24 Mayıs 2020 Pazar

6-7-8-9 Mayıs facebook notlarım

6 Mayıs 2020

İnsanın haksızlıklara karşı her türlü mücadelesi bir performanstır ama bunu "performans sanatı"na dönüştürebilmek ekstra bir cesaret gerektiyor olsa gerek. 2021'de bu cesaretimi toplayabilme dileğiyle. Çünkü şu Felsefe bölümünün bitmesi, aç kalmamak için emekliliğimin gelmesi, kedilerimi kazasız belasız hayata kazandırmak gibi nihayetlenmesi gereken işlerim var. Sonrasında ya hak ya da ölüm artık! Çünkü bu çirkef dünyada yapılan haksızlıklara karşı bir şey yapamamak çok zoruma gidiyor. Adamlar vatandaşın hakkını yemeyi ahlaksızlık olarak görmüyor da, insanın doğuştan getirdiği eşcinselliği ahlaksızlık olarak görüyor. Lanet olsun böyle zihniyete!

"Zihninizdeki resim" olan homofobi kalıp yargınızı daha duvardan indirme vakti gelmedi mi?
Alman filozof Matthew Lipman

Biliyor musunuz Diyanet ve Cumhurbaşkanlı'ğının homofobisinden sonra kaç kişinin beynine homofobik tohumlar ekildiğini?

Nükhet Duru şarkıları damarlarımda akan kan, vücut devinimi sağlayan, hatta hücrelerimi yenileyen birer dinamizm...

Barış Manço... Aşık olduğum 1 numaralı erkek popçu... Onunla aşk yaşamak insanı kanatlandırırdı herhalde... Başım omzunda, anlatacakları hiç bitmez, ben de sonsuza kadar dinlerdim...

Miche Sardou... Sadece aşk şarkıları değil, Müslüman ülkelerdeki kadın hakları ihlalleri ve sömürgecilik üzerine de şarkılar yapmıştır...

İnsanların dijital çağda bile farklı bir şeyi kabul edememesi bana çok tuhaf geliyor. Bu beyin darlığı mı gerçekten?

7 Mayıs 2020

Sizden uzak, Korona'ya yakın olayım!
Korona kamu veya özel, hatta market veya bakkal dükkanında çalışanların bile kompleksini körükleyip daha da bir havalanmalarına sebep olmuş. Kaba davranış konusunda resmen terfi etmiler. Bakalım Korona bitince neyi bahane ederek kendilerinin de bir vatandaş olduklarını, bulundukları yerde diğer vatandaşlara hizmet vermek için bulunduklarını hatırlayacaklar? Eğer hizmet veriyorlarsa, birden farklı bir kimliğe bürünüyorlar; bu durum, o insanların sadece ve sadece mevki ile varolduklarının bir ispatıdır. Çünkü kendilerini başka anlamda gerçekleştiremiyorlar kanımca. Eğer hizmet alırken dışarıda bekleyeceksem, o zaman sen de beni görecek şekilde dışarıda bulunacaksın ki, benim geldiğimden haberin olacak. Kapıyı açıyorsun içeriye girmek için, dışarıya atıyorlar resmen seni kaba bir şekilde. Bu kim diyor yanındakine; ebenin damı nezaketsiz herif. Vatandaşım diyorum. Ha öyle mi diyor. Dalga geçmiyorlar, o kadarlıklar. Beyefendinin özel telefon görşmesi bittikten sonra buyrun, sizin ne vardı diyor. Ben talebimi ilettim, beklemedeyim diyorum. Artık resmi işlerimiz için kapıdan diyalog kurabiliyoruz. Bekleme salonunda bekleyemiyoruz, e bende gerekli formu nerede dolduracağım; duvarın üzerine oturdum da dolduruken, görevli buyrun masada doldurun diyor. Geçmiş olsun diyorum içimde, teşekkür ediyorum dışımdan.. Bir başka kadın da tabi siz herhalükarda bizden daha iyi bilirsiniz, yoksa burada ne işiniz olacak; bizim kapasitememiz yetmez neyin yanlış neyin doğru olduğunu bilmemiz için diyor memura. Kendimi farklı bir gezegende hissediyorum... Acaba diyorum, böyle mevkilere vatandaşa kaba davranılacak şekilde mi adam seçiliyor, yoksa o şekilde davranmaları tembih mi ediliyor, yoksa rütbelenen vatandaş kimlik mi değiştiriyor? Mesela bir kadın memur 5 metre öteden söylememi istiyor kimlik numaramı veya arada zaten 5 metre mesafe olmasına rağmen başka kadın bir memur güvenlik kapısından geçerken geri geri kaçıyor. Sanki onlar vatandaş değil, sanki sadece Korona'lı olma ihtimali olan biz hizmet alanlarız. Gerçekten Korona bulaşacak diye böyle mesafeli davransalar hiç umrumda olmayacak ama sadece sen vatandaşsın, benim bir mevkim var havasındalar. Yani bu sosyal mesafe dedikleri Koronaya karşı olsa canım yanmayacak, hiyerarşik bir mesafe. Eğer vatandaşın ağzının veya terinin kokusundan rahatsız oluyorsanız, o zaman vatandaşla temas kurmayacak bir iş yapacaksınız; gidin internet üzerinden falan çalışın. Zaten izole bir kimliğim vardı, Korona izolasyonuyla iyice yabancı kalmışım içinde yaşadığım dünyaya.

Sosyal psikoloji çok kolay gibi bir ders hayatın içinden olduğu için ama hayatın ayrıntılarına dair tanımlamalar birine o kadar yakın ve geçişgen ki, çok iyi özümsemezseniz eğer, bilgiler çorbaya dönüşebilir. Çok pratik gerekiyor hayata ve toplumsal yaşama dair doğru tespitler yapabilmek için...

Dindar homofobikler, kendi kafallarına uygun şarlatan psikologları bulup, eşcinselliğin çevresel faktörlerle oluştuğunu söylettiriyorlar. Bilgi katili bu sözde tıpçıların da işine geliyor yalan söylemek; homofobik bir toplumda eşcinselliğin tedavi edilebileceğine dair kandırmaca üzerinden rant sağlayacakları için. Ailelerin çocuklarının eşcinselliklerinden kurtulabileceklerine dair umutları üzerinden acımasızca tüccarlık yapıyorlar. Çevremde çocuklarını eşcinsellikten vazgeçirmek için çok paralar harcayan tanıdıklarım var ama bu saçma süreç hem aileyi, hem de eşcinsel bireyi üzmekten başka hiçbir işe yaramıyor. Eğer eşcinseller bilinçli olsa, aileler konuyla alakalı olarak sağlıklı bir şekilde bilgilendirilseler; ne yobazlara söyleyecek laf kalır, ne hacıya hocaya, ne de eşcinselliği tedavi edeceğiz diyen şarlatanlara... Aslında homofobiyi bitirmek eşcinsellerin kendi elinde ama bunun için bilinçli olmalarının yanısıra, içinde yaşadıkları çevreye rest çekebilmeleri için, sosyo ekonomik olarak bağımsızlıklarını kazanmaları gerekiyor. Ailesine ve topluma bağımlı olmadan idamelerini sağlayabilen eşcinsellere kim ne yapabilir ki; eşcisnellik hastalık veya sapıklık veya günah diye saçmalarlar saçmalarlar otururlar. Homofobiklerin konuyla ilgili gevezelik ypması, benim eşcinsel hayatımı zerre etkiliyorsa, etkilemiyor yani. Çünkü tek eşcinsel ben değilim ki; milyonlarca eşcinselin arz talep meselesi hayatın bir akışı; buna dur diyebilmek için geri zekalı olmak gerekir!

Ben kendimi mesleksiz olarak tanımlıyorum. Emeklilik hakkı için sağlık sektöründe çalıştım ama o bir işçilikti benim için ve de severek yapmadım. Eğer fotoğrafçılık bir meslekse, fotoğrafçı olarak tanımlamak isterdim kendimi. Ama onu da ticarete dönüştüremedim. Bu ülkedeki ticari fotoğrafçılıkla benim fotoğrafa bakış açım örtüşmüyor çünkü. Ben fotoğrafa teknik müdahaleyi hiç sevmem; yani çekim objelerine poz verdirmem, doğalı daha güzel oluyor özgün ve hayata dair olduğu için. Ve öyle sanat fotoğrafı için turlar düzenlenmesi falan bana biraz yapay geliyor. İnsanın içinde yaşadığı çevreyi kendi bakış açısıyla yorumlamasıdır bana göre sanatsal fotoğrafçılık da. Mesela mahallendir. Çünkü içinde yaşadığın çevreyi özümsediğin için, anlatımının da daha sahici olma ihtimali yüksek. Yoksa dünyanın sekizinci harikasını kim çekse güzel görünür.

2912 MODEL HAYAL!
2021 yılında beni masrafa ve zarar sokmayacak, kafamı ağrıtmayacak müşterisi olan, e sevebileceğim de bir iş yapmak istiyorum... Mesela güzel müzikler çalabileceğim, çay kahve ikram edebileceğim, fotoğraf ve resim gibi sanat aktivitelerinin olduğu-duvarları sergi salonu olarak kullanılabilecek, sosyolojik ve felsefi muhabbetlerin döndüğü, hayvanlara ve mültecilere yardım gibi sosyal projelerin hayata geçirildiği, kitap okumaya dikkat çekmek için kitap okuma günlerinin veya kitap değiş tokuşlarının yapıldığı sıcacık bir mekan. Karnı aç olana da birlikte makarna yapar, çorba da kaynatırız. Hep hayalimdir kültür sanat kafe. Yaşadığım 70 merte karelik alanı bu hayalime dönüştürürsem, daha huzur içinde ölebilirim diye düşünüyorum. Minimalci olduğum için, derdim de para kazanmak olmadığı için, neden olmasın diyorum... Daha doğrusu ben hayalimi gerçekleştirmek istiyorum ve bu hayalime eşlik etmek isteyenleri de misafir etmek gibi bir şey benim ki... Ayrımcılığın olmadığı, yabancılıkların alt edildiği paylaşımlı dostluklara yelken açmak istiyorum. Ama çok da üzülmek istemiyorum belli bir yaştan sonra kompleksli egpolarla çatışarak; en büyük cesaretsizliğim bu konuda. Kitap bankası ve kedi maması bankamız olsun istiyorum bu mekanda. Kitap, dergi, müzik albümü gibi materyalleri elinden çıkarmak isteyenlerin bağış yapabileceği, kitaplık oluşturabileceğimiz bir sistem. Hayvanlara yardım etmek isteyenler de gelirken mama getirebilir sokak kedilerine dağıtılmak üzere... Ama biliyorum ki bu kafada kimse yok. Olsaydı şimdiye kadar 2 kişi olurduk en azından... Ben de kendi kendime tatmin olurum, kendi kendime bir şeyler yaparak...

İnsanın yaşadığı dönem, yaşamadığı dönem kadar değerli olmuyor. Mesela 70'leri yaşayamamış biri olarak, benim için 70'ler çok değerli... Mesela 90'lar veya 2000'ler müzikte çok ileri olabilir ama 70'lerin Türkçe pop'u benim için altın değerinde... Belki 70'ler yaşayamadığım çocukluığum olduğu içindir..

Şimdi şu Sibel Egemen fotoğrafının üzerine böyle bir damga yapıştırmak hangi akla hizmet ediyor. Kim ne kazanabilir ki bu fotoğraf üzerinden de böyle bir şey yapılıyor. Eğer Sibel Egemen şu anda üzerinden prim yapılan birisi olsaydı, belki haklı olabilirdiniz ama kıskançlık diyorum sadece bu tür davranışları.

Ölüp gideceğim bir gün; çoğunu yaşamışım hayatın... İnsan huzur da istiyor artık... Zaten insanca ve de sanatça yaşamak dışında dünyevi hiçbir hayalim olmadı ki; araba kullanma hevesim bile olmadı ki ehliyetim bile yok. Hayattan sadece sevgi, saygı ve hoşgörü bekledim; bir de müzik ağırlıklı sanat... Oldu mu; olmadı sanırım!

(olumsuz)Yaşadıklarım hakettiklerim miydi, beceriksizliğim miydi, hayatın getirdikleri miydi bilmiyorum ama yaşam enerjim hayatta pek de karşılığını bulmadı ne yazık ki... Sanki kısa bir süre sonra ölecekmişim gibi de söylemlerde bulunmaya başladım... Ölürsem eğer, çünkü sol parmaklarımın karıncalanması geçmiyor bir türlü, bugünlerde son yaşadığım üzücü olaydan ötürü, bilinmesini isterim ki, tartıştığım insanların arkasından bile hiç kötü ne bir eylemim oldu ne de kötü bir düşüncem. Sadece yapılan haksızlıklara tepkiydi benimki, sadece eleştiriydi ve olmayan bir şeyi de zaten konuşmadım hiç... Hiç kimseye karşı vicdan borcum olmadığı için de huzurluyum aslında... Yaşam, dünya sahnesinde bir rol aslında; roller bitiyor işte...

Sezen Aksu - Tutsak... Ne güzel bir şarkı değil mi; insanın cenaze töreninde kullanası geliyor...

İnsanların cahillikleri yüzünden yaşadığım üzüntülerimin yanında, aşksız-duygusal anlamda sevilmeden geçen 50 yılın bile önemi kalmıyor biliyor musunuz? Diyebilirsiniz ki, belki hayat böyle bir şey, sen fazla hassastın, evet olabilir!

Sarı Odalar... Sezen Aksu'nun en sevdiğim şarkısıdır biliyor musunuz?

Anam öldükten sonra ambulansların siren sesleri anlamını yitirdi; sanki ben ölmüştüm, sanki dünya ölmüştü... Düşünüyorum da insanın başına gelen şeyler, belki de onun yaşama süreci; ona ders veren, onu büyüten... İnsan yaşadığı her kötü bir olaydan sonra boyut atlıyor sanki. Mesela öncesinde dert zannettiğin şeylerin dert olmadığını anlamak gibi...

Seen Aksu ile efkarlanıyoruz bu akşam...

Bugün bu iki fotoğrafı resmi bir kurumda kapı dışında sıra beklerken çektim ve insan kendi yaptığını sever mi, sever; ben çok sevdim bu iki fotoğrafımı, 7 milyarın umrunda olmasa da. Benzer ögeler de barındırıyor aslında bu iki foto...

Dışarıda yağmur var sağanak. Pencere açık. Kedilerim dışarıda. Gelen geliyor. Sanırım yağmurda araba altında beklemek de bir özgürlük veya doğal yaşamın onlara keyif veren bir parçası ki, bu durumu da es geçmiyorlar.

Bu dünyadan bir Küçük İskender geçti. Bana göre tüm zamanların 1 numarası. Çünkü en gerçekçi şair. Eğer Amerika veya Avrupalı birisi olsaydı, ne ağıtlar yakılır, ne kutsanırdı biliyor musunuz ölümüyle dünyada...

İnsan hayatta çok sevdiği kişilerle öyle veya böyle bir şekilde tanışıyor biliyor musunuz? Küçük İskender ile de Denizli'ye gelince tanışmıştık. Tabiki de o bir sanatçı olduğu için binlerce hayranı varmıştır ve onun gözünde hayranları sadece bir hayrandır. Tabi "sadece hayran" derken, sanatçıların hayranlarını küçümsediğini falan anlatmak istemiyorum. Çünkü sanatçı ürettikleriyle sanki tek tek hayranlarının hayatına girer; bu birebir girmekten çok daha değerlidir bu. Çünkü kalıcı bir giriş, estetik bir giriş, değerli bir giriş ve çıkmaz da o hayranı ölünceye kadar hayranının hayatından. Çünkü sanatçı hayranına hayranının hayatını çok güzel dile getirmiş olabilir çok küçük ama manası çok büyük olan eserleriyle. Sanatçılar o yüzden ölmez ya. Çünkü innsanların içinde yaşamaya devam ederler nesiller boyunca. İşte Küçük İskender benim için çok değerli ya, o hasta olmuş, sonra hastalığının ağır olduğu falan yansıdı basına ve ben, o her aklıma geldiğinde, yanında olmadım diye çok üzülüyorum. Birisini çok seversin, onu bir kere görsen de, hatta hiç karşılaşmasan bile bütünleşirsin onunla. Çünkü senin hayatına en yakının olan kişiden bile çok şey katmış olabilir ve sen ona kendini borçlu hissedersin ve onun için bir şey yapmak istersin...

İnsanlar ikiye ayrılır; duyarlı ve duyarsız.
Çünkü duyarlı insan zaten içinde tüm erdemleri barındırdığı için duyarlıdır; insancıldır, vicdanlıdır, hoşgörülüdür, karşısındakini anlamaya çalışır, eşitlikçidir, özgürlükçüdür, akıl ve mantık çerçevesinde hareket eder, başkalarının çıkarlarını kendi çıkarlarının üstünde tutar, nezaketlidir, maddeci değil maneviyatçıdır, yardımseverdir, hayvanseverdir, bilgiye inanır, santçı veya sanatçı ruhludur, entellektüelizm taraftarıdır, pozitiftir, yapıcıdır, vesaire. Duyarsız insan ise bu saydığım erdemlerin tam karşısında yer alır. VE SAMİMİYETSİZDİR. Sözdedir hayata dair her şeyi. Dolayısıyla yakıcıdır, yıkıcıdır, acımasızdır, hep banacıdır-bencildir, çıkara dayalıdır ilişkileri, o yüzden güvenmeniz manasızdır. İşi düşerse arar, senin ona ihtiyacın olduğunu anlarsa,kapsama alanı dışına çıkar aniden, iyi gün dostudur yani. İşi düşmediği sürece halini hatırını bile sormaz. GİBİ...
Bunu insan başına bir feleket gelince çok iyi görüyor. Zaten kötü bir olay yaşayınca yalnız kalmak istiyorsun; o anda kimse teskin veya teselli edemez seni. Aman kimse arayıp sormasın diyorsun. Ama zaten senden uzaklaşmak istediklerini anlayınca, o insanın duyarlı mı duyarsız mı, sahte mi gerçek mi olduğu ortaya çıkıyor.
Bir de uzaktan bile malum oluyor sanırım, hiç aklında bile yokken seni arayıp soranlar oluyor, üzülenler oluyor, en azından manevi olarak veya fikirsel anlamda yardımcı olmaya çalışıyorlar. Bu insanların sayısı yüzde değil, binde birkaç ancak oluyor. İşte bu insanlara karşı asla vefasız olmamak gerekiyor, sana gün gelip düşman olsalar bile. Asla duyarlı insanın duyarlılığını yüzüstü bırakmayın, gün gelir gene ihtiyacınız olabilir, gün gelir daha önce size karşı duyarlı olup da sonradan düşman olduğunuz insan gene duyarlılık gösterir. Çünkü bir inan duyarlıysa, zorda kaldığınız zaman gene vicdana gelir, gene duyarlı davranır, gene yardımcı olmaya çalışır. Hayatınızda böyle insanlar olsun hep ve onları asla silmeyin hayatınızdan. Benim son yaşadığım olayda yanımda olanlar, son dönemlerde görüştüğüm 5 arkadaşım dışındaki kalan 5 arkadaşım birebir görüşmediğim veya yıllar önce görüştüğüm arkadaşlarımdı. Yani duyarlılığın uzağı yakını, şimdisi sonrası olmuyor. Düşünüyorum da yalnız değilmişim be; zor anımda 10 kişi olmuş yanımda. Güç verdiler bana; yaşadığım olaydan dolayı hal hatır sorup, durumuma üzüldükleri ve de beni dakilarca dinleme sabırı gösterdikleri için. Duyarlı insan olmanın maddi bir ölçütü falan yok; bu tamamen kişilik meselesi. Eğer hamurunda varsa duyarlılık, iki eli kanda olsa da seni düşünür, sana yardıma koşar... Bu kişiler çok akrabanız gibi yakınızda olan kişilerden bile değerldir. Ama bir insan hem duyarlı hem akrabanız iseçok daha iyi oluyor elbet.

8 Mayıs 2020

Keşke seni koruyabilseydim Halil, Halil olarak..! Seni benden daha iyi kim bilebilir ki; sen aslında salaklık derecesinde safsın; bu yaşa kadar seni bitirip tüketmediklerine bile şükretmelisin!
1 yıl önce dün!

Zor anımda yanımda yer alan bütün arkadaşlarıma ve aile bireylerime...

YAŞLI EŞCİNSELLERİN KADERİ-Mİ?
Yıllar önce bir yazı yaşmıştım yaşlı eşcinsellerin geleceği ile ilgili. Çünkü bizim kuşaktan önce eşcinseller toplumsal baskıya boyun eğip evlendikleri ve çoluk çocuğa karıştıkları için, heteroseksüel yaşamı da mecburiyetten de olsa tercih ettikleri için heteroseksizmin öyle veya böyle güvencesi altındalarmış. Ama eşcinsellik ilk defa bizim kuşakla yaşlanıyor ve yalnızlığın sıkıntılarını da ilk defa bizim kuşak çekecek ve bizden 10 yıl kadar önceki yaşlı geyler bunun sıkıntısını çekmeye başladılar bile. Sonumuz ya evde yalnız ölmek, ya da huzur evlerinde yalnızlığa gömülmek. Ülkemizde eşcinsellerin nefrete hedef gösterildiği şu dönemde devletimizin böyle bir kaygısının olmasını bekleyemeyiz elbet ama Batı'da yaşlı eşcinseller için bir uygulama var mı, varsa nasıl bir uygulama var bilmiyorum. Benim en büyük hayal ve projelerimden biriydi yaşlı geyler evi. Ama geleceği olmayan bir ülkenin eşcinsellerinin projesi mi olur değil mi? Başımıza bir şey gelinceye kadar yarınımızı düşünmeden yaşayacağız, gelince de artık ne olursa... Çünkü olmayan yarınımızı düşünürsek, bugünümüzü de yaşayamayız yarının güvencesiz yaşamını düşünmekten. Tabi bir de sadece yaşlanmak değil ki yaşlı geylerin gelecekteki sorunları; yaşlılığın getirdiği sağlık problemleri en önemlisi. Bugün engelli ve huzur evinde kalan bir eşcinsel arkadaşla tanıştım. Evet, gerçekten hayat belli bir yaştan sonra eşcinseller için çok daha zor. Çünkü biz bilinçli eşcinsellerin zor zamanlarımızda yanımızda olacak yakınları yok ki. Yalnızlık toplumsal kaderimiz gibi bir şey. İnsanın kendini gerçekleştirememesi yaşamak mıdır? Ve biz en ötekiler olarak hayatın en kolay kurbanlarıyız. Çünkü toplumda, yasalarda ve zihinlerde zarar görmemize sebep olabilecek boşluklar var. Biz eşcinseller için toplumsal bir yaşam tasarlanmamış ki; nasıl gerçekleştirelim kendimizi, nasıl güvencemiz olsun..?

9 Mayıs 2020

Herkesin babası "Münir Özkul" gibi olsaydı, sırtımız yere gelmezdi elbette; çünkü her koşulda dik durmayı ve hayatta kalmayı öğrenirdik! Tabi burada salt Münir Özkul'dan bahsetmiyorum, idealize ettiğimiz baba figüründen bahsediyorum!

Hayatta her koşulda asaletinden, duruşundan, zerafetinden, kişilik ve karakterinden ödün vermeyen ve de her baktığımızda hayran kaldığımız örnek almamız gereken model kadınlar vardır Jale JJale Bekar gibi...

Ne yapacaksan hevesin varken yapacaksın; yoksa heyecanı düşünce yapmak istemiyorsun!

Bilgiden, bilimden yoksun cahilYobaz insanlar asıp kesmekten bahsediyor. Türkiye'nin düştüğü hallere bakın? Türkiye'nin profilinin bu hale düşmesi çok acı!

Ulan bana ne senin bardağından? Herkesin damı dötü kendi meselesidir. Siz kendi işinize baksanıza! İnanın Osmanlı döneminde bile bu kadar cahil değilmiştir bu toplum. Yani insanlar açlıkla mücadele ederken, herkesin cinsel veya üreme organlarını nasıl kullanacağına dair gündem oluşturulması, bırakın 3.yü, 4. dünya ülkesinin bile yapmayacağı şeydir. Cahilliğin bile bir sınırı vardır. Yani cahilliğin alt seviyesi konuşamayan ve ileri boyutta düşünemeyen canlılardır ama onlar bile içgüdülerine göre davranıp, olayı hurafeleştirmezler. Bunlar sanki programlanmış robotlar gibi. Yani "ne yanlış ne doğru, ne konuşulur ne konuşulmaz, ne faydalı ne yanlıştır, toplumu ne ilgilendirir ne ilgilendirmez..."i düşünemeyecek boyuttalar. Bu insanlar AçıkÖğretim Sosyoloji veya Felssefe bölümüne kaydolup biraz bir şeyler öğrenseler, bu kadar cahilce konuşmazlar ve düşünemezler. Kardeşim din kişisel bir inanç biçimidir ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamaz, toplumu karşılasa herkesi karşılamaz ve size ters düşen şeyleri olmayan hurafik şeyler üzerinden yargılayamazsınız. Din sadece bir inançtır ama size ters gelen insanlar ve yaşamları % 100 hayatın gerçekleridir...

Erkek egemen toplumun hurafik temsilcileri, eğer imzasız ilişki zina başlığı altında yanlışsa, o zaman evleninceye kadar erkeKlere emniyet kemeri takın; bu zinayı işleyenler temsil ettiğiniz erkek cinsiyeti zaten! Gören de ortalıkta bir oro*puluk var zannedecek ama bence uçkuruna sahip olamama durumunun bir uzantısıdır zina dediğiniz şey. Yani aslında heteroseksist dünya kendisini deşifre ediyor ama olayı tersten okuyarak yanlış algı yaratıyorlar. Burada sorgulanması gereken "erkekliğin namus anlayışı" ama son cümlemi anlayabilecek ANLAMAK İSTEYECEK bir seviyenin ve üslubun olduğuna inanmıyorum! Size göre eşcinsellik yok, zina olmamalı. E var ama eşcinsellik. Ben bir eşcinselim; benim ne olduğumu, kim olduğumu benden kim iyi bilebilir? IQ testine girelim, bilgi testine girelim, hatta kim daha uzağa işeyebiliyor..!? E varolan bir şeye de izin vermezseniz, zina da kaçınılmaz. Eşcinsel evliliğe izin verin, biz de zina yapmayalım ha, ne dersiniz? Tabi zina diyince sizin aklınıza kadınlar geliyor. Bir de ayrıca niye hep erkek cinsiyeti konuşuyor, niye sadece heteroseksüller konuşuyor? Siz beni temsil etmiyorsunuz ki, EDEMEZSİNİZ Kİ, HANGİ KAPASİTEYLE, HANGİ BİLGİYLE, HANGİ GÖRGÜYLE? Dogmatizmle, hurafelerle mi? Tanımıyorum bunları da, sizin gibi zihniyeti de. Yapıma uygun bildiğim gibi yaşamaya devam edeceğim!!! VAR MI İTİRAZI OLAN?

Tavsiye; Hayatına bilimsel bilgi sokmayıp sadece din üzerinden bir yaşama inananlarla asla tartışmayın; çünkü sonuca gidemezsiniz!

Günah mı; o ne ki; senin çıkarına ters düştüğü için kendini birilerine dayatmaktan başka hiçbir anlamı olmayan hurafik bir şey!

Eş-cinsellik ve kadına atfedilen namus günah ama tecavüz edenler, hırsızlık yapanlar, savaş çıkartanlar, öldürenler hep erkekler!

Eşcinsellik günahMIŞ; hesabını "var ise öte dünya"da verirİZ; SİZe düşmez ki bu! Eşcinsellere resmen 3. dünya savaşı ilan ettiniz!

Bu ülkede erkekler her gün kadın cinayeti işliyor, bir de utanmadan kadının namusunu sorguluyorlar; terbiyesizler!

Kadınlara ve eşcinsellere tavsiyem; sizi yargılayan şeylere inanmayın! Çünkü arkasında erkeklik, erkekler var!

THİS İS TURKEY!
DİYANET: İslam zinayı en büyük haramlardan kabul ediyor. Lûtîliği, Eşcinselliği lanetliyor. Çünkü bunlar nesli çürütüyor, HİV virüsüne sebep oluyor.
CUMHURBAŞKANLIĞI: Diyanet'in söyledikleri sonuna kadar doğru, Diyanet İşleri Başkanımıza yapılan saldırı devlete yapılan saldırıdır.
80 MİLYON: Doğrudur!
HUKUK ve LAİK KESİM: Bazı kesimleri ötekileştiren ve nefrete hedef gösteren ayrımcı bir ifadedir ve hukken suçtur!
Ve akabinde baroların da sesinin kesilmesi için anayasal değişikliğe gidiliyor.
ARKA PLAN: Bu ülkede dini anlayış üzerinden yapılan ahlakçılıkla kadınlar ve eşcinseller nefret cinayetllerine kurban gitmektedir.

2021 yılında kapsama alanı dışına çıkacağım, bana ulaşamayacaksınız; beni tanıyanlara şimdiden duyurulur!

Tüm dünyanın gelmiş en güzel şarkılarından biridir ama bu şarkıyı dinleyen ve bilen insnaların sayısı yok denecek kadar azdır. Siz hangi sanat anlayışından, müzik anlayışından bahsediyosunuz kuzum? Bi' silkelenin!

2012 yılında yapacağım ilk işim, bu kitabı çıkartmak olacak. Eğer bu kitabı en güzel şekide hazırlayıp, Nükhet Duru'ya ellerimle vermeden ölürsem, gözüm açık gider çünkü!

Falımı yorumlayacak olan var mı? Işık görünüyor mu?

Hayat bazen çok acayip geliyor bana... Devletler aile sistemi için ahlakçılık yaparlar ya; o aile anlayışı öyle moktandır ki! Hangi aileden bahsediyorsunuz ki siz; çocuklara gelecek sunmayan bir aile yapısı mı? Bana kimse aileden bahsetmesin; ner'de o aile söyler misiniz? Yarın anneler günüymüş... Unutmuşum... Anneler hep haklı çıkıyor nedense... Bensiz yapamazsın demişti; haklıymış! Son günlerde hayatım mahvoldu gibi bir şey...
Sanırım yıl 1975 falandır... Fotoğraftaki giyim tarzı, abiminki hariç fotoğrafa özeldir. Çünkü günlük yaşamlarında öyle giyinmiyorlardı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder