Bazı zamanlar psikolojik olarak iyi olmamak, insanın iyi olmayacağı anlamına gelmez. Olumsuzlukları itici güç olarak kullanmak denenmesi gereken ilk yol olmalı. Pes etmek insanın kendinden vaz geçmesi demektir. Kader de acizliğin kaçış sığınağı. Hayatta insanın aciz olduğu zamanlar olabilir. Bu bir yorgunluktan oluşan soluklanma molasıdır daha dinamik olabilmek için benzemek istemediğin, uymadığın, uyamadığın dünyaya karşı.
Kendinden ödün vermeden, en azından daha az ödün vererek insan olarak kalabilmenin düşünme payı, kendini koruyabilme avantasıdır direkt teslim olmak yerine. Hayatın tokadın yemektense, tokadı boşa sallatabilme manevrasıdır.
En önemlisi de insanın kendine saplanıp kalmasından kurtulması için başını sağ-sol yaparak kıtlatıp paslanmama fırsatıdır, başka seslere kulak verme şansıdır. Çünkü kendi hayatlarımızın da yanlış olabilirliğini ihmal etmememiz gerekiyor.
Hayat acımasız değil, insanlar da kendilerini acımasız olarak tanımlamazlar, tanımlanırlar. İyi-lik olarak inandığımız ideolojileri dayatmak yerine, iyiliğimizi, doğruluğumuzu, güzelliğimizi savunma yollarını öğrenip, müdahaleleri bertaraf ederek savunduğumuz değerlerin dayanıklılığını, mükemmelliğini çekici hale getirerek tescilleyebiliriz.
Çoğunluğu bireyselliğe dahil ederek kazanmaya çalışmanın yolu da, olumsuzlukları kendimiz kadar düşünerek mümkün olacaktır büyük ihtimalle. Yoksa kaçarak tersliklerden ne kadar koruyabiliriz ki kendimizi.
Politik olmak kendini koruyabilmek için ne taraf tutmamak olmalı, ne de kendi politikanı dayatmak. "Kazan-kazan" hiç değil. Olumsuzlukları kazanmak olmalı politika.
Kendimizi soyutladığımız kalıplaşmış yaşama dahil olmak için bile sıra oluşmuşsa, daha çok mücadele etmek gerektiğinin göstergesidir bu. Bu da daha çok kazanmak demektir, daha çok başarı fırsatı demektir. Değerlendirebilme kapasitemizi niye geliştirmeyelim.
Beklemek, beklenti içine girmek, hele ki eleştirdiğin dünyadan beklenti içine girmek onursuzluk belki ağır olacaktır ama yakışıksızdır. Hariçtekilerin de normal olduğunun mücadelesini vermiyor muyuz?
Hayatı tercih meselesi haline getirenler kendi gerçeklerini inkar ederek, doğalarının yapısına uymasa da makbule geçeni tercih etmiş olmuyorlar mı? Kendi tercihlerine uymayanları reddetmeleri-dışarıda bırakmaları, kendilerine benzetmeye çalışmaları aslında kendi tercihlerini onaylatma çabası, dolayısıyla tercihkar olanın kendileri olduğunun göstergesi değil mi? Sen kendini inkar etmesen, başkasının tercih etmiş olabileceğini nereden bileceksin ki veya bu seni neden bu kadar alakadar ediyor?
Diyebiliriz ki tercih meselesi, hayatta kendileri olarak var olamayan, doğru veya yanlış çoğunluğun dışında kalma kaygısı olan, asıl tercihi kendileri yaptığı halde kendisi olabilenleri hazmedemeyip "tercih meselesi" diye aşağılayan, dışlayan, ayrımcılık yapan korkakların meselesidir.
Hayatta bir tane "Deniz Yıldızı" bile kazanabilmek için, zihinlere bir çentik atabilmek dünyevi kazanımlarla kıyaslanamayacak kadar çok önemli. Dahili dünyada "Bu gün soru işareti oluşturabildik mi?" diye sormalıyız her gün bitiminde kendimize.
Hep hariçte tutulmak ağır geliyor ama bunu dahili sisteme hissettirerek yerimizin kötü olduğu düşüncesini pekiştirmemeliyiz, çünkü öyle değil, öyle olduğuna inandırılmışlar.
Belki herkesin kendi yapısına uygun kurduğu bir dünyası vardır, korkaklık, teslimiyet de o dünyanın bir gerçeğidir. Ama ben kendi dünyamdan vazgeçmek istemiyorum. Belki yanlıştır, belki doğrudur ama o dünya da benim dünyamdır yaşama hakkımın olduğu.
Vazgeçmeyerek, kendimiz olarak var olmak en doğal olanı bence. Çelişki sayılabilecek egomuza yenildiğimiz anlar olmuyor değil ama mükemmel olduğunu iddia eden-ler kim-ler ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder