26 Temmuz 2018 Perşembe

Halil Kandok, Denizli, emret komutanım!


Askerde çavuş rütbesi takılırken herkes bana gülüyordu eşcinselden çavuş mu olur diye? Oysa hepsinden daha başarılı bir askerdim; atışlarım çok iyi ve disiplinliydim. Yüzbaşı bana sosyte diyordu görevlerde radyo ve fotoğraf makinesi taşıdığım için... Ama ben kendimi hiçbir zaman rütbeli bir asker olarak tanımlayamazdım; çünkü bana uymuyordu!

Bana, "sosyal medyada kendini niye tanımlamıyorsun?" diyorlar. Bu sadece sosyal medyaya özel bir durum değil. Ben hayatta kendimi hiç tanımlamadım, tanımlayamadım, tanımlama ihtiyacı da hissetmedim ki...

İnsanın kendini tanımlaması çok iddialı bir şeydir; ne diyecektim kendime; kendimi bir şeyle tanımlamam için, o şeyin en iyisi olmam gerkemez miydi; olamadıysan, o şeyin öğrencisisindir daha ve o şekilde tanımlanmayı daha hak etmiyorsun demektir. Yazmakla yazar olunmaz, şarkı söylemekle şarkıcı, dans etmekle dansçı, insanlara iyi gelmekle doktor, birisini savunmakla avukat, insanların başına geçmekle başkan, vesaire. Ama bu saydıklarım ve benzerlerinin ihtisasını yapıp diplomasını almak da, kendini o şekilde tanımlama hakkını vermez sana; kağıt üzerinde kalabilir bu tanımlama. Mesela ben 6 yıldır spor yapıyorum ya bazı branşlarda; daha benden daha iyi badminton ve tenis oynayan diplomalı öğretmenle karşılaşmadım desem. Hem teoride, hem de pratikte çok iyi olmalısın ki, o meslekte veya her ne ise, işte o şeyde kendini tanımlayabilmelisin başını öne eğmeden, prüzlerin olmadan. Meslek olarak ben sağlıktan emekli oldum ve işimi elimden geldiğince en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Eskiden laboratuvar okulları yoktu ve eczaneler gibi pratikten yetiştirilirlerdi. Ama ben kendimi hiçbir zaman sağlıkçı olarak tanımlamak istemedim; çünkü eksik olan şeyler vardı.

Belki de ben hayatta hiçbir şeyi tam olmadığım veya olamadığım için tanımlayamıyorumdur kendimi. Tam olmak diye bir şey de yoktur aslında; çünkü öğrenmenin, başarılı olmanın bir üst sınırı yoktur ve herkes kendi çapında olmuştur diyebiliriz de; çünkü herkesin bildiği kadarını öğretmesi de bir öğreticilik, fayda sayılabilir. Seviyeler de hakkıyla olmalıdır ama. Bir de ben, "tam" olmak istiyor muyum, o var. Ben neyi ne kadar istiyorum; Ben her şeyi en iyi şekilde yapmak istiyorum ama tek bir şey istemiyorum. Belki de kendimi tanımlayamamamın ve tanımlamak istemememin sebebi bu. Ben her şeyi yapmak istiyorum; bir şeyde zirve olmak yerine ama yaptığım her şeyin de en iyisini yapmak gibi bir hırsım var ama insan her şeyi en iyi yapmak isterse, her şeye yetemebiliyor veya beden iflas edebiliyor, beyinle savaşını kaybediyor. Mesela benim badminton ve tenisi aynı anda yapmam, hem koluma zarar verdi, hem de iki sporun birbirine girmesine sebep oldu; dezavantajları olduğu gibi avantajları olmadı da değil hani; birbirini olumsuz etkilediği gibi vuruş stili olarak, birbirini besliyor da. Mesela badminton refleks gerektiren bir spor, tenis de kol gücü...

Konumuz insanın kendini tanımlamasıydı ama günümüzde insanlar kendilerini meslekleriyle veya başarılı oldukları alanla tanımlıyorlar. Keşke insanlar içlerinden gelerek sevdikleri şeyleri yapıp, o alnada başarılı olup, onunla tanımlasalardı kendilerini. İşte bu noktada, içinde bulunduğumuz konumdan dolayı benim kendimi tanımlamam çok zor. Çünkü ben de sevdiğim şeyleri yapamadım bu ülkede. Sevdiğim şeyleri erken yaşta meslek haline getirseydim, gene kendimi o şeyde tanımlama seviyesine ulaşamazdım. Çünkü insanın yapısına ters şekilde işliyorsa sistem, o severek yaptığı şeyde de muvaffak olamıyor ve kendini o şeyde tanımlamakta yetersiz görebiliyor. Mesela çiçek-böcek veya hatırat fotoğrafı çekerek ben kendimi nasıl geliştirebilirdim, nasıl yaratıcılık sergileyebilirdim; nasıl fotoğrafçı olarak tanımlayabilirdim; fotoğrafçılık bir sanattır bana göre. İnsan üzerinde çalışmak sapıklık olarak algılanıyor çünkü muhafazakar doğu kültürlerinde. İnsan üzerindeki detayları yakalayarak mesajsal estetik yaratmaksa, ahlakçılığın hakim olduğu bir kültürde pek de mümkün değil ne yazık ki; hem yapamıyorsun, hem de gideceği bir yer olmuyor...

Tabi imkanlar da çok belirleyici yapmak istediklerinde. Yola zamanında çıkabilmek, sosyo ekonomik koşulsuzlukların önünde engel teşkil etmemesi... Günde karnını doyurmak için 12 saat birilerine hizmet edersen, üstelik bir de işçi olmanın psikolojisi altında yok olmaya mahkumsan... Her şeye rağmen bir şeyler yapabilmekse, potansiyelinin yüksek olmasını gerektiriyor; bu sayede şans kapıları falan da açılabiliyor. Şanslı bir ortamda doğmaksa, şansların en güzeli olsa gerek. Çünkü herkesin bir potansiyeli vardır yapısına uygun kendini gerçekleştirbilreceği, gösterebileceği, ifade edebileceği...

Bir de şöyle bir durum var... Mesela bu yazıyı yazarken Kerimcan Durmaz'ın Bodrum'u salladığı yazıyordu. İşte ne bileyim YouTuber'lar falan var parayı cukka eden ama bu herkesi mutlu edebilir mi? İnsanın yaptığı şey yapısına uygun olmalı psikolojik anlamda. Pardon ama ben şebeklik yaparak elde edilen şeyi başarı olarak falan görürsem, bu benim intiharımdır. Onlar adına bile utanıyorum; kendim yapsam gerçekten bir Japon gibi davranırım; harakiri!

Velhasıl ben kendimi tanımlayamıyorum; tanım üzerinden bir kimlik edinmek bana ters geliyor çünkü. Çünkü bu gerçekçi olmaz ve kandıramam kendimi. Ben doktor, ben avukat, ben milletvekili, ben başbakan, ben sanatçı; peki icraat ne; sisteme uygun olan şekilde varolmayı ve tanımlanmayı kabul etmiyorum. Adam topluma faydalı olmayı değil de çıkar siyaseti yapıyor ve kendini milletvekili olarak tanımlıyor; neyin politikası bu; bana uymaz! Kadın, ben sanatçıyım diyor; neyin sanatı bu; nü portre mi, yoksa müzisyenlik mi? Ben doktorum diyorlar ama sağlam bacağı kesiyorlar. Avukatım diyor ama bir katili savunuyor! Youtuber'um diyor, gerçekten böyle bir meslek mi var; seks işçiliğinin bile faydası ve amacı var be!

En iyisi ben kendimi tanımlamayayım gene; Halil Kandok, Denizli olarak kalmaya devam edeyim. Çünkü bana göre bir insanın kartviziti, yaşam biçimi ve o yaşam biçiminin ifadesidir. Bir insan nasıl ve ne kadar görünüyorsa, gerçek kimliği ve tanımı da odur. Ben nasıl mı görünüyorum, nasıl görüyorum kendimi; KEDİ! AVARE! MÜZİK! FOTOĞRAF! KİTAP! DERGİ! SPOR!...

Ben sanata çok inanıyorum, sanatı çok seviyorum ve insanın içinden geldiği gibi özgürce yaşaması da bir yaşam performansıdır. Yaşam performansı da bir sanattır. Ben kendimi yaşam performansçısı olarak tanımlayabilirim mesela... "Lifeperformer" mı diyeceğiz buna?

Aaaaa, unuttun... Blogger diyebiliriz bana. Çünkü yaptığım işe emek veriyorum ve istikrarlıyım. Bir nevi bloglarımda yaşam perdormansı sergiliyorum...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder