6 Nisan 2013 Cumartesi

Bir eşcinselin en büyük hayali

Bugün bir hayalimden bahsetmeye karar vermiştim. Bahsetmekten vazgeçmedim ama çok istediğim ve hep ertelediğim bir hayalimi, ertelemeye devam edeceğim galiba bu gidişle. Önce hayalimden bahsedeyim, sonra neden ertelemeye devam edeceğimden.

İnsan hayalleri kadar vardır derler ya, bence çok doğru. Çünkü hayal, gerçekleşince insanı mutlu eden, insanın kendi yapısına uygun bir arzudur. O yüzden insan, hayalleri için mücadele eder ve yaptıkları da hayallerinin ürünüdür ne kadar hayalinin başka, yaptıklarının başka olduğunu söylese de.

Ben bugüne kadar mümkün olduğunca yapıma uygun yaşamaya ve yapıma uygun hayallerimi gerçekleştirmeye çalıştım ve hemen-hemen hepsi de oldu. Düşünüyorum da, sadece olabilecek şeyleri mi istedim, yoksa hayallerim mi çok küçüktü? Başkalarına göre lüzumsuz sayılabilir gerçekleştirdiğim hayaller ama bana göre kendimi gerçekleştirmeyi sağlayan büyük hayallerdi. Zaten insanı tatmin etmedikten sonra dünyayı verseniz neye yarar ki? İnsanın kendisi için anlam ifade etmeyen bir şey doğru bir şekilde değerlendirilemez ki.

Genelde hep maddi şeyler hayal edilir ve amaçlara da bu maddiyatla daha kolay ulaşılacağına inanılır. Oysa hiç de öyle olmaz ve maddiyat amaç olmaya devam eder. Başka hayaller zaten yoktur veya maddiyat o hayalleri öldürmüştür.

Farkındaysanız sanatçılar başkalarına göre hep imkansızlıklar içinde yaşamışlardır. Belki onlar kendilerine göre de imkansızlıklar içinde yaşıyorlardır ama bundan şikayetçi midirler bilinmez. Bence şikayetçi olsalar imkansızlıktan kurtulabilirler, en azından kurtulmaya çalışırlar, maddi imkanlar dahilinde bir yol çizebilirler kendilerine. Çünkü sanatçı potansiyeli yetenek üzerine kuruludur ve onlar isteseler bu potansiyeli maddi imkana çevirebilirler.

Ama başkalarına göre boşa harcadıklarına inanılan o zaman, sanatçılar için çok değerlidir. Sanatçı olmayanlar gibi, önce maddi imkanları ilke haline getirerek zamanlarını boşa harcamak istemezler. Çünkü sanatçılara göre insanın ihtiyacından fazla imkana kavuşması gereksizdir. Zaten dünyayı ihtiyaçtan fazla tüketmenin mantıklı bir tarafı var mıdır?

Bana gelince... Ben de bu dünyada kapitalist sistem tabirine göre bir baltaya sap olamayanlardanım. Kısaca ekonomi üzerine bir hayat yaşamadım. Zaten en asgari düzeyde kazancı olan işçilik dışında bir çalışma hayatım olmadı. Kazandıklarımı da müzik albümlerine, kitaplara, dergilere, gazetelere harcadım. Çünkü hayatımı, dinlemeye, okumaya ve her anlamda öğrenmeye adadım. Beynimin içine bir şey sokmadığım her günü kayıp olarak gördüm. Bu bir ukalalık olsun diye falan yapılmış bir şey değil. Böyle tatmin oluyorum çünkü. Ha bu konuda bir şey olabildim mi? Hayır ama böyle yaşamak bana haz veriyor. Bir şey kazanmıyor veya kazandırmıyorum ama en azından çıkıntılarımı törpüleyip daha da yumuşak bir insan olmaya çalışıyorum.  Çünkü asabiyet denilen şey, insan olmanın önündeki en büyük dezavantajdır. Bu olumsuz tarafı yumuşatabilmek için bile, sanatsal ve bilimsel, bilgisel öğretileri yaşam biçimi haline getirmeye değer diye düşünüyorum.

Her neyse... Ben, bana göre çok güzel gelen, özellikle sanatla ilgili biriktirdiklerimi paylaşmayı çok istedim hayat boyunca. Bir sanat mekanımın olmasını çok istedim. İnsanların gelip hoş sohbetler yaptığı, bildiklerini, öğrendiklerini paylaşarak fikir alış-verişinde bulunduğu, bu sayede birbirlerine katkı sağladıkları... Duvarlarını herkesin kendi ürünlerini sergileyebileceği fotoğraf ve resim sergisi olarak kullandığı... Hiç kimsenin çalmaya veya dinlemeye cesaret edemediği, dünyanın en deneysel müziklerinin çalındığı ve bu müziklerin bu mekanın radyosundan da bütün dünyaya yayının yapıldığı... Dünyanın bütün eşcinsel filmlerinin sürekli gösterimde olduğu... Dünyanın bütün eşcinsellikle ilgili kitaplarının bulunduğu bir kütüphanesinin olduğu... İşi daha da abartabiliriz. Abartabiliriz diyorum çünkü, sanatın yaratıcılığına ters düşeceği için, sadece bir kişiyle kısır kalır burası. İçinden gelen herkesin katkı sağlayacağı, çok katılımlı bir mekan olmalı. Abartma işine gelince... Müzikle uğraşanların canlı müzik yapma imkanı da olacak burada. Müziği öğrenmek isteyenlere dersler verilecek ücretsiz. Ve dans... Danssız olur mu? Modern dansların hepsi yapılacak. Tabi en önemlisi de eşcinsellikle ilgili buluşmalara ev sahipliği yapacak. Benim mekan oldu mu size kültür-sanat merkezi. Kalk kalkabilirsen altından. Siz bunun minyatürünü düşünün artık. İmkan oldukça da büyütürüz. Hayalim "ben"li başladı, nedense "biz"li bitti. Yük ağır geldi sanırım. Bugün gene müzik ve film alış-verişi yaptım daha sonra hayalimdeki bu mekanda paylaşabilmek için...

Yazıyı yazmadan önce haberlere bir göz atayım dedim. Tadilattaki Emek sinemasını ziyarete giden sinema eleştirmeni Atilla Dorsay sakallı bir adam tarafından tartaklanmış. Elinden zor almışlar. Sahi kimdir bu adam? Neyin nesidir? Bir sinema yazarına saldırma cürretini nereden bulmaktadır?

Kısa bir süre öncesine dönersek, modacı Barbaros Şansal şiddete maruz kalmıştı. Cemil İpekçi de keza öyle. Daha öncesinde ressam Bedri Baykam bıçaklanmıştı. Kim, neden yapıyor bunu veya yaptırıyorlar? Susturmak mı istiyorlar? Yoksa sadece bir tesadüf mü sanata emek verenlerin saldırıya maruz kalması?

Heykellerin ucube diye yıkıldığı, sanatçıların saldırıya maruz kaldığı bir ülkede sanatla ilgili hayaller ne kadar gerçeğe dönüşebilir? Sadece sanata karşı yobazlık mıdır bu hayallerin önündeki engel? Bu engelin oluşturduğu sanat engellileri suçlamaya ne kadar hakkımız vardır? Sahi sanat kimin içindir? Önce sanatçının estetik bir şekilde kendisini ifade etmesi ve muhalefet olması içindir ama paylaşılamayınca da köpürmez, çoğalmaz ki. Engellerin arkasındaki çaba da zaten bu yüzden ya. Çünkü sanatın muhalefeti en keskin kılıçtan dahi daha etkilidir. Tek darbeyle herkesin aklını başına getirebilir. Gerçek sanat olan muhalif sanat, bu yüzden susturulmaya çalışılıyor. Barış heykelleri bu yüzden yıkılıyor. Çünkü her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını istiyorlar. Herkese söz hakkı ve eşitlik sadece sözde.

Eşcinseller varsa bu ülkede, neden eşcinselliğe dair heykeller, filmler yok? Neden eşcinsel sanatçılar, kendi hayatlarına dair şeyleri paylaşamıyorlar müzik veya edebiyat olarak, heykel veya resim olarak, daha bir çok şey olarak? Oysa en ötekisi eşcinseller ve en çok onlar zulüm görüyor. Neden onlar acılarını çığlık olarak atamıyorlar sanat yoluyla bu ülkede? Çünkü onların bile kendilerine inançları ellerinden alınmış.

2 yorum: