30 Ocak 2015 Cuma

Hande'yi Viyana'ya kim gönderdi?!

Bir nefret cinayeti daha... Bu sefer haber Avusturya'dan geldi. Türkiye'deki transfobik baskılardan kaçan Hande isimli trans kadın, Avusturya'nın başkenti Viyana'da elleri-kolları bağlanıp boğularak öldürülmüş. Kimse "Avrupa'da da homofobi veya transfobi var" diyerek kendini iyi göstermeye çalışmasın. Hep öyle derler ya, "Nereden biliyorsunuz Avrupa da LGBTİ karşıtlığı olmadığını, orada yaşayanlar, oralarda da LGBTİ'lere karşı nefretin olduğunu söylüyorlar..." diye. Kıyaslanabilir mi bizdeki LGBTİ nefretiyle Avrupa'daki?

Bu nefret cinayetinin de sorumlusu "biz"iz. Çünkü koskoca ülkeye sığdıramıyoruz LGBTİ'leri ki, onlar da başka ülkelere gidiyorlar nefes almaya. İnsan huzur bulsa gider mi? Tamam yaşanıyor bu ülkede LGBTİ olarak ama nasıl yaşanıyor? Eksik yaşanıyor, yarım yaşanıyor, zorluklarla yaşanıyor, korkuyla yaşanıyor, şiddetle yaşanıyor, ayrımcılıkla yaşanıyor, dışlanarak yaşanıyor... Adına da yaşamak denirse bunun. İnsan gönül rahatlığıyla sevemiyorsa, sevgisinden dolayı eşit ve özgür değilse, herkes kadar haklardan faydalanamıyorsa... bu yaşamak mıdır, yaşarken ölmek midir?

Bir umut gidiyor LGBTİ'ler, eşcinsel haklarının daha iyi olduğu ülkelere. Elbette biliyorlardır oralarda yaşamanın o kadar kolay olmadığını. Belli bir yaştan sonra kolay mıdır farklı bir kültüre adapte olmak; yeni bir dil, farklı bir yaşam tarzı, ha diyince iş bulmak falan kolay mıdır öyle..? Darda kalınca çalacak kapın bile yoktur. Hele zorda kalınca sığınacağın güvenli bir nokta... Kime ne diyebilirsin ki zorda kalınca? Avrupalılar bir de sistematiktir bildiğim kadarıyla. Öyle her selam verene selam vermezler, çat kapı kimseye kapı açmazlar... Yardım istesen belki kimse dönüp bakmaz... Polisin gelmesi beklenir. Polisin yabancılara karşı muamelesini de biliyoruz. Belki okuduklarımdan dolayı bir önyargıdır benimkiler ama...

Ama ben ne kadar zorda kalırsam kalayım, başka bir ülkeye gitmeyi göze alamıyorum, alamam. Bu sadece ülkemi çok sevmek veya "benden rahatsız olan terketsin ülkeyi" düşüncesi de değil. Gerçekten ben cesaret edemem başka bir ülkeye gitmeyi ama insan zorda kalınca gidebilir de tabi. Ama ben şu koşullarda kendim için, bütün zorluklar için mücadeleyi; başka bir ülkenin koşullarında sıfırdan bir hayat kurmaya tercih ederim. Çünkü yaşadığım kültürde neyi nasıl yapacağımı, ne ile nasıl mücadele edileceğini biliyorum en azından. Yani derdimi de anlatabilirim, halden anlayacak birileri de mutlaka vardır, olacaktır, yoksa da oldurmalıyız.

Gerçekten benimki, bulunduğum ülkede yaşam mücadelesi vererek kahramanlık yapmak falan değil. Hani hep derim ya, "güzelliklere koşarak bulunduğun ortama güzelliği kim getirecek?" diye... Ondan da öte bir şey benim başka bir ülkeye gitmek istememem. Zorluklarla mücadele etmeyi severim ama insanın alıştığı bir ortamda yaşamını sürdürmesi bana çok büyük bir konfor gibime geliyor ve o konforu elden bırakmak istemiyorum sanırım. İyi-kötü karnımı doyurmanın yolları mevcut, fırının, pazarın, marketin yolu belli... Bilgisayar değil ki bu hayat, format atıldıktan sonra kısa sürede adapte olabileceğin. Belki bazıları bu tür macerayı sever ama benim harcım değil.

Amerika ve Avrupa'ya gitmek için sıralarını beklerken tanıştığım İranlı mültecilerin hiç de Amerika'dan falan memnun olmadıklarını ve Türkiye'ye dönmek istediklerine dair haberler alıyorum. Coğrafya yakınlığı kültürel yakınlık da barındırıyor sanırım. Velhasıl çok zorda kalınca gidelim başka ülkelere, veya seyahat etmek için falan ama doğduğumuz kültüre kendimizi kabul ettirmeye de çalışalım. Bana böylesi daha kolay geliyor. Ne bileyim anlatalım kendimizi topluma, inandıralım... Homofobiyi veya transfobiyi yenmeye çalışmak, bana Viyana'da yaşamaktan daha iyidir gibime geliyor. Keyfimizden gitmiyoruz biliyorum ama direnelim. Ama bu direnme veya başka ülkelere gitmeme tavsiyesi, Hande'nin ölümünün TOPLUMSAL bir nefret cinayeti olduğu gerçeğini değiştirmez.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder