20 Eylül 2017 Çarşamba

Bir günlük Hierapolis-Pamukkale hikayesi!


Dün, yani 19 Eylül'de 2017'de 2-3 yıl sonra tekrar Hierapolis'e, yani Pamukkale'ye gittim İranlı Azeri arkadaşımla. Güzel bir gün geçirdik. Eylül güneşiyle Pamukkale'nin kükürtlü suyu birleşince insana bir enerji geliyor yumuşacık. Çünkü o havanın(Kükürtlü su ve Güneş) verdiği fiziksel yumuşama insanı psikolojik olarak rahatlatıyor.

Yerli-Türk-Denizlili yok gibi bir şey görevliler dışında. Çünkü Pamukkale o kadar pahalı ki... Sırf gişeden giriş ücreti bile 35 lira. Birimlere giriş fiyatları 75, 185 lira gibi... Bunlara bir de yol parasını, yemeyi içmeyi ekleyince... Bir şişe su 5 liraya satılıyormuş. Oysa biz şehirden giderken 1.5 litre suyu 65 kuruşa aldık. Pamukkale'ye arkadaşımın engelli kartı olmasa nasıl gideceğiz ayol! O sayede girişlere ödeme yapmadık.

Zaman çok hızlı geçiyor Pamukkale'de. Akşamın nasıl olduğunu anlayamadık... Bol bol fotoğraf çektirdik... Özgürce, en özgürce. Ben zaten poz verirken dünya ile ilişkim kesilir. Çünkü yaptığım işe konsantre olurum ve insanların ne düşündüğü hiç ama hiç umrumda olmaz. Aslında doğrusu bu. Çünkü senin ne yaptığın kimseyi rahatsız etmiyorsa, kendini niye kasasın ki. Girdiğmiz havuzda eşcinsel turistler öpüşüyordu mesela... E geriye ne kaldı rahatsız olunacak peki; içimizden geldiği gibi davranmak, doğal olmak mı?

Travertenlerin bir bölümünün kenarında, dönüşte poz vermek istedik hatıra olarak. Bakarsın bir daha ya geliriz ya gelemeyiz diyerekten. Güvenlik görevlileri uyardı. İnsan tedirgin oluyor biliyor musunuz sanki yanlış bir şey yapmışım gibi. Ben de tişörtümü çıkartarak poz verdim o anki psikolojimin tepkisel ifadesi olarak.

Oysa ben 17-18 yaşlarımdan 20'li yaşlarıma kadar her hafta sonu giderdim Pamukkale'ye ve travertenleri havuz gibi kullanırdık ve hiç kararmazdı. Travertenlerin kararma sebebi ne biliyor musunuz, mineralli, yani kükürtlü suların travertenlerin üzerine akıtılamması. Yıllarca orada bulunan oteller ticari amaçlı o suları kullandılar ve kullanılmış su akıttılar travertenlerin üzerine (gerçi sonra yıkıldı o oteller, çünkü devlet kendisi kazanmak istedi), şimdi de güzelim doğayı seyrilik hale getirdiler ve bunun üzerinden para kazanıyorlar, kükürtlü suları akışına bırakmayıp farklı yerlerde beyazlıklar oluşturmaya çalışıyorlar, sonra da suçu vatandaşa yüklüyorlar. Para kazanıyorsunuz ama doğayı kaybediyorsunuz. Ve bunun suçlusu vatandaş değil, uygulanan ticari amaçlı politikalar.

Neden benim Denizlilim yok Pamukkale'de söyler misiniz; çünkü benim insanım karnını doyurmakla meşgul. Pamukkale'yi bir gün gezmek için en az 500 lira harcamak gerekiyor... Travertenlerin alt bölgesinden seyredip gidiyor. Bir de dürbün falan koymuşlar Tanrım, seyretsinler diye (Cam faunus içine alın, internetten de parayla izlettirin daha iyi)! Seyirlik bölgelere de ticari işletmeler koymuşlar yeme içme olarak falan.

Değişen dünya mı desek ne; ticarileşen, kapitalist dünya! Üretimden para kazanalım, doğa üzerinden değil; çevreyi de mahvettik, canlı doğasını da, hayata bakış açımızı da!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder