Dün ve bugün kadınlara yapılan saldırılar canımı çok sıktı. Aslında medyaya yansıyan sadece buz dağının görünen ucu, kadına-kendine benzetemediklerine-farklılıklara bakış açısının ve baskıya karşı susmayan-sustukça sıranın herkese geleceğini haber veren cesur alkışlanası sesleri-örnekleri. Çünkü herkes ağız birliği etmişçesine saldırıya maruz kalanları değil de, saldırganları koruyor. Hepsi heteroseksizm tarafından kafeslenip benzetilmişler birbirlerine.
Dünkü olayda sokakta sigara içtiği için "Terbiyesiz" diye tartaklanan kadını polisler bile alamamış saldırganların elinden. Hatta polisler de nasibini almışlar saldırıdan kadını korudukları için. Üstelik bu kadın dinin-imanın ne olduğunu bilen "İmam Hatip" mezunu bir kadınmış.
Ne gelirse başımıza kör cahillerden gelmiyor mu zaten? Maneviyata bu kadar kendini kaptıranlar acaba hiç hayatı sorgulama ihtiyacı hissetmişler mi? Hiç zannetmiyorum. Hayatı öğrendiklerinden ibaret sanıyorlar ve bilmediklerine de düşman olup nefretlerini kusuyorlar şiddetle.
Bugün Denizli'nin en işlek, en bilinen meydanından, Çınar olarak bilinen ama resmi adı Delikli Çınar olan meydandaki caminin önünden geçerken, herkesin de susuzluğunu giderdiği, benimde gelip-geçerken susuzluğumu giderdiğim çeşmeli dolapların fişleri çekilmiş. Bir tanesinin de tasları bile alınmış-sökülmüş. Nasıl iyi niyetli düşünebilirim ki? Yaz günleri soğuk akan çeşmelerin Ramazan ayında niye fişleri çekilir? Bunun mantıklı bir açıklaması olabilir mi "Oruç tutmayanlar bizden değildir ve sokakta soğuk su içmeyi hak etmiyorlardır." dan başka? Aynı meydandaki caminin yanında hizmet veren çay bahçesi de gündüzleri kapalı oluyor, iftardan sonra açılıyor. Bir çok yeme-içmeyle ilgili iş yerleri de kapanmıyor mu bu ay?
Bugün gazetelere yansıyan olaydaysa, voleybolcu bir kızımız, yani genç bir kadın, belediye otobüsünde şortlu olduğu için bir zorba tarafından tekmelenmiş. Şort dediğimiz de basketbol şortu. Ve otobüste bir Allah'ın kulu da yardım etmemiş genç kadına. Daha susturmaya çalışmışlar "Başımıza iş açma." diye polise haber vermeye kalkışınca. Bununla da kalsa iyi. Karakolda da polisler ilgilenmediği gibi, Adli Tıp da saldırganın yumrukla dudağını patlatmasına rağmen "Kırık ve bıçaklanma yok." diye darp raporu vermemiş.
Tüm toplum ve birimlerinin bu muamelesinin altında saldırganın dediği gibi, "Çıplak bacaklarını uzatmışsın, toplumu cezbediyorsun, sen toplumun namusunu bozuyorsun, çıplak bacaklarınla bize gösteriş yapıyorsun" düşüncesi yatmıyor mu? 40-45 yaşlarında bir adam herkesin içinde 19 yaşında bir kadına şort giydiği için yumruk atıyor ve herkes, her kurum seyirci kalıyor.
Bu mudur gerçekten olması gereken? Bu mudur gerçekten gelişmiş bir Türkiye? Bu mudur insanlık? Namus dediğin gerçekten bacakta mıdır, yoksa o bacağa namussuz-namussuz bakan gözlerde midir? Bu kadar mı uçkurunuza düşkünsünüz, bu kadar mı iradenize hakim olamıyorsunuz da bacaklardan rahatsız oluyorsunuz? Problem bacaklarda mı, sizin birileri-heteroseksizm tarafından baskı altına alınıp kendinizi gerçekleştirememenizde, kendinizi tatmin etmemenizde, açıkça cinselliğinizi yaşayamamanızda mı?
Saldırıya maruz kalan kadınlar da baskıya itiraz eden, erkek egemenliğine boyun eğmeyen kadınlar oluyor düzenin bozulacağı korkusu yüzünden. Sigara içen kadın, "Oruç tutamayacak durumda olabilirim ya da oruç tutmamayı tercih etmiş olabilirim. Bu sizi neden ilgilendiriyor?" dediği için, sporcu kadın da, ’Benim gibiler değil sizin gibi görüşü dar olanlar yapıyor böyle şeyleri." dediği için saldırının boyutu büyüyor. Heteroseksizmin gözünde kişisel yaşam özgürlüklerini kullananlar ahlaka, dine ve topluma karşı provokatör bile ilan ediliyorlar daha güçlü alt edebilmek için.
Geçen Ramazan'da çok trajikomik bir şekilde eşcinsel olduğum için, olay sonrasında davacı olduğum kişi elimde fotoğraf makinesi olduğundan önce beni istihbarat, vatan haini olmakla suçlayarak halkı galeyana getirmiş, şiddete maruz kalmama sebep olmuş, mahkemede de din misyoneri olmakla suçlamıştı. Oysa benim dinle uzaktan-yakından alakam olmadığı gibi, hiç kimse de ülkemi benden daha çok sevdiğini iddia edemez. İşte bunun gibi kendilerine benzemeyen her bir şey provoke oluyor, tahrik unsuru oluyor, ahlaksızlık oluyor.
Kızlarımıza bağırmayalım, çağırmayalım eğitim için bile ama kızlarımız, kadınlarımız veya diğer farklılıklar hakaret, şiddet, cinayet her türlü ayrımcılığa maruz kalıyorlar ve bütün bu olanlar egemen sistem-heteroseksist yapı tarafından destekleniyor.
Tarihe geçecek yasaklarımızdan birisi de Ankara'da dersanelerdeki aşk yasağı. Arkadaşlıklarını duygusal boyuta taşıyanların kaydı silinip, paraları iade ediliyormuş. Kayıt öncesi de velilere aşk yasağı ön koşul olarak imzalattırılıyormuş.
Zaten aşk serbest değil, yok ki ülkemizde. Toplum dışına itilmiş, kendisi olabilmiş özgürlerin bir utanmazlığı olarak görülmüyor mu aşk? Aşk erkeğin kadına istediği şekilde sahip olmasıdır! Var mı bundan daha ötesi? Eşcinsel aşk mı? Haşa! Git tedavi ol, tövbeye gel hasta-sapık herif!
Ramazan'da sigara içen kadın "Terbiyesiz" ve şorltlu olan sporcu kadın da "Namussuz" diye şiddete maruz kalıyor, sular da soğuk akmıyor artık. Aşk da yasak. Ramazan geldi, imdat!
Bu ayda herkes özellikle gayri ahlaki sayılan sahne dünyasındakiler ve seks işçileri, hatta kadınlar, eşcinseller, transseksüeller, kısacası öteki dünyadakiler Ramazan'a karşı daha edepli ve saygılı olmakla yükümlüdürler. Bu saygının arkasında korkunun olduğunu kim inkar edebilir? Travesti bir arkadaşım "Konsomatrislik yapıyordum ama bir ay boyunca evdeyim işyerim Ramazan boyunca kapalı olduğu için." dedi. Transseksüel bir arkadaşım da heteroseksizmi öyle içselleştirmiş ki, yemek orucuyla birlikte seks orucuna da giriyor ve bir ay boyunca kendine seks yasağı koyuyor. Bu dini gereklilikten öte içselleşmiş homofobinin bunalım boyutu, eşcinselliğinden bir aylığına da olsa kurtulma halidir. Veya korkunun saygıya dönüşmüş hali mi bilemeyeceğim.
"Huysuzla Dans Eder misin?" programında Huysuz Virjin ve jüri üyeleri Ramazan eğlencesi babında geleneksel kıyafetlere bürünerek kapanmışlardı. Bakalım Ramazan boyunca kapanacaklar mı? Bu da bir saygı mıdır, korku mudur onu da bilemem.
Bugünlerde gazetelerde Ramazan baskısını herkes konu ediniyor olayların akabinde. TRT "Tosun Paşa" filmini makaslayarak 55 dakikaya düşürmüş. Ben bu filmin makas yediğine daha önceki dönemlerde hiç şahit olmamıştım. Eğer sansür Kemal Sunal ve Adile Naşit'e kadar geldiyse vay ki, vay halimize! Bence insanların otosansürü saygıdan falan değil, korkudan.
Çadırlarda açların karnı doyurulur ama ekmeğini direkt bedenleriyle kazananlar inzivaya çekilmek veya daha üstüruplu olmak zorunda bırakılırlar. Ramazan hep saygı bekler hoşgörü ayı olduğu halde ama Ramazan'dan cesaret bulanlar ötekilere karşı daha bir bileylenirler, zorbalaşırlar, hoşgörülerini sıfırlarlar. Çünkü ötekileri kendine benzetmek için yola getirme fırsatıdır bu ay. Hoşgörünün bencilleştiği bir aydır bu ay. Sadece kendisine benzeyenleri sever, kollar.
Herkes aynı dilden konuşmak-aynı tarzda yaşamak mecburiyetinde olmasa bile, Ramazan Bayramı'na Şeker Bayram'ı demek bile bir hakaret olarak algılanmaktadır artık. Benim bildiğim bayramlar eskiden insanları-farklılıkları birbirine kaynaştırırdı, şimdi saf tutturuyor, ayrıştırıyor artık kendine benzetemeyince.
Yazıyı tamamladıktan sonra da Ramazan saldırıları hızla devam ediyor. Almanya'da bir milletvekili orada yaşayan iki Türk tarafından oruç tutmadığı için "Sen nasıl Müslümansın, Ramazan'da yemeye utanmıyor musun?" diye darp ediliyor, İstanbulda'da bir vatandaş hem de polisler tarafından, 6-7 kişilik sivil polis ekibi tarafından "Ramazan'da nasıl içki içersin?" diye darp ediliyor. Durumu anlattığı çevik kuvvet ekipleri tarafından kovuluyor, şikayette bulunduğu karakoldaki polisler tarafından da şikayetinden vazgeçmesi için tacize uğruyor. Herkes ağız birliği etmiş sanki? O gece bir turist de alkol aldığı için dayak yiyip, ellerinden zor kurtulmuş polislerin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder