15 Nisan 2013 Pazartesi

Mülteciyse ya vatan haini, ya dinsiz, ya eşcinsel!

Bugün Radikal Gazetesi'ndeki köşesinde Pınar Öğünç ülkemizdeki mültecilere karşı olan nefretten bahsetmiş. Ülkemizdeki mülteci sayısı arttıkça, yaşadığım şehire de yansıdı bu artış dolayısıyla. Ben de bu vesileyle başka coğrafyalarda yaşayan insanlarla tanışma fırsatı buldum. Yaşadığım ortam renklendikçe çoğunun aksine ben mutlu oluyorum. Neden mi? Bu sayede, yani insanlar birbirlerini tanıdıkça birbirlerine olan önyargıları kalmayacak ve ötekileştirmeye sebep olan nefret de bitecek.

Belediyenin organize ettiği ücretsi spor kurslarına katılmaya başlayınca, bu aktivitelere katılan mültecilerle tanışma fırsatı da buldum. En çok İranlılar var şehrimizde. Tanıdıklarımın çoğu da eşcinsel oldukları için mülteci. Mülteci mi bilmiyorum, bir tane de Endonezyalı ile de tanıştım. Bir tanesinin memleketini hatırlayamadım. Sokakta da çok zenci görüyorum bu sıralar. Onlardan çok onlara olan bakışları gözlemliyorum. Herkesin bakışı bu farklı renkte oluyor. Kendimi bu bakışların altında hayal ediyorum ama kaldırabileceğimden o kadar emin değilim.

Aslında herkesin bir iç dünyası, bir kişiliği vardır ama o karşı kişiliğin bize güzel bir şekilde yansıması da kendi elimizde değil midir? Sen dostça ve güzellikle yaklaşırsan, dostluk ve güzellik olarak geriye dönmez mi karşı kişilik? O yüzden ben olumsuzluklardan hep kendime de pay çıkarırım, "Acaba ben neyi eksik veya yanlış yaptım?" diye. Önyargılarımızla kendimizi, insanlara cephe haline getirmek yerine, onların da bizim gibi birer insan olduğunu düşünerek bize karşı dostluklarına vesile olsak daha iyi olmaz mı?

Pınar Öğünç'ün de dediği gibi bir insan mülteciyse, mülteciliği insanca yaşamak adına bir kaçış olarak görülmüyor da, sanki yamuk yapmış da sürgün edilmiş gibi görülüyor. İran'dan kaçtıysan ya dinsizsindir, ya da eşcinsel! E tabi kendileri de inanmıyorlar insanların savaşsız ve doğal yapısına uygun yaşayabileceğine. Çünkü kendileri de bireysel yaşamıyorlar. Sistemin tektiplilik dayatmasını normalleştirmişler. Hak sadece verilen kadardır! Fazlası yoldan çıkma veya ahlaksızlık! Ahlaksız sayılmamak için kendileri de kendileri gibi olamıyorlar ve dolayısıyla kendisi olanı, bireysel olanı ahlaksız, dinsiz, vatan haini gibi sistem dışı her türlü sıfatla tanımlayıp ötekileştirileni, bir de kendileri ötekileştirip, ötekiliğini tescil etmeye çalışıyorlar. Güya bu sayede kendi normalliklerini garantiye alıyorlar!

Geçtiğimiz günlerde bir haber okumuştum, "Geleceğin Şehri" diye. Bütün dünya insanları bu şehirde yaşayacakmış. Farklılıkların birarada olduğu kocaman bir şehir. Tam istediğim gibi bir şehir. Kafamı dinlemek istediğimde odama çekilirim ama hayata karışmak istediğimde, dışarıda binbir rengin ve onlarla kaynaşabilme imkanımın olduğunu bilmek çok büyük bir yaşam sevinci ve umudu.

Çok merak ediyorum. İnsan sadece çocukluktan itibaren içselleşmeyle, farklılıklara karşı bir korku veya dolayısıyla nefret duyabilir mi, nasıl duyabilir? Ben buna inanmıyorum. Kültürlerin her daim diri tuttuğu nefret politikası yüzünden oluyor bu ötekileştirmeler. Yoksa insanlar kendi aralarında farklı olsalar da bu kadar nefret içinde yaşamıyorlar. Sadece ülke politikaları yüzünden dışarıya karşı ötekileyen bir konumda yer almak zorunda kalıyorlar. Yoksa insan insandır. Kendi kanımızda-canımızdan olanın kişiliği sanki dört dörtlük mü oluyor? Bir insanın nasıl olacağını, nasıl dini, dili, ırkı, cinsiyeti, cinsel yönelimi belirleyebilir ki? Her ötekileştirdiğimizde gördüğümüz kötü taraf kendimizin yansımasından başka bir şey olabilir mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder