Canı Nasıl da Çekiyor Aslında
Kimliklerin erkekliğe adapte edildiği dünyada, insanlar kurtuluşlarını içinde yaşadıkları kültürün kılıflarında, sembollerinde arıyorlardı. Yumuşacık yürekler idealize edilmiş cehennemlerde taşlaştırılıyordu. Kendileriyle tutuşturuldukları savaşların bireysel sebepleri bahaneydi sadece. Çünkü sorunlaştırdıkları bahaneler çözüme kavuşsa, başka bahaneler mutlaka gene yaratılacaktı. Tek sorun insanların kendilerine uymayan bir dünya yaratmaları ve kendilerini buna uydurmaya çalışmalarıydı.
Ne istediklerini biliyorlar, çok geç kalsalar bile kendilerini keşfedip gerçekleştirebiliyorlar ama karşılarındaki koskoca erkek dünyaya karşı doğruyu bulamıyorlardı. Bulanlarsa kendilerini doğru bulmuyormuş gibi gösteriyor, gene erkek dünyalı oluyorlardı.
Her yerde kendisi olmayan erkekler-robotlar dolaşıyordu ve bazı eşcinsellerin dünyada kendilerini tek zannettikleri gibi, kendisi olamayan erkek rolleri de etraflarındaki kendisine benzeyen çoğunluğu göremiyordu. Hepsinin birbirine benzediğini kendisi olabilenler görebiliyordu ancak. Bu gerçeği onlara anlattığın zamansa, " Hadi ya!" diyerek şaşırıyorlardı.
Anlatacak çok şey var hayatın gerçeklerine dair ama anlatabilecek cesareti bulabilsen bile, dinleyecek, seni anlayacak-anlamak isteyecek kimse yok. Belki tercüme edemese, dile getiremeseler de, kendileri gerçekleri, en azından ne demek istediğini biliyorlar ama kendilerine çizilmiş bir yol var sapamadıkları.
Erkek dünyaya hakaret sayılan erkeklerin göründüğü gibi olmadığına dair bazı klişeler-basma kalıp söylentiler var inkar edilen ama onların hepsi gerçek. Bunu bütün dünyaya ispat etsen bile, kabul ettirmen imkansız.
Hayatı kendisi olabilenler de yaşayamıyor, kendisi olamayanlar da yaşayamıyor kendisi olamayanlar yüzünden. Kendisi olamayanların erkeklikleri zarar görmeyecek şekilde, onların izin verdiği sürece yaşayabiliyoruz hayatı.
Kendisi olanlara çok görev düşüyor canlı doğasına aykırı düzeni dünyayı değiştirebilmek için. Neden mi? Kendisi olabilenler, kendisi olmaktan taviz vermeyince kendisi olamayanlar, kendisi olmaya meyilli ve gönüllü oldukları için.
Kendisi olamayanlara gerçek değil de olması gerektiği gibi geliyor bu samimiyetsizlikler ama insanın içinde iki dünya barındırma çelişkisinin ağır yükü kendisi olabilenlere, kendisi olamayanlar adına üzülmelerine sebep oluyor. Hayatta bazı insanlar kendilerini kurtarabilirler ama bazılarının kazanılmasının kaçılmaması gereken sorumluluğu başkalarına düşebilir.
Akşam olunca da kendisi olamayanların dünyası çok hüzünlü oluyor. Efkar basıyor, kafalar çekiliyor, isyanlar bazen sesli, bazen de fiziksel şekilde vücut buluyor bedenlerde. Aslında bunlar kendilerinin kabul etmedikleri ve inançlarını yitirdikleri yardım isteyen "imdat!" çığlıkları.
Sabah olacak ve akşama kadar gene kendilerini unutacaklar, görevlerini yapacaklar dün akşam ki gibi kendi yarattıkları acılarını kanırta-kanırta tekrar yaşayacaklar. Biz de kendimize düşen paydan öyle veya böyle nemalanmaya çalışacağız kendisi olabilenler olarak.
Erkek dünyada babalar bile çocuklarına sevgilerini gösteremediği için uzaktan sevgi herkes için normalleşmiştir. Paylaşılmak istenen her türlü sevgi de gerçek bir şekilde kendini gösteremese de hissediliyor ve sistemi rahatsız etmeyecek şekilde, adını doğru bir şekilde koyamasa da kendisi olabilenler aracılığıyla paylaşılıyor ama seyirlik ve tadımlık. Oysa paylaşımlar aracıya bile gerek kalmayacak biçimde açık açık ve tam anlamıyla gerçekleştirilse, hayat daha zahmetsiz, daha direk yaşanacak, isteklerimiz içimizde ukde kalmayacak, yarım-yamalak yaşanmayacak. Belki "biz" de bu sayede hepten sildiğimiz aşk-lar-a tekrar umutlanacağız.
Şu yazdığım yazı belki inandırıcı bile gelmeyen soyut bir anlatım. Oysa anlattıklarım an be an yaşanan, "Hadi ya canım, o kadar da olmaz!" denilebilecek olayların kahramanlarının, belki bilmezlikten gelinen, belki bilmediğimiz dünyalarının gerçek hikayelerinin krokisi. İnsanların kendilerini ifade bile edemediği bir egemenlikte daha açık konuşmak-yazmak gerekebilir faydacılık adına ama kaş yapayım derken göz çıkarmak da var işin ucunda. Anlaşılmasam da anlamak taraftarıyım kazanmak adına, insanlık adına. O yüzden yeri geldiğinde geçici olarak da olsa insanların korkularına saygı durmak gerekir mi bilmiyorum.
İnsanların çok erkek olmasının arkasında, erkek dünyaya hiç uymayan, erkek dünyasının en ötekisi eşcinsellik olduğunu unutmayalım. İnsanlar gerçekten heteroseksist kültürlerin ideallerinin peşinden gerçek kimliklerinden kurtulmak için koşuyorlar ve hepimiz bunu bildiğimiz halde bilmezlikten gelmeyi normalleştirmişiz. Nefretin sebebi de insanların kaçtığı, kurtulmak istediği kendi gerçeklerinden başka bir şey değil. Yoksa insan kendisinde-n olmayanı neden ötekileştirsin, neden nefret etsin ki? İnsanın kendisini kabul edemedikleri-kabul edemediği tarafları rahatsız eder. Kendi gerçeklerimizi, kendimizi kabul edemediğimiz sürece de bu böyle devam eder, suçlardan hep masumlar üzerinden kurtulunmaya çalışılır ama sadece çalışılır, bu şekilde kurtulunmaz.
Açık bir eşcinsel olarak herşeyin farkında olsam da gerçeklerin bu kadar bastırılmışlığı karşısında ve gerçeklere bu kadar kör-sağır olunması yüzünden, bazen kulak zarım yüksek volyumlu bir müziğin etkisine maruz kalmış hoparlörler gibi patlama noktasına gelip sancı yaratıyor. Varın kendisini gerçekleştiremeyenleri siz düşünün.
Açık-açık anlatsan da, "anlattığını zannedebiliyor" konumuna düşebilirsin. Çünkü anlatmak sadece anlatanın rehabilitesi için olmamalı. Karşındakinin seni anlayamamasıysa kendisini değersiz hissetmesine sebep oluyor. Anlayanların da kendilerini ifade edememelerinden dolayı tedirginlikleri oluyor anlaşılan durumlara karşı. Erkeklik çok bariz anlaşılıyor. Çünkü direkt anlatılıyor gurur duyulacak bir cinsiyet, kimlik olduğuna şartlanıldığı için. Eşcinsellikse, kabul edilebilmesi için erkekliğe zarar vermeden hafif hale getirilinceye kadar binbir şekle sokuluyor. İnsanlar o yüzden kavram kargaşası yaşadığı gibi anlam kargaşası da yaşıyor. Ne kendini tanıyabiliyor, ne kendini bir belli bir kalıba sokabiliyor, ne anlayabiliyor, ne de anlatabiliyor. Eşcinsellik konusunda, her anlamda açık olmadığımız sürece de bu böyle devam edecek. Bir tarafta cinsiyetçi toplumsal kaygılar, bir tarafta "açık" olamamanın getirdiği sıkıntıların daimi olma durumu. Toplumla büyük bir kavgaya tutuşup mutlu sona ulaşmak mı, hayat boyu kendinle, kimliğinle, eşcinselliğinle savaşıp mutsuz bir son mu? Aslında tercihler belli, yapılmış yani? Kolay değil eşcinselliğin işi eşcinseller topluma, erkek egemen cinsiyetçi yapıya kaldıkları için.
Not: Bu yazının esinlenildiği hikayenin orjinali "Gece ve Gündüz" büyük bir ihtimal hiçbir zaman yayınlanmayacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder