25 Kasım 2015 Çarşamba

Mehmet Akbaş; Benim için geç kalınmış bir mabed!


Serhat Ertuna ile tanışalı kaç ay oldu..? Sosyal medyada birbirine ekli idiler; ben de bu sayede tanıştım Mehmet Akbaş ile. Görsel olarak çok karizmatik bir havası vardı Mehmet Akbaş'ın; gözler, saçlar... Altı çizilmiş bir güzellik. Zamanı ne kadar doğru değerlendiriyorum bilmiyorum ama hep bir şeylere, çok şeylere yetişebilme telaşıyla zamanın yetersizliği yüzünden bazen bazı güzelliklerle geç tanışabiliyorum. Mehmet Akbaş'ın albümüyle de öyle oldu ama tanıştım ve o çok derin hazzı yaşadım ya... Serhat Ertuna'yı dinleyince bu tarzda daha önce Kürtçe bir şey yapılmadığını zannediyordum. Mehmet Akbaş da yapmış 2012 yılında çıkardığı albümde benzer tarzda bir çalışmayı... Çalışmanın ilk CD'sini ikinci defa dinlemekte bulunmaktayım duygularımı ifade ederken. E çarpıldım gene. Çok evrensel bir şey olmuş. Hatta nasıl yapılabilmiş; ne güzel bir zihniyet, ne güzel bir mantık... Çok çok mutlu oldum tabi ki dünya müziğine bizden de sağlam bir tuğla koyulmasından dolayı; hatta yüksek bir duvar örülmüş müzik adına. Çok gurur duydum. Tüylerim diken diken dinledim albümden her bir şarkıyı. Sanki çok özel bir yeteneği Doğu'dan almışlar ve Amerika gibi müzik endüstrisinin bütün imkanlarıyla çok evrensel, çok uluslararası iş çıkarılmış gibi. İnanın çok tebrik edilesi. Utandım da biraz geç keşfettiğim için, utandım böyle bir güzelliğin ülkemizde çok tanıtımının yapılamamsından dolayı... Grammy'yi falan hayal ediyoruz sanatçılarımızın alması için ya, Grammy'liği aşmış bir ses, yorum, çalışma... Zamansız bir çalışma, tekrar tekrar sonsuza kadar keyifle dinlenebilecek bir çalışma. Müzik dinlerken insan orgazm olunur mu; evet benim beynimi güzel müzikler orgazm eder, yeniler beni tüm olumsuz düşüncelerden arındırarak. İşte Mehmet Akbaş'ın bu emeği de bu yüksek enerjilerden biri. İnanın her bir şarkısı, her bir notası mükemel bir çalışma. Güzel müzik yapılınca dilin hiçbir önemi kalmıyor. Melodiler duyguların ifadesi olarak geçiyor insana ve işliyor en derinden. Daha önceki yazılarımda belirttiğim gibi ben müzik dinlerken kelimeler, sözler anlamını yitirir; bana hissettirdikleridir şarkıların sözleri. Müzikte notalardır benim algıladığım sözler, bana hissettirdiği duygulardır ve Mehmet Akbaş büyük sesi ve derin duygusuyla benim de istediğim şekilde, duygusuyla ifade ediyor anlatmak istediklerini. Bir işi evrensel kılan da duygusunun derinliği değil midir? Teknik olarak yapılması gerekenler zaten yapılması gerektiği kadar yapılmış. Alt yapıda pop da var, Rock da var, Senfoni de var... Çağdaş bir düzenleme ve yorumculuk var... Doğu'nun insanını sarıp sarmalayan ezgisi de var, Batı duygularını yücelten Vatikan kiliselerindeki ilahiler gibi operası da var... Arka vokallar şarkıları daha da çok sesli, daha akustik yapmış. Mehmet Akbaş'ın sesi insanın hücrelerine işliyor zaten. Ama Rock tınıları albümün puanını daha da yükseltiyor. Bu arada bu albüme sadece Kürtçe diyemeyiz. Türkçe de söylemiş, Kürtçe de. Zaten birlikte yaşayacaksak, birbirimizi anlamak adına birbirimizi ihmal etmemeliyiz. Albümde beni lime lime eden bizden bir tını olduğu için "Esmerxan" oldu. E çünkü içselleştirmişiz bu tür duyguları. Michael Jackson'ın "Balck Or White" alt yapısını da duyabiliyorsun bir şarkıda. Mehmet Akbaş'ın sesi o kadar yüce bir ses ki, müzikte çok alışık olmadığımız Kürtçe'yi bile nasıl sevdiriyor insana (Bade Saba)... Doğu ezgileri kültürünün yansıması olarak da kıvrımlıdır; Batı gibi düz değildir nota olarak falan. İşte bu duygular, çağdaş bir alt yapı ve düzenlemeyle buluşunca tadına doyulmaz dinletiler çıkmış ortaya(Leyla). "Hewno Gran" tokat gibi insanı kendine getiren hit bir şarkı. Albümde en çok sevdiğim şarkı bu oldu. Düzenleme çok güzel, vokal kullanımları çok üst seviyeden. Benim hamurum özgürlüktür; teslim olmam asla hiçbir şeye ama Mehmet Akbaş'ın müziğine gönüllü teslim oldum. Yanlış anlaşılmasın, kimsenin dini duygularını rencide etmek gibi bir düşüncem yok ama çok ilahi bir çalışma olmuş desem... Dinle dinle doyamıyorum albüme. Beynimin müzik player'ında sürekli dönecek bir albüm. Albümden ikinci CD'yi dinlemeye başlıyorum ilkini üstüste 4 defa dinledikten sonra. Hani çok klişe olsa da çok içten olan bazı cümleler vardır. "Çok güzel yaaa, ben bunu çok sevdim..." gibi. Duygularımı en rafine böyle anlatabilirim sanırım. İlk şarkıdaki(Mirad) ud, Sezen Aksu'nun "Sarı Odalar" havasını vermiş. Albümde Sezen Aksu ruhu da var diyebiliriz miyiz? Burada Serhat Ertuna'ya da bir selam çakmak istiyorum. Çünkü bu güzel duyguları başlatan o oldu bir sabah. Mehmet Akbaş'ı kaç kişi ve ne kadar biliyor bilmiyorum ama benim için beynime kazınan bir müzik terimi artık Mehmet Akbaş ismi. Ajda Pekkan'dan tanıdığımız "Vien Dance Ma Vie"yi de yorumlamış Mehmet Akbaş kendi jargonuna uygun bir şekilde. İnsan, bu adam ne söylese, nasıl söylese dinler bence. Gümbür gümbür müzik yapıyor çünkü; insanın ruhunu da gümbürdetiyor. Her bir şarkıda da yeni heyecanlara yelken açıyor(Berde). Güne güzel başladım Mehmet Akbaş sayesinde... Hayatımın gidişatına ivme kazandıracak bir enerji yüklendim diyebilirim bu sayede. Biraz geç kaldığım bir mabed Mehmet Akbaş ama hiç keşfetmemekten iyidir geç keşfetmek. Duygularımı yeniden taradı, yeniden ördü... Çok evrensel bir deneme yapmış türkülerimiz adına. Ne yapıyoruz; hemen Mehmet Akbaş'ın "P!A" albümünü alarak hayata yeniden başlıyoruz..! Çünkü bu albümün her şarkısında çok yüksek enerji, çok farklı heyecanlar var(Hezn)... Gary Moore "Still Got The Blues" yaparsa, Mehmet Akbaş da "Hor Görme"yi söyler..!

Not: Yazımı, yazım kurallarını ihmal ederek düz yazı şeklinde yazdım. Çünkü hissettiklerimi müdahalesiz aktarmak istedim. Albümün hissettirdiklerini ifade ederken bir çok duyguyu, şarkıyı da ihmal etmişimdir tabi ki heyecandan. O yüzden herkes yaşasın derim bu güzelliği Mehmet Akbaş'ı dinleyerek...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder