12 Şubat 2015 Perşembe

Müzeyyen Senar ve benzerlerini biraz fazla abartmıyor muyuz?


Tabuların egemen olduğu toplumlar vardır ve bazı şeyler hakkında düşüncelerini çok ifade edemezsin. Gerçekten laf söylenilmeyeceğine mi inanılır, yoksa şartlanılmış şekilde yaşamak kolay veya yapıya mı uygundur..? Bu doğrudur-bu yanlıştır, bu iyidir-bu kötüdür veaire ve bütün kıyaslamalar inanışlar üzerinden yapılır. Oysa nitelendirmeler göreceli olabildiği gibi, nitelikli de olmayabilir. Neye göre iyidir, kime göre iyidir... Olaya evrensel mi bakıyoruz, yöresel mi bakıyoruz? Konuyu nereye mi bağlayacağım; Müzeyyen Senar'a. Bakınız iyidir, kötüdür bilemeyeceğim ama ben kendi düşüncelerimi ifade edeceğim. Ben hayatım boyunca Müzeyyen Senar dinlemeyi sevmemişimdir. Çünkü bir kere sesi de, yorumu da beni hiç açmamıştır. Çok ayılıp-bayılan, yerlere-göklere sıgdıramayan tandıklarım var ama sadece susuyorum herkesin kişisel keyfine saygıdan ama ben de beğenmediklerimi dile getirebilmeliyim değil mi? Bu bir anlam da benim zevkimin bir ifadesi de. Yoksa isteyen şarkıcı olur, istediği şarkıyı ve tarzı söyleyebilir, herkes de ona bayılabilir... Tamam, katılıyorum; Cumhuriyet'in ilk kurulduğu dönemlerde ses sanatçısı olabilmek bir çığırdır, öncü olmuştur bir çoğuna ve az şey de değildir; takdir edilesidir, alkışlanasıdır ama o kadar. Ben arşivime Müzeyyen Senar'ı sokup da ona itina gösteremem; çünkü bana hiçbir şekilde dokunmamaktadır. Bu sadece Müzeyyen Senar için geçerli değil... Alın size Bülent Ersoy örneği... Değil beşbin, 500 bin şakıyı ezbere bilse de, notayı dünyanın en doğru basan sesi de olsa, şarkıları ve de tarzı asla bana hitap etmemektedir. Herkesin titrediği kişiliğini bile takdir ederim ama şarkıcılığı bana gerçekten hiç geçmiyor. Mesela tablo gibi suratını bir sanat eserine dönüştürmesine falan bayılıyorum, konuşma tarzını çok seviyorum, rest çekmelerini bile alkışlıyorum ama müzik başka bir şey... Tutmayınca tutmaz bende. Muazze Abacı da öyle. Herkes yerlere göklere sığdıramıyor sanatçılığını ama beni hiç etkilemiyor. Ruhuma temas etmiyor-lar. Ama minicik sesli bir şarkıcı alıp beni başka boyutlara taşıyabiliyor. Çünkü yorumuyla, ifadesiyle beni inandırıyor, samimi geliyor söyleyiş tarzı. Yeri geldiğinde abartı olabilir her şeyde duruma göre ama fazla abartıyı, yüksek tonajdan düz bir bağırtıyı samimiyete aykırı buluyorum belki de. Sanat yaşamın taklididir ama şarkı söylemek sanki abartı değil de samimiyet gerektiriyor gibime geliyor. Tabi bu anlattıklarım bana göre. Türk Sanat Müziği çok güzel bir tarz ama sanırım modernleştirilmemesi, evrenselleştirilmemesi icracılara da yansıdığından... Yani ne bu türde, ne de bu türü icra edenlerde bir yenilik olmuyor, başka evrensel tarzlarla yenilenmiyor. Niye müziklerimize caz veya opera hiç bulaştırılmaz? Bulaştıranlar da zaten kitleselleşemiyor. Tutturmuşuz bir aslı bozulmasın diye... Tam geleneksel yapıya uygun bir zihniyet işte. Aslında aslı bozulsun ki, yeni yeni tarzlar, lezetler ortaya çıksın. E haliyle Müzeyyen Senar, (hatta dünyanın gelmiş geçmiş en önemli sesleri arasında gösterilen Safiye Ayla için de geçerli bu düşüncelerim) ve benzerleri bana çok uzak kalıyor. Ülkemizde insanlar bırakın dünyanın müziğini dinlemeyi, kendi müziklerimizden bile sadece bir tarza, hatta bir şarkıcıya saplanıp kalıyor ve dünyanın en iyisini o zannediyor. Buna ne denir? Rahmet eylesin arkasından konuşmuş gibi oldum ama kişisel olarak hiç kimseyle alakalı değil düşüncelerim. Verdiğim isimler düşüncelerime sadece birer örnekti. Yazımı bir yaşanmışlıkla kapatmak istiyorum. Patronum da Müzeyyen Senar ve Bülent Ersoy hayranıydı. Bir gün ona Antony Hegarty'yi dinlettim ve ona da hayran oldu. Belki onun hünsa sesi diğer iki sevdiği sanatçının sesine benzediğinden sevmiş olabilir, belki de tarzını da sevmiş olabilir... Demek istediğim dünya müziğine yabancı kalıyoruz ve kalıplaşmış bir müzik zevkimiz oluyor ne yazık ki bu yüzden. Bu sadece dinleyiciler için geçerli değil, müzisyenlerimiz açısından da aynı şekilde.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder