2 Ağustos 2015 Pazar

"Hep yanlış kadınları sevdim, doğru kadın da yanlış bedende çıktı!"


Ben biyolojik olarak, yani bedensel olarak bir erkeğim ama ruhum kadın gibi, kadınsı en azından. Belki kadın da değil; yeri geliyor seviyor, yeri geliyor seviliyor; cinsiyetim sevgi sadece aslında. Sevginin de cinisyeti mi olurmuş. Ama en azında erkek olmadığımdan eminim; erkeklik de ne, onu da tam olarak bildiğimi söyleyemem. Toplumsal cinsiyetten, toplumsal erkeklikten bahsediyorsanız, kesinlikle değilim. Toplumsal cinsiyete göre kadın da değilim keza. Çok emin olduğum şey, erkek görünümlü insanlardan hoşlandığım. Erkek görünümlü insanların içinde de ne olduğu önemli değil; erkek veya kadın olduğu farketmiyor. Sevmesini, sevilmesini biliyorsa kabulümdür. İçimdeki cinsiyeti bir kenara bırakırsak, bedeniyle barışık bir insanım ben. Kadınsam da bedeniyle, yani erkek bedeniyle barışık bir kadınım. Kendimi öyle bedenimde falan hapis hissetmiyorum (Bu durum aklıma şu soruyu getiriyor; bedeniyle barışık olan trans kimlikler eşcinsel, bedeniyle barışamayanlar transseksüel mi oluyor?). Bana dayatılmasa, ben kendime yanlış bedendeyim diyecek miydim; hayır gül gibi yaşayıp gidecektim işte. Gerçi ben cinsiyetçi toplumu kaale almadığım için gül gibi yaşayıp gidiyorum ayrı mesele... Zaten insanlara toplumsal cinsiyet dayatılmasa, birbirini severken cinsiyetine mi bakar; hoşuna gidiyorsa sever. Eğer tereddütler varsa cinsiyetçi toplumdan dolayıdır. "Karanlık"ta toplumsal cinsiyete aykırı biçimde seviyoruz ama birbirimizi...

Konuyu şuraya bağlayacağım... Beni sevdiğini itiraf eden heteroseksüel bir erkek çıktı karşıma. Daha önce erkek erkeğe hiç beraberliği olmamış; çünkü böyle bir şey aklının ucundan bile geçmemiş. Şu anda ilişkimiz cinsel boyuttan duygusal boyuta taşınmış durumda. Beni tanıdıkça erkek bedenimi tamamen gözardı etmeye başladı. Çünkü "sevginin cinsiyetinin olmadığı" kendini göstermeye başladı. Kadınlarla ilişkilerinden dolayı duygusal olarak yara almış. "Doğru kadını bulamadım" dedi. "Beni buldun ama ben de yanlış bedende bir kadınım, ben de yanlış çıktım." dedim. Güldü. Beni kadın olarak hissediyor erkek bedenime rağmen. Benimle beraber olan erkekler de benimle kadın niyetine beraber oluyorlar erkek bedenime rağmen. Çünkü sevişen sadece bedenler değil ki; o bedene hayat veren ruh değil midir asıl önemli olan? Bedeni yönlendiren ruh değil midir? Ayrıca dediğim gibi ilişkilerde sevgi değil midir önemli olan; bu da bazen sevmek, bazen de sevilmek şeklindedir; cinsiyeti yoktur yani sevginin. Heteroseksizme göre kural dışı sayılan ilişkiler, heteroseksizme rağmen gerçekleştirildiği için, belki de en gerçek ilişkilerdir. Çünkü orada roller önemini kaybediyor başlarda toplumsal cinsiyete uygun bir kuralcılık olsa da.

LGBTİ toplantımızda bu hafta cinsel kimliğimi de şu şekilde tanımlamıştım. Bedensel olarak ve topluma göre eşcinsel, bazı erkeklere göre kadın bazı erkeklere göre erkek, ruh olarak erkek değilim; kadınım desem o da ne kadar doğrudur bilmiyorum çünkü, ilişkilerde sevmeye ve sevilmeye önem veren bir cinsiyetsizim; queer, androjen, cinsiyetsiz... Ne derseniz diyin artık.

Olmamış Zeynep Dizdar!


"Ziynet Sali hayal kırıklığı"ndan sonra Zeynep Dizdar'ı koyuyorum bilgisayara...
"Gönül Oyunu"nu zımba gibi yapmışlar ama nakarat bölümünü şarkıyı disko yapacağız diye lüzumsuzca hızlı yapmışlar. Gene de fena değil.
Popçunun havası farklı oluyor ama ülkemizde sanatçılar kendilerini çok tekrar ediyorlar. Heyecan duyamıyorum inananın. Pop müziğimiz çok güzel de ben mi yabancı müziğe yöneldim..?
Artık herkes Demet Akalınlaşmış..! Bu tarz Demet Akalın'a daha çok yakışıyor. Dinleyeceksek ondan dinleriz.
4. şarkı yaylılarla ve Arap havasıyla çarpıcı hale getirilmeye çalışılmış ama o kadar...
"Evlenelim mi" fena değil. Bu şarkı da lüzumundan hızlı... Yani bu hız şarkının yapısına uygun değil.
6. şarkı Demet Akalın mixi gibi.
"Parti" de Demet Akalın tarzı...
Gökben şarkısı "Aşk Dediğin"i dinleyince derin bir nefes alıyorsun. Gerçekten beste olayı bitmiş ki 70'lerin her bir şarkısı klasik nitelikte şarkılar.
"Su Akar Yolunu Bulur"un nakaratı da "Ah İstanbul"un nakaratı gibi olmuş.
"Kendine İyi Bak"... Şarkının girişi güzel, soundu güzel ama o kadar sadece...

Ziynet Sali'nin devrildiği an!


Yeni çıkan albümlerden şarkıları dinlerken albüm kartonetini incelemeden pop müziğimizin nasıl bir formül üzerine kurulduğunu anlayabiliyorsun. Ziynet Sali'nin son albümünden "Dağınık Yatak" şarkısı daha ilk dizelerde bile Sıla veya Sezen Aksu bestesi hissi yaratıyor insanda. Arabesk'in Akdeniz poplaşması gibi bir şey.
İkinci şarkıda da bir fark göremiyorsun. İnsan yasvari havayla vurulmaya çalışılıyormuş gibi hissediyor kendini. Sevmiyorum böyle şeyleri. Zaten Ziynet Sali de artık hiç tat vermiyor bana. Pop müziğimizde notalar akışına bırakılmış şekilde değil. Sanki beste bitmiş de, nükteli nükteli insanlar etkilenmeye çalışılıyormuş gibi bir durum söz konusu. Hatta beste sıkıntısı yüzünden söze daha önem veriliyor. Şarkı yazmak(!) dedikler bu olsa gerek. YAZMAK..!
3. şarkının girişi güzel ama sanki Sibel Can ve şarkısı dinliyormuşsun gibi. Acaba diyorum, insanlar böyle şeylerden etkileniyor, biz de popüler olmak için buna uygun bir şeyler mi yapalım diyorlar. Taklit gibi... Gerçekten Pop müziğimiz tekonolojik Arabesk gibi. Ama 3. şarkı gene de fena değil...
4. şarkının girişteki ritmi güzel ve umutlanıyorsun güzel bir şarkı olabilir diye ama yok... Benzer ifadeleri kimbilir kaç şarkıda duyduk.
Bak 5. şarkının ritmi, soundu, düzenlemesi, tarzı, vesairesi güzel işte. Sanki Balkan şarkısı gibi... İşte insan böyle farklı şeyler bekliyor Arabesk havasından sıyrılmış. Şimdilik 5'te 1 oldu albüm.
Gene Sezen Aksu'msu Arabesk havaya dönüyoruz bir sonraki şarkıda. Sibel Can'ın söylediği Sezen Aksu şarkısı gibi. Zaten bir çok besteci geçinen Sezen Aksu bestesi yapıyor gibi. Aslında kültürümüzde var bu Arap esintisi, Sezen Aksu bahanesi. Bir de Ziynet Sali gerçekten tıpatıp Sıla Gençoğlu gibi şarkı söylüyor. Sıla'nın bir havası var da taşıyabiliyor bu tarzı, ama...
Bir de uda ne kadar ağırlık verilmiş. Albümün konsepti bu mu acaba? Belki kötü değildir bu tarz da, ben yenilik beklediğim için beni açmıyordur. Sanki bütün şarkıları Sezen Aksu yapmış da, Sıla ile Sibel Can söylüyor gibi. 7. şarkı da da bi büyük deviriliyor ama Ziynet Sali de devriliyor resmen.
Bak 8. şarkının da havası güzel. Balkan gibi çünkü gene. Trompetler kullanılmış ve Arabesk havadan kurtulunmuş. Popçuysan popvari bir şeyler yapacaksın değil mi ama...
"Başrol" Yunan ezgisi gibi. Hiç yoktan iyidir gene. Yok, yok iyi değilmiş bu şarkı da.
Yine Ziynet Sali'nin romantik tarzına döndük. Bir de şarkı araları ne kadar kısa tutulmuş albüm sonlarına doğru. Rahatsız ediyor insanı.
Ziynet Sali'yi sevmeye koşullanmışsan, her şeye rağmen seversin bu albümü ama ben bir daha dinlemem bile.
11. şarkıya gelmişiz ama hep aynı şarkıyı dinlemiş gibi olduk. 11 üzerinde 1!

1 Ağustos 2015 Cumartesi

Ayrıcalıklı davranmak ayrımcılıktır


Ayrımcılık sadece cinsel yönelime karşı değil ki; hayatın her biriminde, her an karşılaştığımız bir şey. İlişkilerde (aşk meselesi falan değil konu, arkadaşlık ilişkilerinde veya toplu bulunulan ortamlarda da) herkes karşısındakinden standart üstülük bekliyor kendisine bir ayna bulup bakmadan. Oldu! Yakışıklı olacak, güzel olacak, eğitimli olacak, akıllı olacak, zeki olacak, mevki sahibi olacak, başarılı olacak, güçlü olacak, vesaire, vesaire... "Işılak" biri görüldüğü zaman herkes hemen onun üstüne atlar, onunla dostluk kurulmaya çalışılır, onunla sohbet edilir, hatta diğerlerinden çalınmaya çalışılır... Gözde kişiyle arkadaşlık yapınca gözde olunacağı falan mı zannediliyor? Nedir ki bu sahiplenmeler falan ayrıca? Hatta kıskanmalar falan... İşin içine bilnmedik aşksal duygular falan mı giriyor? İnanın böyle şahsiyetleri hiç takmıyorum ama bu tür davranışlar bir ayrımcılıktır. Beğendiğin veya kafa dengi bulduğun kişiye karşı ayrıcalıklı davranmak, toplum içersinde ayrımcılıktır. Git özel hayatında ayrıcalıklı davran. Toplum içersinde herkes birbirine eşit davranmak zorundadır. Birilerinin bazı özelliklerini sevmeyebilirsin ama bunu davranış boyutuna taşımaya kimsenin hakkı yok. Taşırsan da sen zararlı çıkarsın. Ayrımcı davrandığın kişi sana sevgi mi besleyecek bu tür davranışınla, yoksa "ben ayrımcılığı hak ediyorum" diye sessiz mi kalacak? Unutmayın ki herkesin duyguları vardır ve yara alabilir. Bu yaralanma da saldırganlığa sebep olabilir. Çünkü herkes kontrollü olamayabilir. Bir de şu gerçek var ki, insanlar ona-karaktere rağmen birbirine eşit davranmalı. Herkesin bir karakteri vardır bize uymasa da ve kimseye zarar vermiyorsa bu karakter, bu karakterden dolayı o kişiye ayrımcı davranamayız. Nerden bulabiliriz ki bu hakkı? Sevmiyor olabilirsin ama bunu göstermek zorunda değilsin. Hele bazıları sevmediği insanlarla iletişimde bulunmamak için o kadar komik bahaneler yaratıyor ki... Kendilerine gerçekten güldürüyorlar. Birilerine ayrıcalıklı davranmak o kadar kötü bir şey ki... hak yemekle aynı şey... Senin artı özelliklerinin olması veya bir yerlerden torpilinin olması, birilerinin hakkının yenmesine sebep oluyor çünkü. Son şahit olduğum olaylardan bir örnek vermek istiyorum. Denizli Belediyesi'nin yüzme kurslarının serbest bölümleri bomboş olmasına rağmen bir dönem kayıt yaptırmayı unuttuğum için, bir sonraki dönem yüzme programına katılamamıştım. Neymiş; kayıt tarihi sona erdikten sonra kayıt yaptırılamazmış. E ne oldu bu kurala da kayıt tarihleri biteli aylar olmasına rağmen hala kayıt yaptırabildiğini söyleyenler ne oluyor. Hatta dönem ortasında, hatta dönem sonuna doğru hiç kayıt yaptırmadığı halde yüzmeye gelenler var. Neymiş; o milli yüzücüymüş. Biz içeriye girereken bile hem kayıt kartımızı göstermek zorunda kalıyoruz, hem nüfus cüzdanımız ama... Ya işte ne yazık ki böyle bir dünyada yaşıyoruz. Ayrıcalıklı olmanın, dolayısıyla ayrımcılığın normal karşılandığı bir dünyada yaşıyoruz. Birilerine ayrıcalıklı, birilerine ayrımcı davranılıyor ve hiç kimse sesini çıkarmıyor. BEN, karakterini sevmediğim insanlarla bile belli sınırlar içersinde hayatı paylaşma taraftarıyım. Ne biliyorsun belki orta bir yol bulunup sevgi doğacak. Kaldı ki hayatı bir arada yaşamak zorundayız; birilerini beğenmeyince gidebileceğimiz bir dünya mı var? Niye sevgisizliğin, öfkenin, kavganın, nefretin olduğunu şimdi anlayabiliyor musunuz? Ayrıcalıklı ve ayrımcı davranmak, olgunlaşamadığımızın, hatta çocukluğumuzun bir göstergesidir. Ben demiyorum ki sana kaba davranana sessiz kal. Hatta haddini bile bildireceksin o tür kişilere. Ben demek istiyorum ki, kimseye zarar vermeyen karakterlere karşı sevmesen de ayrıcalıklı davranmamalısın, karakterini sevdiğin kişiye de herkesin içinde ayrıcalıklı davranamazsın. EŞİTLİK... Dünyada düzeni sağlayacak bir numaralı unsurdur. İşin en acı tarafı, ayrıcalıklı davranışların bireysel keyfi olabilmesi; çalışılan kurumların kuralları gereği değil. O kurallar yeri gelir işler, yeri gelir devre dışı bırakılır keyfi olarak. Benim de huyum kurusun yapılan bir ayrımcılığı hayat boyu unutmam. Hatta yeri gelir resmi olarak zaman aşımımına uğrayacağı son güne kadar bekler (10 sene sonra bile olsa), son anda bile hak mücadelem için gerekeni yaparım.

Denizli'de LGBTİ toplantıları devam ediyor



LGBTİ ve Aileleri olarak toplandık bu akşam da. Güzel bir ortamdı her zamanki gibi. 

Mekan, sahibi ve çalışma arkadaşları olarak bizi çok güzel karşıladı, çok güzel ağırladı... Bize yaklaşımları inanılmaz derece dostçaydı. Hatta mekan ile çok güzel projelere imza atmamız söz konusu... Artık Denizli'de LGBTİ'lerin toplantı günleri dışında da bir buluşma yeri var...

Bu akşam gene yeni LGBTİ katılımcı arkadaşlarımız oldu ve yaşadıkları süreçleri paylaştılar bizimle... Ailelerinin konuya yaklaşımları ve bu yaklaşımların onlarda bıraktığı izler... Ailelerin konuyu aslında bilmeleri ama konuyla yüzleşilememesi... LGBTİ'lerin sadece içinde yaşanılan ülkenin homo-transfobisine dayanarak yakın çevrelerinin LGBTİ'liği kabul etmeyeceğine dair inançları... Tabi her LGBTİ'ye yaklaşımlar ailesel farklılıklar arzedebiliyor. Bir aile hissettiği farklılığa karşı sürekli uyarı halinde olabilirken, bir aile çocuğunu serbest bırakıp durumu geçici bir süreç olarak değerlendirebiliyor. Tabi serbest de olsa,uyarıcı da olsa ailelerde hep bir tek tip cinsiyetçilik mevcut. Heteroseksizmin kadın-erkek ve heteroseksüel modeli gerçek doğru olarak düşünülüp, bu doğrultuda bir tepki ve beklenti içinde olunuyor. 

İki tespitimden bahsetmek istiyorum genel olarak. Transseksüeller ne kadar toplumun en acı çeken kesimi olsa da (hem seks işçiliği yapanlar açısından, hem de kendilerini yanlış bedenlerde hapiste hissetmek olarak) erkek eşcinselliği toplum tarafından daha bir tehdit olarak algılanıyor erkekliğe karşı. Bu tehdit sadece eşcinsellik erkekliği-heteroseksüelliği bitirecek anlamında değil... Heteroseksizm içselleştirilmiş ya... Toplumun erkeklik değerleriyle ters düşmek istemiyor LGBTİ'lerin aileleri ve çevreleri. Oturup kalkmandan, giyimine kuşamına kadar hep bir toplumsal cinsiyet sınırları içersinde kalınması isteniyor, bekleniyor...

Bugün ilk defa katılan arkadaşlarımızdan birine daha sordum "toplantılarımızdan beklentileriniz ne?" diye... "Kendimi tanımak" dedi... Aslında LGBTİ'lerin kendileriyle bir sorunu olmayabilir ama cinsiyetçi toplumun baskısı bizim kendimizle barışmamızı engelleyince kendimizi sorgulama ihtiyacı hissediyoruz. Yoksa bizlere bir şeyler dayatılmasa, kafamızda hiçbir soru işareti ve çatışma olmayacak.

Bu arada toplantılarımıza katılan oluşumumuzun parçası olan LGBTİ'lerin ailelerine açılma süreçleri devam ediyor. Belki bir çoğuna uçuk bir düşünce olarak gelecek ama bu toplumda çok kısa sürede LGBTİ kültürünün oluşacağına, toplumsal değerlerin LGBTİ kültürünü kabul etmek zorunda kalacağına inanıyorum. Çünkü biz varız ve yaşıyoruz...