7 Eylül 2014 Pazar

İşçi dediğin ne ki!

Gerçekten cinayetten başka ne denilebilirki işçi ölümlerine? İşçiye, sadece birilerine para kazandırmak için karın tokluğuna hizmet veren birileri gözüyle bakılmaya devam edildiği sürece, bu cinayetler de işlenmeye devam edecektir. Adına kaza diyorlar; tabi kaza diyenlerin canı yanmadığı için başka ne diyecekler? Bir işçi gider, bir işçi gelir. Nasıl olsa mahkum edilmişler sisteme; en başta karınlarını doyurma mücadelesinden elleri başlarına ermesin diye bakmakla yükümlü olunan ve kelepçelerden kurtulmamaları için plansızca arttırılan bir nüfus var. Bütün engellere rağmen eğitim alanlar da gene karın tokluğuna işçi olmak zorunda kalıyor. Çünkü kontenjan hep dolu koltukları kapanlar ve etrafındakilerden dolayı. Bir boşluk bulacaksın da yapına göre hayatını idame ettirebilesin.

Herkes kapasitesine göre iş yapmalı ama işçiliğin de bir değeri olmalı. Sağımlık inek gibi sadece karın tokluğuna çalıştırılmamalı. İşçilerin sosyal hayatı var mı bu ülkede, olabilir mi? Zaten 10-12 saat çalıştırlıyorsun, aldığın kira ve boğazına yetmiyor; bu insan nasıl sosyal bir canlıya dönüşsün? Zaten sosyallikten anladığı ne olabilir ki güzelim yurdum insanlarının hafta sonu piknik yapmaktan başka; kişi başına düşen kitap sayısı kaç, yılda kaç konser veya sinema gibi etkinliğe gidebiliyorlar, kaç kişi sivil toplum örgütleri bünyesinde, kaç kişinin hobisi var çalışmak dışında yaparken moral kazandığı... Daha da genişletebiliriz bu sosyalleşmeyi ama insanlarımızın işten gelince uyuyuncaya kadar televizyon başında kalmasıdır sosyalleşme bu ülkede. Aslında işçilerimiz sosyalleşmenin bile derdinde değil. Yeter ki geçimlerini sağlayabilecek kadar maaş alabilsinler, yeter ki can güvenlikleri sağlansın. Patronlar, ülkemizdeki işçilerin açlık sınırının da altında yaşadığının farkında değiller mi?

Ben de çalıştım 20 sene asgari ücretle karın tokluğuna. Allahtan işim fiziksel olarak kaldırabileceğim zorluktaydı. Psikolojik yıpranmayı göz önünde bulundurmuyorum tabi. Sonra işsiz kaldım ve bir daha iş bulamadım. Çünkü 40 yaşından sonra yaşlısın diye kimse iş vermiyor. Emekliliğim de yaş engeline takıldı. İşveren yaşlısın diyor, devlet gençsin diyor! Emekli maaşı alıncaya kadar açlıktan sürüneceğiz, emekli olduktan sonra da öleceğiz. Ne kadar akıllı şu devlet denilen kurum. BEN şu koşullarda inanın işçi olmaktansa açlıktan ölmeyi tercih ederim. Enayi gibi işverenlere para kazandır, onlar keyfini sürsünler işçilerin alınlarının teriyle, sonra da işçiler aç kalsınlar, ölsünler. İşçiler işverensiz olabilirler ama işverenler işçisiz olamazlar. Ama sistem insanları işçiliğe bir şekilde mahkum etmiş ve kurtulunamıyor.

İstanbul'da bir iş asansörü düşüyor ve işçiler ölüyor. İçinde üniversiteli olan da var, gencecik hayatının baharında yaşama veda edenler de var. Üzülmek ve sorunlara kalıcı çözüm bulmak yerine, herkes kendini kurtarma derdinde bakıyorum da. Devletin polisi tepki gösterenleri biber gazıyla dağıtmaya çalışıyor, asansörcüler ortalıktan kayboluyor, inşaat sahipleri "gerekli kontroller yapılmıştı" diyor, Makine Mühendisler Odası "asansörün bakım tarihi geçti" demesine rağmen... E kim suçlu o zaman; çalışanlar mı? Oysa daha önce de olmuş aynı inşatta kaza ve ölenler, yaralananlar olmuş. Uyarılmış yetkililer "asansör bozuk" diye. Tabi ülkemizde insanın değeri yok ki. Nasıl olsa çok!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder