Bugün 17 Eylül Cumartesi. İnternetten gazeteleri tarayarak beni ilgilendiren haberleri bloğuma alıntıladım. Aslında insan her ne kadar olaylara eşit yaklaşmaya çalışsa da, hassasiyetleri ön planda oluyor yaptığı işlerde.
İlk haber, İstanbul Bienal'inde eşcinselliğe ayrılan bölümde sergilenen eserlerin eşcinsel kimliklere adanmış Kutluğ Ataman çalışmasıyla ilgili. Eşcinsel sanatçıların yaşamlarını eşcinselliğin kabulü için diğer kültürlerin huzuruna çıkarması takdir edilmesi gereken bir cesaret. Sanat estetiksel bir illüzyon olabilir ama içinde acılardan oluşan gerçekleri de barındırırsa bir işe yarayacağı için daha anlamlı olur. Ben de mesela heteroseksist kültürde yaşadığım bazı acı anların malzemelerini hala saklıyorum. Belki bir gün ben de sergilerim. Şiddete maruz kalınca yırtılan tişörtüm, dayaktan morarmış yüzüm iyileşinceye kadar her gün karelediğim fotoğraflar...
İkinci haberimiz ise eşcinselliğin en büyük kanayan yarası nefret cinayetlerine dair. Eşcinsel olduğu için babası tarafından öldürülen Ahmet Yıldız'ın üç yıldır aranan katili Yahya Yıldız'ın bulunması için kırmızı bültenle arama kararı çıkarılmış. Kırmızı bülten, yurt dışına kaçan ve mahkemece tutuklama kararı çıkan kişilerin başka ülkelere kaçınca, o ülkeler tarafından yakalanıp kendi ülkesine iade edilmesi kararıymış anladığım kadarıyla. Benim dikkatimi çekense, gazetelerin Ahmet Yıldız cinayetini anlatırken, Ahmet Yıldız'ın Yahya Yıldız (Babası demek içimden hiç gelmiyor. Bir baba evladını cinsel ilişki şekli kendininkine benzemiyor diye nasıl öldürebilir ki?) tarafından öldürülmesini iddia olarak tanımlaması. Hukuksal olarak prosedür bunu gerektirebilir ama üç yıldır kayıp olan bir adam Kuzey Irak'a seyahate çıkmadı herhalde.
İmaj olarak single kapağında ve klibinde topuklu kadın ayakkabısı giyen bir şarkıcımız soru üzerine, cinsel kimliğiyle ilgili net bir cevap vermek istermiş ama, "Ne farkeder ki?" demeyi yeğliyormuş. Bize göre de fark etmez ama, fark ettiği için farkımızı açıkça dile getirmek gerekiyor. Eğer eşcinsellik normal karşılansaydı, eşcinseller de tüm haklardan diğerleri gibi eşit olarak yararlanabilselerdi, eşcinsel hakları için mücadele etmek gerekmeyeceğinden eşcinselliğin altını çizmeye veya eşcinsel çığırtkanlığı yapmaya gerek kalmazdı. O yüzden eşcinsellikle ilgili acilen net bir cevap vermeleri gerekiyor eşcinsellerin. Yoksa bunun vebali en çok eşcinsellerin boynunadır toplumu ikiyüzlülüğe alıştırdıkları için.
İngiltere'de yapılan bir araştırmaya göreyse, ailede insanlar sevişmenin iki katından fazla kavga ediyorlarmış. Keşke cinselliğin ahlaksızlık değil de, kavganın ahlaksızlık olduğunun anlaşıldığı bir seviyeye gelebilseydik.
Ülkemizde eşcinselliğin bırakın yasalara girmesini, milletvekilleri tarafından ağızlarını kirlettiği düşüncesiyle eşcinsellik kelimesi telaffuz bile edilemezken, Almanya da bir Türk açık eşcinsel kimliğiyle bir partiden milletvekili adayı olmuş. Ben de Türkiye'de açık eşcinsel kimliğimle milletvekili olmak istiyorum. Oysa ben politikayı hiç sevmem. Keşke sanatın gücüne inanan bir toplum olsaydık da, ben de sanat aracılığıyla insanların ruhlarını yumuşatmak için mücadele edebilseydim. Ama varoluşumuzun temel parçası cinsel yönelimimizin yok sayıldığı bir dönemde politik olmaktan başka bir çıkar yol olmamalıdır.
Türkiye'nin en mutlu ve mutsuz illeri tesbit edilmiş yapılan bir araştırmayla ama bu araştırma ekonomi, göç, intihar, işsizlik gibi toplumsal kavramlar baz alınarak yapılmış. Yani cinsellik, hele insanların bastırdıkları en büyük sorunları eşcinsellik hiç yok. Araştırmaya bakan da eş-cinsellik gibi sorunların hiç olmadığını düşünecek. Yoksa araştırmayı yapanlar cinselliği mutluluk ve mutsuzluk için kıstas olarak mı görmüyorlar, ya da onlarda mı ahlakçı da, araştırmalarını bilimsellikten uzak toplumsal kabul edilebilirliğe göre yapıyorlar?
Hakimlerin iş yüklerini azaltmak için tecavüzcülerin tecavüz ettikleri kişilerle evlendikleri takdirde, davaların düşmesi için öneride bulunmalarıysa "Bu kadar da olmaz!" dedirtecek cinsten bir haber. Hem tecavüze uğrayacaksın, hem de seni zorlayan insanla bir de evleneceksin ha! Her tecavüze uğrayanın bundan zevk aldığı veya tecavüz erkekliğin bir hakkı diye mi düşünülüyor? Üstelik bir de mahkemelerdeki iş yüklerini hafifletmek için böyle bir karar alıyorlarmış. "Yani yükümüz hafiflesin de, insanların hakları hiç umurumuzda değil." der gibi. Bunun başka bir açıklaması var mı acaba? ( Tecavüz bazılarının düşündüğü gibi cinsel olarak tatmin olamayanların her türlüsüne razı geldiği cinsel bir fantezi değildir. Cinsel hayata bir saldırı, insanı yapmak istemediği bir şeye zorlamaktır.) Peki erkeklere tecavüz edilse ve tecavüz edenler tecavüz ettikleri erkeklerle evlenmek isteseler dava düşer mi? Yükünüz hafiflesin diye söylüyorum canım, art niyetim falan yok! Ne oldu çok mu zorunuza gitti?
Ve kuran kurslarında alt sınır yaş kuralı kalkıyormuş. Yani ağaçlar yaş iken eğilecek, eşcinselliğin günah olduğunun öğretildiği homofobik bireyler yetişecek. Bu da kısaca demektir ki, kişiler toplumsal manevi dayatmalarla kendi kimlikleriyle savaşacak, var olamayınca bu kavgayı dışarıya nefret olarak yansıtacaklar ve nefret yoluyla kazanılan zaferlerle kendilerine olan yenilgilerini tamir edilmeye çalışılacak.
Kendi bildiklerinizin doğruluğundan bu kadar eminseniz neden genç beyinleri bilimsel bilgi yerine maneviyatla korkutarak şekillendiriyorsunuz ki? Eğitim-öğretimde hak temelli yaklaşıma göre her bireyin kendisine faydası olabilecek bir şeyi öğrenme hakkı varsa, bırakın eşcinselliği de öğrensin. Demek ki yanlışlığınızın kendiniz de farkındasınız ki, insanlar hayatlarını kendi yapılarına uygun yaşamasın diye onları erken yaşta koşullandırıyorsunuz cinsiyetçi yaşama paralel şekilde. Yalnız şunu unutmayın, insanları yaşamdan soğutabilirsiniz ama kendileri olmaktan asla vaz geçiremezsiniz.
İnsanların kendilerini tanımalarını, keşfetmelerini engellemenin bırakın günah olduğunu, bir suçtur. Kendisi olamayan bireyden nasıl bir toplumsal fayda bekleyebilirsin ki? Sonra da topluma uymadı diye linç edeceksiniz kendisi olmaktan kaçamayınca. Ayrıca insanların toplumun dışında kalmaması için yapısına uymayan şeyleri dolaylı olarak yapmaya zorlamak da suçtur. Hele ki bireyin cinsel yönelimine ters olduğu için geleceğini karartacaksa bu öğretiler, affedilecek bir tarafı yoktur. Bırakın çocuklar doğasına uygun hayatını yaşasın, yirmi yaşından sonra kendi kültürünü oluştursun veya içinde yaşadığı kültüre kendinden bir şeyler katsın.
Sınırlar iyilik-güzellik-doğruluk ve bazı haklar için kalkıyorsa, eşcinsellik için de kalksın ki farklılıklara karşı olan kin, nefret, öfke ve şiddet bitsin. Yoksa heteroseksist kültür için doğaya düşmanca bireyler yetiştirildiğini düşünürüm ben. Çünkü eşcinsellikten nefret ediliyor ve eşcinsellik çocuklara anlatılmadığı sürece bu nefreti bitirmek zor görünüyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder