29 Haziran 2021 Salı

19 -28 Haziran 2021 tarihleri arasında paylaştığım facebook notlarım

 19 Haziran

Kadın voleybol takımımızın antrenörü Guidetti'in yanlış planları ve tercihleri yüzünden Dominik gibi takımlara yenilince, takımımızın durumuyla ilgili paylaşım yapmaktan bile vazgeçmiştim. Sonunda Guidetti akıllandı; Olimpiyatlar için Meryem'i değil, Ebrar'ı geliştimek gerektiğini anladı ve biz de maçları kazanmaya devam ediyoruz artık...

20 Haziran 2021

SÜRMELİ'Yİ KATLETMİŞLER!

Üstelik geç de yatmıştım Pedro'u beklediğim için. Ve bu gece de hırlaşmışlardı Pedro ile iki erkek kedi olarak. Sabaha doğru bir mesaj geldi, caddede bir kediyi araba çarmış, senin kedi olabilir mi? diye. Hemen çıktım baktım, aklıma Carol kızım gelmişti, çünkü o dışarıda kalmayı terci ediyor. Hayır, Sürmeli oğlan idi, Pedro ile geçinemeyen, bir - iki aydır falan bize mama yemeye gelen. Kaskatı olmuştu kanlar içindeki vücudu. Rüyamda koyunlar kurban ediliyordu, sabah bir sela sesi de duymuşum kedilerimi dışarıya çıkarmak için pencereyi açarken. Selası verilen kişi, Sürmeli'nin çarpıldığı yolun tam karşısındaki binada idi. İnsanlar toplanmış yas içindeydi... Üst komşumuz, Sürmeli için, "bakamadım" dedi. "Sokak kedilerine mama vermeye giderken gördüm, dönünce sorayım demiştim senin kedilerden biri mi acaba diye?". Üst komşuyla konuşurken, Fırıl kızımın sahipleriyle karşılaştım. Fırıl'ın üvey yavrularını kıyıp da sahiplendirememişler. Ayşegül hocayı aradım, "Bizim caddenin üzerindeki veteriner ile konuşuyorsan, kapısının önüne mama koymasın. Sokak kedileri oraya mama yemeye geliyor ama karşıdan karşıya geçerlerken çarpılıyorlar." diye. O da konuşmuyormuş o veterinerle. Hayvanseverler ile veterinerler bir türlü anlaşamıyorlar nedense..! Ayşegül hoca da sokak hayvanlarıyla uğraşmaya devam ediyor, vicdanını sızlatmaya daha doğrusu. Mahallelinin mama kaplarını çöpe attığı noktaya da mama vermeye devam ediyormuş. Artık ben sinir kat sayımın yükselmesinden dolayı, mahalleli ile hırlaşıp bela bulmaktansa, o noktaya mama vermeyi bıraktım. Bugün vicdanlarımız, vicdanlılar yasta doğaya saygı çerçevesinde. Kedi çocuklarımız için selamız da yok, törenimiz de. Sadece vicdanlarımız sızlıyor hiç kimselerin tahmin edemeyeceği kadar, acılarımız var kimsenin anlayamadığı yüreklerimize gömdüğümüz. Medeniyet neydi; arbaları hız limitini aşmadan, trafik kuralları çerçevesinde sadece ulaşım aracı olarak kullanmaktı. Hollanda'da milletvekillleri bile işe biskletle giderken, bizimkisi görgüsüzlükten başka bir şey olabilir mi; para buldukça araba değiştirmek, markasıyla modeliyle hava atmak ve sürekli gaza basmak..!

Sürmeli'nin ölü bedenine dair fotoğraf paylaşamıyorum.

Hayvanseverlerin de hayvanseverliği sözde gibi. Onlar için mücadele etmek yerine, hep birileri sahiplensin diye sorumluluklarını başkalarına atmaya çalışıyor. Sokakta hayvan istemeyenlerle didişin, kavga edin, ağızlarının payını verin... Bana niye karışamıyorlar binamın dibinde kedilere baktığım için; çünkü Halil ile uğraşılmayacağını öğrendiler.

Türkçe'de bulunan yabancı kelimelerin sayısı 15 bin veya daha fazla.  Geriye ne kaldı ki? Yani kelimlerimizin neredeyse tamamı Arapça, Fransızca, Farsça, İngilizce, Rumca'dan oluşuyor. 5-6 bin Fransızca kelimenin olmasıysa, en şaşırtıcı olan. O zaman Fransızca öğrenelim hemen! En fazla yabancı kelimenin bize geçtiği 10 dilden, Türkçeye geçen kelime sayısı 14 bin 321. Bu çok fazla değil mi? Sanki Türkçe diye bir şey yok gibi!

Arapça - 6467 Kelime

Fransızca - 5253 Kelime

Farsça - 1359 Kelime

İngilizce - 485 Kelime

Rumca - 400 Kelime

Almanca - 98 Kelime

İtalyanca - 89 Kelime

Latince - 78 Kelime

Yunanca - 48 Kelime

Rusça - 44 Kelime

Türklerin; İngilizce, Fransızca, Arapça, Farsça ve Rumca öğrenmesi, bu dillerden dilimizde 13 bin kelime bulunmasından dolayı, eğer isterlerse ve çabalarlarsa çok kolay olacaktır diye düşünüyorum. Özellikle Arapça ve Fransızca(11 bin 720 kelime)!

Kore Pop'tan nefret ediyorum. Bu şarkı (Butter) Amerika listelerinde 1 numara imiş. Berbath!

21 H

Bakınız, bu cinsiyetçilik devam ettiği sürece, biz sporda dünya klasmanında yer alamayız. Medyamızın manşetleri, Kadın voleybol takımımızın milletler liginde dünyanın en iyi 4 takımı arasına kalarak final 4 oynayacak olmasını haber yapmıyor da, futbolda nasıl yenildiğimizi, turnuvaya kaç golle veda ettiğimizi, voleybolda B veya C klasmanı bir turnuvada erkek takımımızın şampiyon olduğunu yazıyor.

Kadın voleybolunda dünyanın en iyi milli takımlarının yer aldığı Milletler Ligi'nde Final 4'a kadar olan maçlar tamamlandı ve Türkiye ilk 4'te yer alarak Final 4 mücadelesini elde etti. Neden olmasın; belki bir sürprizle ilk turda yenildiğimiz Amerika'yı yenerek daha önce olduğu gibi final oynar ve 2 sayı ile kaybettiğimiz şampiyonluğa ulaşırız. Zaten 3 yıldır yapılan turnuvada hep Final 4'a kaldık.

Bu turnuvadan çıkaracağımız ders... 1. Guidetti doğru oyuncu seçimi yapamıyor. 2. Artık Meryem Boz, Ebrar gibi genç ve dinamik, dünya standartlarında oyuncularımız varken Milli Takım'da yer almamalı. 3. Artık aynı oyunculara saplanıp kalmamalıyız. Daha genç ve dinamik oyuncularımızı da A kadroda oynatmalıyız. Brezilya maçı bize, Hande ve Meliha'nın yerini alabilecek İlkin Aydın ve Tuğba Şenoğlu gibi oyuncularımızın, takıma daha çok katkı sağlayabileceğini gösterdi. Çünkü daha istikrarlılar, daha skorerler, daha az hata yapıyorlar ve daha istekliler... 4. Ayrı parantez açmak istedim. Pasör olarak Naz stilinde Buse gibi bir oyuncumuz olduğunu gördük özellikle Brezilya maçında. Cansu çok yüksek pas atıyor ve Brezilya gibi hızlı takımlara bloklanıyoruz. Buse'nin bir özelliği, aynı Naz gibi, elini saklaması, pasın nereye gideceğinin belli olmaması ve doğru noktalara pas atması ve de takımı hızlı oynatması...

Diyebilirim ki, Brezilya maçının ilk setinde darmadağın olan takımımızı, yedekte bekleyen Tuğba, İlkin, Buse ve Şeyma kurtardı. Tabiki de Eda ve Ebrar'a bir şey diyemeyiz.

Brezilya maçından notlar...

4 numaraya aranan kan bulundu; İlkin Aydın!

Gerçekten o kadar iyi oyuncu kadromuz olmasına rağmen yıllardır yeni oyunculara yer verilmemesi çok aptalca..

Brezilya'ya çok teşekkür ederiz; Bize İlkin ve Buse'yi kazandırdı... Çok güvendiğimiz Guidetti'nin Buse ve İlkin gerçeğini görememesi, artık onun iyi bir antrenör olmadığının göstergsidir... Düşünebiliyor musunuz; yedekte bekleyen Şeyma'nın liberoluğu, İlkin ve Buse'nin dinamizmi, Brezilya'nın çok da süper bir takım olmadığını da gösterdi. Demek ki antrenörsel bir kurgu hatası varmış bizde...

Yeni bir a kadro mu doğuyor; Ebrar, Tuğba, İlkin, Eda, Zehra ve BUSE!

Buse bana yeni bir Naz Aydemir gibi geliyor... Stil benziyor.

Gerçekten Guidetti'nin gitmesi gerekiyor artık. İlkin ve Buse'yi niye görmek istemezsin ki?

Evet Guidetti, Hande ve Meliha ile olmadığını şimdi anlayabildin mi; önce Hande fileye vuruyor, sonra Meliha manşet alamıyor; şimdi gene durumu toplaması için Tuğba, İlkin ve Buse'ye mi döneceksin; demek ki hiçbir şey tesadüf değil; kötü olan kötü oluyor, iyi olan iyi oluyormuş değil mi?

Guidetti'yi Meryem'den vazgeçirdik, şimdi de Cansu'yu Buse ile unutturmamız gerekecek sanırım!

Takımı Buse toplıyor, 2. sete gene Cansu ile başlanıyor; gerçekten sen ne demek istiyorsun Guidetti? Genç oyuncular İlkin ve Buse'nin senin oyuncularından daha iyi olduğunu kabul edemiyor musun?

Tanrım, İlkin Hande'den daha mı iyi, inanamıyorum, bravo İlkin!

Madonna, babası ve çocukları ile... Biliyorum bir çoğuna tuhaf geliyodur bu durum ama Madonna olmak işte böyle bir şey; Madonna'nın tuhaf geldiklerinden daha nomal, daha doğal, daha kişisel ve farklı olmak; Ok!

Özlem Cevher'i çok seviyorum nedense!

Hayatta hiç gülmeyenlerin yarasına  tuz basan şarkı... Her Gün İsyanım var

Küçücük şeylerden dert yanan insanlar aslında dünyadan bihaber yaşayan ve de bilinçsiz, duyarsız insanlardır diyebilir miyiz? Gözleri görmeyen, tepeden tırnağa felç olup yatağa bağımlı olan insnaları düşündüğümüzde hayatımızdan şikayet etme hakkımız olabilir mi? Elbette daha refah ve huzurlu bir yaşam için haklarımızı savunmalıyız ama keşke onu da doğru düzgün yapabilseydik... Belki engelliler veya sağlık problemleri olanlar dışında eşcinseller, mülteciler gibi ötekileştirilen kesimlerin acıları da kendilerine çok ağır geliyordur, belki değil öyle. Ya hayvanlar..? Aslında acı çeken veya ayrımcılığa mauz kalanlara karşı duyarsızlığın sebebi de, küçücük şeyleri kendilerine dert edenenler olmasın? Mesela bir sivilceyi, burnunun kemerini, yaş almaktan dolayı yüzündeki kırşıkları, saçının rengini, boyunu, kilosunu, arabasını değiştirememeyi, tatil yapamamayı, aşkı-sevgiliyi, vesaireyi dert edinmek gerçekten dert midir; Dünyanın bazı bölgelerinde insanlar susuzluktan dolayı ölürken falan?

Ben çok mutlu olamıyorum şu hayatta; elimden geldiğince yaşamaya çalışmama rağmen; çünkü yardıma muhtaç, çeşitli sebeplerden dolayı ihtiyaçlarını karşılayamayan, kimliklerinden dolayı dışlanmış-ötekileştirilmiş insnalar tanıyorum, arkadaşlarım hatta onlar, kediler her gün araba altında kalıyorlar... Yeri geliyor her gün üzülmelerimden dolayı çok sevdiğim müziği bile dinleyemiyorum; insanlar acı çekerken buna hakkım olamaz diye düşünüyorum... Hayata karşı bu kadar duyarlı olmayı belki rahatsızlık olarak düşünebilirsiniz ama bana göre tedavilik durum duyarlılık değil, DUYARSIZLIKTIR!

Erkek egemen dünyada penisiyle övünüyor erkeklik...

Kimse inkar etmesin kadınlık da vajinasının etrafında döndürüyor dünyayı yeri geldiğinde...

İkili cinsiyete göre bir dünya kurmuş insan türü...

Elbette coğrafya veya kültürlere göre de ırk, din, dil, renk, milliyet gibi ayrmcılıklar da yapılıyor...

Oysa insanların doğuştan getirdiği ve asla değiştiremeyeceği veya değiştirmesi çok zor olan bazı özellikleri ve içinde yaşadığı kültüre göre edindiği bir yaşam biçimi ve hayata bakış açısı da vardır...

Çok mu zor insanların birbirini anlamaları, sevmeleri; birbirlerinden nefret etmek yerine, birbirlerini ötekileştirmek yerine, öldürmek yerine...

Aynaya bakın; iyiyim, duyarlıyım, yardımseverim, hoşgörülüyüm, anlayışlıyım, vesaire diye övünüyrsunuz ama öyle misiniz gerçekten?

İçinizdeki nefreti, ayrımcılığı, ötekileştirmeyi, haksızlığı, adaletsizliği bir tartın derim...

İnsanlar kahverengi gözlü, siyah derili, kısa, çirkin olarak adlandırılabilecek şekilde, eşcinsel olarak, şu coğrafyada, bu dilde, o dinde, vesaire olarak doğabilir...

Kim kime göre kötü veya öteki?

İnsanları kategorize etmek ve kendi inançlarınıza göre yargılamak cahillikten başka bir şey olamaz.

Kimsenin kimseye, kendi kafasına göre, şu dünyada-şu kısacık ömürde cehennem hayatı yaşatmaya hakkı yok.

İnsan türü hayvanları öldürüyor, birbirini öldürüyor, birbirine tecavüz ediyor, biribirini ötekileştiriyor, birbirinden nefret ediyor...

İnsanlık nedir?

Oysa sevmek denilen şey, hoşgörü, anlayışlı olmak çok kolay bir şey ve de çok güzel bir şey.

Dünyada savaşlar niye var; nefretten!

Belki yapınız nefretle besleniyordur ama bunun güzel bir şey olmadığını öğrenin artık...

22

Ben kindar biri sayılır mıyım? Zannetmiyorum. Evet, bana kötülük yapan bir insan, bilhassa-bile isteye yapıyorsa, dışarıdan ne kadar iyi görünürse görünsün, hatta dünyayı kurtarsın, benim gözümde kötü insandır ve bana yaptığı hatayı telafiye yanaşmıyorsa, ben o kişiyi asla affedemem. İçimden affetmek geçmez çünkü. Çünkü ben kendime saygı duyan bir insanım ve bana kötülük yapanları affedeceğim diye kendime saygısızlık yapamam. Çünkü kendime saygımı kaybedersem, ben yaşayamam. Çünkü saygı duyulmayan bir insan olmak, bana göre bir hiçliktir. Başkasının duyduğu saygıdan bahsetmiyorum. Çünkü günümüzde saygı bile çıkara göre duyuluyor; gerçi bunun adı kabul etmeseler de resmen yalakalık oluyor. Dolayısıyla, bana kötülük yapanları affetmesem de, bana kötülük yapanlarla karşıma çıkmadıkları sürece zihnimi de meşgul etmediğim için, yani hatırlayıp hatırlayıp nefretimi falan depreştirmediğim için, bana kötülük yapanları affetmememin kindarlıkla alakasının olduğunu zannetmiyorum. Benimki haksızlıklara karşı bir duruştur. 

Bir de bu kötülük yapan insanlar yaptıkları kötülüğü hukuğa falan dayandırıyorlar ya; hukuğa kim inanıyor ve güveniyor ki ayol? Adamı dolandırıyorlar, hukuk da diyor ki, e sen imza atmışsın veya hukuk kuralları böyle diyor. Adamın evini yıkıyorlar, hukuk böyle diyor diyorlar. Bir de toplum dışı bir kişiysen falan, hak-hukuk senin neyine muamelesi görüyrosun. Hukuk hukuktur ama o hukuğu kimin yönettiği-yönlendirdiği belirler hukuğu. Adam cinayet işliyor, tahrik indiriminden hapis yatmıyor. Bunun neresi hukuk ayol? Aksine cinayet işleyene, tahrike kapılma cezasından, yani iradesizlikten ömür boyu hapis cezası verilmeli. Tahrik nedir tanrı aşkına; zayıf insanların bahanesi. Mesela erkekler kadınları öldürür, öldürür hiçbir şey olmaz, bir masum bir kadını kurtarır suçlu olur! gibi, gibi...

Bir şeyi başarmak, ancak çıkar beklemeden sevgi ile, emek, mücadele, fedakarlık, işbirliği, vesaire ile mümkün oluyor. Ben bunu LGBTİ alanında başaramadım ama sporda başardım sayılır. Neredeyse 9 yıldır badminton ve tenis ile uğraşıyorum; oluşturduğumuz gruplar ile iletişim kurmayı ve saygı çerçevesinde spor yapmayı başardık. Çünkü her farklı kişilik, spor gibi bir amaç etrafında toplanıyor-du. Oysa LGBTİ konusunda kimlik mücadelesi dışında toplum ile irtibata geçebileceğimiz herhangi bir konuda veya alanda bir duruşumuz yoktu. İçinde yaşadığımız toplumun dinamiklerini gözardı ederek hak mücadelesi konusunda bile amaca ulaşılamayacağını gördük. LGBTİ diyince insanaların aklına cinsellik, travesti, seks işçiliği, ahlaksızlık, vesaire gelmiyor mu? Neden; çünkü LGBTİ'lerin mevcudiyeti göründüğü itibariyle bu şekilde bir varoluştan ibaret ne yazok ki. Farklı şekilde varolan LGBTİ bireyler de kendileirni saklamak zorunda kalınca, toplumda kabul edilen hiçbir alan ve hiçbir şey eşcinsellikle bağdaştırılamıyor. Hiç eşcinsel milletvekili, avukat, doktor, öğretmen, polis vesire yok mu? Çoook ama onlar da kendilerini mesleki açıdan riske atmamak için gizliyorlar. LGBTİ'ler nasıl varolacaklar öyleyse; pride ile mi? Ne yazık ki içinde yaşadığımız İslami bir toplumda hak mücadelesini kaale almıyorlar. Dediğim gibi hayatın içinde ne yaparsak yapalım, eşcinsel kimliğimizi saklamadan yaparsak bunu, o zaman kabul edilecektir eşcinsellik. Mesela beni bilen herkes biliyor eşcinselliğimi; niye dışlamıyorlar? Haa, arkamdan konuşmuyorlar mı, homofobiye maruz kalmıyor muyum; kalıyorum ama bu benim hayatın ve toplumun içinde varolmama bir engel teşkil etmiyor. Sen, eşcinsel olsan da, yaptığın bir işi layığıyla yaparsan, kimse sana obne gözüyle bakıp, senden uzaklaşmıyor. Bana hayatım boyunca, yaptığım bir işte, hiç kimse, sen eşcinselsin diyip miktir çekmedi, çekenler de kendileir miktirolup gitti. Çünkü bu dünya sadece heteroseksüelerin değil; herkesin, herşeyin, bir bitkinin bile insanlar kadar yaşama hakkı var. Eğer o bitkiyi yok ederseniz, insanlar oksijen alamazlar. Eğer eşcinselleri hayatın içinden çıkarırsanız, şu anda ilkel bir çağda yaşıyor olabilirdik. Eğer yağtığınız işe emek verirseniz, eşcnsel-LGBTİ olarak da kabul edilirsiniz. Bundan hiç şüpheniz olmasın. A şeklinde veya A alanında varolamıyorsanız, yani buna izin vermiyorlarsa, B şeklinde veya B alanında varolmaya çalışın siz de!

Dünyanın en iyi orta oyuncusu Fenerbahçe ve Milli Takım kaptanı Eda Erdem bugün 34 yaşını doldurdu!

Uluslararası Voleybol Federasyonu, sporda cinsiyet eşitliği kampanyası için Fenerbahçe ve Milli Takım kaptanı Eda Erdem'i de seçti!

Dünyanın en iyi 4 milli voleybol takımının yer aldığı Milletler Ligi Final 4'unda, 24 Haziran'da Amerika ile Türkiye kapışacak! Kazanan final oynayacak! Orta oyuncumuz Zehra Güneş ve pasörümüz Naz Aydemir bu maçın kilit isimleri!

Batı'da eşcinsel hakları kazanılırken, Türkiye'de niye kazanılamıyor? Çünkü Batı'da eşcinseller bilinçli. Önce cinsel yönelimleriyle barışıyorlar, sonra çevrelerine açılıyorlar; yani gaypride düzenledikleri için kazanılmıyor Batı'da eşcinsel hakları; gaypride sadece kazanılan hakların taçlandırılması. Biz ise eşcinsel onur yürüyüşü yapılınca eşcinsel hakları kazanılacak zannediyoruz. Oysa içinde yaşadığımız çevreye, topluma kendimizi eşcinsel olarak gösteremedikten veya kabul ettiremedikten sonra, eşcinsel onur yürüyüşü toplum veya siyaset için bir anlam ifade edebilir mi? Ahlakçıların dediği gibi, ahlaksızların onursuzluğundan başka bir anlam taşımaz. I yüzden ben üzülmüyorum Onur Yürüyüşlerinin yaptırılmamasına. Benim çevreme kendimi açık bir eşcinsel olarak kabul ettirmem, İstanbul'daki Onur Yürüyüşü'nden daha değerli.

Bazıları diyor ki, çayı şekerli içemem; peki çayı niye şekerli içmeyi icat etmişler öyleyse; çayın kekre tadını yumuşatmak için!

Bazıları diyor ki, ben ekmek yemiyorum; e o zaman buğday ekimini kaldıralım! Simidi, böreği, keki, makarnayı hopur hopur götürüyorlar, sonra da ekmek yemiyorum diyorlar; PARDON SİZ, İNSAN YAŞAMINDAKİ KARBONHİDRATIN ÖNEMİNİ BİLİYOR MUSUNUZ? Hadi karbonhidrat almayın da göreyim sizi! Fırınlarda, pastanelerde kuyruk oluşturanlar kim öyleyse; uzaylılar mı?

Ekmek yemeyerek rejim yapanların suratlarına dikkat ettiniz mi; ölü suratlı oluyorlar!

Her bir kedinin suratında farklı bir insan ifadesi yok mu? Belki de kediler-hayvanlar reenkarnasyona göre insan ruhu taşıyan canlılar. Hayvanlara kötü muamele yaparken, belki de kendi türünüze kötü muamele yapıyorsunuz; ben onlara insanlardan daha çok üzülürken, sizce geri zekalı mıyım? Bir de kesiyorlar onları yaa!

23

Rafaella Carra'dan daha büyük şov yıldızı tanımıyorum!

Hep yapıcı, paylaşımcı ve yardımcı olmaya, hep alttan alttan almaya çalışıyorum ama gene de yaranamadğım anlar olmuyor değil!

BOZİŞİM HAYATA VEDA ETTİ!

Bugün beni en çok seven, kucağımdan hiç inmeyen, en masum, en sessiz oğlum Boziş hayata veda etti. Kaza falan değil; hastalanmıştı. İlk belirtileri 3-5 ay önce başlamıştı. Demir yalamaya başlamıştı. Belki demir eksikliği, belki de gençlik hastalığı denilen FİB'e yakalanmıştı. Niye veterinere götürmedin diyebilirsiniz? Benzer rahatsızlık geçiren kedim ve başka rahatsızlık geçiren kedilerime veterinerden hiçbir çare bulamadım çünkü. Hasta olabileceğini ilk farkettiğim andan itibaren bilhassa çok ilgilendim Boziş'le. En çok sevdiği yiyecekleri hiç eksik etmedim. Elimden geldiğince en güzel yaşatmaya çalıştım son 6 altı ayını... Son iki gün bir şey yemedi sayılır. Çok sevdiği tavukla bile ilgilenmedi. Sadece 2 kere yoğurt yedi. Daha dün bile, hatta sabah bile kendindeydi. Öğleden sonra kendini kaybetmeye başladı ve süreç uzun sürmdi. Çok çekmedi yavrum. Çok özel bir yavrumu daha kimsenin tahmn edemeyeceği acılar çekerek kaybettim. Acımı da kimseyle paylaşmadım sayılır. Çünkü kimse anlamıyor ki; alt tarafı bir hayvan gözüyle bakıyorlar. Oysa onlar benim çocuklarım. İlk doğdukları andan itibaren gözlerini açıncaya kadar kokumu bilen, beni kendilerinden sayan çok güçlü duygusal bağ kurduğum yavrularım onlar benim. Ortalama 20-30 arası kedi oluyordu evimde ve neredeyse hepsi evde doğan, birbirinin soyu olan kedilerdi. Geçen yıl dişileri kısırlaştırttıktan sonra evde yavru doğmayınca evdeki kedi sayısı 6'ya düştü. Dışarıda, mekanımın dibinde yaşayan ve duygusal bağ kurduğum kediler de var elbet ama insanın bebeklikten itibaren büyüttüğü, emek verdiği kediler başka oluyor. Gerçekten insanın çocuğu gibi oluyorlar. Geçen yıldan beri çok kedi kaybettim. Salgına yakalandılar, hastalandılar, gidip de dönmeyenler oldu... Boziş 3 yaşından  fazlaydı sanırm. 1 yıl kadar önce falan da kapandığı bir yerden tesadüfen görüp kurtarmasaydım belki o zaman da hayata veda edebilirdi. Bir binanın bodrum katında kalmış ve çıkamamış. 2 gün bir şey yemeyince halsiz kalmış. Belki de vücut dengeleri o zaman bozulmuş olabilir mi bilmiyorum. Ama oradan kurtardıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi normal, sağlıklıydı. Belki o durumla alakası yoktur hastalığının, bilmiyorum artık... Hatta ben onu o gün kurtardıktan sonra, o binanın bodrum katından çıkarken parmağımı demir pencereye sıkıştırmış ve tırnağım morarıp düşmüştü. Çünkü normal girişinden girememiş, yüksekten pencereden atlayarak çıkarmıştım onu oradan. Ama hiç üzülmemiştim tırnağımın düştüğüne Bozişimi kurtardığım için... Çünkü parmağım kopmamış, sadece tırnağım morarıp yerinden çıkmıştı. Yavrum benim, çok özleyeceğim seni yeşil gözlüm! Bazen beni kızdırdığın anlar sana bağırdığım için de özür dilerim, affet beni... Masumum, uslu oğlum benim... Boziş oğlumun en önemli özelliği, kedilerin çoğu dışarıya çıkınca içeriye girmek istemez ama Boziş oğlum gel dediğim zaman hemen gelirdi, beni hiç üzmezdi.

Bir iktidar düşünün ki; çevre, hayvanlar, sanat-müzik, eşcinseller ve kadınlar hiç umrunda değil ve onu destekleyen insanlar var.

Ben iktidarlardan değil, iktidarları destekleyen insanlardan nefret ediyorum. Çünkü iktidarlar toplumun aynası-yansımasıdır!

Tutucular diyor ki,hayvanlar insanlar için yaratıldı,eşcinseller lanetli,kadınlar 2. sınıf,bırakın çevreyi önemli olan öte dünya!

Bugün Boziş oğlumun ölmemesi için, eğer mümkün olsaydı ömrümden ne kadar gerekiyorsa verirdim! 50 sene yetti bana!

Bir gün öleceğim diye hiç üzülmüyorum. Çünkü hayatın farklı bir kanalı yok ki; hep aynı film. Ama kedilerimin ölmesi çok üzdü beni

Sosyal medya insan hayatının özeti gibi. Sporumu paylaşmışım, gündelik hayatı ve de kedileri. Bir de müziğim ve okumak var işte.

52 yıllık hayatımda yaşadığım şehrin Pamukkale'si dışında hiç turistik seyahat yapmadım diyebilirim. Hatta yaşadığım şehrin ilçelerine, köylerine bile gitmedim. Son 10 yılımı İncilipınar parkında geçirdim diyebilirim ve orası benim cennetim gibi bir şey oldu! Geçen yıl emekli oldum ya; artık Denizli'nin ilçeleri ile başlayacağım gezmelere... Yarın da Buldan'a gidiyoruz...

ŞU ASALETE BAKAR MISINIZ; HİÇ KAYPAK DEĞİLLER!

Kedi türünü o kadar çok seviyorum ki, ben kendimi zaten kedi gibi hissediyorum, asla insan gibi değil ve inanıyorum ki bir gün kedi türü insan türüne haddini bildirecek!

YETİM BİR EŞCİNSELİN BABALAR GÜNÜ MÜ OLUR AYOL!

Ben babalar gününü kutlamıyorum. Çünkü ben 8 yaşındayken öldüğü için baba figürüyle bir iletişimim olmadı ki. Yetimin bir eşcinselin babalar günü mü olurmuş ayol! Klişe ajitasyonlara da hiç gerek yok; Hiç baba eksikliği falan da hissetmedim çünkü!

İnsan türünü niye sevmiyorum; kendi pisliğini oksijen çeviren çevreye karşı duyarsız olacak kadar bilinçsiz olduğu için!

Ölünce arkamdan şunu demelerini isterim; kendi türünü-insan türünü bir türlü sevemedi!

İnsan türüne isyanım aslında sadece kötü insnalara, sözüm meclisten dışarı ama öyle canım yanıyor ki özellikle hayvanlara karşı, ben de genelliyiveriyorum işte insna türü diye. Birilerini üzüyorsam da özür dilerim... Ben hayvanları kendim gibi görürken, duyarsız insnanların ellerinde cep telefonu veya sigarayla, sanki yollar kendilerine aitmiş gibi sorumsuzca araç kullanmaları, çok sinirime dokunuyor. Şu yazıyı yazarken bile, binamızın önünden gaza basolmış şekilde bir araç geçiyor, frene basılmış sesler geliyor kulağıma; sokağa çıkma yasağına ve de gecenin bir yarısı olmasına rağmen. Bazen insanlar medenileşinceye kadar sokağa çıkma yasağı devam etse diyorum. Sürücülere diyeceğim o ki, yollar araçların değildir, önce yayaların ve hayvanların; onlar size çarpsa bir şey olmaz ama siz onlara çarparsanız onlar rölür; BUNU DÜŞÜNEMEYECEK KADAR APTAL VEYA VİCDANSIZ MISINIZ? Ne yazık ki öyleler!

"Bir Selam Yeter" benim satın aldığım ilk albüm olduğu için çok özeldir...

25

BULDAN GEZİMDEN, BULDAN VE BULDANLILARA KISA BİR BAKIŞ!

Buldan'da beni en çok şaşırtan şey, beklediğiminden daha büyük olup bir ilçe değil de bir şehir havasında oluşuydu. Şehir doku olarak, dış cephe restorasyonuyla koruma altına alınan tarihi evlerin bulunduğu ilk yerleşim bölgesi ve sonradan kurulan yerleşim birimi olmak üzere ikiye ayrılıyor. Biz dolaşmaya tarihi evlerin bulunduğu cadde ile başladık ve evlerine misafir edip kahve ikram edecek seviyede muhabbetlerin döndüğü sımsıcak misafirperveliklerle karşılaştık. Buldan'ın tarihini ve yapısını anlatan maketleirn bulunduğu Kültür Evi'ni ziyaret ettik. Buldan'ın şehir, tekstil ve boya geçmişi Milattan Öncesine uzanıp, Romalılardan Osmanlılara kadar hizmet vermiş. Geniş aile çay bahçelerinin olması ziyaretçilerin falan nefes alabileceği cennet köşelerdi. Bu çay bahçelerinde vam şişede ayran ve zafer gazozu bulabilmek mümkündü. Tekstil caddesi, Buldan'ın kendi ürettiği tekstil ürünlerinin satıldığı dükkanlardan oluşuyordu. Modası geçmiş bir çok otantik ürünü burada bulmak mümkündü. Böyle bir caddenin oluşu, Buldan pazarının meyve, sebze gibi ihtiyaç ürünleriyle sınırlanmasına sebep oluyordu sanırım. Ama meyve ve sebzeler hem organik, hem de ucuzdu. Buldan'da Buldanlıların misafirperverliklerinin yanı sıra dikkat çeken özelliklerden birisi de, envai çeşit ekmeğin satıldığı çok fırının olmasıydı. Adeta ekmek cennetiydi Buldan. Benim için en önemli özelliğiyse, Buldanlıların hayvan dostu olmasıydı. Sokak hayvanlarını beslemek konusunda ihmal etmiyorlardı. Müstakil eski 100 metrekarelik evlerin 30-50 bin lira civarında olması, Buldan'dan bir ev almayı düşündürttü bana... Tadı damağımda kaldı Buldan'ın. En kısa zamanda detaylı bir şekilde gezmek için tekrar gideceğim...

Genelde turnuvanın en değerli oyuncusu final oynayan takımlardan seçilir ama Eda Erdem bu turnuvanın en değerli oyuncusu olmayı fazlasıyla hakediyor... Bu grce Amerika - Brezilya maçından sonra her şey ortaya çıkacak! Dünyanın En İyi Orta Oyuncusu-Blokçusu olacağı kesin de, bakarsın MVP de olur!

Voleybolda 20 senedir yüzümüzü, bizi hiç üzmeden güldüren Eda Erdem; her şeyin en iyisini hakediyorsun!

26

Demokrasi yoksunu zavallılar, aşı yaptırmayanlar hapse atılsın veya ceza verilsin diye açıklamalarda bulunmuş. YAKIŞIR!

Eda Erdem gene mevkisinin en iyisi, blokçusu, servisçisi ve skoreri olarak, "dünyanın en iyi orta oyuncusu - voleybolcusu" seçildi.

Devlete, sisteme, aşıya bile güvenememek sırf paranoya olmasa gerek! Eşcinsel olduğum için beni lanetleyen-ötekileştiren bir devlete, siteme nasıl güvenilir ki? Pardon ama ben koyun değilim ki kafanıza göre güdülen! Evren akıl bve mantık diye bir şey vermiş. Bunları kullanmayarak kendime niye saygısızlık edeyim ki? Programlanmış bir robot gibi yaşayacağıma, acı çekerek ama kendim olarak ölürüm daha iyi.

Mevkilerin başına sayın ifadesinin sanki mecburiymiş gibi kullanılmasına çok gıcık oluyorm. Saygı rütbe ile alakalı değil, hakedilen bir şeydir ve saygının sözle değil, davranışla ifade edilmesi daha gerçekçidir. Çiftçi, Başbakandan daha mı az değerli de çiftçiye ismiyle hitap ediliyor?

Hiçbir rütbe, hiçbir mevki benim gözümde "sayın" değildir! "Sayın"ın anlamı benim için hak, hukuk ve vicdandır, demokrasidir, eşit!lik, özgürlüktür!

Sayın ifadesi bana efendi - köle ilişkisini çağrıştırıyor ve de yağcılık!

Hayatım boyunca tek bir kişiye bile ne efendim dedim, ne de sayın ifadesi kullandım!

Telefon ile arandığınız zaman falan "efendim" diyerek açmayın telefonu. Alo diye bir bir telefon hitap sözü var!

Bugüne kadar yapılmış en güzel eşcinsel şarkı...

Aslında "Like A Prayer"ı sevmem ama Miley Cyrus'tan sevdim... Madonna'dan daha güzel yorumlamış!

Madonna ve Christina Aguilera'dan sonra taptığım tanrıça Miley Cyrus!

27

Videoda görmüşsünüzdür. Eşcinsel hakları ile ilgili bir şeyler okuyan bir bireye, bir polis memuru geliyor, hışımla kağıdı elinden alıyor, kalabalıkta-gürültüde vuruyor mu vurmuyor mu göremedim. Sonra bir başka göstericiye, alın şunu diyor tekrar tekrar. Oysa alın şunu dediği dans eden bir kadın. Neyinden rahatsız oluyorsunuz ki eşcinsellerin? Ne yapıyorlar ki size? Rahatsız oluyorsanız, bir rahatsızlığınız var demektir, gidin tedavi olun! Eşcinseller, heteroseksüel ilişkilerden doğan, doğanın gerçekleridir. Bunu düşünemeyecek kadar aklınız yok mu? Nefret eninde sonunda yok olacak ama eşcinsellik doğanın bir gerçeği olarak kalmaya devam edecek. Milyarlarca yıldır bu gerçeği kim değiştirebilmiş de, bu saatten sonra değiştirebilecek ki? Eşcinsellikten nefret edilerek, eşcinsellere saldırılarak komik duruma düşülüyor...

Bugün sabaha kadar gözüme uyku girmez. Çünkü polis masum eşcinsellere saldırmış!

Nuri Harun Ateş'i büyülenerek izliyorum...

26 Haziran 2021. Yer istanbul. Polis eşcinsellere sadece müdahale etmiyor, vuruyor, yerlerde sürüklüyor! Normal mi? Sessiz kalıyorsanız, masum insanların saldırya uğramasını, şiddete maruz kalmasını, hiçbir suçları yokken tutuklanmasını onaylıyorsunuz demektir. Eşcinsel hakları insan haklarıdır, çünkü eşcinseller de insandır, çünkü eşcinseller de hetroseksüel ilişki sonucu dünyaya gelmiş, doğanın gerçeğidir.

Bakınız bir polis bir eşcinsele nasıl saldırıyor!

Ben insanları pek arayıp sormam ama bu bir vefasızlık değildir. Çünkü insanlar beni işleri düşmediği sürece arayıp sormazlar ama ben hal hatır sormak için bile aradığımda onlara pek ulaşamam. Yanlış anlaşılmasın, bu sitem falan değil; çünkü ben, insanların benimle paylaşacak bir şeyleri yoksa, zaten yanızlığı seven birisiyim. Ama onlar bana kendi vefasızlıklarını örtbas etmek için, sanki ben bile isteye aramamışım gibi göstermelik sitem ederler. Ben de onlara haklıymışlar gibi davranır geçerim; çünkü uğraşamam bu samimiyetsizliklerle.

Sistemin kolluk güçleri genellikle hak mücadelesi veren, toplumsal fayda peşinde koşan masum insanlara sanki teröristmiş müdahale eder.

"Üç Renk: Mavi" şiir gibi bir film!

Film insanı senaryosuyla veya oyunculuklarla vurmuyor, anlatım diliyle vuruyor!

Polis dediğimiz kavram insana korku değil güven vermeli, baskıcı değil özgürlükçü olmalı, acımasız değil vicdanlı olmalı!

Elbette doğduğum coğrafyayı çok seviyorum ama yönetim biçimden ve destekçilerinden özgürlük düşmanı olduğu için nefret ediyorum!

Bu bir provakasyon değildir; inanmadığım bir şeyi yapmak istememektir. Ben aşı olmayacağım; çünkü güvenmiyorum!

Bir arkadaşım aşı olduktan sonra bir ay yattı. Bir arkadaşım aşı olduktan sonra aynı Korona belirtileri yaşadı!

Eşcinsel Onur Yürüyüşü'nde AFP muhabirinin boğazına basılarak öldürülmeye çalışımış, kamerası kırılmış. Sonrasında gazetecinin kolundan kelepçeyi çok sıkıştırdıkları için bir türlü çıkartamamışlar. Sonra Emniyet Müdürü gazeteciden özür dilemiş, kamerasını tamir ettirmeye falan çalışmışlar ama tabiki de kameranın işi bitmiş. Gazeteci polislerden şikayetçi olmuş.

Aşı ile ilgili bir şey paylaştığımda, facebook otomatik olarak bana aşı merkezine git diyor; gitmiyorum kardeşim, var mı itirazın?

Bugün ne oldu biliyor musunuz; meyvesinden 1 tane bile ne kiracılarına ne de komşularına vermeyen bitişik komşunun kayısı ağacındaki kayısıların Suriyeli çocuklar hepsini topladı. "Çocuklar ayıp olmuyor mu?" deim; BİZ MÜSLÜMANIZ dediler! Kedilerim bahçesine giriyor diye, bahçeye zehir atan bir adamın kayısılarına sahip çıkacak değilim herhalde!

Siz geri zekalı mısınız gerçekten; heteroseksüellik ahlaksızlık olmuyor da eşcinsellik mi ahlaksızlık oluyor?

Eşcinseller, eşcinsel doğar! Çünkü eşcinseller eşcinsel doğmasaydı, eşcinsel olmazlardı!

Eğer siz eşcinsel olamıyorsanız, demek ki eşcinseller eşcinsel doğuyor ama eşcinsel olmaktan korkuyorsanız, demek ki bastırılmış bir eşcinselliğiniz var!

2017 Haziran'ından kalan. İktidar içimdeki renkleri bile kuruttu. Buna sebep olan herkese lanet olsun!

26 Haziran 2021. Yer istanbul. Polis eşcinsellere sadece müdahale etmiyor, vuruyor, yerlerde sürüklüyor! Normal mi? Sessiz kalıyorsanız, masum insanların saldırya uğramasını, şiddete maruz kalmasını, hiçbir suçları yokken tutuklanmasını onaylıyorsunuz demektir. Eşcinsel hakları insan haklarıdır, çünkü eşcinseller de insandır, çünkü eşcinseller de hetroseksüel ilişki sonucu dünyaya gelmiş, doğanın gerçeğidir.

Eğer bir kişi, sizin onu salak yerine koymanıza sessiz kalıyorsa, sizin, onun böyle şeylerle uğraşmak istemediğini anlayamayacak kadar salak olduğunuzu gösterir. Etraf, iyi niyeti ve saflığı salaklık zannedecek kadar geri zekalı gerçek salaklarla dolu!

Mesela bu fotoğraf sizi rahatsız ediyorsa, dogmatik olmayan yani tıp bilgisini dini inançlardan uzak tutabilmiş - Lut masalına bağlamayan bir psikiyatra acilen tedavi olmanız gerekir. Çünkü korkuya dayalı nefret olan "homofobi - eşcinsel karşıtlığı" tedavi edilmesi gereken bir hastalıktır.

Bakınız devletin polisi, bu ülkenin vatandaşı olan eşcinselelri korumak yerine nasıl saldırıyor. Bu nefrette, bu iktidarı destekleyen ve eşcinsellere yapılan saldırılara sessiz kalan herkes suçludur. Katil sadce öldüren değil, sessiz kalandır da.

Cinselliğe ve çıplaklığa dayalı ahlak anlayışı, yani ahlakÇILIK, geri kalmış toplumların demokrasiye karşı şeriatvari bir uygulmasıdır. Gerçek ahlaksızlık; dürüst olmamak ve haksızlık yapmak, hak yemektir. Ahlakçılarda mazallah haksızlık dahil her şey mevcuttur; gerçek ahlaksız, ahlaklı geçinen ahlakçılardır!

Her eşcinsel karşıtlığının - homofobinin arkasında bastıtılmış gizli bir eşcinsellik yatar. Ben söylemiyorum bunu, uzmanlar söylüyor. YARASI OLAN GOCUNURmuş.

İnsnaların iyisini kötüsünü ayırt etmek için; samimi ve dürüst olun, olduğunuz gibi görünün; göreceksiniz ki elma ile armut, kimin ak kimin gök olduğu belli olacaktır!

Sorunsuz bir insanla sorunu olanların, asıl sorun kendisindedir. En güzeli, kendisiyle sorunu olan insanlardan uzak durmaktır.

Bana yapılan her homofobik davranışı elbette beynim kaydediyor ve asla silmiyor. O insanlarla iletişimde bulunsam bile elbette yüzlerine baktığımda ilk gördüğüm şey homofobi oluyor. Çünkü insan kendisine olan nefreti, ayrımcılığı asla unutmaz. Unutursa insan değildir zaten!

Eşcinsel bir kimlikte olmayı o kadar çok seviyorum ki, dünyaya milyar kere gelsem, gene eşcinsel olarak gelmek isterdim. Çünkü eşcinsellik bir insanda eksiklik yaratmak yerine fazlalık yaratıyor. Eşcinseller, heteroseksüellerin yaptığı her şeyin daha mükemmelini yapıyor çünkü. Eşcinseller olmasaydı, elinizdeki internetli cep telefonları bile olmayacaktı. Bilgisayarı icat eden bir eşcisnel, Alan Turing çünkü!

İnsnalar en basitinden ilkokul bilgisi fıtısentez olayını özümselerdi, oksijenin kaynağını bilir, doğaya - çevreye (hayvanlara - bitkilere) daha saygılı olur, misal kahvede okey oynayacağına veya bızdolabına dantel örtüsü öreceğine, hayvanları ve bitkileri korumaya ve yaşatmaya çalışırdı. Dahası öldürüyorlar onları.

Budan sonraki yaşamım; kitap - dergi okumak, müzik dinlemek, hayvanlara yardım etmek, mümkün olduğunca insanlardan uzaklaşmak...

"Hepimiz eşit olana kadar, hiçbirimiz eşit değiliz!"

Eşcinsellere uzanan eller bir gün kırılacak, götleirne sokulacaktır. Şunun şurasında ne kadar kaldı ki?

Bugün devletin güvenlik güçlerinin eşcinsellere nasıl hışımla saldırdığını gördünüz mü? Nefret bir hastalıktır!

Eşcinsellere saldıran bir devletin Avrupa ile, demokrasi ile bir alakası olabilir mi?

Devletin bugün de eşcinsellere saldırıdığından haberiniz yok muydu; Yazıııık, zavallılar!

Ben bir eşcinselim. Anlayacağınız dilde bir top, bir ibneyim. Eşcinsellikten rahatsızlık duyuyorsanız, uzak durun benden. Yoksa size de bir ibnelik bulaşabilir.

Dünyadaki bütün insanlar, benimle eşcinsel olduğum için irtibatlarını kesse, zerre umrumda olmaz. Çünkü birilerinin bana ihtiyacı olabilir ama bu saatten sonra benim birilerine asla.

28

Bana kızanlar, benden nefret edenler; sorgulayın kendinizi; benim sizlere iyilik yapmak dışında zerre kadar bir zararım oldu mu? Probleminiz kendinizle, yetersizliklerinizle alakalı. Bir psikoloğa görünün. Üzülüyorum sizin adınıza. Beni sevmiyorsanız, görüşmezsiniz olur biter. Siz istemiyorsanız, ben sizlere selam vermeyi bırakın, sizinle hiçbir şekilde muhatap bile olmam ki. Çünkü benim hiçbirinize ihtiyacım yok ki! Bu kadar net!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder