31 Temmuz 2015 Cuma
Yabancı!
Erkek cinsiyetçiliğinin tek sorumlusu erkekler değil
Çok kısa bir iki cümle sarf edeceğim Meclis'te Bülent Arınç'ın HDP'li kadın milletvekiline "bir kadın olarak sus" demesine. Haberi ayrıntılı bir şekilde okumadım da. Çünkü artık Meclis'te olanlara laf yetiştirmek hiç de çözüm değil. Tepkisizlik, duyarsızlık olartak algılanmasın bu. Tepkisini gösteren gene göstersin, hatta göstermeli de... Ama ben bazen milletvekili de olsa kişiler üzerinden çözüm üretmenin havanda su dövmekten farkı olmadığı için, boşverebiliyorum yanlış da olsa. Çünkü... cinsiyetçi şekilde konuşan kişinin arkasında koskoca cinsiyetçi bir toplum var. Bu milletvekilinin böyle bir cesareti olmasa cinsiyetçi konuşabilir mi? Bu sadece cinsiyetçi yetişip de ağzından cinsiyetçi laf kaçırmak durumu değildir. O yüzden önce erkekleri yetiştiren kadınlarımıza bir bakmamız gerekiyor. Eşitlikçi , özgürlükçü olduğunu söyleyen kadınların bile, iş cinsiyet meselesine gelince ne kadar erkek taraflı cinsiyetçi olduğuna şahit olmuyor muyuz? Kadınlarımız da, cinsiyetçi koşullardan dolayı mecburiyetten erkek cinsiyetçisi diye düşünülebilir ama kadınlar bile cinsiyetçi düşünüp davranırken, bir milletvekilinin cinsiyetçi sözlerini kafaya takmak o kadar da çözümcü bir durum değildir. Belki de sadece cinsiyetçilik konusunda değil, her konuda olaya mağdur ve mağduriyet üzerinden bir bilinçlenme şeklinde çözüm üretilmeli. Çünkü egemen ve mağdur eden, kendi tarafını destekleyen bir düzende düzenini korumak adına insafa gelmeyecektir. Meclis temsilcilerinin her ne kadar geleneksel, muhafazakar bir tabanı olsa da onlardan eşitlikçi ve özgürlükçü bir yaklaşım beklememiz hakkımızdır ama Meclisimiz o kadar toplumumuzun bir yansıması ki çoğunluk olarak... Hatta eşitlikçi, özgürlükçü olanların bile cinsiyetçi olduğunu bilmiyor muyuz..? Eşitlik ve özgürlük anlayışlarının çok da muhafazakar kesimin cinsiyetçi anlayışından farklı olmadığını bilmiyor muyuz? Cinsiyetçilik erkeklerin olduğu kadar kadınların cinsiyetçiliği pekiştirmesiyle de alakalı. Çözüm üretilememesi ise daha çok kadınlarla alakalı... Çünkü kadınların kafasının içindeki kadınlık bile erkekliğin tekelinde; erkekliğin şekilendirdiği bir kadınlık var kafalarının içinde. Erkek bakış açısına göre ahlakçı bir kadınlık, erkeğin kadından daha güçlü olduğuna dair bir algı, teslimiyetçi ve de sahiplenici bir algı... Yani erkekten bağımsız bir kadınlık mevcut değil kadınlarımızın bile kafasının içinde. Hep erkekleri düşünerek bir hareket etme durumu mevcut... Bir de Meclis falan öyle başka dünyaların temsilcisi değil; içinde yaşadığımız dünyanın birebir bir yansıması.
30 Temmuz 2015 Perşembe
Sporu yaşam biçimine dönüştürmek...
29 Temmuz 2015 Çarşamba
Hayat renksiz olsa çekilir mi?
En azından farklılıklaara karşı olumlu yaklaşımlar korkuya dayalı nefreti ve şiddeti azaltacaktır. Farklılıklara karşı atılan her olumlu adım, insanlar arasındaki yabancılığa dair mesafeyi kısaltacaktır.
Meksika'da gençler arasında şiddet olaylarının çok yaşandığı bir yerleşim biriminde-kasabada insanlar (hükümetin de katılımıyla) binaları rengarenk boyamışlar.
Biz de ne yapılıyor; gökkuşağı rengine boyanan yerler gri boyalarla kapatılıyor. Ne için..?
Ne için gerçekten? Hayatın renklerine karşıtlığın sebebi ne olabilir..?
Gökkuşağı renklerinin eşcinselleri temsil etmesi mi?
Başka bir sebebi var mı gerçekten..?
Hayat renkli olsa, insanlar özgür olsa ve birbirlerine sevgiyle yaklaşsa ne çıkar?
İNSANLAR HER NE ŞEKİLDE OLURSA OLSUN BİRBİRİNİ SEVSE NE ÇIKAR?
Sevginin kalıbı mı olur..?
Olursa, gerçek sevgi olmaz zaten.
Bırakın insanlar içinden geldiği gibi yapısına uygun olarak sevsin birbirini..?
Her ne şekilde olursa olsun, sevgiden kötü bir şey çıkmaz çünkü.
İNSAN SEVGİ KONUSUNDA ŞEKİL OLARAK KENDİNİ ZORLAYABİLİRİ Mİ, NEREYE KADAR ZORLAYABİLİR?
İnsan toplumsal baskılara rağmen bile özünü yaşamak ister.
İnsan özünde olmayan bir şeyi zorlasan da yaşamak istemez; yaşayamaz, ne kadar yaşayabilir..?
Bütün bunları neden tekrar söylüyorum..?
Bırakın hayat doğasına uygun yaşansın...
Bırakın özgürlük olsun, eşitlik olsun, kalıpsız bir şekilde sevgi olsun, barış olsun... güzel bir dünya için...
28 Temmuz 2015 Salı
Şarkı söylemek Yeşim Salkım'ın işidir
Yeşim Salkım benim için bir heyecandır...
Çünkü şarkı söyleme tarzını çok seviyorum...
Eğitimi alaturka ama popu da tam layığıyla, tam batı söyleyenlerden.
Mesela son şarkılarından "Şehrin Işıkları"nı dinlerseniz (https://www.youtube.com/watch?v=m55LewrqcAk), ne demek istediğimi anlarsınız...
Amy Winehouse'un "You Know I'm No Good"u gibi başlayan şarkı, tam bir senfonik pop niteliğinde.
Yeşim Salkım da çok evrensel sanatçılarımızdan biri...
Amerika veya Avrupa'dan çıksaydı, uluslararası bir şarkıcı olmaması için hiçbir sebep yoktu...
İyi şarkı söylüyor, daima şarkı söylüyor; hiç irtifa kaybetmiyor...
Çünkü o gerçek bir şarkıcı...
Şarkı söylemek misyonu...
Maxi single, bir şarkının A ve B yüzündeki iki parçadan daha fazlasını barındıran single'dır. 1970'lerde kullanılmaya başlanmıştır. Kaset, CD ve dijital maxi single'lar mevcuttur. David Bowie'nin 1975'te yeniden yayımlanan "Space Oddity" şarkısı, "Changes" ve "Velvet Goldmine" şarkılarıyla birlikte bir maxi single olarak yayımlanmıştır (Wikipedia).
Yeşim Salkım... Konservatuvarlıdır... Şarkıcı Dursun Salkı'ın kızıdır. Şarkıcılığın yanısıra oyunculuk da yapmaktadır. İlk çıkışı "Hiç Keyfim Yok", en büyük çıkışı "Deli Mavi"dir. 47 yaşındadır. Sahnesi en iyi şarkıcılardandır. Müzikal sanatçısıdır da. Köklerinden dolayı Arnavut damarı da mevcuttur! Pop kadar TSM'yi de, Balkan şarkılarını çok mükemmel söylemektedir...
27 Temmuz 2015 Pazartesi
Hangi sevdiğinin yerini hiç kimse tutamaz..?
Sevdiğini kaybetmek, sevdiklerini kaybetmek ama en önemlisi en sevdiğini kaybetmek;
bir arada yaşadığın için onu ne kadar çok sevdiğini kaybetme noktasında anladığın, dediğim gibi kaçınılmaz da olsa kaybetme noktasında ayrılık-veda acısına dayanamadığın, dayanamayacağın,
o noktadan dönebilmek için filmi geriye sarmak istediğin,
kaybetme noktasına gelmeden önce ileride vicdanının rahatsız olmayacağına inandığın ama geçmişteki kendinden pişmanlıklar yaşayıp vicdanının sızladığı anlar...
Gözyaşlarına hakim olamadığın anlar...
Gözyaşlarından utanmadığın anlar...
İnsan kaç kere yaşar bu anları...
Çocukluğunda, gençliğinde, orta yaş halinde...
Hangi acıdır bu..?
Kimin en çok ne tarafı acır?
Kim hangi en çok sevdiğini kaybetmek istemez?
Hangi sevdiğinin yerini hiç kimse tutamaz..?
Kim seni en çok sever,
Kim seni en çok affeder,
Kim seni en çok düşünür gider ayak bile..?
En büyük fırtına nedir sizin için?
Hayata yeniden başlatan nedir heyecanla?
Çocukluğumda, gençliğimde hep kendime sorardım;
Onu kaybetmenin acısını kaldırabilir miyim?
Olağan-kaçınılmaz süreçte bile anladım iki gündür;
HAYIR.
Dünyanın en büyük zorluklarının acısı bile onu kaybetme acısının yanında solda sıfır kalıyorrmuş.
Hayata daha sorumlu başlışyorum yeniden.
46 bitiş(ler)in değil başlangıcın tarihi artık benim için....
25 Temmuz 2015 Cumartesi
Gökhan Özen, Gökhan Tepe, Gökhan Keser, vesaire...
Aslında sevmediğim bir şey hakkında yorum yapmayı sevmememin bir sebebi de bu konuda bir şey söylemeye haddimin olmaması...
Ama kötü bir niyetle yorum yapmıyorum ki...
Keşke iyi bir şeyler yapsalar diyorum...
Gökhan Özen...
Güzel çocuk...
Ama BENİM İÇİN, söylediği Nazan Önceli'in bir şarkısı dışında bir şey ifade etmiyor...
"Maske" diye yeni albümü çıkmış...
Şarkıları dinliyorum ama her şarkıya yarısına kadar bile tahammül edemiyorum desem...
Gökhan Özen, Gökhan Tepe, Kökhan Keser, vsesaire..!
Acaba dinlenebilecek bir şarkı çıkar mı diye bekliyorum her şarkıda...
Benzer girişler, benzer çıkışlar, benzer cıstaklar...
Ben Gökhan Özen olsam...
Yani şarkı söyleyebilecek sesim olacak, bir de Gökhan Özen gibi fiziksel durumlarım olacak...
Yıkarım ortalığı...
Sanırım piyasa meselesi...
Yani arz-talep meselesi, müziğe ticari bakış açısı...
Albümün kapağına bakıyorsun; ciks bir şey ama içinde bir şey yok...
Besteler gerçekten beste mi?
Gökhan Özen isminden yenilen bir çalışma...
Hani yıl sonunda falan yılın kötüleri listesi olur ya...
Bu tarz çalışmalar kötüler listesinde değerlendirilmeye alınmayacak kadar bile vasat...
Bu olumsuz bakış açım aslında Gökhan Özen'le çok da alakalı değil...
Yani müziğimiz adına iyi bir şeyler beklemekle alakalı bir şey...
14 şarkılık albümde, 10. şarkıya kadar tahammül edebiliyorum kısa kısa da olsa; pardon!
Demet Akalın tarzının kötü bir taklidi bile olamamış desem, çok mu ayıp etmiş olurum...
Önemli olan mücadele ruhu
Denizli'de LGBTİ hareketi politik bir şekilde olmasa da LGBTİ'lerin sadece sosyalleşmek amacıyla buluşmaları bile çok güzel bir şey. Çünkü LGBTİ'lerin kendileriyle, kimlikleriyle barışma süreci mücadelenin temeli açısından çok önemli ve bu buluşmaların bulunduğumuz ortamdaki LGBTİ'lere katkısı asla yadsınamaz; yalnız olmadığımızı hissediyoruz, özgüvenimiz artıyor ve görünür olarak bulunduğumuz ortamın LGBTİ'lere bakış açılarını test ediyoruz, hatta içinde yaşadığımız ortamın hoşgörüsüne şahit oluyoruz, homofobimizin kendimiz kaynaklı olduğunu da öğreniyoruz vesaire. Tabi çevrenin de varlığımızdan haberdar olması söz konusu... LGBTİ'lerle heteroseksizm arasında bir temas oluşuyor sonuçta....
Bugünkü toplantıya neden kimse gelmedi acaba? Herkesin işi gücü mü vardı, yoksa toplantı mekanı mı beğenilmedi tarz olarak, semt olarak vesaire..? Bunu tartışmamız gerekiyor...
Her şeye rağmen 1 yıllık süreçte çok güzel şeyler yaşadık. En azından birbirimizi bulduk, birbirimizin varlığından haberdarız artık ve yeri geldiğinde biraraya gelebiliriz. Ayrıca bir haftalık bir gelmemezlik bir şeylerin bittiği veya biteceği anlamına gelmez tabi ki de; bu sadece arzu etmeyeceğimiz bir durumdu diyelim. Daha önceki haftalardan birinde de iki kişilik bir toplantı gerçekleştirmiştik; bu da onlardan bir gibi oldu diyebiliriz.
Bir de şu gerçek var... Elde edilmesi gereken bir eşcinsel hakları var mı; var. Bir hafta çok kişiyle konu tartışılır, bir hafta iki kişiyle, bir hafta da hiç tartışılmayabilir. Hayat sadece LGBTİ'lik bir şey değil ki; bu hafta da önceliklerimiz farklı olmuş olabilir. Ayrıca mücadele de sadece LGBTİ'lerin bir araya gelmesiyle olan bir şey değil... Mutlaka bu hafta da birilerimiz bir şeyler yapmıştır görünür olarak veya hayata karışarak... Yeri gelir bayrak sallarız, yeri gelir küçücük bir mesajla daha etkili oluruz... Yari gelir LGBTTQIA... oluruz, yeri gelir sadece gay oluruz, queer oluruz, bir kişi oluruz... Önemli olan mücadele ruhunun olması. O ruhu da duruma göre çeşitli şekillerde kullanırız; solo veya çok sesli...
24 Temmuz 2015 Cuma
Şarkıda düzenleme çok/en önemlidir
22 Temmuz 2015 Çarşamba
Türkiye'nin Yıldız'ı Tilbe 2015'te 5'te 5 tam 12'den vuruyor bizi!
Bugün tehlikeli bir şey yaptım. Her yere bisikletle gidiyorum ya... Yüzme saatime de bisikletle gidiyorum haliyle. Yıldız Tilbe'nin de yeni albümü çıkmış. Albüm değil aslında EP (Extended play veya EP, ortalama bir albümden daha kısa, genellikle 4-5 şarkı içeren kayıtlardır ya da underground albümler EP olabilir. Süresi genellikle yarım saatin altındadır. Wikipedia). Artık ülkemizde tek şarkılık çalışmalara bile albüm deniyor. Saçma! Bir de TDK'nın verdiği isimlerle anılıyor ya bazı şeyler; mesela single'a tekli deniliyor; çok komik! İşte yüzme saatim gelmiş ama Yıldız Tilbe'nin yeni çalışmasını dinlemem gerekiyor ve ilk defa bisiklet üzerinde müzik dinlemeye karar veriyorum ve trafiğin olduğu bir yolda gideceğim. Dediğimi de yapıyorum. 5 şarkılık çalışma, yani EP yüzme havuzuna varıncaya kadar sürüyor. Dönüşte de eve gelinceye kadar dinledim... Ama tek kelimeyle bayıldım, hatta ayaklarımı yerden kesti diyebilirim. Yıldız Tilbe'yi sevince, insana her şarkısı iyi geliyor. Çünkü Yıldız Tilbe'nin her şarkısı Yıldız Tilbe demek zaten. Çünkü söz ve müzikler Yıldız Tilbe'ye ait. Düzenlemeler de sanki Yıldız Tilbe'nin ruhuna uygun yapılıyor. Bu çalışmada bahsedilecek konu şarkıların düzenlemelerinin şarkıların yapısına uygun olmaları ve şarkıları keyifle dinlenebilir kılması. Çünkü Yıldız Tilbe'nin söz ve müziklerine ne denilebilir ki... Her şarkı güzel; Yıldız Tilbe bizi kendi alemine sürüklemeyi başarıyor gene. Yıldız Tilbe'ye neden doyamıyor, her çalışmasını heyecan ve keyifle dinliyoruz; çünkü doğal; hayatı kendi dilinde anlatıyor; Yıldızca, samimi bir şekilde...
Her şarkıyı sevdim ama en çok 5. şarkı olan "Gönül Vakti"ni sevdim. Şarkının soundu çok güzel, düzenlemesi çok güzel... Davul çok dozunda, gitarlar şarkıdaki Latin havasını çok güzel hisettiriyor, sintizayzır modern bir hava vermiş, keman şarkıyı resmen coşturuyor (Vanesaa Mae'in şarkıları gibi pop klasik), girişteki eloktra da harika... Melodiye zaten laf yok. Şarkının makamı ne olursa olsun onun tarzının belirleyicisi gerçekten düzenleme oluyor. Gerçekten güzel bir şarkı; ben çok beğendim.
Aslında "Yankılandı Aşk"ı daha mı çok sevdim ne... Tam bir pop olmuş. Yaylılar Batı tarzında kullanılınca da şarkıya Arabesk hava vermiyor ama bu şarkının fonunun trompet olması şarkıyı daha Pop yapmış. Şarkının ruhuna da trompet daha uygun düşmüş zaten. Tek kelimeyle zımba gibi bir şarkı. Çok merak ederim hep; şarkıların düzenlemelerine şarkıcılar ne kadar müdahale ediyor? Şarkıcı eğer besteciyse Yıldız Tilbe gibi, mutlaka fikir beyan ediyordur en azından; çünkü şarkı ondan çıkınca, ruhunu yansıtmasını isteyecektir elbet. Ya da düzenlemeciler şarkıya uygun kendi yaratıcılıklarıyla bir düzenleme yapıp şarkıcıya mı sunuyorlar? Klip çekilirse, Yıldız Tilbe'nin ruhunu görsel olarak da yansıtabileceği çok güzel bir şarkı.
Herhalde dillerde marş olacak şarkı "Cıs Yanarsın" olacaktır. Bilindik Yıldız Tilbe tarzında bir şarkı ama insanı içine çeken bir şarkı. Latin tarzı bu şarkıda da hissettiriyor kendini. Yıldız Tilbe'nin hareketli ve eğlenceli şarkılarında bile bir duygu oluyor. Nasıl her albümü, her şarkısı her tarz müziği yansıtıyorsa, duygu bakımından da çok zengin oluyor şarkıları.
"Aşkı İstemek" klasik olabilecek balladlarından. Oturmuş ve içinden geldiği gibi akıtmış gene duygularını. Duduk da mı kullanılmış şarkıda ne... Yaylılar Batı şeklinde. Yıldız Tilbe gerçekten bu sefer tam Pop olmuş. Bir ara şarkıları Arabesk diye Pop kanallarda yayınlanmamıştı...
Açılış şarkısı "Deliyim Aşkından"ı en sona bıraktığıma göre en az sevdiğim şarkı mı oldu acaba? Belki de çalışmanın en güçlü şarkısı, en genele hitap edecek şarkısı...
Kısaca şarkılar güzel, düzenlemeler en güzel... Rock var, Yıldız Tilbe ile özdeşleşmi aşkın pianosu var, Latin var, gitarlar döktürmüş, yaylılar çok mükemmel kullanılmış, şarkılarda belirgin Pop ifade var, her tarza dokunan bir yapısı var şarkıların hem sound, hem düzneleme, hem tür olarak... Duygu olarak da Yıldız Tilbe gibi çok zengin, çok çılgın...
Her şarkıyı sevdim ama en çok 5. şarkı olan "Gönül Vakti"ni sevdim. Şarkının soundu çok güzel, düzenlemesi çok güzel... Davul çok dozunda, gitarlar şarkıdaki Latin havasını çok güzel hisettiriyor, sintizayzır modern bir hava vermiş, keman şarkıyı resmen coşturuyor (Vanesaa Mae'in şarkıları gibi pop klasik), girişteki eloktra da harika... Melodiye zaten laf yok. Şarkının makamı ne olursa olsun onun tarzının belirleyicisi gerçekten düzenleme oluyor. Gerçekten güzel bir şarkı; ben çok beğendim.
Aslında "Yankılandı Aşk"ı daha mı çok sevdim ne... Tam bir pop olmuş. Yaylılar Batı tarzında kullanılınca da şarkıya Arabesk hava vermiyor ama bu şarkının fonunun trompet olması şarkıyı daha Pop yapmış. Şarkının ruhuna da trompet daha uygun düşmüş zaten. Tek kelimeyle zımba gibi bir şarkı. Çok merak ederim hep; şarkıların düzenlemelerine şarkıcılar ne kadar müdahale ediyor? Şarkıcı eğer besteciyse Yıldız Tilbe gibi, mutlaka fikir beyan ediyordur en azından; çünkü şarkı ondan çıkınca, ruhunu yansıtmasını isteyecektir elbet. Ya da düzenlemeciler şarkıya uygun kendi yaratıcılıklarıyla bir düzenleme yapıp şarkıcıya mı sunuyorlar? Klip çekilirse, Yıldız Tilbe'nin ruhunu görsel olarak da yansıtabileceği çok güzel bir şarkı.
Herhalde dillerde marş olacak şarkı "Cıs Yanarsın" olacaktır. Bilindik Yıldız Tilbe tarzında bir şarkı ama insanı içine çeken bir şarkı. Latin tarzı bu şarkıda da hissettiriyor kendini. Yıldız Tilbe'nin hareketli ve eğlenceli şarkılarında bile bir duygu oluyor. Nasıl her albümü, her şarkısı her tarz müziği yansıtıyorsa, duygu bakımından da çok zengin oluyor şarkıları.
"Aşkı İstemek" klasik olabilecek balladlarından. Oturmuş ve içinden geldiği gibi akıtmış gene duygularını. Duduk da mı kullanılmış şarkıda ne... Yaylılar Batı şeklinde. Yıldız Tilbe gerçekten bu sefer tam Pop olmuş. Bir ara şarkıları Arabesk diye Pop kanallarda yayınlanmamıştı...
Açılış şarkısı "Deliyim Aşkından"ı en sona bıraktığıma göre en az sevdiğim şarkı mı oldu acaba? Belki de çalışmanın en güçlü şarkısı, en genele hitap edecek şarkısı...
Kısaca şarkılar güzel, düzenlemeler en güzel... Rock var, Yıldız Tilbe ile özdeşleşmi aşkın pianosu var, Latin var, gitarlar döktürmüş, yaylılar çok mükemmel kullanılmış, şarkılarda belirgin Pop ifade var, her tarza dokunan bir yapısı var şarkıların hem sound, hem düzneleme, hem tür olarak... Duygu olarak da Yıldız Tilbe gibi çok zengin, çok çılgın...
21 Temmuz 2015 Salı
Eşcinseller insan neslini dünyaya sığmayacak kadar çoğaltabilir
Heteroseksist homofobiklerin eşcinsellik karşıtlığının en büyük dayanaklarından biri, insan neslinin tükeneceği korkusudur.
Eşcinsel bir erkek yardım amaçlı lezbiyenlere sperm bağışında bulununca, 1 yılda 13 çocuğun babası olmuş.
Peki buna ne diyecekler şimdi; çocuklar aile ortamında büyümeyince sağlıklı yetişmezler!
Araştırmalar, eşcinsel aile ortamında büyüyen çocukların ruhsal gelişimlerinin ve de hayata karşı başarılı olma durumlarının, heteroseksüel aile ortamında yetişen çocuklardan daha sağlıklı olduğunu söylüyor ama.
Hemen lafı yapıştıracaklardır; hangi araştırmaymış o?
Tabi homofobik bir kültürde senin homofobin, çocuğa fırsat vermeyecektir.
Çünkü sana göre homofobi normaldir. Nedeni de LUT KAVMİ!!!
İnsanın içinde korkuya dayalı ve mantık dışı bir nefret varsa, bahanesi de olacaktır elbet.
Sen ona 2 kere 2 eşittir 4 eder kadar sağlam referanslar sunsan da, o bildiğinden şaşmayacaktır.
Çünkü heteroseksist yaşam biçimine koşullandıysa ve bu koşullanmadan çıkabilecek bir iradesi yoksa veya yapısı zaten o koşullanmaya yatkınsa (ben genetiğe inananlardanım), aidiyetçiliği kaçınılmaz olacak ve farklılıklara bakış açısı öteki şeklinde olacak ve asla kabul etmeyecektir farklılıkları.
Tabi eşcinselliğin insan neslinin sonunu getireceğine dair korkularının cahillikle de alakası olabilir, işlerine öyle geldiği için de olabilir...
Cahillikle alakalı olabilir; Çünkü eşcinselliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar; eşcinselliği erkekliğin iktidarsızlığı olarak görebiliyorlar.
Her zaman söylüyorum; bir erkek bedensel olarak erkek olup, kendini erkek hissedebilir ama cinsel ve duygusal yönelimi kendi cinsinedir. Yani demek istediğim, eşcinselliğin erkek olmamakla ve bedensel olarak işlevlerini yerine getirememekle alakası yoktur.
Haber örneğimizde gördüğümüz gibi de eşcinseller istedikten sonra heteroseksüellerden bile daha hızlı üreyebilirler, insan neslini dünyaya sığmayacak kadar çoğaltabilirler.
Tabi homofobikler dini devreye sokacaklardır hemen dayanak olarak.
Ne diyebilirim ki nefrete değil de sevgiye inanmalarından başka...
http://m.sondakika.com/haber/haber-13-ayda-10-cocugun-babasi-oldu-depresyona-girdi-7523313/
Eşcinsel bir erkek yardım amaçlı lezbiyenlere sperm bağışında bulununca, 1 yılda 13 çocuğun babası olmuş.
Peki buna ne diyecekler şimdi; çocuklar aile ortamında büyümeyince sağlıklı yetişmezler!
Araştırmalar, eşcinsel aile ortamında büyüyen çocukların ruhsal gelişimlerinin ve de hayata karşı başarılı olma durumlarının, heteroseksüel aile ortamında yetişen çocuklardan daha sağlıklı olduğunu söylüyor ama.
Hemen lafı yapıştıracaklardır; hangi araştırmaymış o?
Tabi homofobik bir kültürde senin homofobin, çocuğa fırsat vermeyecektir.
Çünkü sana göre homofobi normaldir. Nedeni de LUT KAVMİ!!!
İnsanın içinde korkuya dayalı ve mantık dışı bir nefret varsa, bahanesi de olacaktır elbet.
Sen ona 2 kere 2 eşittir 4 eder kadar sağlam referanslar sunsan da, o bildiğinden şaşmayacaktır.
Çünkü heteroseksist yaşam biçimine koşullandıysa ve bu koşullanmadan çıkabilecek bir iradesi yoksa veya yapısı zaten o koşullanmaya yatkınsa (ben genetiğe inananlardanım), aidiyetçiliği kaçınılmaz olacak ve farklılıklara bakış açısı öteki şeklinde olacak ve asla kabul etmeyecektir farklılıkları.
Tabi eşcinselliğin insan neslinin sonunu getireceğine dair korkularının cahillikle de alakası olabilir, işlerine öyle geldiği için de olabilir...
Cahillikle alakalı olabilir; Çünkü eşcinselliğin ne olduğunu tam olarak bilmiyorlar; eşcinselliği erkekliğin iktidarsızlığı olarak görebiliyorlar.
Her zaman söylüyorum; bir erkek bedensel olarak erkek olup, kendini erkek hissedebilir ama cinsel ve duygusal yönelimi kendi cinsinedir. Yani demek istediğim, eşcinselliğin erkek olmamakla ve bedensel olarak işlevlerini yerine getirememekle alakası yoktur.
Haber örneğimizde gördüğümüz gibi de eşcinseller istedikten sonra heteroseksüellerden bile daha hızlı üreyebilirler, insan neslini dünyaya sığmayacak kadar çoğaltabilirler.
Tabi homofobikler dini devreye sokacaklardır hemen dayanak olarak.
Ne diyebilirim ki nefrete değil de sevgiye inanmalarından başka...
http://m.sondakika.com/haber/haber-13-ayda-10-cocugun-babasi-oldu-depresyona-girdi-7523313/
Selda hayatın müzikal ifadesi; hep güncel, hep gündem...
Selda'nın müzik hayatının 40. yıl şerefine 40 şarkıdan oluşan 2 CD'lik bir çalışması çıktı. Plak baskısı da mevcut. Selda'nın tüm çalışmalarına seri olarak sahibim... Bu çalışma Selda'yı keşfetmek isteyenler için çok küçük bir özet olabilir ancak... Her şarkıda müzikal ve ruhsal olarak dönemsel bir şeyler yakalamak mümkün. Ama benim için Selda'nın sesinin gücünü ön plana çıkaran Operamsı ve Latin tarzındaki seçilen şarkılar daha önemli. Azeri de çok güzel örtüşüyor Selda'nın sesiyle...
Bazı şarkılar sanatçıları parlatır ama Selda da şarkılara hayat verenlerdendir, şarkılar için şans olanlardandır ama şarkılar Selda'nın sesini kaldırabilecek kadar güçlü, düzenlemeler senfonikse koparır sizi... "Oku Tar", "An Gelir", "Sevgilerde", "Gülüşün Kalır Bende", "Beni Unutma", "Anne Ben Geldim", "O Günler", "Sürgün", "Vurma", "Güvercinleri de Vururlar", "Duvarda Sazım", "Ayrılık" ve "Altın Kafes", "Boyacı Çocuk"...
Ben Selda'yı hayat görüşü olarak da çok seviyorum. Belli bir ideolojinin tuttsağı veya savunucusu değil, doğallığın, doğal hayatın müzikal bir ifadesi Selda... O yüzden hep güncel, hep gündem...
20 Temmuz 2015 Pazartesi
Gerçek sanat ve sanatçılara "özel" ambargo!

19 Temmuz 2015 Pazar
14 yaşında bir eşcinselin idam edilmesine neden sesinizi çıkarmıyorsunuz?
Şehrimiz Denizli'de çok İranlı mülteci var insanca yaşamak adına demokratik ülkelere gitmek için sıra bekleyen...
Çok eşcinsel İranlı mülteci de var...
Ölmemek ve başka ülkelere gitmek için beklerken, imkansızlıktan intihar eden eşcinsel mülteciler de var...
Düşünün...
İnsanlar sevme şeklinden dolayı öldürülüyorlar, ölüyorlar...
Homofobi kötüdür...
HOMOFOBİ SUÇTUR DA...
Çünkü bir insanın ölümüne sebep olmaktadır...
İnsanların homofobilerinin dayanağı din ve Tanrı...
Gerçekten iyilik ve güzellik için varolan manevi bir değer, sevme biçimlerinden dolayı insanların ölmesini isteyebilir mi?
Tanrı gerçekten böyle bir şey isteyebilir mi?
Bence siz Tanrı'yı yanlış biliyorsunuz ve Tanrı'ya kendi nefretinizi atfediyorsunuz...
Çünkü adına ister Tanrı diyin, ister evren diyim, ister doğa diyin, yaratıcının ne olduğuna inanıyorsanız artık...
Yaratıcı, yarattığını, yarattığı şekilden dolayı günahkar ilan etmez...
Öyle olsa bile bırakın biz kendi aramızda hesaplaşalım...
Hesabını kendimiz verelim yaratıcımıza...
Müdahele etmeyin hayatımıza...
Belki öyle değildir...
Öyle değilse, nefretinizden dolayı eşcinsellerin ölmesinin hesabını nasıl vereceksiniz çok merak ediyorum...
Homofobi cahllikten dolayı işgüzarlıktan başka bir şey değldir.
Sevgi, sevmek...
Bunun faydası mı vardır insanlığa, zararı mı?
Bırakın artık saçma sapan eşcinselliğin insan neslini tüketeceği ve de Lut Kavmi hikayesini...
Siz heteroseksüelleşin, soy soylayın, boy boylayın, çoğalın; bunun önünde engel mi var?
Bana özeniyorsanız da özenmeyin kardeşim..!
Hani sizin heteroseksüelliğiniz tek doğru ya...
O kadar çok güveniyorsanız heteroseksüelliğinize, bu korku niye?
Din, iyilik, güzelik, insanlık vesaireden bahsediyorsunuz...
Nefret mi iyilik ve güzelik olan, insanlık olan..?
Unutmayın ki, ağzınızdan çıkan her eşcinsel karşıtlığı homofobiye sebep olmaktadır ve eşcinsellerin ölmesine de...
Ölen her eşcinselin ölme sebebibinin arkasında sizin homofobinizin de vardır...
Çünkü her homofobik düşünce, varolan homofobiyi beslemekte, pekiştirmektedir...
14 yaşında bir çocuk eşcinsel olduğu için idam edildi...
Hiç sorguladınız mı niye diye; içinizdeki eşcinsel karşıtlığının muhasebesini yaptınız mı, ilerisini gerisini düşündünüz mü..?
14 yaşında bir çocuk sevme şeklinden dolayı sallandırıldı..
14 yaşında bir çocuk..!
Sorsanız hepiniz buna karşısınızdır ama eşcinselliğe de karşısınızdır...
Karşı olmsasnız bile tasvip etmeyebilirsiniz...
Karşı olmasanız bile eşcinsellikle heteroseksüelliği eşit görmeyebilirsiniz...
İşte bu eşit görmeme halidir çocuk yaşında eşcinsellerin ölmesine sebep olan...
Çevrenize dediniz mi eşcinseller de insandır, eşcinseller de normaldir, eşcinsellerin de herkes kadar eşit yaşama hakkı vardır diye...
Eşcinselliğin hastalık, günah ve de ana cinsel yönelimin heteroseksüellik olduğuna karşı çıktınız mı?
Ben cevap vereyim; hayır.
İçinizdeki homofobiyi gerçek anlamda temizleyin artık...
Ki 14 yaşında çocuklar cahillik yüzünden oluşan nefrete kurban gitmesinler...
14 yaşında bir çocuk ve sevmek..!
İdam edilen 14 yaşındaki bir çocuğa karşı vicdanlar iflas mı etti acaba?
Ama o eşcinselmiş değil mi..?
Vicdanlar da mı ayrımcı..?!
Bayramda kimseyle bayramlaşmadım diyebilirim...
Bayramda kimsenin bayramını kutlamadım; beni arayıp kutlayanlar dışında, diyebilirim...
Çünkü bayram nedir; iyilik, güzellik, dostluk, arkadaşlık, pozitif enerji, vesaireye dair bir paylaşımdır...
Benim bunlar için bayrama ihtiyacım yok ki...
Ben hayatın sürekli bayram havasında geçmesi taraftarı olanlardanım...
Zaten bir ritüelle dost olacaksam, olmayayım daha iyi...
Bana göre en güzel bayram, samimiyettir.
Birisi beni kızdırıyorsa da öfkemi gösterebileyim, konuşarak anlaşabileyim de...
Geleneksel kurallarla güler yüzlü olup bir şeylerin üstünü kapatma taraftarı değilim...
Tamam, dediğim şekilde yapamıyorsak geleneksel ritüellerle olumlu olmaya çalışalım ama...
Artık çağımızda biraz mantıklı olalım.
Önce bile bile kavga edeceksin, sonra da bayram vesilesiyle konuşacaksın..
Hayır; konuşacaksın, mantıklı olacaksın, olmuyorsa da zorlamayacaksın...
Ben artık bana uymayan şeylerle ruhumu zorlamak istemiyorum...
Ben, hep ben gibi olmak istiyorum..
Ben zaten bayrama tekabül ediyorum...
Bu düşüncelerim de geleneksel kişilere saygısızlık olarak algılanmasın; zaten "niye bayramlaşmadın" saygısızlık anlaşılabilme durumuna bir açıklık getirmeye çalışmak için yazdım bunları....
Çünkü bayram nedir; iyilik, güzellik, dostluk, arkadaşlık, pozitif enerji, vesaireye dair bir paylaşımdır...
Benim bunlar için bayrama ihtiyacım yok ki...
Ben hayatın sürekli bayram havasında geçmesi taraftarı olanlardanım...
Zaten bir ritüelle dost olacaksam, olmayayım daha iyi...
Bana göre en güzel bayram, samimiyettir.
Birisi beni kızdırıyorsa da öfkemi gösterebileyim, konuşarak anlaşabileyim de...
Geleneksel kurallarla güler yüzlü olup bir şeylerin üstünü kapatma taraftarı değilim...
Tamam, dediğim şekilde yapamıyorsak geleneksel ritüellerle olumlu olmaya çalışalım ama...
Artık çağımızda biraz mantıklı olalım.
Önce bile bile kavga edeceksin, sonra da bayram vesilesiyle konuşacaksın..
Hayır; konuşacaksın, mantıklı olacaksın, olmuyorsa da zorlamayacaksın...
Ben artık bana uymayan şeylerle ruhumu zorlamak istemiyorum...
Ben, hep ben gibi olmak istiyorum..
Ben zaten bayrama tekabül ediyorum...
Bu düşüncelerim de geleneksel kişilere saygısızlık olarak algılanmasın; zaten "niye bayramlaşmadın" saygısızlık anlaşılabilme durumuna bir açıklık getirmeye çalışmak için yazdım bunları....
Hocam gerçekten sizin derdiniz ne?!
Bir ilahiyatçı oral seksin fazlasının haram olduğunu söylüyor, başka bir din hocası da haram olmadığını söylüyor. Haram olduğunu söyleyen, haram olmadığını söyleyene diyor ki, "Eşcinsellerin, lezbiyenlerin, erotik site sahiplerinin rahatsızlık duymalarını anlıyorum fakat basiretsiz Müslümanları anlamıyorum. Yoksa onlar da mı bu haramları işliyorlar?"
Eşcinseller kadar başınıza taş düşsün diyesi geliyor insanın...
Ne alıp veremediğiniz var eşcinsellerle?
Sahi ne yapıyor bu eşcinseller size?
Niye bu kadar ilgileniyorsunuz ki bizimle?
Niye bu kadar hedef gösteriyorsunuz ki nefretinize?
Bu dediğiniz seks biçimlerini sadece eşcinsellerin mi gerçekleştirdiğini zannediyorsunuz?
Yoksa eşcinseller üzerinden günah mı çıkartıyorsunuz?
Düşüncelerinize, inanç biçimlerinize ters düşen şeyleri niye eşcinseller üzerinden kötülüyorsunuz ki?
Kötü olan şeyleri eşicnseller dışındaki kimse yapamaz der gibi bir şey çıkıyor ortaya.
Eşcinseller zaten lanetlidir, yapsa yapsa kötü şeyleri sadece eşcinseller yapar der gibi bir şey.
Haramı ancak eşcinseller işler der gibi bir şey.
Farkındaysanız haram bile (eş)cinsellik üzerinden değerlendiriliyor...
Hırsızlık üzerinden falan değil...
Niye?
Niye takıyor ki bu dindar insanlar kafayı bu kadar sekse?
Daha önceki yazılarımda da çok defa değindiğim gibi,
insanları cinsellik üzerinden kontrol etmek en kolayıdır. Ama...
Bu insanların seksi bu kadar kafaya takmalarının en büyük sebebi, seks ile ilgili bir bastırılmışlıklarının ve dolayısıyla yaşayamamışlıkların olmasıdır diye de düşünüyorum.
Ben şimdi cinselliğimi özgürce yaşayacağım, tatmin olacağım ve kalkıp bir de bunun şu versiyonları haram diyeceğim, bunun açıklamasını yapacağım...
Akıl var mantık var...
Ben konuşmak yerine cinselliği yaşamayı tercih ediyorum ve günlük hayatta hiç dilime dolanmıyor;
çünkü tatminsizliğim kalmıyor.
Ayrıca günahı da herkesin kendine, sevabı da...
Günah diyince dini formüllere dayalı mı yaşanacak cinsellik?
Niye konuşuyor ve uzatıyorsunuz ki bu konuyu?
Eşcinseller konuşsa kesin cinsi sapık derlerdi!
Eşcinseller kadar başınıza taş düşsün diyesi geliyor insanın...
Ne alıp veremediğiniz var eşcinsellerle?
Sahi ne yapıyor bu eşcinseller size?
Niye bu kadar ilgileniyorsunuz ki bizimle?
Niye bu kadar hedef gösteriyorsunuz ki nefretinize?
Bu dediğiniz seks biçimlerini sadece eşcinsellerin mi gerçekleştirdiğini zannediyorsunuz?
Yoksa eşcinseller üzerinden günah mı çıkartıyorsunuz?
Düşüncelerinize, inanç biçimlerinize ters düşen şeyleri niye eşcinseller üzerinden kötülüyorsunuz ki?
Kötü olan şeyleri eşicnseller dışındaki kimse yapamaz der gibi bir şey çıkıyor ortaya.
Eşcinseller zaten lanetlidir, yapsa yapsa kötü şeyleri sadece eşcinseller yapar der gibi bir şey.
Haramı ancak eşcinseller işler der gibi bir şey.
Farkındaysanız haram bile (eş)cinsellik üzerinden değerlendiriliyor...
Hırsızlık üzerinden falan değil...
Niye?
Niye takıyor ki bu dindar insanlar kafayı bu kadar sekse?
Daha önceki yazılarımda da çok defa değindiğim gibi,
insanları cinsellik üzerinden kontrol etmek en kolayıdır. Ama...
Bu insanların seksi bu kadar kafaya takmalarının en büyük sebebi, seks ile ilgili bir bastırılmışlıklarının ve dolayısıyla yaşayamamışlıkların olmasıdır diye de düşünüyorum.
Ben şimdi cinselliğimi özgürce yaşayacağım, tatmin olacağım ve kalkıp bir de bunun şu versiyonları haram diyeceğim, bunun açıklamasını yapacağım...
Akıl var mantık var...
Ben konuşmak yerine cinselliği yaşamayı tercih ediyorum ve günlük hayatta hiç dilime dolanmıyor;
çünkü tatminsizliğim kalmıyor.
Ayrıca günahı da herkesin kendine, sevabı da...
Günah diyince dini formüllere dayalı mı yaşanacak cinsellik?
Niye konuşuyor ve uzatıyorsunuz ki bu konuyu?
Eşcinseller konuşsa kesin cinsi sapık derlerdi!
En homofobik olan polis veya devlet mi?
Eşcinsellerin, transseksüellerin baş belası denilince direkt polisler akla geliyor. Oysa homofobinin veya bastırılmışlıkların veya ahlakçı geçinip de, bu ahlak anlayışını delmenin meslekle ne alakası var. Yanlış anlaşılmasın; militarist veya devletçi falan değlim, bir mercinin korumacılığını falan da yapmıyorum ama polis homofobik ve ahlakçı toplumun, hatta dünyanın sadece bir uzantısı, bir güvenlikçisi. Sınırların dışına çıkma veya keyfiyet olmuyor mu görev esnasında; hangi birimde olmuyor ki? Ama LGBTİ'lerde de şöyle yanlış bir algı var; polis daha LGBTİ düşmanıdır, daha homofobiktir. Eğer kimin daha homofobik olduğuyla ilgili bir kıyaslama yapacaksak, önce en yakınımızdan başlamak gerekiyor. Zaten devlet ve güvenlikçisi kime hizmet ediyor, kimin seçimiyle orada bulunuyor. Biliyorum devletin daha eşitlikçi, daha demokratik olması gerekiyor bulunduğu konum itibariyle ama bu eşitsizlik ve antidemokratiklik sadece LGBTİ'ler ve onlara takınılan homofobik veya transfobik tutumlar değil ki... Her alanda ayrımcılıklar ve ayrıcalıklar oluyor geleneksel toplumlarda. Biz ne kadar "sistem"ciyiz veya değiliz, olaya oradan başlamak gerekiyor. Canımızın dayanılmaz noktasında yanmasına kadar biz de sessiz kalmıyor muyuz haksızlıklara karşı? Sonra da polis bana şöyle şöyle davrandı, şöyle şöyle teklifte bulundu diyoruz. Bunlar bana "şey" gibi geliyor... ne bileyim çok da samimi ve lüzumlu açıklamalar gibi gelmiyor. Haksızlıklara karşı karşıtlığımız herkese karşı olmalı; ailem duyacak diye çevrenden gizlen, ayrımcılıklar canını yakınca da rahatsızlığını dile getir. Dile getirme demiyorum; getir ama her zaman, her yerde, herkese karşı dile getir ki, kolluk kuvvetleri bu sessizlikten cesaret bulamasın. Her iki cepheden de mücadele vermek gerekiyor homofobiye karşı; hem içinde yaşadığımız toplum bazında, hem de yasal olarak. Çünkü ne toplum kabul etmeden yasalar çok etkili kullanılabilir, ne de yasalar LGBTİ'lerin güvenliğini yazmadıktan sonra toplumun ahlakçılığı, keyfi davranması, ayrımcı tutumu durdurulabilir. LGBTİ'lerin yapması gereken bıçak kemiğe dayanınca değil, her zaman ve her yerde, herkese karşı haksızlık karşısında duyarlı olmak ve haksızlığa karşı mücadele vermek... Homofobi veya transfobi konusunda çözüm için olaya biraz daha objektif bakmaya çalışmalıyız...
18 Temmuz 2015 Cumartesi
Yaşlılık Hapishanesi!
"Ben gençliğin ne demek olduğunu bilirim, ama sen yaşlılığın ne demek olduğunu bilemezsin" diye...
"My mother", "my faher"a dermiş yaşlandığında, "hiç mi gücün kalmadı?"...
Şimdilerde "My mother"ın hiç gücünün kalmadığını biliyorum, onu anlayabiliyorum...
Ama kabul edemiyorsun işte...
Hep uzatmaya çalışıyorsun bitişi...
Nereye kadar, ne zaman kadar..?
Yaşlılık gerçekten anlatılacak bir şey değil...
Anlatırsan eksik kalır...
Yaşlı olmayınca, yaşlıyla birlikte yaşamak bile, ne kadar empatik olursan ol, yaşlılığı anlamak için yetmeyebilir...
Heteroseksist bir dünyada eşcinsel olmak zor olabilir...
Türcü bir dünyada hayvan olmak da en zoru diyebiliriz...
Çocuk olmak da zor yetişkinlerin egemen olduğu bir dünyada...
Engelli olmak belki de psikolojik olarak en ağırı şeklci dünyada...
Mülteci olmak da zor koskoca dünyaya sığdırılamadığımız için...
...
Belki özgür bir beyin için ifade özgürlüğünün olmaması kadar ağır bir şey olmayabilir....
vesaire...
Hayatta zor olan şeyde belirleyici olarak, o an yaşanan sıkıntı önceliklidir...
Ama yaşlılık dışında hayata karşı bir umut yok mudur yaşanan en zor şeyde bile ...
Veya adaptasyon sürecini atlattıktan sonra yaşamaya devam edebilirsin ama yaşlılıkta gidiş biletin kesilmiştir ve sona doğru yolculuk sıkıntılıdır (Keşke robotlara beyin transferlerimiz bir an evvel gerçekleştirilebilse de, arızalanan uzuvlarımız çok kolayca değiştirilebilse).
Hayatta yaşlı olmak kadar zor bir şey yok diye düşünüyorum.
Üstelik bu zorluk sadece yaşlılar tarafından yaşananı...
Diğer tarafın şikayetçi olmaya hakkı var mı?
Geleneksel bakım dışında, bu ülkede yaşlılığı düşünen sağlam bir proje var mı teoride ve pratikte?
Daha eşcinsel yaşlısını, engelli yaşlısını, vesaire yaşlısını hesaba katmıyoruz bile...
Türk Pop'unun 1 numaralı şarkısı: Tarkan - Kuzu Kuzu
Bir kere sonsuz kere dinleyebiliyorum şarkıyı hiç sıkılmadan. Neden mi?
Çünkü şarkının soundu zamansız; gümbür gümbür ve hiç eskimiyor.
Düzenleme çok harika. Yaylılar çok güzel kullanılmış, davul tam kıvamında... Şarkının finaline doğru kullanılan darbuka, şarkıcıyı, şarkının çıkış coğrafyasını, vesaireyi çok güzel tamamlamış, hatta şarkıya anlam katan nokta gibi.
Şarkıyı bu kadar sevmemde etkili olan tabiki de Tarkan. Nokta.
Tarkan diyince de ilk aklıma gelen şarı "Kuzu Kuzu". Neden mi?
Çünkü Tarkan'ın oryantal tarafıyla o kadar örtüşmüş ki şarkı...
Söz ve müzik de Tarkan'a ait.
Ya klibe ne demeli...
Klibi çeken Metin Arolat'a da kocaman teşekkürler. Tarkan'ın ruhunu okumuş, ona göre bir çekim yapmış işte.
Çok egzotik bir arka fonu var klibin. Tarkan'ı da öyle ön plana çıkarmış ki çekim mekanı... Gerçek bir yıldız gibi parlıyor... O da kendini göstermiş de göstermiş dansıyla... Sanki "Tarkan işte bu!" demiş. Meydan okumuş işte bir şeylere. Buram buram özgürlük kokuyor dansında...
Ben Tarkan'ın dansında estetizmin zirvesini görüyorum...
"Erkek dans eder en özgür bir şekilde ve estetizm erkekte de çok güzel durabilir..."
Ben bu klibi izleyince, heteroseksizmin kalıpsallığına bu meydan okumayı görüyorum.
Tarkan ayrıca en güzel bu klipte...
O kaşlar, o gözler, o dudaklar...
Hele o ziller...
Kalça, göbek...
Bu şarkı ve klibini her tıkladığımda kendimden geçiyorum, resmen mest oluyorum...
Benim için estetik bir şölen adeta...
Tıkla tıkla izle, tıkla tıkla izle...
Bir ömür boyu...
Ömür gibi şarkı...
İzledikçe insanın ömrüne ömür aktıyor...
Hele o transparan beyaz gömleğinin sadece iki düğmesini ilikleyip bedenini müziğin oryantal ritmine teslim etmesi... Arada bir göğsünün ucunun gözükmesi falan...
"Baaak!" derken gerdan kırılıp kahkül geri atılıyor...
Öyle bir "cık" diyor ki, insanın Tarkan'ın ağzını yiyesi geliyor...
Yere çömeldiğinde dizlerini okşayışı...
Fetişleştirilmeyi fazlasıyla hak ettiği için, Tarkan'a bu derece hayran olmamak elde değil...
Hücrelerinin incelikli ahengi, bedeninde gösteriyor kendini...
O, dans ederken kendinden geçiyor, biz de onu izlerken...
Bu dünyadan koparken, bizi de koparıyor...
Sallıyor da sallıyor, sallanıyor da sallanıyor neşeyle...
Yere çömelip kalktıktan sonra saçlarını sağa sola savurması veya başını geriye doğru atması insanın içini ürpertiyor...
Bakışları insanın duygularını delip geçiyor...
Suratını elleriyle öyle asil bir şekidle okşuyor ki... sanki beni seviniz diyor...
Evet seni çok seviyoruz Tarkan...
16 Temmuz 2015 Perşembe
Kedi öldürmek...
Kediler...
Kedi diyince benim için akan sular durur...
Çünkü...
Bana insandan daha değerli geliyor...
Onlarda bulduğum huzuru insan türünde bulamadım ne yazık ki...
Onlar sevgiye sevgiyle karşılık verebiliyorlar çıkarsız bir şekilde...
Onlara dokunduğum zaman kendimi çok iyi hissediyorum ama insana yaklaşmak bile bir çıkmaz benim için; ne ile karşılaşacağımı bilmiyorum çünkü...
Çok doğal canlılar kediler; insanların doğalarını kaybetmelerinden dolayı belki daha yakın hissediyorum kedilere kendimi.
Kedilerim beni mesela kedi gibi görüyor da, ben de gerçekten kedi gibi hissedebiliyorum kendimi.
Kedilerimin, kedilerin ölümü, insanların ölmesi kadar acı veriyor bana, hatta daha fazla..
Özellikle şehir yaşamında çok kedi cesediyle karşılaşıyorum sokaklarda... Sırf insanların dikkatsizliği yüzünden ölüyorlar...
Kimsenin umrunda mı; hayır...
Bugün bir haber okudum...
Avustralya'da 2 milyon kedi öldürülecekmiş...
Kuş gibi bazı canlıların kediler yüzünden neslinin tükenmesi gerekçesiyle...
Acaba?
İnsanlar başka canlıların geleceğini düşünüyor mu gerçekten?
İnsanlar yüzünden kedilerin nesli tükenseydi, insan sayısında azaltmaya gidilecek miydi?
Bilmiyorum ama bir çok canlının neslinin tükenmesinin sebebi, insan türünün çevreyi sorumsuzca kullanıp çevrenin dengesini bozmasından değil mi?
İnsan türü doğanın dengesi için, bazı canlı türlerinin geleceğini düşünebilir mi gerçekten?
Öyle olsa bile bu katliamı asla ve asla kabul edemem...
Avustralya artık kara listemde...
Tıpkı fok balıklarını ekonomi için katleden Kanadalılar gibi...
Bu konuda anlaşılabileceğimi zannetmiyorum...
Çünkü insanlar insan odaklı yaşıyorlar; gerçekten doğayı düşünmüş olsalardı, bir canlı türünün geleceği için, başka bir canlı türünü katletmezlerdi.
Kedi katliamının arkasında, Avustralyalı insanın kimbilir ne kurnazlığı vardır...
Ülkemizde Leman Sam'ı falan hayvan duyarlılığından dolayı neredeyse linç edecekler; işte böyle bir dünyada yaşıyoruz..
Kediyi öldürmek...
Nasıl bir şey?
Öldürmek nasıl bir şey..?
Bir canlıyı öldürmek...
Onun hayatını elinden almak...
Yaşama hakkına son vermek...
15 Temmuz 2015 Çarşamba
Eşcinselim; hastayım, sapığım..!
Eşcinsellik geniyle doğurganlık geni aynı...
1. ABD'nin Illinois eyaletindeki Norhwestern Üniversitesi'nde yürütülen bir araştırmanın sonuçlarına göre X kromozomundaki Xq28 adı verilen bölgede bulunan genler erkeklerin cinselliğinde etkili oluyor. Uzmanlar erkek eşcinselliğinde rol oynayan bu genlerin, aynı zamanda kadınları daha doğurgan hale getirmesi sayesinde evrim sürecinde hayatta kalabildiklerini söylüyor.
2. Dengeli seçim hipotezi, erkeklerde eşcinselliğe neden olan genetik faktörlerin, aynı zamanda bu erkeklerin anne ve anne tarafından akraba kadınlarda döllenmeye yatkınlığı belirleyen genler olduğunu kabul eder. (İtalya’nın Padova Üniversitesi’nden Andrea Camperio Ciani ve arkadaşları)
3. Eşcinselliğe neden olan genler, dişilerde üreme başarısını arttırmasından ötürü canlı türlerinde korunuyor. (Proceedings of the Royal Society B)
Hastalık, beden veya zihinde meydana gelen, rahatsızlık, dert ve görev bozukluğuna yol açan belirli bir anormal duruma verilen isimdir.
Eşcinsel çekimler, davranışlar ve yönelimler insan cinselliğinin normal ve pozitif bir varyasyonudur. Başka bir deyişle ruhsal ya da gelişimsel bir bozukluğun işareti değildir.
1993 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından eşcinsellik, hastalık sınıflandırmasından çıkarılmıştır.
Eşcinsel davranış yaklaşık 1500 türde gözlemlenmiş ama homofobi sadece insan türünde rastlanmıştır.
O yüzden hastalık olan eşcinsellik değil, insan türüne ait olan korkuya dayalı bir nefret olduğu için tedavi edilmesi gereken ve edilebilir olan homofobidir.
Eşcinsellik bir cinsel yönelimdir, cinsiyet kimliği değil. Bir insan biyolojik ve hissettiği cinsiyet kimliği olarak erkek veya kadın olabilir ama cinsel yönelimi illa ki karşı cinse olacak diye bir koşul yoktur. Heteroseksist bir dünyada toplumsal cinsiyet rolleri biyolojik cinsiyete yüklenmekte, erkek ve kadınlardan da sadece karşı cinsel ilişki beklenmektedir. Biyolojik cinsiyet, cinsiyet kimliği, cinsel yönelim ve toplumsal cinsiyet birbirinden bağımsızdır. Yani bedensel erkeklik ve kadınlıktan, her zaman bildiğimiz anlamda erkeklik veya kadınlık bekleyemeyiz.
Bugün üniversite bitirmiş arkadaşlardan biri beni hasta olarak tanımladı, biri de doğanın doğru cinsel yöneliminin heteroseksüellik olduğunu söyledi. Ben eşcinselliğimi gizleseydim, bana hasta diyen arkadaş, benim hasta olduğumu nasıl anlayacaktı acaba? Heteroseksüelliğin de tek veya gerçek doğru cinsel yönelim olduğunun dayanağı üremek olamaz. Eşcinsellerin de biyolojk olarak üreme yeteneği vardır. Dediğim gibi eşcinsellik sadece cinsel veya duygusal yönelimdir, cinsiyetle alakalı değildir.
Peki eşcinsel aleyhtarlığının en büyük sebeni nedir; bazıları dini gerekçe göstermese de, homofobinin arkasındaki en önemli karşıtlık sebebi veya küçücük de olsa negatif bakış açısı din kaynaklıdır. Din, eşcinselliğin normal olduğunu söyleseydi homofobi veya eşcinseliğe olumsuz bakış açısı olur muydu veya ne kadar olurdu? Canlı tarihinden beri varolan eşcinsellik, insanlığın soyunu şimdiye kadar tüketmemiş de, eşcinselliğin tanımlanıp eşcinsellerin ötekileştirildiği, homofbinin ölümlere sebep olduğu son yıllarda mı tüketecek? Hem eşcinsellik doğal olmasa, heteroseksist bir dünyada eşcinseller ötekileştirilmek için mi heteroseksistlerin dediği gibi eşcinselliği tercih edecek? Sapıklık da diyorlar eşcinselliğe; insanın doğasına uygun mu yaşamasıdır sapıklık, doğasına karşı çıkması mıdır? Ne yani yalan mı söylesin eşcinseller heteroseksüeliz diye? Sevgisiz ve sahte bir yaşam mı istiyorsunuz?
14 Temmuz 2015 Salı
Pozitif arkadaşım HIV Pozitif
Buluşmalarımızda genellikle birbirimizi görmediğimiz süre zarfında neler yaptığımızı konuşuruz, eşcinsel haklarına dair konuşuruz bugün de yaptığımız gibi... Konuyu HIV Pozitif''e getirdi. "İstanbul'da bu sıralar çok HIV Pozitif'le karşılaşılıyor, Denizli'de durumlar nasıl bu konuda?" diye sordu... Ardından, "Ben de HIV Pozitif'im bu arada" dedi. Bende hiçbir tepki olmadı; çok mu duygusuzum, çok mu doğalım ona da dediğim gibi... Ona karşı tabiki de zerre kadar negatif hiçbir şey hissetmedim; ne soğukluk anlamında, ne de başka anlamda... O benim her zamanki gibi gülen yüzüm... Onun hayata pozitif bakması ve bu konuda bilinçli olmasıysa, çok gurur vericiydi benim için. Hikayesini anlattı konuştuğumuz süre boyunca...
Ara sıra zaten yaptırıyormuş HIV testini. Olayı öğrendiği sene nasıl olsa negatif çıkar diye mühim etmemiş. Bir arkadaşının HIV Pozitif olduğunu öğrendikten sonra yaptırdığı testin sonucunu öğrenmeye gidince Pozitif olduğunu öğrenmiş. Doğrulama testinde de pozitif çıkmış. Bu olaydan sonra başka arkadaşları da test yaptırmış ve onlarda da çıkmış. Aslında arkadaşımın bu konuyu benimle paylaşmasının sebebi, erken teşhisin önemi konusunda farkındalık yaratmak için birlikte bir şeyler yapabilme isteği. 1,5 yıl önce HIV Pozitif teşhisi konmuş ve şu anda günde kullandığı bir kapsül hap ile bağışıklık sistemini muhafaza ediyor. Yaşamında fiziksel olarak hiçbir değişiklik yok...
Yıllar önce ben AIDS'e yakalanırsam ne yaparım diye düşündüğü olmuş. Zaten belli bir yaşa gelmiş olurum ve hayatıma da nasıl devam etmem gerekirse o şekilde devam ederim diye düşünmüş. Ama hiç de öyle olmamış. Çünkü bir şeyleri düşünmekle, uygulamak çok farklı oluyormuş. HIV Pozitif olarak yaşadıkça, sorumluluklarının psikolojk baskısını üzerinde hissetmeye başlamış. Mesela sevgilim HIV'li olduğumu öğrenirse ne düşünür; baştan söylesem kabul eder mi, sonradan söylesem benden nefret mi eder..? Benzer konumdaki HIV'liler bu tarz ikilemleri yaşıyormuş çünkü.
İstanbul'da HIV Pozitif Yaşam Derneği varmış, oraya gidiyormuş motivasyon amaçlı. Bu tür ortamların benzer konumdaki insanlar için hayata tutunma konusunda çok önemli olduğuna inanıyor. Çünkü aidiyet duygularının çok kuvvetli olduğu toplumlarda, HIV'lilerin bu durumu atlatmaları psikolojik olarak çok zormuş. Çünkü HIV'lilere uzak bir hayat sürüyoruz ve karşılaştığımız zaman öcü görmüş gibi davranıyoruz. Hal böyle olunca da HIV'lilerin bu durumu atlatmaları o kadar kolay olmayabilir.
HIV konusunda neler yapmaya çalışacağız..? Bu virüse karşı korunma dışında bağışıklık sistemini güçlü tutabilmek adına erken teşhisin önemine dikkat çekmeye ve HIV'lilere karşı önyargıları yıkmak, HIV'lilerin ortak paylaşım yapabileceği bir platform oluşturmaya çalışacağız... AIDS bir eşcinsel hastalığı değil ama HIV'li eşcinseller ötekinin de ötekisi bir konumda oldukları için... ne bileyim, aktivizmin en öncelikli konularından biri olmalı diye düşünüyorum. İnsan başına gelmeyince bazı konularda duyarlı olmayabiliyor ama hayatta her şey birbiriyle zincirleme bağlantılı...
13 Temmuz 2015 Pazartesi
Filenin Sultanları kaybetmelerine rağmen iyi bir hazırlık süreci geçiriyorlar
11 Temmuz 2015 Cumartesi
Eşlerinin eşcinsel olduğunu öğrenip de ayrılmayan heteroseksüeller
Radikal gazetesinde eşlerinin eşcinsel olduğunu öğrenen heteroseksüellerin deneyimleri paylaşılmış. Oradan ilginç başlıklar aktarmak ve kendi düşüncelerimi aktarmak istiyorum bu konudaki gerçek örneklere şahitliğim çerçevesinde.
"Bana göre bir kişiyle 10-20 yıl geçirip onu bir kenara atmak cesurca bir şey değil." diyor kocasının eşcinsel olduğunu öğrenen Emma. Çünkü öğrenilmiş bir kadınlık var... Erkekler üzerine kurulmuş ve feda edilmiş bir hayat... Tabi ki bunun hasarı da büyük olacaktır. Homofobik ve heteroseksist dünya, sadece eşcinsellerin değil, eşcinsellerle birlikte kimlerin hayatını da kararttığını bir bilse. Tabi umrunda mı bireyler; önemli olan heteroseksizmin devamlılığı. Eşcinseller bir şekilde hayatlarına devam edebiliyor öyle veya böyle, gizli veya boşanarak... Çünkü onlar homofobik dünyada acıların ve ayrımcılıkların en büyüğünü yaşıyorlar zaten kendilerini feda ederek; ayrılık benzeri yıkımlar, insanın kendini feda etmesinin yanında hafif kalabiliyor. Eşcinsellerin eşleri, yönelim ayrımcılığı yaşamadıkları ve toplumsal cinsiyeti içselleştirmiş bireyler oldukları için, eşlerinin eşcinsel olduğunu öğrenmeleri de onlara yıkıcı gelebiliyor. Dımdızlak ortada kalıyorlar. Eşlerini kazanmak için rekabet edebilecekleri aynı cinsiyette bir kişi de olmuyor karşılarında. Bir de yıllarca aldatılmışlığın bir acısı var. Hiç sevilmemiş olmak, aşk konusunda hep kandırılmış olmak. Burada eşcinseller ne derece suçlu? Toplum eşcinselliği normal karşılasaydı, bu yanlış evlilikler olur muydu? OLMAZDI. Ama gene de eşcinsellerin heteroseksüel evlilik konusunda direnmesi gerekiyor; hem kendi hayatları için, hem de yanlış evlilik yaptıkları kişilerin hayatları için. İnsanlar şunu unutmasın ki, özellikle çocuklarının eşcinsel olduğunu bilip de, çocuklarına belki düzelir diye heteroseksüel evliliği dayatan aileler, bir gün bir yerde lastik patlar ve hasarı ağır olur. Aşk ve sevgi denilen şeyler, temel ihtiyaçlardır gerçekleştirilmesi kaçınılmaz olan ve bu sağlıklı bir şekilde insanın yapısına uygun bir şekilde gerçekleştirilebilir ancak. Kimse kendini kandırmasın bu konuda. Kocasının eşcinsel olduğunu öğrenen ve ayrılan ama çocuklarının hatırına eski eşiyle görüşmeye devam eden Carol, artık erkeklere güvenemediğini söylüyor. Haklı; çünkü görünürde erkek ama kadınları sevmeyen bir erkek. Demek ki eşcinselliğin cinsiyet kimliğiyle alakası yokmuş. Erkekler için karılarının lezbiyen olması kabul edilebilir gibi düşünülebilir ama iş fantezi süresini geçtikten ve beraber olunan kadının aslında erkekleri hiç sevmediği anlaşılınca, iş çekilmez olur. Düşünseniz ya bir erkek olarak sizi sevmeyen bir kadın... Nereye kadar?
Eşcinsellere sormak istiyorum; Gerçekten, içinde yaşadığımız heteroseksist ve homofobik bir dünya, geleceğimiz adına kendimizden vazgeçmemiz için yeterli bir sebep olabilir mi? Gelecek dediğimiz şey sadece sosyo ekonomik bir yaşamdan mı ibarettir? Bizim kendi yapımız ve kendi yapımıza uygun duygusal ve fiziksel gerçekleştirmelerimizden daha önemli bir şey olabilir mi? Karnın tok, sırtın pek ama sevişemiyorsun; çok acı!
Eşlerinin eşcinsel olduğunu öğrenen kadınlar olduğu gibi, özellikle geleneksel doğu toplumlarında eşlerinin eşcinsel olduğunu öğrenmelerine rağmen, bu evlliği devam ettirmek zorunda kalan kadınlar var. Hatta kadınlar genellikle devam ettiriyorlar bu tür evlilikleri. Çünkü seçenekleri o kadar fazla değil. Hatta kadın bu noktada bile heteroseksizm adına kocasının eşcinselliğini saklamak zorunda bile kalabiliyor (Heteroseksüel erkeklerin o kadar da umurlarında olmayabiliyor eşlerinin lezbiyenliği). Çünkü kocasının namusu kendi namusu. 2. Ekonomik özgürlüğü yok, 3. Eğitimli değil ki, geniş kapsamlı düşünebilsin. Hatta bazı kadınlar için kocalarının eşcinsel olması o kadar önem taşımıyor bile. Yeter ki kendilerini boşamasın. Eşcinsellik dediğin ne ki? 4. Başka erkek bundan daha mı iyi olacak? Bilinçli kadınların eşcinsel erkek tercih etmesi diye bir durum var mı? Eşcinsel erkeklere aşık kadın hikayeleri duyuyoruz. 5. Eşcinsel de olsa, kocasına karşı çıkma gibi bir durumu olabilir mi bir kadının? Öyle bir hakkı var ama hem içsel, hem de toplumsal bazda bu o kadar kolay olmayabilir. 5. Kadın, "kadın"dır heteroseksist toplumlarda; ailesini, çocuklarını, çevresini düşünmek zorunda hisseder kendini. 6. Sahi bir erkeğin bir kadını sevmesi nedir; heteroseksist toplumlarda erkekler kadınları nasıl sever; bir kadının özlediği sevgi ve aşk var mıdır böyle toplumlarda; heteroseksüel erkeklerin kadınlara olan aşkı, eşcinsel erkeklerin kadınlara olamayan aşkından daha üstün olabilir mi?! Çok mu küçümsedim bir heteroseksistin aşkını?
Haram seks fetvası TRT sunucusunu gülme krizine soktu
Regl döneminde sevişme olabilir ama ilişki haramdır.
Sadist ilişki haramdır.
Anals seks haramdır.
Oral seks ileri derecede haramdır.
Sunucu kadın gülme krizine giriyor...
"Kızım benim derdim ne biliyor musun?" diyor hoca.
Sunucu da "Hocam sizin derdiniz ne?" diyor...
Hocanın derdini ben anlatayım...
Seks, erkeklerin dünya üzeridneki en önemli tahakküm araçlarından biri.
Hiç düşündünüz mü bazı şeyleri neden hep erkekler anlatıyor diye?
Yoksa gerçekten bazılarının derdi haram veya günah olabilir mi?
İnsanlar cinselliğe kadar ne günahlar işliyorlar da görülmüyor.
Ama konu cinsellik olunca, birden herkesin ahlakçılığı depreşiyor.
Çünkü seks her anlamda prim yapıyor.
Başka ayıplara günah desen kim tınlayacak ama cinseliğin ayıp bir şey olduğu çocukluktan itibaren içselleştirildiği için, bu tür baskılar, bağnazlıklar etkili oluyor.
Ama benim gibi doğallara işelemez bu tür yobaz baskılar.
Çünkü benim, bile-isteye yaptığım ve keyif aldığım şey niye günah olsun ki?
Güzel olan bir şey günah olur mu?
Güzelliklere karşı olmak günahtır asıl.
Senin çıkarına ters düşecek ve tabular da dayanağın olacak, birilerinin de keyif alarak yaptığı şeyler günah olacak...
Artık birileri sustursun şu günah sevap üzerinden fetva verenleri.
Biz laik ve demokratik bir Cumhuriyetsek, insan haklarını gözeten yasalarla yönetilelim ve toplumu din üzeirnden koşullandırmayı, utandırmayı bir kenera bırakalım.
Sanki hocalar diyince dine uygun seks yapılacak?
İnsanlar günaha girme pahasına gene gerçekleştirecektir kendini.
Şimdi ben günah diye eşcinselliğimi yaşamayacak mıyım?
Bazı gerçekler günah gerekçesiyle gözardı edilebilir mi?
Toplum yanlış diye şartlansa bile, bazı şeyler gerçek ki yaşanıyor.
Gerçeklere de haram demek...
Denizli LGBTİ ve Aileleri oluşumu 1 yaşında
2012 yılında LİSTAG (Şule Ceylan ve Pınar Özer), SPOD (Mehmet Tarhan) ve o dönem Denizli Belediyesi Kent Konseyi Genel Sekreteri Esma Toksoy'un katkılarıyla, Denizli'de ilk resmi LGBTİ toplantımızı gerçekleştirdik.
Geçen yıl da "Benim Çocuğum" belgeselinin Pamukkale Üniversitesi ve Denizli Belediyesi Kent Konseyi'nde gösteriminden sonra 10 Temmuz'da Denizli LGBTİ ve Aileleri'nin temelini attık.
1 yıl boyunca hiç aksatmadan haftada bir buluşmalarımızı gerçekleştirdik.
1 yıllık süreçte de Denizli LGBTİ ve Aileleri olarak "1 Mayıs" yürüyüşüne katıldık, Anti Homofobi Günü'nde stand açtık, "Onur Yürüyüşü"müzü gerçekleştirdik...
1. yaşımıza da irtifa kaybetmeden geldik.
Farklı düşüncelerimiz oldu, belki kırgınlıklarımız ve kızgınlıklarımız da olmuş olabilir ama birlik ve beraberlik içinde olmaktan asla vazgeçmedik.
Mücadele grup işidir; bireysel olarak bir yere varmak ne yazık ki o kadar kolay değil... O yüzden oluşumumuzda yer alan herkes çok önemli, çok değerli... Toplantılarımıza katılan herkese ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum.
Denizli LGBTİ ve Aileleri'nin oluşumuna ön ayak olan Halk Sağlığı Uzman Dr. Nilgül Yalçınoğlu'na da özellikle teşekkür etmek istiyorum. Çünkü o miladımız ve güvencemizdi..
LGBTİ arkadaşlarımıza çok teşekkür ederim...
Ama en çok heteroseksüel olmalarına rağmen bize güç veren LGBTİ dostlarımıza çok teşekkür ederim...
Bize kucak açan mekanımız Tarçın Kafe ve sahiplerine (Özlem hanım ve Mehmet bey) çok teşekkürler...
Oluşumumuza emeği geçen, yanımızda yer alan herkese teşekkürler...
Unuttuklarım mutlaka olacaktır... HDP ve dostlarına, Avukat Perihan Üge'ye de çok teşekkürler...
Üniversite'den bizi yalnız bırakmayan akademisyenler, STK'lardan ve diğer oluşumdan toplantılarımıza katılan dostlarımız... Hepinize teşekkürler...
LİSTAG'tan Denizli'ye etkinlikler için gelen Pınar Özer, Şule Ceylan, Ömer Ceylan, Günseli Dum, Dr. Zeki Yalçınoğlu ve Metehan Özkan'a ve SPOD'dan Mehmet Tarhan'a da teşekkürler...
Denizli LGBTİ ve Aileleri bütün katılımcıların, bütün emeği geçenlerin bir eseridir.
Çocuklarının yanında yer alıp toplantılarımıza katılan ailelerimize de çok teşekkürler...
Ve Türkiye'de bulunduğu sürece hep bizim yanımızda yer alan Esma Toksoy'a da çok teşekkürler...
Kaos GL'ye de katkıları ve bu konuda tüm Türkiye'ye ışık olduğu için teşekkürler...
Bu oluşumla içinde yaşadığımız ortamda dönüşüyor, dönüştürüyoruz...
10 Temmuz 2015 Cuma
Doğa çoğulcudur
Erkekliğin karşısında olan ve çıkarına ters düşen her şey ahlaksızlık olarak kabul ediliyor bu ülkede.
Cinsellik erkekliğin leyhinde işliyor.
Sokakta varoluş erkeklik leyhinde...
Özgürlüğün ifade biçimleri erkekliğin çizdiği sınırlar çerçevesinde. Tabi en başta özgürlük denilen şey erkeklerin tekelinde.
Erkekliği baltalayan her şey ahlaksızlık ilan ediliyor...
Ve müdahale ediliyor buna (erkekliğin çıkarına ters düşen her şeye) erkekler tarafından.
Şiddete maruz kalıyorsun, ayrımcılığa maruz kalıyorsun...
Güvenliğin de tabi erkekliğin müsade ettiği kadar sağlanıyor,
yargı da erkekliğin leyhinde işliyor.
Yani bu ülkede kadın olmanın, LGBTİ olmanın, kısaca erkek olmaMAnın bir haddi var, bir sınırı var, bir çizgisi var...
Yoksa ahlaksızsındır ve erkekliğiğin mübah gördüğü her şeyi hak ediyorsun demektir.
ÇIPLAKLIK KÖTÜ..!
CİNSELLİK KÖTÜ..!
AŞK KÖTÜ..!
FARKLI OLMAK KÖTÜ..!
ÖZGÜR OLMAK KÖTÜ..!
KISACA İNSANCA YAŞAMAK KÖTÜ..! de...
İşin vahim olan tarafı, bunun mağdurlar tarafından da onaylanması...
(Unutmayalım ki, İstanbul'da bu yıl yapılan Onur Yürüyüşü'ne ahlaksızca bakan LGBTİ'ler olduğu gibi, LGBTİ'lerin görünür olmasına bile ahlaksızca bakan LGBTİ'ler var; çünkü heteroseksistleri boşverin, LGBTİ'lerin sınırlarının olmasına inan LGBTİ'ler bile var!)
Gerekçeleri heteroseksizm!
Kabaca, "biz böyle gördük atamızdan..!".
Burası Müslüman bir ülke..!
Burası Türkiye..!
E ben de insanım ayol!
Kendine benzeyeni korumak için dünyayı ayağa kaldırmaya çalışacaksın ama kendine benzemeyeni yok sayacaksın, yok etmeye çalışacaksın, onlara karşı çok acımasız olacaksın...
İnsanlıkta böyle bir şey olabilir mi?
Doğada tek tip insanın olmadığını kabul ettirmekle mümkün olacak insanlar arası eşitlik. Doğa çoğulcudur çünkü.
Bu da eğitimle, eğitimi yaygınlaştırmakla, eğitimi en öncelikli hale getirmekle mümkün olacaktır.
9 Temmuz 2015 Perşembe
Giyimden yaşama androjenizm; cinsiyet geçişgenliği
- Kendi hikayeme başlamadan önce Cross Dresser nedir, ne değildir kısaca açıklamak isterim. Cross Dresser (kısaca CD), karşı cins ile özdeşleşmiş kıyafetleri giyen kimse. Kadın CD erkek kıyafetleri, erkek CD kadın kıyafetleri giyen kimsedir. Kavram kıyafetlerin yanısıra, karşı cins ile de özdeşleşmiş…
* Gerçekten içinizde hiç eşcinsellik yok mu, bunu travestilikle kamufle ediyor olabilir misiniz?
- Var canım, olmazmı... İnsan zamanla kendini tanıyor...
Diane Ehrenhaft ın "Cinsiyet Geçişkenliği"ni okudunuz mu? "Non-Profit" de diyebilirim kendime aslında, ya da insanım diyelim... Cinsiyet ya da cinsel tercih ile kendimizi sınırlamak bana özgürlüğümü kısıtlamak olarak geliyor.
* Bu kimliğin özetleyebilir misin?
- Ehrensaft'ın "cinsiyet geçişkenliği" dediği bu durum, ona göre bir isyan biçimi. Ehrensaft bunun "Gençlerin artık yaygın kimlik tanımlarını kabul etmediğini, belli giysileri giymeleri gerektiğine dair kuralları umursamadıkları" şeklinde açıklıyor. Bu tür bir cinsiyet belirsizliğinin sadece kabul edilebilir olması değil önemli olan, toplumun herkesi ayırt etmeden birey olarak kabul etmesi için bütün mücadelemiz... Dayatmalar değil özgürlüklerdir önceliğimiz...
*LGBTİ'lere karşı da mücadele vermek zorunda kalıyoruz bu yüzden; çünkü onlar da kategorisel şekilde varoluyorlar...
- Aslında hayat boyu bir arayış içinde herkes. Zaman zaman belirli basamaklarda duruyorlar. Belki başka bir basamağa geçiyorlar bir süre sonra. Nerde ve nasıl özgür isek, o zaman mutlu oluyoruz. Sorun şurada başlıyor; toplumsal ve mahalle baskıları, toplumsal mesuliyetler, para kazanmak için gerekli tiyatro sahnesindeki rolümüz ve ailemize karşı olan sorumluluklar ve rolümüz...
Olay özgürlük. Bu senin hayatın diye bir slogan var. Benim hayatımı, aklımı, düşüncemi, hak ve özgürlüklerimi kısıtlayan her türlü kuruma, devlete, veseaireye karşıyım... Cinsel özgürlük de özgürlüklerin bir parçası. Benim cinsel hayatım ve tercihim, benim özelimdir. Herkesin seçme ve seçilme hakkı vardır her anlamda. Biz CD'ler biraz daha geniş bir yelpazedeyiz; CD'lik ile başlayıp, trans ve travesti olan çok arkadaş tanıyorum. Bu arada 43 yaşında olup 6-7 yaşlarında giyinmeye başladım. 35 yıldır CD'yim diyebilirim.
* CD'lik ve transseksüellik arasındaki farkı nasıl tanımlıyorsun?
-CD'lik daha geçişgen ve esnek, trans daha kalıpsal ve heteroseksist. Trans aslında kadın ruhu olup erkek bedeni, yada erkek ruhu olup kadın bedeninde olanlar. Bu sadece ruhen değil hormonal, fizyolojik, genetiksel, vs.. CD'lik sadece zihinsel, yani beyinde...
* Yapı veya beyin birbirinden bağımsız mı..? O zaman çevresel faktörlerin etksi ne travestiliğe?
- Benim pasif deneyimler yaşamam beni bir yere koymadı zaman içinde. Hiç trans yada travesti olasım yok mesela. Travestilik ayrı bir durum, sex işçiliği bir noktada. Yine de onları da sahiplenirim ve kardeşim olarak görürüm, insan insandır. Fakat düşünsel olarak bir noktada değiller. Aralarında kültürlüsü pek azdır...
* CD'lik travestiliğin günümüzdeki tanımı değil mi?
- Bence CD'liğin tanımını yaparsak, DOGMAlaştırmış oluruz. Akışkan bir zemin CD'lik, cinsel akışkanlık, "gender fluidity". "Transvestik fetişizm" diye geçiyor ingilizce literatürlerde. Crossdresser'in tanımı zihindeki fetişizm. Benim için bir tutkudur giyinmek, bir fetişdir, bir yaşam tarzıdır... Bazısı çorap giyip mastürbasyon yapar, onlar CD değildir... Ya da bazı pasif gay'ler çamaşır ve çorap giyerler ama üzerlerinde sırıtır...
* Peki biseksüel olarak tanımlıyor musun kendini?
- Tabi ki biseksüel im. Evliyim 11 yıldır. Eşimi çok ama çok severim. Onun bana olan sevgisini azaltamam kesinlikle. Eşimin yanında çok rahat giyinirim. O bana kıyafet vb.. alır, ben de ona alırım...
* Eşcinsellerin çoğu evli zaten heteroseksist kültürde. Eşcinseller de sevdiklerini söylüyor... Bir vefa mı eşcinsellerin eşlerine sevgisi, yoksa gerçekten eşlerine duygusal bir şey hissedebiliyorlar mı?
* Pasif olarak bilmez eşim beni. Onun için başını omzuna koyduğum kocasıyım. "Pasif"lik benim özelim, 6 ayda yada yılda birdir.
- Ama insanın aktif tarafı olması, onu ne kadar heteroseksüel yapar? Peki kendini tutmak değil mi bu?
* Non-profit tanımını arayıp okumanı rica ediyorum...
* Okurum ama sen kendini o tanım çerçevesinde nasıl tanımlıyorsun. Gerçi yukarıda tanımladın, hiçbir kalıba koymamak şeklinde ama...
- Cinsiyet kalıbı olmayan özgür diyebilirim, "androjen"... Hem zihinde, hem cinsiyet, hemde cinsel tercih olarak androjen...
Kendimi tutmuyorum ki... Ben kendi hayvani üreme ve cinsel güdülerimi aşmış durumdayım. Onlar benim kontrolümde ama benim kadınlara karşı cinsel ve duygusal oalrak mesafem var. Bu sayede zihnimi ve aklımı daha çok kullanabiliyorum. Dünyada her insan birbirinden farklıdır, bazıları birbirine benzer...
"Cinsiyet geçişkenliği" yeni bir deyim. Bu deyimin üzerine okuma ve araştırma tavsiye ediyorum."... "Gender Fluidity", "Post Gender Future Androgyny Rules", cinsiyet geçişkenliği (özgürlüğü diyorum ben). "Fluidity" aslında akışkan demek ama burada bu tanımda kullanılıyor.
Ben bu konuyla ilgili yazıyı yazmadan bir süre önce Lambda'ya gittim bir cesaret açılma toplantılarına... Benim için açılımın başlaması oldu, düşünsel olarak da... Orada gay yada lezbiyen harici CD bir ben vardım...
* Takma isimler de kıyfet gibi CDliğin bir uzantısı mı?
- Benim adım aslında 20 yıldır LegolasCD idi facebook'ta. Facebook LegolasCD ye müsade etmedi, bende Linda Lee ismini aldım mesela...
Gerçek kimliğimizi gizliyoruz, çünkü iş hayatı ve aile hayatımızdaki kimlik erkek kimliği. Hayat sahnesinde tiyatro yapıyoruz. Gizlemek dışında belki de ruhla örtüşen bir şey seçilen isimler de; onu demek istedim.
* Peki CD'lerinki gerçek bir tiyatro mu, mecburiyetten bir tiyatro mu?
- Bizimkisi güzel bir elbise giyinip aynanın karşısındaki o anki mutluluktan ibaret. Hiç bitmesini istemediğimiz tutkudur bizim için. Bir kadın için güzel bir elbise giydiğindeki aynadaki mutluluk, yatakdaki orgazmdan daha büyük bir mutluluktur. Bunu anlamak için kadının yada bir CD'nin gözlerine ve yüzüne bakman yeterlidir.
Sosyal statü, çevre ve refah seviyemizi erkek yaşantımız ile kazanıyoruz. Aile yaşantımız var, Kopamıyoruz. Ciddi kuvvetli aile bağlarımız var. Benim iki çocuğum var mesela... Bir mesleğim var...
* Peki çocuklarının bu durumdan haberi var mı?
- Kesinlikle onların yanında giyinmem. Onlara örnek ve sevgi dolu bir baba olmaya çalışıyorum. İlerde kendi özgür tercihlerini yaşayacakları bir yaşam sunarım. Her seçimlerinde ve tercihlerinde yanlarındayız... Eşim de modern ve aydındır
* Ama bu bir anlamda onlara toplumsal cinsiyeti aşılamak değil mi, örnek babalık yani...
- Psikolojik olarak çocuk gelişimi açısından örnek bir baba durumu diyelim. İleride her türlü tercihlerinde yanlarındayım emin olabilirsin. İleride mutlaka payşlaşırım. Kesin olarak homofobik yetişmeyecekler...
* Toplumsal cinsiyetle doğal kimlikler arasında bocalama yaşamasınlar diye mi CD'liği saklıyorsun onlardan veya daha anlayacak yaşta olmadıkları için mi?
- Doğuştan gelen cinsiyet durumundalar şu anda. Ergenlik döneminde cinsiyet seçimleri ve oluşumları olacak. Şu anda çocuklar yani...
* Doğuştan gelen cinsiyet derken...
- Yani her ikisi de erkek olarak doğdular. Sonuç olarak genital organları ile doğuyor insan bildiğin gibi. Sen erkek olarak doğmadın mı?
* Biyolojik cinisyet ile hissettiğimiz cinsiyet kimliğmiz ayrı ve de doğuştan değil mi, ben öyle biliyordum...
- Belli bir süreçten veya yaştan sonra seçimini, tercihini yaptın ya da içinden gelen hislere ses verdin... Sen doğru tanımı verdin kusura bakma ben doğaçlama söylüyorum, akademik olarak değil. Hissedilen cinsiyet ergenlik öncesi de gelebilir bu arada...
* Ozaman seçim değil de keşfetme süreci diyelim...
- Keşfetme ve içinden gelen hisler de diyebiliriz. Pek çok çocuk trans olabiliyor. Benim 6-7 yaşlarımda içimden gelen hislerle, çocuk yaşta annemin kıyafet, çorap ve ayakkabılarını giymemin cinsellilkle ilgisi olabilir mi? Ergen bile değildim. Uzun uzun senelerce kendimi aradım. Cinsellikle değil de cinsiyet kimliğiyle alakalı. İnternet sayesinde Cross Dresser tanımını buldum. Senelerce ben gay miyim dedim kendime.
- O zaman CD'ler bir anlamda translar da...
- Çok da ayıramayız aslında birbirinden.
* Geylik biyolojik bence.. Yani karşımızdaki kişinin içine bakmıyoruz. Geyler olarak erkekse beğeniyoruz. İçinde kadın olan bir erkeği sevebilirim mesela ben...
- "Çift cinsiyet kimliği" yada "çoklu cinsiyet kimliği" mi desek? Ben de mesela inanılmaz olarak vücutçu, iri yarı bir erkek istiyorum. Henüz şanslı erkeği bulamadım.
* Aslında doğada belki sadece erillik ve dişilik var ama doğa cinsiyetleri farklı bedenlerle çeşitlendiriyor... Belki de belli bir cinsiyet kimliği yok, toplumsal cinsiyet şekillendiriyor onu. Sevginin cinsiyeti mi olur; her cinsiyet sevemek de ister, sevilmek de...
- Buna androjen cinsel kimlik diyelim.
* Doğa belki de androjenlik gibi gerçek kimliğine hazırlıyor insanları erkek ve kadınlıktan. Yani gelecekte aslına kavuşacak...
- Buna cinsiyet geçişkenliği deniyor, cinsel kimlik olarak "non-profit". Evrim süreci devam ediyor.
Sence evrim tamamlandı mı? 100 yıl yada 1000 yıl sonranın nereye gideceğinin ışığı bunlar... LGBTİ' ler kendi kültürünü yaratmaya başladı son 20 yıldır. İternet sayesinde bu o kadar hızlandı ki, inanılmaz... Ve LGBTİ bireylerin hepsi, sex işçisi olanlar hariç kültürlü, entellektüel ve düşünsel olarak fikir üretiyorlar. İnternet yaşam hızımızı arttırdı. Toplumun özgürleşmesi için çalışıyoruz. İnternet, düşünce ve fikir üretimini arttırdı. Düşünsel evrimi çok ileri taşıdı.
"Konu" moda ile de direkt olarak bağlantılı. Konuyu moda direkt olarak takip ediyor. Zaman içindeki kırılma noktaları ya da etkilenme noktaları var. Artık erkek kıyafetlerinin tamamı slim-fit ve skinny olmaya başladı. Marka olan, modern giyim satan mağazalarda normal kesim kot ya da pantolon yok mesela. Moda sektoründeki major oyuncular da yönelimi belirliyor. Onlar ne derse üretim ve tüketim o yönde gidiyor. Erkek, takım elbise, tshirt, gömlek ve pantolonlar ile atletlerin tamamı artık slim-fit veya skinny tasarım. Normal kesim kot artık pek çok marka üretmiyor; çünkü satılmıyor, talep yok. Slim fit bir kot giydikden sonra normal kesim giyilmiyor.
* Yani androjen kimlik moda üzerinden kendini daha hızlı mı gerçekleştirmeye başladı..? Yani moda ile belki de daha hızlı yol alınacak bu konuda. İnsanlar farkındaysan görsel olarak dışa vurumla gerçekleştiryorlar kendilerini.
- Moda insanların taleplerini üretiyor. İnsanların talepleri bu yönde. Giyim unisexe doğru gidiyor. Modacılar da bu talepleri doğru yakalıyorlar. Benim üzerimdeki kıyafet ile cinsel kimliğimin belirlenmesi, toplumun koyduğu kurallar ve sınırlar çerçevesinde. Yeni nesil kendini özgürleştiriyor aslında. Üzerimdeki kıyafet benim cinsel kimliğimi yada cinsel tercihimi belirlemez diyor. Olay tamamen toplumun tanımladığı cinsel kimlikler ve cinsel tercihlerin yıkılmasına doğru gidiyor. İlerde "birey" olmaya gidiyoruz.
* Cinsiyet geçişgenliği bir cinsel özgürlükse, üzerimizdeki taşıdıklarımız da geçişgenliğimizin bir ifadesi değil mi?
- Birbirini birey yani insan olarak kabul etme yolunda ilerliyor yeni Z kuşağı.
* "Üzerimizdeki kıyafet cinsel kimliğimizi belirlemez" derken...
- İki ayağımızın üzerinde fikirlerimizle ve düşüncelerimle birbirimizi birey olarak kabul etmeye doğru gidiyoruz... Birbirimizin cinsel kimliğini ve tercihini anlamak için kıyafet gibi görsel bir "ipucuna" ihtiyaç kalmadı. Androjenizm ve moda arasındaki bağ; cinsiyet geçişgenliği. Çünkü artık sosyal medya var. Birbirimizi cinsel tercih ve seçimlerimize göre, fetişlerimize göre sosyal medyadan buluyoruz
* Fetişizmin ana aktörü cinsellik mi oluyor?
- Fetişizm cinsel uyarılma ve tercihler. Beyindeki uyarılma ile ilgili. Eskiden sosyal medya yok iken dışarıda birbirimizi bulabilmek, tavlayabilmek için kıyafete ihtiyaç vardı. Hatta erkekler kızlara, kızlar erkeklere kendini beğendirme yada seçilebilmek için giyinirdi. Artık herkes sadece kendisi için giyiniyor.
*Eşcinsellerin kimliklerini bazı aksesuarla ifade ettiği gibi...
- Nasıl "rahat" ve "ÖZGÜR" hissediyorsan öyle giyinmek istiyorsun...
* "Özgürlük" çok çok çok önemli bir kavram. "Z kuşağı ve Özgürlük" konulu da bir yazı bekilyorum senden...
* Özgür ve androjen...
- Crossdresser ile ayır bence...
* X kuşağı ile atıldı ama özgürlüğün temelleri...
- X kuşağı temelli fakat Z kuşağında bayrak ve çok hızlılar... Benim skinny pantolon giymeye halen cesaretim yok
* Ama o çocukların anaları-babaları olan Y kuşağını yetiştiren ve özgürlüklerin temelini atan bir X kuşağı var gerçeği var...
- İstanbuldaki o kadar çok genç erkek skinny kot giyiyor ki inananmazsın.
* Muhafazakarlar da dar kot hastalık yapıyor diye yırtınmaya başladı. Kan dolaşımını aksatıyormuş...
- Kesinlikle alıntı resim ve sahte haberler. Psikolojik propaganda...
* Yandaş medyanın çığırtkanlığı...
- Bu dar kalıplar bizim "Özgürlük" sınırlarımızı ihlal ettiği için yeni nesil hızla yıkıyor...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)