18 Nisan 2012 Çarşamba

Öyle Hemen Geçmiyor Şiddetin Travması

Bu dünyada herkesin öncelikli sorunları farklıdır ama bana göre her şeyden daha öncelikli ve halledilmesi gereken sorun şiddet sorunudur. Kimisine göre sağlık problemleri önceliklidir, kimine göre aşk problemleri, kimine göre ekonomik problemler, kimine göre yeme-içme gibi temel ihtiyaçlar ama, insanın fiziksel olarak sağlıklı yaşayabilmesi için psikoloji daha önemlidir bence ve insanlık onuru da aklı başında olan her insan için çok önemlidir, olmalıdır. Çünkü insanlık olmazsa, insanca bir yaşam olmaz. İnsanlık onurunu da şiddet kadar yaralayan başka hiçbir şey yoktur. Birisi sözel şiddet babında sana laf söylese, karşındaki kişinin senin gözündeki değerine göre ya oturur konuşur, orta bir yol bulmaya çalışırsın, ya da sırtını döner çeker gidersin (Gidememenin de mecburi gerekçeleri olabilir tabi) ama fiziksel şiddet bedensel olduğu kadar psikolojik olarak da onulmaz yaralar açar ve hayat boyunca kanar. Tabi sadistlerden, dayak arsızlarından, heteroeksizm ve değerlerini içselleştirmişlerden bahsetmiyorum. Dayak yiyiyorlar ve "hak ettim" diye kabul ediyorlar. Haksızlıkların adalet sistemiyle çözümü mümkün değil mi? Değil ki, yapılan bir araştırmaya göre de insanlarımızın % 70'i adalet sistemine güvenmiyor. Bu çözümsüzlük de şiddete karşı insanları duyarsızlaştırıyor.

İnsan içinde yaşadığı kültürde, hatta dünyada eşcinseller gibi potansiyel kurban konumundaysa ve şiddete, nefrete, cinayete "ahlaksız" diye hedef gösteriliyorlarsa ve Devlet tarafından bile bu acımasız ayrımcılık görmezlikten gelinebiliyorsa, şiddet daha önemli, en öncelikli hale gelebiliyor bazıları için. Ve bu durumu çok yaşamışsan, hala yaşıyorsan, yaşayabilme ihtimali de tereddütsüz mevcutsa, içinde yaşadığın Devlet tarafından da gerçekler görülmeyip tarafsız bir güvenlik ve yargı sistemi uygulanmıyorsa, bu durum paranoya haline bile gelebiliyor.

Doğanın yapısında olabilir şiddet, insanın yapısında da olabilir, hayatın gerçeklerinden biri de olabilir ve şiddeti ortaya çıkaran sebepler de vardır ama bana kati süratle uymuyor bu şiddet denilen terbiyesiz davranış şekli. "Hayatın gerçeğidir" diye kabullenmek yerine, şiddete karşı kalıcı çözümler bulunması taraftarıyım. Şu sıralar herhangi bir şiddete maruz kaldığım için falan yazmıyorum bu yazıyı. Sadece yaşadığım şiddetlerin etkisinden kurtulamadığımı, izlediğim dizi ve filmlerin bile yaşadığım şiddetleri harekete geçirip geçmişe döndürdüğü, psikolojimi ilk günkü gibi harap ettiğini belirtmek için yazıyorum. Özendirir veya özendirmez bilemem ama ben romanlarda, filmelerde, sanatsal hiçbir eserde şiddetin işlenmesi taraftarı değilim. Hayatın gerçekleri anlatılırken, biraz da hayatın nasıl daha hümanist olabileceği anlatılsa daha faydalı olmaz mı yapılan iş? Hayatın gerçeklerinden öte, şiddet intikam olarak keyifle anlatılıyor insanlara ve insanlar da bundan zevk alıyor. Küçücük çocuklar bile taraf tutup şiddetle besleniyor.

İnsanların dövüş için fiziklerini geliştirdiği, savaşların kahramanlık öyküsü olarak anlatıldığı, her yıl kutlamalarının yapıldığı militarist bir dünyada, militarizme karşı çıkanların tutuklandığı bir dünyada yaşıyoruz. Bu heteroseksist dünya bana hiç uymadı, uymuyor da ama mümkün mertebede yaşamak istiyorum her şeye rağmen.

İnsanlar utanmadan iletişim araçlarıyla "sanat" diye şiddet sayesinde para kazanıyorlar, utanmadan hayvanları dövüştürüyorlar, utanmadan şiddet uygulamaktan gurur duyuyorlar ve şiddet olağan bir şeymiş gibi ciddi anlamda önüne geçmeye çalışmadıkları gibi, başka sorunlara da şiddet yoluyla çözüm bulmaya çalışıyorlar. Kimsenin oturup konuşmaya sabrı yok. Çünkü insanlığın en önemli meziyetlerinden empati denilen duyarlılık yok. Egolar tatmin edilememiş, hala çok şişkin ve bu şiddetle tatmin edilmeye çalışılıyor.

Şiddet profesyonelce halledilmesi gereken bir sorun ama hiç kimse tarafından duyarsız kalınmaması gereken bir sorun. Hiçbir şeye, hiçbir kimseye karşı uygulanan şiddet karşısında tepkisiz kalınmaması gerekiyor. Şiddet acizliktir, hastalıktır. Mutlaka insanın yapısında vardır ama içinde yaşanılan kültür ya bunun ortaya çıkmasına sebep olur, ya da törpülenmesine, terbiye edilmesini sağlıyor.

Sanat da şiddeti terbiye etmenin en güzel yoludur ama sanatın sadece eğlence olarak kullanıldığı, hatta dövüşün bile sanata çevrildiği bir dünyada, kendimizi korumadığımız sürece şiddetin önüne geçmek çok zor.

Bazıları şiddetin unutulabileceğini söylüyor. Acaba hiç mi şiddete maruz kalmamıştır bu kişiler, yoksa şiddeti doğalmış gibi, çözüm yoluymuş gibi onaylayan hasta acizlerden midir? Özellikle sevgililerinden, eşlerinden dayak yiyip de terk edilenlerin, "Gözümdeki morluklar geçer ama kalbimdeki morluklar asla" demiyorlar mı illet oluyorum. Al tepe-tepe kullan, senin olsun hasta sevgilin! Hayatımda fiziksel veya sözlü şiddetine maruz kaldığım bırakın sevgiliye, hiç kimsenin yüzüne dönüp bir daha bakmam. Asla dediğim tek konu, içinde şiddet barındıran bir kişidir. Bu kendim olsa bile. Şiddet duyarızlık saygısızlıktır, onursuzluktur, ahlaksızlıktır!

Devletlerin, denetleme kurullarının cinsel yönelimleri şiddetten kıyaslanamayacak ölçüde zararlı görmesi bile toplumların şiddete bakış açısının seviyesini göstermez mi? Kimi şiddet uygulayanlar cezalandırılırken bile hak ettiği ceza verilmiyor, kimi şiddete maruz kalanlarsa şiddeti hak etmiş gibi görmezden geliniyor. Yani eşit bir şiddet yasası uygulanmıyor. Herkes kafasına göre ceza veriyor. Nereden mi biliyorum? Bunu eşcinsellerden daha iyi kim bilebilir ki? O yüzden, heteroseksist dünyanın şiddetden dolayı eşcinsellere ödeyemeyeceği kadar borcu var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder