1
Bugün, sürekli komşuların kayısısını çalan Suriyeli çocuklar, komşuların kayısılarını tamamen toplamalarından dolayı, tekrar çalmaya gelince ağaçta kayısı kalmadığını gördüler(Çalmak diyorum, çünkü yemekten öte, poşetlere doldurup da götürüyorlardı). Ben de boş dönmesinler diye birer tane muz verdim. Ben içeriye girdikten sonra ne yaptılar biliyor musunuz; verdiğim muzları taş ile ezerek çöpe attılar? Bundan herkes istediği anlamı çıkarabilir! Çocuklar muzu bilmiyorlar mıydı, nefret ile mi yetiştiriliyorlardı, yoksa muzu mu beğenmemişlerdi, yoksa ailesi size verilen hiçbir şeyi almayın diye tembih mi etmişti? Bu da bana ders olsun; kimseye acıma Halil, sen kendi derdine yan!
3
Eğer yalancı, iftiracı insanlarla arkadaşlık ediyorsanız, benim gözümde o insanlardan hiçbir farkınız yoktur. Çünkü siz bana kötülük yapmasanız da, kötülük yapan insanlarla arkadaşlık ederek, ona kendisini iyi hissettirip, kötülük yapmaya devam etmesini sağlıyorsunuz. Siz de gözümde değersizsiniz. Belki sizlerle şimdilik hayatı paylaşıyorum ama bir süre sonra hiçbirinizle yolum asla kesişmeyecek ve aklımda hep duyarsız insan olarak kalacaksınız. İftiracı insanların ne ve kim olduklarını bilmiyorduk diyemezsiniz. Biliyorsunuz çünkü. Bu insanlar sizin başınıza musallat olmadığı sürece, duyarlılık göstermediğiniz için, suça ortak oluyorsunuz. Duyarsızlık, insanlık adına bir suçtur. Bana yapılanları içime atıyorum. Çünkü hiç kimsenin insanlığına ve adaletine güvenmiyorum. Canımın yandığını falan zannetmeyin; sadece insanların bu kadar duyarsız olmalarını zavallıca buluyorum...
Sosyal hayatımdaki insanlarla da ilşki yaşadığıma dair düşünceyi çok çiğ buluyorum. 1-2 istisna dışında sosyal hayatımdaki insanlarla asla ilşkim olmamıştır. Çünkü ben her karşıma çıkanla özel ilişki kuracak kadar umuma açık birisi değilim. Çünkü her karşıma çıkanın benim için cazip biri olması söz konusu olamaz. Ayrıca sosyal hayatıma girenlerle ilişkim olmayacak anlamı çıkarılamaz, kime ne. Ama özel hayatımın sosyal hayatımdakikerle ilişkilendirilmesi tamamen art niyetli bir dedikodudur. Kulak asmayın!
4
Bugün Pamukkale'ye giderken geçen ayki tecrübeme dayanarak yanımda kedi maması da götürdüm. Ama kedi mamasının yanı sıra yumurta, patates, kızartılmış ekmek, peynir de yetmedi. Kediler açlıktan ne bulursa, sanki günlerdir aç kalmış gibi yiyiyorlardı. Görgüsüz zümre pahalı pahalı siparişlerini veriyordu ama aç kediler onların umurlarında olmadığı gibi, şımarık çıcukları da benim mama verdiğim kedileri kovalayarak ürkütüyordu. Ben de gitmelerini söyledim çocuklara ama şımarıktılar ve gitmek istemiyorlardı. Evet muhafazakarlardı, çünkü başlarını klasik değil, siyasi anlamda bağlamışlardı. Muhafazakar siyasetten bahsederek ülke ekonomisini kurtarmaktan söz ediyorlardı; adına ekonomi denirse eğer!!! Haaaa unutmadan, bir de masaya özel, beyaz- AK bir örtü açtırmışlardı, iki garson yanıbaşlarında bir emirleri olur mu diye ayakta bekliyordu! Şimdi şimdi aklıma geliyor, bunlar sakın .. mıydı acaba? Çünkü garsonlar hiç diğer müsterilerin yanında ayakta beklemiyolardı. Her neyse konu o da değil; insanlar lüks lüks karınlarını doyururlarken, hayvanlar açlıktan ölüyordu. Benimki de laf mı değil mi; insanlar hayvanları öldürerek de karınlarını doyurmuyorlar mıydı? Kedilerden sonra köpekler gelmeye başladı oturduğumuz yere. O kadar pişman oldum ki bir torba ekmek götürmediğime falan. Köpekler ekmeği nasıl yiyiyorlardı anlatamam. Sadece bir turist bir parça pide getirdi verdi köpeğin birine, onca insandan hiç çıt yoktu. Köpeği ürküten çocuklardan birinin annesi çocuğuna diyor ki, bak senin yüzünden köpek kaçtı; çocuğun ağzına ağzına iki tane patlatmıyor da, ağzının ucuyla bak senin yüzündne köpek kaçtı diyor çocuğa. Tabi canım, çocuğun yanında hayvanın ne önemi olabilir değil mi? O zaman insanlar da benim gözümde hayvanların yanında sıfır değerdeler; oldu mu? Dün mesela sahibinin elinden kaçak eşek kadar bir köpek küçük bir çocuğa saldırdı. Çocuğun yakınları köpeğin peşinden nasıl koşuyorlar öldürmek için. Öyle bir bağırmışım ki köpeğe dokunmayın diye, köpeğin çocuğa saldırdığını anlatıyorlar bana. Köpek bilir mi bunu dedim. Sahibini bulun, şilayetçi olun dedim. Köpeklerden ben de korkmama rağmen, o anda insan türüne karşı öyle bir hayvan hissettim ki kendimi... Konu hayvanlar olunca, aklım başından çıkıyor, insanları düşman gibi görmeye başlıyorum... Her neyse, Pamukkale'de sokak köpekleri de çok fazla ve çok açlar, çook. Açlıktan kedi mamasını bile yiyiyorlar... Evdeki kedilerimin çokluğundan dolayı, Halil evinde bu kadar kedi besleme, dışarıda yaşasınlar, sana hastalık falan bulaştırır diyen arkadaşım, Pamukkale'deki hayvanların açlığını görünce, o kadar üzüldü ki... Demek ki duyarlı olmak için görmek, yaşamak ve hissetmek gerekiyor. Hayat sadece kendimizden, insan türünden ibaret değil ne yazık ki... O yüzden insan olmanın hakkını duyarlı olarak vermek bir insanlık görevi, bir insanlık borcudur...
Hayvanlar açlıktan ölürken bana aşktan falan söz etmeyin lütfen, bi gidin!
Hayvan sorumluluğu, süs niyeti bir tane kedi-köpek edinerek kısırlaştırıp, onların iç-dış parazitini yaptırmaktan ibaret değildir!
Sokaktaki aç hayvanları görüp de vicdanları sızlamayanların dinden imandan bahsetmelerine irrite oluyorum!
Hayvanlar bu kadar zor durumdayken, ben lüks yaşayamam; ev eşyası yenilemem, lüzumsuz kıyafet almam, dışarıda yemek yemem...
Duyarlılık konusunda duyarsızların, duyarlıları anlamalarını beklemiyorum; sadece kendilerini tanısınlar-bilsinler yeter!
5
Tatillerimizde yemeğimiz her zaman zeytin-peynir, domates-salatalık ve yumurta-peynir, üzerine de çay şeklinde oluyor. Çünkü metabolizma karbonhidrat, protein, yağ, vitamin, glukoz vesairenin nereden geldiğini sorgulamıyor. En azından bizim metabolizma görgüsüz değil!
Çok özür dilerim ama pikniklerde mangal yapılmasından hiç hazzetmiyorum!
Bugün öğrendiğim Farsça kelimeler "Cölberg: Yosun" ve "Lekopis: Vücuttaki ben"
İnsanları hayatımdan darbelerini yemeden çıkarırsam, sanırım vicdanım rahat etmiyor.
En büyük yenilgi insanın kendine yenilmesi-kendini kaybetmesidir.
6
“Hayvanların çektiği acı sıradan bir tüketici için genellikle görünmezdir. Süpermarketlerdeki hayvan vücudu reyonları hiçbir zaman hayvanların yoğun çiftliklere hapsedildiğini ya da kesildiğini göstermez ya da ev ürünlerinin etiketlerine hiçbir zaman ürün testinin bir parçası olarak yürütülen hayvan deneylerinin resmi konmaz. İnsanların kendi hayatları hakkında kesin gözüyle baktığı şeyler hayvanların ve baskı tecrübelerinin görünmezliğini gerektirir. Görünmez olanı –ve insanların da aktif olarak görünmez tutmaya çalıştıklarını– oldukça görünür kılma mücadelesi içindeyiz. Hayvanların tecrübelerini görünür kıldığımızda hayvanları görmezden gelen geleneksel ahlaki, manevi ve dini tartışmaları da ifşa etmiş oluyoruz.”
Feminist-vejetaryen eleştirel teorinin en önemli eserlerinden biri kabul edilen Etin Cinsel Politikası’nın yazarı Carol J. Adams bu kitabında hayvan haklarını ve çevreciliği savunmakla feminizmin nasıl ve neden iç içe geçmesi gerektiğini çarpıcı bir biçimde ortaya koyuyor. Modern Batı kültüründe ve tüketim alışkanlıklarında, hayvanlara ve kadınlara yönelik sistematik sömürünün ardında yatan kültürel davranışları ustalıkla irdeliyor. Eleştirel hayvan çalışmaları ve veganlık literatüründeki tartışmalardan beslenen yazar, okura eko-feminizmden çevre ahlakına ve teolojik perspektiflere uzanan geniş bir çerçeve çizmekle kalmıyor aynı zamanda onu eyleme çağırıyor.
LİLLY(LİLİ) BİR KEDİ İSMİDİR ARTIKIN, PEDRO DA, PIRIL DA..!
Aşağı sokaktaki komşumuz Pedro geldi mi diye sordu. Akşam üzeri Pedro'yu aradığımı nereden biliyor düşündüm. Oysa kedilerimi arayıp isimlerini çağırırken sesim aşağı sokalara kadar gidiyormuş. Zaten kedilerin isimlerini sanki insan gibi çağırdığım için, yolda gidenler falan dönüp şöyle bir bakıyor. Çünkü klasik hayvanlara verilen isimleri vermiyorum. Sayfamda ekli olup da bazılarının da Lily kızımın adını kedilerine vermeleri, Lilly'yi bir kedi ismine dönüştürdü sanki...
Hayatta en sevmediğim şeylerin başında sorumsuzluk, daha açıkçası bireylerin kendi sorumluluklarını üzerlerine almaması gelir. Bu sorumsuzluk bazen bireyleri ayağına hizmet bekler konumuna sokar ya, işte o noktada bende şarteller atar. Çünkü bu durum kişilerin götlerinin kalkmasına sebep olur, kendilerini bir şey falan zannederler. Özellile geyşa ruhlu kadınları hiç tasvip etmiyorum. Çünkü bu durum kocaları da, erkek çocukları da egemen konuma getiriyor. Anne-babasından hizmet bekleyen çocuk, karısından hizmet bekleyen koca figürleri sorumsuzluğun en güzel örnekleridir. Bu şekilde hizmet bekleyenler ve bu şekilde hizmet verenlerle mümkünse yollarımız kesişmesin. Çünkü cinlerim tepeme çıkıyor bunları gördükçe...
İlyas Tetik'in intiharında onunla çalışan sanatçılar vefasız gösterilmiş falan... Yapmayın... İntihar etmeye karar veren bir insanın sorunu sadece imkansızlık olamaz diye düşünüyorum. O yüzden onunla çalışan sanatçılar zan altında bırakılmasın. Sezen Aksu, vesairenin sanatçı arkadaşlarına duyarsız kalacaklarını zannetmiyorum... Yaşamak istiyorsak, zorda kalınca sorunlarımızı dile getirmeliyiz. Bunun onurla falan alakası yok. Biz insanız; aklımız var, konuşabiliyoruz ve kendimizi ifade edebilmeliyiz. Sağlıklı bir insana olmak bunu gerektirir çünü... Dünya duyarsız bir dünya ama duyarlı insanlar da var bu dünyada.
İnsanlar işlerine gelmeyince görmüyor, duymuyor, bilmiyormuş gibi yapıyır, işlerine gelince çıkarlarına uygun düşen her şeyi görünür kılıyor.
KİBİR VE AŞAĞILIK KOMPLEKSİ!
Kibirli, kendini bir şey zanneden, karşısındakini küçümseyen insanlar genelde yetersizliklerinden-donanımsızlıklarında dolayı aşağılık kompleksi olan insanlardır. O yüzden konumlarını acımasızca kullanırlar, maddiyatla ve varsıllıklarıyla görgüsüzce hava atarlar, yedikleriyle-içtikleriyle-gezdikleriyle-sahip olduklarıyla hiç durmadna övünürler. Hayata dair bir fikirleri falan yoktur. Çünkü genelde okumadıklaır için fikir sahibi bile değillerdir. Bildikleri sadece kulaktan duyma şeyler olduğu için, gerçek bilgiye inanmazlar bile. Ve bu insanların mantıklı savunuları olmadığı için, zeytin yağı gibi üste çıkarak hep haklı olmaya çalışırlar, egoları falan çok yüksektir. Kendilerini gösteremeyecekleri ve kabul edilmeyecekleri yerlerden de kaçarlar. Şekilci olurlar tabiki de; güzelliğe önem verirler, güce önem verirler...
İNTİHARIN SEBEBİ?
İlyas Tetik'in yaşamına kendi elleriyle son vermesi, ekonomik imkansızlığına, dolayısıyla sanatçı dostlarının vefasızlığına ve de Bülent Ersoy'un ya benimle çalışırsın, ya da Muazzez Ersoy ile demesine falan bağlandı. Oysa uzmanlar diyor ki, yapıda psikolojik olarak bir olumsuzluk-intihara meyillilik varsa, çevresel faktörler intiharı sadece tetikleyebilir. Çevresel faktöeleri elbette es geçemeyiz ama intiharı sadece çevresel faktörlere bağlamak mantıklı bir şey değil.
Her şeye rağmen hakettiği saygıyı gördüğüne inanmıyorum. Oysa sesi, fiziği, dansı, şovu bu kadar güzel olan, hümanist, eşcinsellere bu kadar yakın olan hiçbaşka bir sanatçı yok...
Bugün baktığım noktalardan birinde yaşayan 4 kedi yavrusundan birini araba çiğnemiş ve ölmüş. Ara sokak üstelik. Araba kullanan insan türü, size sesleniyorum... Yola çıkınca, yani ayaklarınız yerden kesilince, gaza basarken falan, hiç karşımıza bir hayvan çıkabilir, çarparsak ölebilir diye aklınızdan geçiyor musunuz; zannetmiyorum. Binde 1 işi bile bunu düşünmüyordur. Bugün insan türünün arabalarla çarparak kaç hayvan ezdiğine dair bir istatistik var mı? Ben de kalkmış neden bahsediyorum değil mi? Tabi sizler çok medenisinizdir, onu da biliyorum!
Eğer dünyayı ben yönetseydim...
1. Hayvanların çiğnenmemesi için toplu taşıma araçları dışındaki tüm araçları yasaklardım.
2. Hayvanların yaşama hakkı için et yenmesini yasaklardım.
3. Çevrenin ömrünün uzun olması için insan türünün nüfusunu sabitlerdim.
4. Cahil kalınmaması için bilim dışındaki tüm inanç sistemlerini yasaklardım.
5. Bencilliğin bitmesi ve egoların törpülenmesi için herkesin bir enstrüman çalmasını ve sanatla uğraşmasını şart koşardım.
6. Gelir dağılımın eşit olması için herkesin maaşının eşit olmasını şart koşardım.
7. Sağlıklı bir nesil için, çocukların anaokulundan itibaren aileleri tarafından değil, çocukları geleceğe hazırlayacak yurtlarda yaşamalarını şart koşardım.
8. Demokratik bir yönetim için dünyayı insanların değil, demokrasiye programlanmış robotlar tarafından yönetilmesini sağlardım.
9. Herkesin anlaşabilmesi için, dolayısıyla barış ve huzur için, herkesin tek dil-mesela İngilizce konuşmasını isterdim.
10. İnsnaların görgüsüzlüğünün, dolayısıyla duyarsızlığının bitmesi için tabetle beslenilmesine geçilmesini ve herkesin hiç yıpranmayan ve de kendi kendini temizleyebilen tek bir elbise ile ömürleirni geçirmelerini isterdim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder