12 Aralık 2012 Çarşamba

Eşcinselliğin Kültürümüzdeki Dört Evresi

Kare As; Zeki Müren, Bülent Ersoy, Tarkan, Cem Adrian

Fazla derinlemesine inmeden, bana hissettirdikleri ölçüde yazacağım onları. Kimleri mi? Ülkemizdeki LGBT sanatçıların kare asını. Her biri belli bir döneme damgasını vurduğu gibi, içinde yaşadığımız kültürdeki LGBT'lerin dönemsel anlamda toplumda bulunduğu konumun ifadesi, sembolü olmuşlar diyemesek de, en azından bazıları kabul etmese de, yanlış da bulsa, ışığı, yol göstericisi, cesaret kaynağı olmuşlar. Sembolik kişilere bulundukları dönem ve ortam itibarıyla bakmak, onları daha anlaşılır kılacaktır.

Zeki Müren'in feminen bir eşcinsel olarak ortaya çıkması, eşcinselliğin yanlış tanımlanmasına sebep de olsa, varoluş adına bir açılımdır. Belki gay demenin ne demek olduğunun bilinmediği bir dönemde, eğlendirici manasıyla kendini ifade etmiştir ama, kültürümüzün bir parçası olarak kabul edilmese de, eşcinselliğin yanlış anlaşılmasına ve yanlış tanımlanmasına sebep olsa da, eşcinselliğin bir şekilde olduğunu göstermiştir. Tamam utanmışızdır, dalga geçmişizdir, ailemize yakıştıramamışızdır Zeki Müren'i ve eşicnselliği ama, böyle bir şeyin-eşcinselliğin de olduğunu akıllara getirmiştir Zeki Müren. Bir çok sanatçının piyasada endam eylemesine ve bir çok eşcinselin de kendilerine uyanmalarına vesile olmuştur. "Eşcinsellik feminenlik değildir" demek, bir nevi travestiliğin, transseksüelliğin bilimselliğini bir tarafa bırakın, eşcinselliği içinde yaşanılan kültürde yok saymaktır. Ben de cinsel kimliklerin heteroseksist kültürlerle bağdaştırılarak var olmasına ve tanımlanmasına sıcak bakmıyorum ama direkt yok saymak da ne kadar sağlıklı bir netice verebilir ki? Bastırılmış kimliklerin hangi ölçüde ve ne şekilde olacağına, içinde yaşanılan kültürün yapısı da belirleyici oluyor. Çünkü LGBT'liğin ilk kabul edilir hali, sanırım erkek egemen kültürlerin baskın olduğu kültürlerde eşcinsellerin feminenliği oluyor. (Lezbiyenler de alınmasın lütfen. Çünkü onlar hiçbir zaman varoluş mücadelesinde erkek eşcinselliği kadar ön saflarda yer almadılar. Bunun sebebi de, toplumun lezbiyenliği kabul etmeme durumundan çok, lezbiyenliğin erkek egemen kültürde namus ve cinsellik açısından fazla tehdit unsuru olarak görülmemesinin getirdiği bir esneklik olabilir.)

Ben Zeki Müren dönemini  içinde yaşadığımız kültüre göre LGBT'liğin ilk evresi olarak görüyorum; Topluma göre eşcinsellik, toplumsal yapının bir parçası değil, uzaklarda bizlere bulaştırılmaması gereken sanatçılığa, şarkıcılığa mahsus bir kadınsılıktır. Onlarla eğlenebiliriz (müzikli eğlence anlamında), dalga geçebiliriz, hatta kendimizi keşfedip gizli bir şekilde gerçekleştirebiliriz ama, ancak sanatçı yani dokunulmaz olursak öyle açık olabiliriz. Zeki Müren LGBT'liğin ilk evresinde yanlış da sayılsa, eşcinselliğin, eşcinsellerin bir temsilcisidir. Çünkü bireysel anlamda açılmak mümkün olmayınca, temsilcilerle içimizde kendi gerçeğimizi keşfetmek, bilmek de bir varoluş şeklidir.

Eşcinsellik transseksüellikten farklı bir cinsel kimliktir ama içinde yaşadığımız kültürde ne yazık ki heteroseksüellik dışında kalan bütün cinsel kimlikler travestilik olarak düşünülen eşcinselliktir. Yani bilinen bütün LGBT'ler eşcinsel, onlar da travesti oluncaya kadar feminenlikle idare eden kişiler. Keşke sadece toplum böyle düşünseydi. Ne yazık ki eşcinsellerimiz de böyle düşünüyor ki, eşcinselliğiyle barışanlar travestilik yolunda ilerliyorlar, barışamayanlar da homofobik olup, erkek olarak geçiniyorlar. Travesti yolundaki eşcinseller gizli homofobik eşcinselleri erkek olarak görüyorlar, gizli homofobik erkekler de travesti eşcinselleri, eşcinselliklerinin "Ben onu kadın zannetmiştim" bahanesi olarak görüyor.

Eşcinseller erkek eşcinsel olarak yaşayamıyorlarsa, mecburiyetten travestiliği, transseksüelliği seçmiş olabilirler, bilinçli veya bilinçsiz içinde yaşadıkları erkek egemen kültürü içselleştirmenin verdiği etkiyle toplumsal bazdaki cinsiyet kimliklerine uygun olarak da zihinsel ve bedensel transseksüel olabilirler. Ama ne yazık ki bilginin olmadığı toplumlarda insanlar kendilerini ve ne istediklerini bilemiyorlar. Lütfen bu söylediklerimden de kimse alınmasın. Gerçekten eşcinsellerimiz dahi LGBT'liğin ne olduğunu tam anlamıyla bilmiyor. Cinsel kimlik kategorilerini LGBT' olarak değil de, gay, eşcinsel, homoseksüel, top, ibne olarak kategorize ediyorlar. Oysa hepsi aynı anlama gelen kelimeler. Yani eşcinsellik Zeki Müren'likti, mücadele sonucunda Bülent Ersoy'luk oldu. Çünkü eşcinseller kendilerini kadın gibi hissederler, imkanlar oluşunca da kadın olunur, veya kadın gibi olunur.

80'lerde eşcinselliğin Bülent Ersoy'laştığı, feminenliğin kendini iyice gösterdiği yıllardı. Çünkü erkek, erkek gibi olamıyorsa, kadın gibi olmalıdır eşcinsellere göre de. Erkek egemen toplum sadece erkek ve kadınlığı kabul eder, cinsel anlamda da erkeklik ve kadınlığın rolleri bellidir. Zaten bir erkeğin bir erkeği sevmesi yanlıştır en başta. Bu durumu içselleştiren eşcinseller de ne yapacaklar? Toplumun kabul ettiği toplumsal cinsiyet kalıplarını benimseyecek kaçınılmaz olarak. Kurtuluş kadın gibi olmak, daha ileri boyutta kestirip trans bir kadın olmak. Çünkü erkek egemen toplumu en çok götverenlik rahatsız eder. Transseksüeller de alınmasın lütfen söylediklerimden dolayı ama bu kültürün eşcinsellerinin tamamına yakını da böyle düşünüyor. Çünkü kendilerine erkekliği yakıştıramayanlar kadınlığı benimseyip penislerinden rahatsız oluyorlar, eşcinselliği yakıştıramayanlar da kasıyor da kasıyorlar kendilerini eşcinsellik konusunda. Yani erkekliklerini abartıyorlar da abartıyorlar.

Gerçekten bedenine ters düşen cinsiyet kimlikleri de var yapısal olarak ama eşcinselliğin travestilik olduğuna şartlanmış beyinler de çok fazla. Demek istediğim, beyinsel anlamda transseksüellik dışında, eşcinsellerin kendilerini kabul ettireceği ya da bilinçsiz olarak eşcinselliğin travestilik olduğuna inanılan bir dönem de var ve eşcinsellerimizin bilinçsizliğinden dolayı bu dönem internet çağında tavan yapmış durumdadır. Bu travestisel bilinçsizlik CD başlığı altında mecburiyetten de olsa seks işçiliğiyle kendini tamamlamaktadır, toplumsal olarak da böyle anlamlandırılmakta, bütünleştirilmektedir.

Heteroseksizm açısından eşcinselliğe göre travestilik veya transseksüellik daha az rahatsız edici olmasına rağmen, eşcinselliğe yasal anlamda ceza-i müeyideler ve İran'daki gibi "ya kadın, ya da erkek olacaksınız" gibi dayatmalar olmadığı için, LGBT'lerimiz doğru veya yanlış kendilerini hangi kimlikte ifade edecekleri kendi ellerinde sayılır ülkemizde. Ama travestilik fuhuşla eş anlamlı olduğu için, aileler gizli kalmak koşuluyla transseksüellik yerine çocuklarının eşcinsel olmasını kabul etmektedirler. Erkek eşcinselliği kabul edilmiyor diyebiliriz ama transsesküellik toplumsal anlamda ne kadar kabul edilir bir şey tartışılır. Zeki Müren benzeri feminen eşcinsellik gibi, transsesüellik de bir marjinalliktir toplumumuzda. Yani yapısal anlamda inandırıcılığı yoktur toplum gözünde. Transseksüel olmak da LGBT'ler açısından kolaylık değil zorluktur aslında bu toplumda. Çünkü herkes bağımsız bir Bülent Ersoy Cumhuriyeti değildir.

Konumuz Tarkan'ın cinsel yönelimi, cinsel kimliği falan değil ama 90'lı yıllar eşcinsellerin bedenleriyle barışmaya başladığı döneme tekabül eder. Eşcinsellik hala ayıptır ve gizli kalmalıdır ama eşcinseller artık eşcinselliğin feminenliğinin olması gereken tek doğru olduğuna inanmamaktadır. Belki de o dönemler kişiye özel özgün eşinselliğin yaşandığı dönemler de diyebiliriz ama bu dışarıya yansımamaktadır hala. Eşcinseller artık kendilerini bedensel bir kalıba sığdırmaya çalışmamaktadır ama kendilerini de ifade edememektedir. Hatta bedensel barışıklığın verdiği rahat, eşcinselliğin daha bir inkarına, daha bir kapalı kapılar ardında kalmasına sebep olmuştur. Tıpkı günümüzde internetin sağladığı kolay iletişimden dolayı, eşcinsellerin sokaklardan çekildiği, görünür olmaktan uzaklaştığı gibi. Eşcinsel aktivizm 90'lı yıllarda başlamıştır ama bedensel barışıklık, eşcinsel hakları mücadelesini desteklememiştir. Bu metropoller dışında aynı şekilde günümüzde de devam etmektedir. Eşcinseller kendilerine açılmışlardır ama topluma açılamadıkları için, heteroseksist yaşamı seçerek heteroseksizmin kurbanı olmaktan kurtulamamışlardır. 90'lı yıllarda eşcinsellerin genelini göz önünde bulundurduğumuzda, eşcinselliklerini kendilerine itiraf etseler de bir anlamda eşcinselliğin inkar yıllarıydı ama gene de toplumsal anlamdaki feminen eşcinsellikten kurtulduğumuz, kendimizi bulmaya çalıştığımız önemli bir geçiş dönemiydi.

2000'li yıllar benim gözümde Cem Adrian'lı yıllar. Çünkü eşicinseller direkt çevrelerine açılamasalar da, üniversite veya iş amaçlı göç ettikleri büyük şehirlerde artık kendilerini saklamamaktadırlar. Eşcinselliğin kalıpsal yargılarından kurtulamamış veya "ben ibneyim" diye eşcinsellik çığırtkanlığı konumunda değillerdir ama en azından birbirlerinden kaçmamaktadırlar artık. Toplumdan soyutlanmış da olsalar, küçük gruplar halinde de olsalar eşcinsel yaşamı paylaşmaktadırlar. Eşcinsel hakları konusunda bilinçli değil ve mücadelesine o kadar inanmamaktadırlar ama en azından eşcinselliğin doğuştan olduğuna, eşcinselliği yaşamanın kendi çaplarında da olsa maddi-manevi bir engelinin olmadığına inanmaktadırlar artık. Modernliğin getirdiği görsel değişim de insanlara bir nebze olsun kamuflaj ve aksesuarsal bir ifade, toplumsal anlamda varoluşsal tatmin imkanı sağlamıştır. 90'lı yıllarda da gruplaşma vardı ama 2000'ler gibi çok da özgüvenli değildi. Şimdilerde de eşcinseller bilinçsiz ama en azından cinsellik anlamda artık daha rahat ve özgüvenliler. Doğdukları, yaşadıkları çevrelerde eşcinselliklerini açıklayanlar fazla değil ama, 90'lı yıllarda başlayan eşcinsel aktivizmin geldiği hukuksal nokta ve görünürlük, bir çok eşcinsele cesaret vermiş, az sayıda da olsa çevrelerine açılmalarını sağlamıştır. Hatta eşcinselliğin bu konumu, eşcinselliğin aileler arasında ve içinde yaşanılan ortamda dile getirilmemek koşuluyla kabul edilme noktasına gelmiştir. Aileler bilmektedir ama küçük tepkiler dışında çocuklarını kabul etmişlerdir ve eşcinsellik konusu mevzubahis edilmemektedir. Eşcinsellerin cinsel yönelimleri içinde yaşanılan çeverede de bilinmektedir ama sadece arkalarından dedikoduları yapılmaktadır. Tabi bölgeler arası eşcinselliğe bakış açısı farklılıklar göstermektedir ama ben daha çok Batı coğrafyamızı göz önünde bulundurarak bir tespit yapmış oldum sanırım.

Eşcinselliğimizi daha haykırıp kabul ettiremedik ama topluma isteyip de karıştıramadığımız bir eşcinsel dünyamız oluşmaya başladı. Bu eşcinsel dünya çok da bilinçli olmayabilir, çok da mücadeleci olmayabilir ama en azından var ve varlığı bilinmektedir. Sadece eşcinseller tarafından değil, heteroseksizm tarafından da bilinmektedir ki, eşcinselliğe karşı bir direnç oluşmaya başlamıştır. Batı'dan, gelişmiş toplumlardan bayağı geriden yakalamaya çalışmaktayız eşcinsel haklarını ama heteroseksizmin eşcinselliğe karşı açık bir direnç göstermeye başlaması, karşıtlığını açıkça dile getirmesi bile umut verici. Eşcinseller bilinçsizce de olsa kendilerini biliyorlar artık. Sırada bilinçli bir şekilde kendilerini ifade etme dönemi var. Şimdilik neyi istemediğimizi ucundan da olsa söylemeye başladık. Aşkımızın, sevgimizin kendi cinsimize olduğunu da dile getirdik mi iş tamamdır. Ondan sonrası zaten çok evrensel. Yani feminen, travesti, maskülen ve doğal dönemden sonra kategorisiz bir cinsel dünya.

Eşcinsel evrenin günümüzde de aynı şekilde devamlılığı söz konusu aslında. Toplumsal, travesti, gizli ve doğal. Yani toplumun işaret ettiği şekilde feminen, bilinçsizce toplumsal cinsiyete sırt dayamış bir varoluş, erkekliğin arkasına sığınılıp gizli bir şekilde yaşanılan ve farklı eşcinsellik konumlarının reddedilmesi ve de açık, içinden geldiği gibi yaşanan bir eşcinsellik.

Not: İlaveler veya düzeltmeler yapabilirim zamanla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder