6 Eylül 2011 Salı

Kanıt Yok, Kanaat Çok

 "Bombalama eylemlerinin haberini yaparsanız, başınız beladan kurtulmaz. Seni her an tutuklatabiliriz. Ne zaman tutuklatacağımıza biz karar vereceğiz” Bu tehdidi yapan Emniyet baskıyla sansür uygulatamayınca, iki ay sonra gazeteci-yazar "Bombalama eylemlerinin koordinatörü olmak” la suçlanarak tutuklanıyor. Bu yüzden hapis yatıyor ve 8 yıllık yargılama süresince aleyhinde hiçbir delil bulunamamasına rağmen, kanıta değil kanaate dayanarak 18 kusur yıl hapis cezası alıyor.

Aynı gazetenin diğer manşetindeyse Yargıtay Başkanı, "Tutuklama için kişinin suçu işlediğine dair çok kuvvetli bir kanaat olması gerekir, yargılanma hakkının ihlalinden dolayı 25 milyon Euro tazminat ödemek zorunda kaldık" diyerek, sistemin yargısının ne kadar çelişkili kararalar aldığını resmen ispat ve itiraf ediyor sanki.

Biz nasıl güveneceğiz bu adalet sistemine peki? Üstelik bunlar sadece "buz dağı" nın medyaya yansıyan ucu. Mahkemelerde irili-ufaklı  ne haksız kararların alındığınıysa aslında herkes biliyor da, artık o da normalleşmiş, olağan hale gelmiş gibi. Oysa en küçük adaletsizlik bile özellikle kasıtsız olması, insan onurunu ayaklar altına alan ve telafisi mümkün olmayan çok büyük yanlışlardır. Çünkü kasıtsız yapılan yanlışlar sisteme hiç güvenilmeyeceğinin, doğru kanatte bulunulamayacağının da göstergesidir. Sağ duyunun bireysel doğru ve haklılığa göre değil de normlar neye göre şekillendiyse ona göre çalışması, birey olmayı, özgürlüğü, hakkı, adaleti tamamen doğru veya yanlış egemen sistemin kolaycı geleneksel kontrolüne bıraktığı için, bu durum yargının bağımsızlığına gölge düşürür. Oysa kasıtlı yanlış kararları bile insanın çürütebilme şansı, haksızlıklara itiraz edebilme hakkı vardır. Delilini bulup-buşurursun itiraz edersin. Ama yanlışları normal diye gelenekselleştirdiysen, zaten herkes de öyle düşündüğü için alınan adaletsiz kararlara büyük bir dayanak oluşturacak, haksızlığa maruz kalanları da daha sindirecek, çaresiz bırakacaktır. İstenen de bu değil mi zaten?

Yargı yanlış kararları iş yoğunluğuna bağlıyor ama hakimlerin kendilerini yenilemelerini söylerken de kendi kendisini ele veriyor. Ne yazık ki hala egemen sistemin gücü ve de geleneksel yapısı göz önünde bulundurularak kararlar veriliyor. Doğrular ve yanlışlar ortadayken, eşcinsellerin cinsel yönelimlerinden dolayı ayrımcılığa maruz kalırken, nefret cinayetlerine kurban giderken, kanaatler yasalara ve geleneksel kültüre rağmen insanlıktan yana çalışmıyorsa bu hakimlerin kendilerini yenilemediklerini göstermez mi?
Adam eşcinsel olduğu için şiddete maruz kalıyor, nefrete maruz kalıyor, (kalmıyor mu?) ama bir kere de kanaatler bireyden, haklıdan yana çalışmıyor toplumsal yapıya bağ-ım-lılık yüzünden. Herkes mi eşcinsellerin cinsel odaklı yaşadığını, toplumu rahatsız ettiğini düşünüyor? "Eşcinseller kim, eşcinsellerin rahatsız ettiği iddia edilenler kim, bu kişilerin eşcinsellerle işi ne?" diye bir düşünmek, sormak gerekmez mi? Eşcinsellerden rahatsız olduğu iddia edilen kesim cinsel kaza yapmıştır ve sistemden özür dilerse eşcinsellik tahrik bahanesi olur ve kararlar da demokratik bir şekilde alınamaz tabii. Bu belki de sistemin-toplumun-egemen yapının bastırılmışlığının yargı aracılığıyla saman altından yürütülmesi gereken ikiyüzlülüğe ayrıcalığı, boyun eğmeyenlere de bir sus ihtarı, göz dağı, bilinçaltının, içselleşmenin, normalleşmenin dolaylı ayrımcılığı belki de.

Bu taraflılık kasıtlı ama böyle davranılması da kasıtlı olmaktan çıkıp olağan hale gelmiş. Her şeyi biliyorsun ama elinden bir şey gelse de, bir şeyleri değiştirebilsen de zahmete girmemek, kendini yormamak adına yanlış karar almanın, doğru karar almaktan daha külfetsiz olması gibi bir şey oluyor bu durum.

Örneğin adam eşcinsel olduğu için öldürülmüş. Bunun lamı-cimi mi var? Tahrik olmasaymış katil, uçkuruna sahip çıksaymış, nefretine hakim olsaymış. Eee yargı da erkek ama. Üniversitesinin profesörleri dahi eşcinselliği yetiştirme tarzının yanlışlığından kaynaklanan bir sapıklık olarak demeç verirse, yargısının sistemi destekleyen profesörünü yalancı çıkaracak hali yok herhalde.

(Bu konuda ben de yaralıyım ki konuşuyorum. Yoksa ben de yalanın, iftiranın mahkemede bu kadar yerinin olduğunu, hakimlerin gerçeklerden uzak kararlar verdiğini bilmezdim ve sadece Türk filmlerinde olduğunu sanırdım. Oysa insan birazcık kendisine verilen ve toplumda oynaması gereken rolünün dışına çıkarsa, o zaman acı toplumsal gerçeklerle yüzleşiyor.

İnsan hayatı boyunca ayrımcılığa maruz kalanların yanında yer alırken, hiç beklemediği bir anda onların da darbesini yediğini zaman anlıyor heteroseksizmin ele geçirmediği bir mecranın kalmadığını. Sen yıllar boyunca bir eşcinsel olarak kadınların yanında ol, hala da öyle gerçi, sonra da kalk onlar tarafından cephe alın. Önce bünyesinde yer aldığın ve üyesi olduğun, tüzüğünde eşcinsel hakları için de mücadelenin söz konusu olduğu kadın derneği tarafından söylendiği kadarıyla sırf cinsel yönelimin yüzünden kibarca kovul, sonra da bir kadının hakaret ve şiddet iftirasıyla mahkeme tarafından cezalandırıl. (Şu anda temyizde davam.) Oysa iftiraya, hakarete ve saldırıya maruz kalan benim.

Heteroseksizmin yargı gibi kurumları yeri geldiğinde cinsiyetçi çıkarlarına uygun olarak, kanıt gerekmeksizin en ötekilere-eşcinsellere karşı ikinci sınıflığa mahkum ettiği kadın veya diğer birimlerinin tarafını tutabiliyor, sınıf geçirtebiliyor kanaatkar davranarak ama eşcinseller ve gibiler asla bu kanaat notundan faydalanamıyorlar.

Hayatta bir eşcinsel olarak, kendime yakın hissettiğim mağdur konumundaki kadınlar tarafından mağdur edilmek tabi ki kadınlığın, sadece erkeklerin değil, kadınların da elinden kurtarılması duyarlılığımdan bir şey eksiltmediği gibi, kadınlığın vahametini daha fazla görmemi sağladı. Çünkü kadınların erkek egemenliğinden tamamen kurtarılmış bir kadınlık istediğinden hiç emin değilim artık. Onlar belki olayların biraz daha kendi kontrollerinde olmasını istiyorlar o kadar. Kadınların teslimiyetçiliği olmasaydı ve akıldan da üstün hiçbir şey olmadığına göre kadın-erkek eşitliğinin hayata geçmesi gerekirdi şimdiye kadar. Bu sadece kadın-erkek eşitliği için geçeli değil, eşcinseller için de geçerli. Onlar ne kadar istiyor bu eşitliği? Önemli olan haklarını isteyip, istememeleri.)

Aynı gazetenin yani Radikal'in Cumhuriyet'ten alıntıladığı bir diğer manşetiyse "komünüst manifestoya yasağın devam etmesi" haberi. Türkiye’de birçok kitabın yasaklanmasına neden olan eski Türk Ceza Yasası’nın “komünizm propagandası” yapmayı suç sayan 142. maddesi 20 yıl önce yürürlükten kaldırıldığı halde, hakimler 70’ li yıllarda söz konusu maddeyi dayanak göstererek kitap toplatmaya devam ediyorlarmış. Çünkü cezaevindeki tutukluların istedikleri bazı kitaplar yönetim tarafından yasaklı olduğu gerekçesiyle içeriye sokulmamış. Yapılan araştırma sonucunda da Emniyet'te bu kitapların kaldırılan eski maddeye göre hala toplatılma kararı olduğu ortaya çıkmış.

Kitaplar toplatılıyordu ama yasalarda olmayan bir maddeye dayanarak da toplatıldığı kimsenin aklına gelmezdi herhalde. Toplumun ahlakını-düzenini korumak gerekçesiyle sadece bahaneler yaratılıyor sanıyordum ben. Hakimler geleneksellikten kurtulamadıkları gibi, eski yasaların etkisinden de kurtaramıyorlar kendilerini anladığım kadarıyla.

Kanaat demişken, okuldan kaçan öğrencilerin de evlerine kanaat önderleri ve imamla ziyerette bulunularak vaaz verilecekmiş. Hadi hayırlısı!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder