17 Kasım 2015 Salı

Vicdanlarımızı sorgulatması gereken bir çığlık: Yapmayın, hamileyim!

Benim olaylara bakış açım, insanlık penceresindendir. Devletlerin politik tutumuna göre şekillenmez vicdanım. Hatta kötülerin başına gelenlere bile vicdanen yaklaşırım. Geçmiş veya günümüz kaynaklı öfkelerime alet etmem vidcdanımı, insanlığımı. Konuyu şuraya bağlayacağım. Fransa'da yaşanan terör olaylarında hayatını kaybedenlere karşı, Avrupa'nın başkalarına takındığı tavrın muhasebesini yaparak duyarsız kalanlar olabiliyor. Avrupa, Amerika, dünya ülkeleri, dinler, vesaire kavramlarının etkileri, insan kültürünün bir uzantısı ama bir canlının, bir canın başına gelen "ölüm kalım meseleleri", bütün kavramları bir tarafa bırakmamız ve halletmemeiz gereken en öncelikli sorunumuzdur. Evet, bir canlının hayatı kadar değerli bir şey yoktur. Bir canlının olumsuz taraflarını düzeltip onu hayata kazandırılabiliriz ama bir canlının hayatının sona ermesinin telafisi yoktur ve bir canlının hayatının elinden alınmasının hiçbir mantıklı gerekçesi olamaz. İnsan canı söz konusu olunca egolar bir tarafa bırakılıp, gerçek anlamda insan olunmalıdır; duyarlı, empatik ve de hoşgörülü... Bunu neden başaramıyoruz; geçmişte canımız çok yandı da bunun öfkesi mi var, yoksa gerçek acının ne olduğunu bilmiyor muyuz hiç yaşamadığımız için; belki her ikisi de... Yapı meselesi diye kestirip atabiliriz de bu duyarsızlığı, acımasızlığı ama insan olan bir insan, kendini duyarlılık konusunda iyileştiriebilir, geliştirebilir... Gerçek anlamda insan olmak için mücadele etmiyorsak, hayatın da bir anlamı olabilir mi? Bence olamaz. Çünkü "insan" olamaz isek, yaşamın sağlıklı bir değerlendirmesini yapamayız.  Bütün olumsuzluklarda "olamamak"tan kaynaklanmıyor mu? Kafamızın içindeki iyilik mekanizmamızı çalıştırmıyoruz. Nasıl keyif alınabilir veya haz duyulablir birilerinin ölmesinden falan benim anlamam mümkün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder