Tarkan eşcinsellerin tatil yaptığı Yunanistan adası Mikonos'ta en çok dinlenen şarkıcılardanmış ama adanın eşcinsel namı yüzünden burada konser vermekten kaçınıyormuş. Bunun için de en başta Tarkan'ı suçlamaktan önce kendi arka bahçemize bir bakmamız gerekiyor. Biz ne kadar gocunmuyoruz kendi gerçeklerimizden, eşcinselliğimizden.
Üstelik Tarkan'a kadar toplumsal yaşamın edebiyat dahil hangi alanında bir sanatçı kimlik savaşını kendi içinde halledebilmiş veya bunun önderliğini yapabilmiş ki ülkemizde. Eşcinsel olduğu bilinen "açık" bir kaç ünlümüz-şairimiz-yazarımız-sanatçımız var ama hangi birisi artistliğini yapabilmiş ki kimlik mücadelesinin? Hepsi de bir şekilde ya geri planda kalmışlar ya da geri planda kalmak zorunda bırakılmışlar. Bu geri planda kalmışlığa itiraz edenler olsa da, onlar da kimlik için değil hayat mücadelesi, kişisel çıkarları itiraz için etmiş.
Tüm toplum olarak bu kimlik sessizliğinin altında sadece kültürel alt yapımızın bilgiden, sanattan yoksun olmasından dolayı çaresizce egemen yapıyı içselleştirmek mi yatıyor, yoksa istesek de, istemesek de tembel bir şekilde kimliğimiz için, kendimiz olabilmemiz için mücadele etmek zor mu geliyor? Öyleyse suç hiç kimsede değil, Akdeniz ikliminin rehavetinde!
Tamam yeniliklere kapalı çok derin muhafazakar bir kültürümüz var ve bu kapalılığı yıkabilmek, derinlerden başka dünyalara bakabilmek kısa sürede halledilebilecek bir sorun olmayabilir ama hiçbir insanında mı, en azından ses getirebilecek çoğunluğu oluşturabilecek kadar insanın, farklılıktan kaynaklanan özgürlükten haberi olmaz?
Aslında biz insan gibi yaşamasını bilmiyoruz. İhtiyaçlarımızı karşılayacak kadar yaşamaya alıştırılmışız. Hayatı dibine kadar yaşarsak hepten kendimizi, yaşama rehberimizi kaybedeciğimizi zannediyoruz.
"Yaşamasını bilmiyoruz" derken de, gündüzleri erilken, ancak geceleri içindeki dişiliği-farklılığı-eşcinselliği ortaya çıkarabilme sahtekarlığını anlatmak istiyorum. Bir samimiyetsizlik hakim yaşamımıza. Maddi veya manevi kaybedeceklerini göz önünde bulundurarak hakim kültürün içinde kendini kaybetmek, kendin olamamak yaşamak değildir çünkü. İçinde gururla durabileceğin sen olmadıktan sonra, o maddiyat-maneviyat ne kadar tatmin edebilir ki? Yaşamadan yaşamasını bilmek olmaz da, bilsen de neye yarar ki ayrıca? Hep korku ve bu korkulmaması gereken gerçekleri içine sindirememek ne acı, insanın göğsünü gere-gere yaşayamaması ne büyük bir zavallılık.
Sonrasında aynadan-toplumdan kendimize yansıyan "Hep bir nefret" ve bizi kontrolü altında tutan kendimizin yarattığı bir güç. Yani toplum dediğimiz kim, kültür dediğimiz ne ki?
Biz gerçekten kendimiz çıkmak istemiyoruz içinde boğulduğumuz sistemimizin içinden. Bu, radara yakalanmadan istediğimiz kadar hız yapabileceğimiz ama eninde-sonunda kazaya kurban gideceğimiz, gerçek yaşam kurallarını-yaşamanın ne olduğunu bilmediğimiz için gerçek yaşam ehliyetimizin olmadığı eğreti bir yaşam. Biz açıklığı, şeffaflığı, dürüstlüğü, kendimiz olmayı değil de sahtekarca ikiyüzlülüğü, saman altından su yürütmeyi yaşam bellemişiz.
Onlara göre laf salatası yapıldıktan sonra, "Ee ne öneriyorsun?" ukalalığını yaparlar. Çünkü onlar da biliyordur gerçekleri, istiyordur en azından kendilerince yaşamayı ama uygulamak için yaşamasını bilmek, yaşama cesaretine sahip olmak gerek. Bahaneleriyse kültürel sebepler ama dibine kadar kendilerinin de inandığı, savunduğu ve taviz vermedikleri kültür, erkek egemen kültürdür ne yazık ki. Taviz vermezler çünkü, onlar da o kültürün bir parçasıdırlar ve sırtlarını dayadıkları için sahte bir kültürü, yalın-çırılçıplak-doğal yaşama tercih ederler. Çünkü o kadar-yüzyıllardır orjinal yaşanamamışlık kültüründen dolayı, sudan çıkmış balık gibi hissedeceklerdir tek başlarına kendilerini.
Hala tavsiyeyede bulunamadım değil mi? Ben kimseden kendisi olması için hayatını feda etmesini istemiyorum. Batı'da özgürlük mücadelesi yolunda, insanca yaşayabilmek için insan hakları adına, kimlikleri için mücadele ederken her şeyden vaz geçenler gibi aktif bir mücadeleci olun da demeyeceğim. Çünkü yaşamasını bilmeyene yol göstermek kimsenin harcı değildir ve bunun sorumluluğu ağır olabilir.
Sadece içinizdeki nefretin sebebini sorgulayın. Birkaç adımda bunun cevabına ulaşmak mümkün. Dün genç eşcinsellerden birisi CD'lerden nefret ettiğini dile getirmiş. CD'nin anlamını da fuhuş yapan kişiler olarak biliyor. Csoss Dressing veya Cross Dresser'ın travestiden ayrı bir şey olmadığını bilmediği gibi, travestiliğin gerçek anlamının cinsiyet kimliğiyle alakalı olmayabileceğini, cinsiyet kimliğinin cinsel yönelimden bağımsız bir var oluş olacağını düşünmesini de bekleyemiyorum ne yazık ki.
O yüzden mümkün olduğunca kelimelerin anlamını bileceğimiz şekilde kullanılması gerektiğine inanıyorum. Bu kadar çok cinsiyet kimliği veya cinsel yönelim tanımlamasının altında da aslında toplumun kabul etmediği farklılığımızı daha kabul edilebilir hale getirmek yatmıyor mu? Yani eşcinsellerin bir adı olsa, transların bir adı olsa olmaz mı? Çünkü bir şey anlatmaya kalkıyorsun, "Sen ne diyorsun?" diyorlar ama bu kabul etmemek anlamında değil, gerçekten bilmiyorlar ve anlamıyorlar. Çünkü insanlar genelde bilmediği gibi, eşcinseller bile toplumsal algıya göre eşcinselliği, homoseksüelliği, top'luğu, ibneliği, geyliği aynı anlama gelse de farklı kefelere koyuyor, en hafifi, kaldırılabilir olanı hangisiyse, kendilerini o sınıfa sokuyorlar. Çünkü ibne olursa götveren oluyor, gay olursa kendi cinsine duyduğu asil sevgi oluyor.
En başa dönersek, gerçekten bu toplumda kitlelere cesaret verebilecek eşcinsel aktör daha çıkmamıştır. Zeki Müren, Bülent Ersoy bile asla o konumun yakınından geçmemiştir. Zeki Müren çocukluğumda Hey dergisinde verdiği röportajda, "Ben eşcinsel değilim, gay'im." demişti. Bu insanları yavaş-yavaş gerçeklere alıştırmak falan değil, sadece kendinden kaçış. Çünkü o demeçte gay'liği insanları eğlendiren bir eğlendirici olarak tanımlıyordu, İngilizce sözlüklerde tanımlandığı gibi. Cinsel yönelim olarak hiçbir şekilde atıfta bulunmuyordu. Belki de çocuk aklımla ben hatırlayamıyorumdur.
O dönem için Zeki Müren'in yaptıklarından-mini etek veya yüksek topuklu giymesinden-makyaj yapmasından dolayı büyük cesaret gösterdiği söylenebilir ama günümüz döneminde ne değişti? Zeki Müren günümüzde olsaydı yapabilecekleri gene bununla sınırlı kalacaktı büyük ihtimal. Bunun dönemsellikle falan alakası yok. İnsanın dönüştürebilme, değiştirebilme cesaretini açık bir şekilde beyan etmesiyle, edebilmesiyle alakalı. Yoksa her yerinden feminenlik fışkırır ama "Ben erkekğim, evlenip çocuk yapacağım." diye eşcinslliği-ni kandırmaya çalışırsın sadece. Toplum da heteroseksizme vereceğin zararın sınırlı olduğunu bildiği için yutuyormuş numarası yapar, yuvarlanır gidersiniz işte.
Gene de hakkını yemeyelim Zeki Müren'in. En azından bir çok eşcinsele yalnız olmadığını hissettirmiş, içlerinde çözemedikleri kategorisizliğin inkar eden bir objede de olsa vücut bulmasını sağlamıştır. Hani hep derler ya, "Dünyada bir Zeki Müren, bir de ben varım zannediyordum çoğunluğa benzemeyen olarak."
Biz kendimiz bile kendimizi bilmiyorken, tanımıyorken, birbirimize yabancılığımız yüzünden birbirimizden nefret ederken, heteroseksist kültürün bizi anlama hazırcılığını beklemek bayağı-bayağı abesle iştigal oluyor. Farklılıkların kabulü adına kültürel dönüşüm, değişim için önce kendimizi bilmemiz, öğrenmemiz gerekiyor ki doğru bir şekilde kendimizi anlatabilelim.
Ben hep düşünmüşümdür karşılıklı bilgi paylaşımı adı altında eşcinsellerimizi bilinçlendirme, bilgilendirme kurslarının, seminerlerinin düzenlenmesini. "Bu devirde bile hala mı?" diyebilirsiniz ve bir çok eşcinsel de buna karşı çıkabilir "Bunun öğrenilecek bir tarafı yok ki. Bir erkeğin bir erkeği sevmesidir eşcinsellik." diyebilir. Gerçekten öyle mi düşünüyoruz? Keşke öyle olabilseydi, keşke o kadar bile düşünebilseydik.
Adam, "Ben eşcinsel olabilirim ama önce erkeğim." diyor biyolojik cinsiyetinin avantajını toplumsal cinsiyete dönüştürerek. Bu mudur eşcinsellik? Kendini kurtarırken eşcinselliği baltalamak, heteroseksizmi yeniden-yeniden güçlendirmek. Zeki Müren örneğinde belirttiğim gibi bunun devirle, dönemle alakası yok. Dünya üzerinde aynı devirde farklı çağları yaşamıyor mu kültürler? İnternet çağında bile bilgiye ulaşma tembelliği hakimse, "Eşcinselliği doğru bir şekilde nasıl anlatabiliz?" konusunu kurcalamakta fayda var diye düşünüyorum.
Kaos GL dergisine, derneğine, sitesine haksızlık etmeyelim ama insanlarımız-eşcinsellerimiz alfabenin daha cinsellikle ilgili bölümünü okuyup-yazabiliyorlar, yani daha beden diliyle konuşabiliyorlar ancak. O yüzden okuma-öğrenme zahmetine girmek istemiyorlar.
Mesela sosyal paylaşım sitelerinde, pardon cinsel paylaşım sitelerinde sana "slm, yaş ner'densin?" diyor, daha düşüncelerini anlatmadan eğer kriterlerine fiziksel olarak uymuyorsan, "bye" diyerek seni arkadaş listesinden siliyor. Eşcinsellerin tamamına yakınının internette bulunma amaçları zaten sadece cinsellikken, bu kapasite ve düşüncedekilere çaba sarf etmeden nasıl ulaşabilirsin ki?
Yaşam kültürleri bireyselliği sınırlayabilir ama şu anda kimliksel haklarımız için eşcinsel yaşam kültürünü kendi içimize sindirmemiz gerekiyor. Erkek cinsiyetçiliğinin hakim olduğu kültür yumuşadıktan sonra, biz o kültüre karışmasını da biliriz. Ama biz kendimize-bireyselliğimize-eşcinselliğimize sahip çıkmadıktan sonra yaşam kültüründeki yerimizi alamayız, sokaklarda düzeni bozan bir seks arsızı, en fazla da kıyıda-köşede marjinal ibne bir sanatçı olabiliriz.
Radyocu Ayça Şen bana "Sanatçı eşcinselliğiyle değil, ürettikleriyle gurur duymalı." demişti bir radyo sohbetimizde. Bir çok eşcinsel de, eşcinsel sanatçı da eşcinsellikten bağımsız olarak var olmayı savunur, ürettikleriyle var olamamış cinsel yönelim ayrımcılığı kurbanlarına daha fazla ayrımcılık yapılmaması için. Eşcinselliğin nedensiz kabulü için böyle düşünmekte haklılar ama eşcinseller daha kimlikleriyle var olamıyorlarken, bunu saklamalarının, eşcinsellikleriyle gurur duymayıp bunu ön plana çıkarmamalarının eşcinselliğe ne gibi katkısı olacak? Hadi eşcinsellere ayrımcılık yapılmasa haklı olabilirler. Zaten o zaman kim eşcinselliğini ön plana çıkarma zahmetine girsin, çığırtkanlık yapsın cinselliğini-cinsel yönelimini-cinsiyet kimliğini gönlünce yaşamak varken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder