29 Ağustos 2016 Pazartesi

Hayat tuhaf

Ölümün yüzü soğuk, ölüme dair hiçbir şeyi sevmiyorum, ürpertiyor beni, daha çok hüzünlendiriyor. Belki de dönüşü olmayan ayrılık olduğu için. Ölüme dair kültürel eylemler de içimi burkuyor, derin bir acı bırakıyor, insanın yaşama sevincini olumsuz yönde etkiliyor... Tuhaf gelecek ama ama ben toplumsal törenleri de sevmiyorum; cenaze gibi düğünleri de... Gerçeklerle yüzleşme konusunda cesaretliyimdir ama duygusal olduğum için benimki sevdiklerimi kaybetme korkusuyla mı alakalı acaba? Adaptasyonum da güçlüdür ama insanın sevdiklerini bir daha göremeyecek olmasının imkansızlığı, beni çözümsüz şeylere karşı karamsarlaştırıyor diyebiliriz.

Biraz dikkatli düşündüğüm de dünyadaki yaşam da tuhaf geliyor bana. Yaşam kültürü bile bana tuhaf geliyor ne kadar insanları ayakta tutan şey olsa da. Mesela cenazelerin arkasından yapılan yeme içme ritüelleri insanın acısını nasıl hafifletiyor anlayamıyorum. İnsan acısını hissede hissede yaşarsa daha kolay kabullenmez mi gerçekleri? Teselli mahiyetinde yapılan bir çok şey de toplumsal bir kural da, tesellisi bahanesi sanırım.

Toplumsal kurallar yerine getiriliyor ama insanlar ne kadar samimi bu konuda. Mesela mevlütler okunuyor ölenin ruhuna değsin diye ama katılımcılar konuyla ne kadar alakalı? Ben bugün yoldan geçerken bir mevlüt yemeği yedim karnım acıktığı için, gelip geçerken yemeğe oturan başkaları da gördüğüm kadarıyla konuyla çok, hatta hiç alakalı değil. Yemek dağıtıcılarından yemek isterken sanki restoranda garsondan yemek ister gibi istiyorlar.

Ben mesela mevlüde hiç ruhani amaçlı oturmadım. Teypten okunan ilahi mesela beni ruhsal olarak hiç derinleştirmedi. Bir an evvel yemeğim bitse de kalksam dugusu vardı. Şaşırtıcı olan bir şey de dinde müzik yasak olmasına rağmen, ilahiler hep nedense Arabeskvari müziklerin üzerine söz yazılmış şeklinde oluyor ve bildiğimiz melodiler bile diyebiliriz. Yanlış anlaşılmasın amacım kiseyi rencide etmek falan değil, kendi duygularımı paylaşıyorum sadece.

Bir de bu tür yemek etkinliklerinde birbirini tanıyan insanların karşılaşması çok tuhaf oluyor. Çünkü mevlüdle ev sahibi veya konuk olarak hiç alakan olmayınca insan utanıyor biraz... Gerçi mevlüdün diğer adı hayır yapmak ama... Sonra düşünüyorum, mevlütlere bir çoğu ruhani olarak yaklaşmıyor, benim gibiler çoğu... Tenis oynadığım çocuk yemekçilerin arasındaydı, komuşlar mevlütte, dövmeli ve modern yoldan geçen gençlerin mevlütle uzaktan yakından akrabalık olarak falan hiç alakalrı yoktu... Şerbetler gene yapaydı Oralet şeklinde...

Hayat insanı düşünce ve eylem olarak çeliştiriyor. İnsanın kişiliği çoğuna benzemese de, toplumsal yaşamın içinde ister istemez yer alıyor. Eylemlerim ne kadar çıkarcı ve ikiyüzlülük olarak adlandırılsa da, düşündüklerimin yanındayım gene. Aklımın sürekli bir yere takılı olmasının sebebi de çelişkilerim değildi; ayrılıklar çok katlanılmaz; ya beraber gidilmeliydi, ya da hiçbir yere gidilmemeliydi bana göre.

Umut çok güzel, ara ara yeşermesi hele ama yerçekimine karşı hala durulamıyor. İşin en kötü tarafı bu şimdilik. Çok gerçekçi olan ben dönüşü olmayan ayrılıklara karşı hala çok korkağım...

Yazıya başlamadan aklımda olan bir şeyi unuttuğum için en sona yazmak zorunda kaldım. Hayat, tutarsız sahnelerin bir araya getirildiği bir film gibi. Bazı filmlerde insanların şekillendirilerek doğallıklarını kaybettikleri, yaptıkları ve vicdanlarının farklı boyutlarda olduğu ifade edilerek çok net görülür. Şok görüntü değişiklikleriyle insanların yüz ifadeleri ve tezat müzikler bunu derinden hissettirr ve hayatı sorgulatır insana. İşte insanın bu sorgulmayı filmler dışında da yapması can yakıcı olabiliyor...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder