir uzmana başvurulmasını tavsiye etmiş. İstedikten sonra eşcinsellikten kurtulunabilirmiş.
Bu açıklamalar tabi eşcinsellerin kafasının karışık olmasından, karıştırılmasından kaynaklanıyor. Çünkü dayatılan ahlak ve dinden dolayı eşcinsellikleriyle çatışma yaşıyorlar ve heteroseksizm de bunu çok güzel değerlendiriyor.
Eşcinsel nefretinin uzun vadede bitmesi için bütün eşcinsellere açılmalarını tavsiye ediyorum, ediyoruz, etmeliyiz de ama bunun için her şeyi göze almak gerekiyor ne yazık ki; İşsiz kalmayı, aç kalmayı, aşağılanmayı, dışlanmayı, nefreti, cinayeti. Heteroseksizmi içselleştirmiş her eşcinselin de bütün bu ayrımcılıkları kaldırabilecek direnci olmayabilir. O cesaret olsa her ilişkiden sonra tövbe ederler mi? İlişki öncesi kendilerine karşı cesaretlerini toplamak için alkole başvururlar mı?
Homofobiyle mücadele için de hep eşcinsellerin önce kendileriyle barışmaları gerektiğini savunuyorum ama, uygun zemin olmayınca o kadar kolay olmayacak sanırım. O zemin de hiç hazır olmayacak ama eşcinseller ısrarcı olmazlarsa.
Aslında daha çok ve daha sık biraraya gelip eşcinsel yaşamı paylaşmamız, eşcinsel kültürü yer üstünde olmasa da oluşturmamız gerekiyor bir an evvel. Çünkü biz kendi aramızda bile çoğunluğu oluşturamazsak, heteroseksizmden kurtaramayız eşcinseller olarak kendimizi.
Eşcinselliğimizle heteroseksüellik arasında hayat boyu gel-gitler yaşıyorsak, bu eşcinsel yalnızlığımızdan kaynaklanıyor. Eşcinselliği-mizi gecelerden, dört duvar arasından kurtarıp, cinsellik dışında da kendi aramızda buluşturmalıyız, paylaşmalıyız hayatı, konuşmalıyız, itiraf etmeliyiz en azından birbirimize.
Çoğunluk olarak "ben eşcinselim" diyemiyoruz daha birbirimize bile. Sadece cinsel ihtiyaç gideriyoruz. Onun adına da "eşcinsel ilişki" diyemiyoruz. Eşcinselliğimize küslükten öte düşmanız çünkü. Bu yüzden kendimizden kurtulmak için erkek olmak zorunda kalıyoruz. Heteroseksizmin kalıbının dışına çıkmamak için kaskatı yaşıyoruz. Eşcinselliğiyle barıştığını iddia eden eşcinseller bile erkek değerleri önemsiyor, yüceltiyor.
Fedakarlık yapmalıyız biraraya gelmek için. Bu sayede eşcinselliğimize güvenimizi arttırabilir, kazanabiliriz!?
Yaşadığımız her ilişkiden sonra tövbe etmek yerine kendimiz olabildiğimiz ölçüde cinsel yönelimimizle-eşcinselliğimizle gurur duyabilmeliyiz. Bu gurur duymak övünmek mahiyetinde değil, kendimizi sevmemiz gerektiği anlamında. Çünkü erkek kadınla sevişince kötü bir şey olmayınca, erkek-erkeğe veya kadın-kadına sevişince de kötü bir şey olmuyor, hatta biliyorsunuz çok güzel şey oluyor. Gerçekten eşcinsellik kötü değil, bence çok güzel birşey. Sadece bazıları bunu kötü tanımlayıp, eşcinselleri de bu konuda şartlandırıyor, eşcinsellikleriyle barışması engellenen eşcineller de kendilerini kötü hissediyor. Kanmayın lütfen onlara-eşcinsellikten korkan ve nefret eden homofobiklere. Onların amacı zaten eşcinsellikten kurtulunamayacağını bildikleri için, eşcinselleri içsel çatışmaya sürükleyip bunalıma sokmak. "Bari heteroseksizme faydaları yok, eşcinsellikleriyle barışarak bütün eşcinselleri heteroseksizmden kurtarmasınlar." zihniyetindeler. Veya okumuş cahiller. Doktor olmuşlar, avukat olmuşlar, mühendis olmuşlar, her bi' şey olmuşlar ama eşcinselliği bilmiyorlar, yanlış biliyorlar. Oldukları, olabildikleri şeylerle, mevkilerle sadece kendilerini kurtarıyorlar işte.
Şok gazetesi de sanki matah bir şeymiş gibi resmen dalgasını geçiyor eşcinsellikle. "Eşcinsellik hastalık" diye bunalttıkları eşcinsellerin her geçen gün tedavi olma isteklerine rağmen, eşcinselliği tedavi etmek isteyen uzmanların azlığının yanında, eşcinselliği "cinsel tercih!" diye tedavi etmek istemeyen ve eşcinselleri eşcinselliğe mahkum kılan terapistleri de engel olarak görmüş. Eşcinselliğe mahkum kılmak!? Eşcinselliği normal olarak lanse eden doktorları eşcinselliği yaygınlaştırmakla suçlamış. Kaygı verici bir durummuş bu. Eşcinsellikten kurtulunabilirmiş. Tedavi olma-eşcinsellikten kurtulma isteğini reddederse bir doktor, başka bir uzmana başvurulmasını tavsiye etmiş. İstedikten sonra eşcinsellikten kurtulunabilirmiş.
Bu açıklamalar tabi eşcinsellerin kafasının karışık olmasından, karıştırılmasından kaynaklanıyor. Çünkü dayatılan ahlak ve dinden dolayı eşcinsellikleriyle çatışma yaşıyorlar ve heteroseksizm de bunu çok güzel değerlendiriyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)