28 Aralık 2011 Çarşamba

Korkunç Bir Dünya!

Daha ilk gazeteyi açar açmaz, yani tıklar tıklamaz geçmişte yaşananlar ve günümüzdeki yaşananları hızlı bir şekilde yüzeysel geçince bile "Bunlar kurgu mu yoksa gerçek mi?" diye inanamıyorum nasıl bir dünyada yaşadığıma.

Bir müftü aracılığıyla "Noel Baba diye birisi yoktur. Aziz Nicholaos diye biri var ama bu uyduruk bir kişidir. Noel Baba baca ve pencereden giriyor. Ama doğru dürüst birisi olsa kapıdan girerdi" diye başkalarının inançlarına dil uzatıyoruz ama kendi dinimiz hakkında laf söylenince hakaret sınıfına sokup "ekşi sözlük" ü kapattırmaya çalışıyoruz.

Bir yazarımızın kitabı (Aslı Tohumcu, "Abis") Milli Eğitim tarafından okullarda okutulması için tavsiye ediliyor,  Türk Eğitim Sen 2 No’lu Şube Başkanı ve bir Milletvekili tarafından da pornografik bulunup şikayet ve Meclis'e önergede bulunuluyor.

Tarihi kültür ve sanat eserleri yıkılıyor, yerine oteller ve ticaret merkezleri dikiliyor.

1978 yılında Maraş'ta olan mezhep ve sağ-sol çatışmalarının sebep olduğu vahşete dair fotoğrafları görünce tüylerim diken-diken oluyor.

Faili meçhul cinayetlerle ilgili olarak Eski Özel Harekat Polisinin iftiralara dayanarak 20 yaşındaki gençleri nasıl öldürdüklerini ve diğer işledikleri cinayetleri okuyunca geçmişimizden korkmaya başlıyorum.

İçişleri Bakanı'nın sanat aracılığıyla terör propagandası yapıldığını söylemesiyse geleceğe dair baskı korkularımı iyice depreştiriyordu. Eşcinselliği namussuzluk, ahlaksızlık, insanlık dışı bir sınıfa sokmasıysa, ne kadar diken üzerinde yaşadığımızın bir delili, sözlü ifadesiydi.

Sonra Maraş vahşetiyle ilgili başka bir yaşanmışlık şok geçirtiyor adeta; “90 yaşında tek gözü görmeyen bir Alevi teyze vardı. Önce tornavidayla onun diğer gözünü de çıkarmışlar. Sonra bahçeye sürüklemişler. Bahçede bir hela çukuru varmış. Teyzenin kafasını o hela çukuruna daldırmışlar, aynı anda da bir arabanın direğini bacaklarının arasına batırmışlar.”

Avrupa'da ekonomik kriz yaşanıyor, Yunanistan iflas etti deniyor ama asgari ücret bizimkinin üç katı hala. Avrupa'nın en fakir ülkesiyiz ama Milletvekili maaşı en yüksek olan gene biziz. Yanlış okumadıysam yıllık 70 bin dolar olan geliri 120 bin dolara çıkarmaya çalışıyorlarmış. Yani kişi başına Milli Gelir'in 1213 katı olacakmış. Kişi başına Milli Gelir de gerçekten kişi başına düşse hiç sorun değil. Zenginlerin cebindeki gelirleri kağıt üzerinde bize gösteriyorlar.

Bu olanlardan sonra iyi şeyler olacağına dair pek umudum kalmıyor açıkçası ne yalan söyleyeyim. Ama Türk insanının umutlarından dolayı gelecek endişesi yokmuş. Hangi umutlar bilmiyorum.

15 yaşındaki bir kız dört kişinin tecavüzüne uğruyor, tecavüzcülerden biriyle düğün yapılıp birlikte yaşamaya başlıyor, yediği dayak yüzünden hastaneye kaldırılınca dram ortaya çıkıyor. Hadi Devletin haberi olmadı diyelim, anne-babayı bir tarafa bırakın vicdan sahibi duyarlı bir kişide mi kalmadı bu dünyada?

Bir kadın birlikte yaşadığı adamın boşandığı eşinden olan üç yaşındaki kızını darp ederek öldürüyor. Resmen çivisi çıkmış bu dünyanın. Eğer bir kadın üç yaşındaki savunmasız bir çocuğu öldürebiliyorsa, diğer yaşananlar bunun yanında hafif kalır.

Avrupa Birliği'ne güvenmeyenlerin oranının yüzde yetmiş'le tavan yapmasıysa gidişatımızın bir göstergesi olabilir mi?

Bir dizi oyuncumuz da evlilikle ilgili soruya, “Ben ilişkide ruhsat sevmiyorum, ruhsatsız takılmayı seviyorum. Aslında çocuk istiyorum ama ruhsat problemi var” Aslında sadece evlilik değil yaşamın her alanında çelişkiliyiz. Hem özgürlük istiyoruz, hem de o özgürlüğün sadece bize ait olmasını istiyoruz. Kendimizin yaptıkları doğru oluyor, başkalarının yaptıklarının yanlış olması için her türlü bahaneyi üretmekte üzerimize yok.

Biraz da magazin testi yapmaya ne dersiniz? Şarkıcılıktan oyunculuğa transfer olan bir erkek şarkıcı dizilerde neden soyunmak ve öpüşmek istemez?
a. Ahlakçıdır.
b. Çok utangaçtır.
c. Eşcinseldir.
d. Oyunculuğun ne olduğunu daha yeni öğrenecektir.
e. Hiçbirisi ama ne?

Şimdi de spor haberleri. Bir Milli sporcumuz daha dopingli çıktı! Oysa biz sporcunun ahlaklısını seven bir millet olduğumuz için eşcinsel futbolcuyu bile yanlış örnek olur diye transfer etmeyi uygunsuz bulmuyor muyduk?

Atalarımızın dediği gibi "söylenecek söz çok da verecek cereme yok".

"Dünya, koca dünya, fani dünya, sanal dünya dünya" diyoruz ama şu yaşanılanları gördükçe "ne korkunç bir dünya" diyorum ben. Aslında korkunç olan ve dünyayı bu hale getiren bizler değil miyiz?

Bu yaşanılan olaylar insanlığa dair diye düşünülebilir ama ben istendikten sonra olmayabileceğine inanıyorum. Kader denilen şey bizim karakterimizse, karakterimizi dönüştürmek, geliştirmek için çaba sarf etmeliyiz. İşe önce kendimizi tanımaktan, kendimizi keşfetmekten başlamalıyız tabii. Bu kötülükleri kendimiz için mi yapıyoruz, yoksa birilerinin, bir şeylerin yok yere fedailiğini mi yapıyoruz? Yada kendi varoluş sebebimizi inkar edip birilerinin, bir şeylerin varolması için sahte kimlik peşinde mi koşuyoruz?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder