8 Ocak 2018 Pazartesi

Herkes eşcinselliğe kendi penceresinden bakınca, ortaya mok gibi bir şey çıkıyor!


Herkes eşcinselliğe kendi penceresinden bakıyor; eşcinselliği kendine göre tanımlıyor, kendine göre yargılıyor...
Yani içinde yaşadığı kültürel değerlere göre bir eşcinsellik bakış açısına sahip oluyor.
Yani eşcinsellik sırf bir cinsel yönelim, bir hemcinsinden hoşlanmak doğallığını koruyamıyor.
Yani iki kelimelik sevgi kelimesi, hoşlanma kelimesi, yönelim kelimesi o kadar karmaşık ve içinden çıkılmaz hale getiriliyor ki, kabul edilebilecek bir şey kabul iken, edilemez hale geliyor.
Oysa din gibi, cinsiyetçilik gibi unsurların kesinlikle alakası olmamalı konuyla. Bu unsurlar üzerinden bir değerlendirme yapılınca işe yarayacak bir şey kalmıyor tabiki de ortada.
Yani sadece heteroseksizm değil eşcinselliği çıkmaz hale sokan diyeceğim ama kökeni gene heteroseksizm. Çünkü olaya doğal bir şekilde bakamayan veya bakmak istemeyen heteroseksüeller de aynı etkinin altında, kendilerini heteroseksizmin etkisiyle envai çeşit tanımlayan LGBTİ tabir edilen kesim de.
Eşcinsellik tarihine yakın dönemden bakacak olursak bile, daha dün sadece homo veya eşcinsel, takiben gay denilirken heteroseksüller dışındakilere, veya kadın kılığına girenlere travesti, sonra kestirenlere transseksüel dendi, kestirmeyene transseksüel, sonra lezbiyenlere pozitif ayrımcılık yapıldı, biseksüeller devreye girdi, interseksler devreye girdi, sonra heteroseksüelliğin dışında kalan herkes queer sayıldı, alt başlık olarak bilinçsiz kesimde travesti ile cross-dresser'ı ayıran kavramlar oluştu, eşcinseller kendilerini sınıflandırdı anal a anal p, oral a oral p, vesaire, akışkan kimlikler çıktı ne zaman ne olduğu ve olacağı belli olmayan, en sonunda da doğasına uygun yaşamak isteyip de kendilerini cinsiyet kimliği olarak tanımlamak istemeyen eşcinseller-androgayler, LGBTİ tabir edilen kesim tarafında cinsiyetçilik dışlamasına maruz kaldı falan, yester-gay, bi-romance, metroseksüel gibi kamuflaj kimlikleri saymıyoruz bile... Yani konuyu uzatabiliriz de uzatabiliriz...
Bugünkü toplatımızda da eşcinselliğin nasıl olması veya olmaması gerektiği falan konuşuldu.
Transseksüelliğe hastalık dendi, ahlaksızlık dendi, eşcinselliğe sapıklık dendi, eşcinseller görünür olmalıydı-olmamalıydı, Zeki Müren doğru örnek, Bülent Ersoy yanlış örnek dendi, eşcinseller toplumun ahlaki değerlerini zorlamamalıymış; burası Avrupa değilmiş, eşcinseller cinselliği bu kadar toplumun gözüne sokmamalıymış ve biraz mahremiyetli olmalıymışlar, vesaire...
Bütün bunlar, cinsel kimliğimizi, içselleştirdiğimiz heteroseksist değerlerle ölçütlendirip varetme ve varolma çabasından başka bir şey değil. Oysa içimizden gelen duygularımızı yaşamak, gerçekleştirmek için sevgiden başka ekstradan bir şeye ihtiyaç var mı? Sevgiyi gerçekleştirirken dayatma kalıplara, kılıflara sokunca "sevgi-aşk", gerçek anlamını koruyabilir mi? Kendimizi farklı alanlanlarda başarılandırarak varedelim ama sevgimizi sadece sevgi olarak yaşayalım. Sevginin-aşkın cinsiyetçiliğe de ihtiyacı yok, herhangi ahlaki veya manevi değere de, sınıfa da, belli bir ölçüt veya kalıba da kısaca.
Eşcinselliğin sağlıklı bir şekilde inşası için, eşcinsellerin bilinçlenmesinden başka çaresi yok toplumu da konuyla alakalı olarak doğru biinçlendirmek adına...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder