11 Ekim 2014 Cumartesi

Bir "garip" dünya!

İnsan hayatını kendisi çiziyor. Zorluklarla mücadele etmek de, zorluklara yenilmek veya yenerek başarmak da insanın kendi elinde. Mücadele etmeyerek zorluklarla karşılaşmayabilirsin ama daha kötü bir sonuca da mahkum kalabilirsin bu yüzden. Bana göre olması gereken iyi olmak, iyiliğin peşinde koşmak. Bazılarına sadece iyi-güzel-doğru bir hayat, hayal veya yavan gelebilir ama bana göre sağlıklı bir yapının düşüncesi bu olmalıdır; iyi, güzel, doğru... Eğer iyiliğe dair erdemlerin dışına çıkarsan, sorunlar mutlaka baş gösterecektir. Ve sen bunu hayatın bir gidişatı olarak yorabilirsin; iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış... diye.

Elinde olmayarak olumsuzluklarla karşılaşılabilir ama insanın bir de öğrenme kapasitesi vardır ve öğrenmek için çaba sarf etmelidir. Eğer yapıda olumsuzluklarla, kötülük gibi negatif durumlarla beslenme ve tatmin olma durumu varsa, burada sağlıksızlık devreye girer ve müdahale şarttır başkalarının zarar görmemesi için. Yani, "bu da hayatın gerçeğidir, yapılacak bir şey yoktur" diyemeyiz. Hatta herkesin kendi hayatı diyemeyiz PATOLOJİK durumlar için. Patolojik derken başkalarına zarar veren ruh hallerinden bahsediyorum. Mutlaka hayata kazandırılmalıdır herkes, en azından çaba sarf edilmelidir ama patolojiye karşı hem bireysel, hem de devletsel bazda tartışmasız önlemler alınmalıdır. Ama bu yapılmıyor. İnsanlar hasta ruhlu insanların kurbanı olabiliyor. İnsandır yanılır ama insanlarımız toplumsal yapıya göre şekillendirildiklerinden patolojik vakalardan kaçamayabiliyorlar. Mesela, özellikle kadınların beynine kodlanan erkeklik modeli, kadınları kurban edebiliyor. Yok aslında doğada maço, kaba ve de fiziksel gücünü zararlı bir şekilde kullanan erkek modeli. Olmamalı da. Sağlıklı bir insan, hayatı acısız yaşamak dururken niye acı çekmek istesin ki? Demek istediğim sağlıklı bir şekilde yetiştirilmiyoruz da. Sağlıksız bir çoğunlukta sağlıklı olmana da çok izin verilmiyor gerçi. Dışlanıyorsun, marjinelleştiriliyorsun. Oysa çoğunluğa benzemeyenin marjinal olması, sadece çoğunluğun bakış açısına ait bir durumdur; gerçekten marjinal olduğundan, doğaya ters olduğundan olmayabilir.

Münevver Karabulut'un vahşice cinayete kurban gitmesi hafızalarımızdan silinmedi, silinmiyor, silinmez de, silinmemeli de. Farklı şiddetlerde de olsa benzer olaylar yaşanmaya devam ediyor. Niye? Çünkü sağlıksız bir toplumsal yapıdan kurtulunmuyor. Gücün belli kesimlere ait olduğu ve de bencilce kullanıldığı bir dünyada yaşıyoruz hala ve heteroseksist sistemin heteroseksistleri de bu durumun değişmesini istemiyor; istemez de eşitlikçi bir yaşam biçimi çıkarlarına ters düşeceği için. Oysa bu çıkarsal durum kısa vadeli ve de acımasızca, vicdansızca bir durumdur ve eninde sonunda herkesi vuracaktır, herkese zarar verecektir; kaçış-kurtuluş yoktur. İnsanlar bencillikleriyle kendi vahim sonlarını hazırlıyorlar bir anlamda da. Yani yapılan bir yanlış orada kalmıyor, geriye dönüyor; öyle veya böyle, şu zaman veya bu zaman. Tıpkı Cem Garipoğlu olayında olduğu gibi. İnsanın yaptığı yanlışlardan zarar görmemesi için hepten kafayı sıyırmış olması gerekiyor, hepten terminatörleşmesi gerekiyor ki, hiçbir şey hissetmesin ve kaldığı yerden devam edebilesin. Sonuçta o terminatörlerin de bir çevresi var ve onlar da zarar görüyor bir şekilde. Zarar verenler, zarar görenler kadar savrulmuyor mu hayatta? Hem de fırtına şiddetinde. Dışarıya yansıyandan çok içlerde fırtınalar kopuyor ve bir süre sonra hayattan da kopuyorlar.

Cem Garipoğlu... Bir şeyler söylemek, olayları-durumları kişiselleştirmek çok da doğru olmaz. Hele adalet dışında kişilerin kendi bakış açısına göre yargılaması...; olayları kişiler üzerinden halletmek doğru bir sonuca götürmez çünkü. Olayları bu noktaya getiren faktörler üzerinden bir çözüme gidilmelidir diye düşünüyorum. Yapısalsa da ona göre bir önlem alınmalı, yapıda varolanı körükleyen çevresel bir durumsa da ona göre önlem alınmalı. Hayatı geleneksel yaşamak yerine bilimsel, eğitimsel yaşamak en doğrusu, en sağlıklısıdır. Ama birden bilgi toplumu olunamıyorsa, hayatı mümkün mertebede en sağlıklı şekilde yaşamanın yolları bulunmalıdır. Eşitlikçi bir adalet sistemi çok büyük ihtimalle patolojik vakaların öznelerinin cesaretini kıracaktır. Bir cana kıyanların düşünülecek, tartışılacak bir tarafı yoktur. Çevresel etkiler-metkiler kaale alınmamalıdır. Çünkü patolojik bir öznenin tahrik hakkı olamaz. Ona o hakkı verenler de zaten patolojik bir vakadır. Sen hayata dönüştürülemeyecek patolojik bir vakaya şans verirsen, tekrarında seni de, beni de, kendisini de yakacaktır.

Evet patoloji karantinaya alınmalıdır; yaşama hakkı elinden alınmamalıdır ama başkaları ondan korunmalıdır. İnanın patolojk karantina hayatlar patolojik hayatların da faydasına olacaktır, herkesin de faydasına olacaktır. Hatta olaya bilimsel açıdan yaklaşırsak, önlemler çok erken yaşta kişilik analizleriyle alınmalıdır. İleriki dönemlerde çok geç kalınabilir; çünkü zararı yüksek seviyede muhtemeldir. Ve toplumsal bazda patolojinin kanıksanması durumu söz konusudur ve bu da toplumsal bir patolojiye dönüşebilir. Yani düşünsel anlamda da patolojik bir durumdur. Düşünün, olaylara bir psikopatın gözüyle de bakmaya çalışmak ne kadar sağlıklıdır? Patolojinin anlaşılacak veya hak verilecek tarafı olabilir mi? Bu ne demektir biliyor musunuz; yapısal-genetiksel olarak böyledir, psikopat, katil ne yapsın? Hayır, bu yanlıştır. Zararlının zarar verme hakkı yoktur ve normal karşılanamaz. Karşılayanınki de vicdani bir durum değil; ya akılsızlık, ya da sağlıksız olmanın başka bir versiyonudur.

Cem Garipoğlu olayı ve benzerleri, Türkiye koşullarında gelişen durumlara göre bazı soruları da akla getiriyor. Cinayetler hiçbir şekilde aydınlatılamayabiliyor. İşin içinden çıkılamaz hale gelinceye kadar katiller kendini kurtarabiliyor. Ancak son noktada adalet devreye giriyor. Ama insanlar yaptığının cezasını kabul etmek istemiyor. Son noktada bile pes etmiyor, hatasını kabul etmiyor. Bile bile kabul etmiyor hatasını. Nasıl bir bencillik durumudur ki bu? Yani sağlıklı bir insan hata yapıyorsa, hatasını kabul etmelidir. İnsan çocukluktan itibaren sağlıklı değil de bencilce yetiştirildiği için, hep kendini haklı çıkarmaya çalışıyor. Çünkü yenilgiyi, yanlışını kabul etmesi öğretilmiyor. Çaresiz kalınca boyun eğiyor ama bu sefer de içine söz anlatamıyor yenilgi konusunda. "Yenileceksem, bu hayattan giderim." diyor... Gidenler de var, ama gerçekten gidiyorlar mı, yoksa birileri tarafından hayattan gönderiliyor mu bilinmez. Gitmese de gene yetiştirildiği tarzda kaldığı yerden devam ediyor 15-20 yıl sonra. Patolojik vakalar iyileşmiyor, iyileştirilemiyor cezalarla, çevrenin de etkisiyle patolojik tarafların yenilenmesiyle, tazelenmesiyle. Yani dışarıya çıkınca insanı iyileştirecek, dönüştürecek, kurtaracak çok da sağlıklı bir ortam yok. Var mı? O yüzden gönderilmeler... Evet bir dengesizlik, dengeye oturtulmayan bir hayat mevcut..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder