27
En sevmediğim atasözü, "Bana dokunmayan yılan, bin yaşasın" sözüdür. Gerçi yılanlara bile dokunmayalım ama, insan yılanlara aynı duyarsızlığı sergilemek de bir yılanlıktır; aynı kafadan olmaktır, benzer olmaktır, yeri geldiğinde zararlı olmaktır, güvenilmez bir kişiliktir... Bir insanı silmek için, illa ki bana kötülük yapması gerekmiyor. Eğer bir kişinin kişiliği ve karakteri kötüyse, gün gelir sana da kötülük yapabilir. Ayrıca sana yapması gerekmiyor. Birisine kötülük yaptıysa, kötülük yapma potansiyeli taşıyorsa, o kişi benim için bitmiştir. Mesafemi koyarım ve asla samimi olmam. Sosyal bir ortamda nezaketen saygımdam ödün vermeyebilirim ama o kişi yoktur benim için. Tıpkı bir dönem samimi olup da sözleri veya bir davranışları yüzünden içimdne bitirdiğim ama dışımdan kimsenin bilmediği gibi. Ben, yapılan yanlışları asla unutmam, yazarım beynime ve insanlara ona göre davranırım. Açık konuşayım, kötü insanlarla arkadaşlık yapan arkadaşlarım da benim gerçek anlamda arkadaşım değildir; dışarı arkadaşımdır onlar benim için. Bir insnanın kötü sayılması için, kurallara uymaması, disiplinli olmaması bile yeter benim için. Ben öyle kişilere içimden asla güvenmem. Hele yalancı, dolancı, art niyetli, duyarsız insanlar asla yoklardır benim için. Alınan da alınır, darılan darılır, benimle görüşmek istemeyen de görüşmez; tınnnn! Çünkü ben, bana yeterim. Şu tam eve kapanma döneminde falan yalnızlığımla o kadar huzur buldum ki... Belli bir yaştan sonra huzurum için sil baştan bile yapabilirim her an... "Bana arkadaşını söyle, senin kim olduğunu söyleyeyim" atasözünüe çok inandığım için, çok sevdiğimi de söyleyeyim...
Hande Baladin manwet alamıyor, Ayça Aykaç manşet alamıyor; Guidetti, turnuvalar antrenman değildir!
Biz neden adam olmayız biliyor musunuz... 27 yaşındaki bir erkek, "içinde kadın, çocukları ve kadının annesinin bulunduğu bir araca çarparak kaza yapıyor. Erkek % 100 hatalı çıkıyor. Sonra sürücü erkek, hemen belediye başkanlarını, tanıdığı resmi insnaları devreye sokarak uzlaşmak istiyor. Kadın el işi yaparak para biriktirp almış aracını. Maddi kaybına mı yansın, ailesini tehlikeye giren hayatına mı, yoksa 15 gündür parasını almak ve de otomobilini tamir ettirmek için harcadığı zamana mı, yoksa 15 gündür yaşadığı psikolojik sıkıntıya mı? Gerçekten biz adam olmayız. Sıkıştık mı, hemen resmi tanıdıklarımız varsa, onları devreye sokup paçayı yırtmaya çalışıyoruz. Kimsede yaptığı hatanın cezasını çekecek ne yürek var, ne de vicdan. Lanet olsun! Lafa geldi mi, kadınlar niye araç kullanıyor diye küçümsyorlar. Kazayı en çok kim yapıyor acaba? ERKEKLER!
28
CAN ALARAK DEĞİL, CAN SEVİNDİREREK BAYRAM YAPIN Kİ; HEM HAYVANLAR, HEM İNSANLAR SEVİNSİN!
Eğer ben bir koyun olsaydım, beni kurban edecek olsaydınız; o göztünüzü oyardım!
Hayvanların kurban başlığı altında kesilmesine HAYIR! HAYIR! HAYIR! Her canlının yaşama hakkı vardır!
İnsanlar et yemezse ölmez ama hayvanlar kesilince yaşayamaz; anlayabiliyor musunuz? Hııı!
Bizim yaşama sevincimizi ve yaşam hakkımızı geleneksel ritüellerinize kurban edemezsiniz; sizde hiç vicdan yok mu?
Gözlerime bakarsanız, kedi olduğum kadar koyun olduğumu da anlarsınız? Eğer cennet cehennem var ise, bu hayvanların yaşama haklarını insanlar ödeyebilecekler mi acaba?
Ben kediyim, ben koyunum... Onların yaşama haklarını gasp ettikleri için, insan türünden nefret ediyorum!
Hadi insan türü, bu sefer hayvan öldürmeyin, 1000 liranızı ihtiyacı olana verin. Verebilir misiniz kıyıp da? Bak hayvanlar da sevinecek!
Gözlerdeki şu asalete bakar mısınız?
Dünya gezegenim, hayvanlar ksesilirken şöyle bir silkelensen!
Homofobik bir toplum doğasıyla barışık eşcinsellerin bile aşkı, gizli eşcinsellerin orgazmından öteye geçemez! Bunun tek sebebi homofobi değildir, eşcinsellerin cinisyetçiliğidir de. Çünkü ister gizli olsun, ister açık olsun; heteroseksizmi içselleştirmişlerdir ve kendilerini o cinsel rollerden birine hapsederler. Homofobik ve cinisyetçi toplumlarda transseksüellik de eşcinselliğin hücrelerinden biridir.
Sütümden faydalanıyorsunuz, yünümden faydalanıyorsunuz; bari yaşamama izin verin...
Bugün gördüğüm rüya nasıl bir özlemdi anlatamam... Kötü insanların elinden kurtuluyorum ve kaçıyorum. Anamın yaşadığı eve geliyorum. Tam beni koynuna alacakken kapının zili çalıyor ve uyanıyorum. Yani zil de rüyamdaki evin kapısının zili. Kavuşmamıza, sarılmamıza daha var sanırım... Özlem yoğunluğundan olsa gerek ki, nasıl gerçek sandım rüyamı...
Kurban kesmek veya dini ritüeller bana ters. Ben yardımımı her gün düzenli olarak hayvanlara yapıyorum zaten...
Yalnız yaşayanların, yalnız olmalarının tek sebebi, samimiyetsiz kalabalıklaktan nefret edip, yalnızlığı tercih etmelerindendir...
Bazıları benim yalnız olmamı ve hayvanlara yardımcı olmamı, eşcinselliğime vererek bana acıma gafletine falan düşüyor. Zavallılar... Benim kalabalık bir kan bağı olan ailem var ve bir alo kadar yakınlar ve sırtımı Everest tepesi kadar dayayabileceğim kadar güçlüler. İstesem de bütün dünyayı kendime arkadaş edinirim ama dürüstlüğüm ve içtenliğim, kendime saygısızlık yapmama izin vermiyor! Okey, do you understand?
Lilly kızımla vedalaşışımız aklımdan çıkmıyor ama Lilly ölmeden önce iki bina aşağımıza yaptığı kızlarından biri, hala soyunu devam ettiriyor... Evde de zaten Lila'sı var...
Tanıştırayım. Fenerbahçenin yeni Sarı Meleği Rusya'dan 17 yaşındaki Arina... Nasıl? 10 numara neyi hatırlatıyor; Kim'i hatırlatmıyor mu? Yeni bir Kim mi doğacak acaba? Yeon Koung KİM'den bahsediyorum...
TÜM ZAMANLARIN EN İYİ VOLEYBOLCUSU EDA ERDEM 14
Bir sporcu düşünün ki, 34 yaşında olmasına rağmen hala gücünün zirvesinde, Avrupa'nın en iyisi belki de dünyanın ve bir orta oyuncu olarak smaçörlerden daha fazla sayı üreterek, son Polonya maçında 20 sayı üretti, takımını sırtlıyor. Çok nadirdir dünyada böyle bir şey, başka da var mıdır bilmiyorum. Adeta, nazar değmesin, doğaya meydan okuyor...
Ben kızıma Pırıl ismini verirken, Türkiye'de insanlara bu ismin verildiğini bilmiyordum bile. Çoğunluğu İstanbul'da olmak üzere Türkye'de 806 tane resmi Pırıl ismi varmış. Yaadığım Denizli'de ise 4 tane.
Bu şarkıdan haberiniz var mıydı? Nükhet Duru'nun ne kadar farklı bir ses renginin ve ne kadar derin ve anlamlı bir yorumunun olduğunun, şarkılara nasıl hayat verdiğinin, şarkıcılığın ne demek olduğunu gösteren çok güzel örneklerinden biri bu şarkı. A Ulunay Türkkan ın kliplendirmesiyle Nükhet Duru'nun yorumculuğunun klasikliği daha bir ortaya çıkmış. A. Ulunay Türkkan'ın emeğine sağlık...
Lila, annesi Lilly'yi trafik kazasında kaybettikten sonra, ona Melek annelik yapmaya başladı, onu emzirdi. Lila, Melek'i annesi olarak biliyor. 1 yaşında girdi ve hala süt olmadığı halde onu emmeye çalışıyor. Lilly hayata geri dönse, Lila onu kabul etmez artık... Ama Lilly hayata bir geri dönse... Çok özledim kızımı...
Akıllı insanlar araştırırlar, cahil insanlar ise her şeyi bir bilinmeze bağlarlar, adına da ..... derler!
Mesela akılllı insanlar duyun dünyaya nasıl geldiğini araştırır, doğru veya yanlış bir fikir yürütürler, buna bir dayanak bulmaya çalışırlar. Ama cahil insnalar, gene sadece .....'ya bağlarlar.
Eğer her şeyi .....'ya bağlasaydık, hala teknolojiden uzak ilkel bir çağda yaşıyor olmaz mıydık?
Bir de bazıları bilimsel bilgiye inanmıyor da, hurafelere inanıyor ya...
Cahil insanlar bilim insanlarının buluşlarını bile ..... izin verdiği için buluyorlar diyor ya... ....., kendisine inanamayanlara mı veriyor bu izni?
En sinir olduğum şey ise, .....'ya inananların her şeyin kendileri için yaratıldığına inanıp, hayvanları falan acımasızca öldürüp vicdanlı olduklarını iddia etmeleri...
.....'ya inananların bilmedikleri şey ise, inanmayanların aptal olmadıkları! Tabi onların aklını şeytan çelmiştir değil mi?
Tanrı'ya inanmayanlar aptal oldukları için mi inanmıyorlar, yoksa içlerine şeytan mı kaçmış? Bilim insnaları niye Tanrı'ya inanmıyor, eğer her şey Tanrı'nın izniyle oluyorsa, Tanrı niye kendine inanmayanlara o izni veriyor, niye kendine inananalardan bilim adamı çıkmıyor?
İnanmayanların, inandırmaya çalışan inananlar kadar aklı yok mu da inandırılmaya çalışılıyor; onlar inanacak olsalar, birilerinin aklına ihtiyaçları olmadan da inanmazlar mı? Belki de inanıyorlardı, akıllarıyla çelişmemek için inanmaktan vazgeçtiler.
Din toplumsal bir varoluş ve ölmek istememekle alakalı bir şeydir. Dine inananların dini savunmalarının sebebi dini kanıtlamak falan değil, sadece kendilerini onaylatmak, kabul ettirmektir. Yoksa ortada ne kanıtlanacak bir şey vardır, ne de kanıtlanabilir bir durum söz konusudur, ne de aslında kanıtlama çabası gibi bir şey vardır... Eğer amaç insanların kendilerini varetmek dışında bir şey olsaydı, o zaman inandıklarıyla çelişkili bir yaşamları olmazdı. Günah ve tövbe kavramı niye var zannediyorsunuz; işte bu çelişki yüzünden. İnsan ne doğasından vazgeçebiliyor, ne de bilgiye inanmadığı ve bilgi için çabalamadığından dolayı kendisini varetmeye çalıştığı bilim dışılıktan. Bilim zaten, bilinmezliği çürütür. Bilimin üzerine gitmemek, işte kolaya kaçan varoluş yüzündendir. Farkındaysanız bilime inananlar değil, bilime inanamayanlar hayatın içinden çıkamıyor ve her şeyi bir noktaya(din ve Tanrı) bağlıyor. Çünkü cevapları bilmiyor, sonuca gitme yöntemlerini reddediyorlar... Yani bir araştırma ve öğrenme çabaları yok... Oysa hayatta her şeyin kanıtlanmış veya teorik bilimsel bir açıklaması var ama dini açıdan "yaratılmış mı, yaratılmış, öyleyse bir yaratıcı var"dan başka hiçbir açıklaması yok. Keşke insanlar Antropoloji, Arkeoloji, Tarih, Astronomi, Fen Bilimleri, Coğrafya, vesaire okusalardı... Okuduklarını da zorunluluk değil de, keşke hayatın bilimsel ve gerçek bir ifadesi olduğunu anlasalar...
Din'in sözlükte tanımı: İnsanların doğaüstü güçlere, kutsal saydıkları türlü varlıklara, tanrılara ya da Tanrı’ya inanma, tapınma biçiminde katıldıkları gizemsel olgu.
Evrimci görüşe göre; insan, tabiattan korktuğu veya cemaat şuurunu devam ettirmek istediği için dine yönelmişti.
Vahiy temelli görüşe göreyse din; Tanrı'nın buyruğunu, peygamberler aracılığıyla insanlara bildirmesi.
Erkek memesini açınca hiçbir şey olmuyor da, kadın açınca niye ayıp günah oluyor? Tanrı ayrımcı mı, kadınlara ayrımcılık mı yapıyor? Kadın memesi nasıl cinsel obje olarak algılanıyorsa, erkek memesinin de bir farkı yok ki? Mesela benim için kadın memesi sadece bir et parçası ama erkek memesi zevkin doruk noktası. Sen ne anlamı yüklersen, o olur; yoksa Tanrının emri falan değildir kadının memesinin ayıp, günah olduğu! Mantıken olamaz yani. Ama sen öyle inanırsan olur ama ben böyle mantık dışı toplara girmek istemiyorum.
Ve Tanrı erkeği de yarattı ama gay olarak da!
Bebeklik fotoğrafım 1 tane. Çünkü 70'lerde öyle fotoğrarfçılık köy yerinde yaygın değilmiş ki... Ama çocukluk fotoğrafım kendimi hatırlayacak sayıda var. Bu fotoğrafta daha ilkokula gitmiyordum hatırladığım kadarıyla. İlkokula da 6 yaşında başlamışım. Bu foto en fazla 5 yaşımdayken olsa gerek. Ama çocukken büyük görteriyormuşum sanırım ki o yüzden okula erken başlamışım... Yani yıl 1975 falan olabilir... Çocukken de kollarım çubuk, göbüşüm de her zaman vardı zaten...
20 seneden beri kendimi ilk defa bu kadar çok iyi hissediyorum; hayat istediği kadar kötü olsun, üzerimdeki karabasan gibi ağır yük kalktı artık...
29
Cinsel yönelimimden ve benzeşmeden dolayı duygularımı daha derinden ve zirvden yaşattıkları ve onlarla daha samimi bütünleşebildiğim için eşcinsel sanatçıları dinlemeyi elbette daha çok seviyorum. Marc Almond'un melodi dizilimi beni en çok sarıp sarmalayan. Onu dinlerken çok derinden hüzünlenip, çok yüksekten coşabiliyorum. İki duyguyu aynı anda yaşatabilen en büyük sanatçı benim için. Bunu pek dile getirmiyorum pek ama benim zirvemdir Marc Almond. Ruhuma çok uygun çünkü; doğu ile batı'nın karışımı gibi bir şey...
Tanrı(Lafın gelişi) eksikliklerini hissettirmesin ama bana Japon, Çin, Kore, Tayland gibi Uzak Doğu erkekleri hiç çekici gelmiyor. Sanki hepsi de büyüyememiş pilli bebek gibi geliyor. Erkek dediğinde şöyle suratında bir heybet, yaşanmışlık çizgileri ve de yaşlılık belirtileri, hatta bir çirkinlik, bir bakımsızlık olmalı. Bizim erkeklerin ise Uzak Doğu kadın hayranlığını falan hiç anlayamıyorum. Minyon oldukları için mi acaba? Ama kadınlardaki surat da aynı; hepsi de aynı yaşta kalmış robt gibiler. Saç modelleri bile hep aynı. Hele son yıllarda kahkülden biraz olsun vazgeçtiler. Bu arada Kore Pop gibi Uzak Doğu popu da zerre ilgilendirmiyor beni... Hepsi de çocuk melodisi gibi. Ne yaşıyorlar ki, şarkılarında falan bir tiyatrallık olsun. Dram eksik olunca, şarkılar da bizi kesmiyor sanırım. Hele o Hint şarkıları falan ne Tanrı aşkına... Ötekileştirdim değil mi? Kültür farkı ve başka kültürleri anlayamamak bu olsa gerek! Aslında ben, bu kelimeyi de çok ayağa düştüğü için hiç sevmem aslında, SPESİFİK olan şeyleri sevmiyorum. Almanlar da bana öyle gelir mesela... Hibrit olmalı bana göre her şey; o zaman sıradanlıktan kurtuluyor her şey; estetik de, sanat da, kültürler de, vesiare de... Bütün olumsuzluklara rağmen Türkiye'yi renkliliğinden dolayı seviyorum ve vazgeçemiyorum sanırım.
İkizler'in anlaşabildiği burç yokmuş. Hemen buradan İkizler'e karşı fırsatçılık yapmayın! İkizler'in dünyadaki ve doğadaki hızlı değişime ve gelgitlere adapte olmasına diğer burçların adapte olamamasıyla alakalı bir durum. İkilzer her halükarda yaşamaya devam eder. Çünkü yaşamak gerekiyorsa, yaşarlar. Diğer burçlar gibi olaylar karşısında şoka girmezler, hatta olayları bile şoka sokarlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder