21 Ocak 2015 Çarşamba

Garantici olmam paranoyadan değil, güvensiz bir dünyada yaşamaktan


Bugün badminton çalışmalarımız iptal edildi. Çünkü belediyenin salonunda badminton oynuyoruz. Tabi ki iptalin sebebi salonla değil, karar mekanizmasıyla alakalı. Badminton oynayan arkadaşlarımız bugün spordan mahrum olmuş oldu tabi ama ben değil. Çünkü her gün badmintondan sonra tenis oynuyorum, bazı günler yüzüyorum, her gün bisiklete biniyorum, olmadı parkta koşuyorum, olduğu zamanlar voleybol oynuyorum, buz patenine gitmişliğim bile var, masa tenisini de diğer sporlar kadar hareketli olmadığından dolayı sevemediğim için ara vermeme rağmen oynayabiliyorum sonuçta... Bugün de badminton iptal edilince daha dingin bir şekilde daha enerjik tenis oynadım, daha güzel ve isabetli vuruşlar yaptım...

Bu sadece spor için geçerli değil; hayatım hiçbir zaman, hiçbir alanda tek bir şeye bağımlı kalmadı. Ben yapacak şeyi elinden alınınca boşta kalıp canı sıkılanlardan, morali bozulanlardan olmadım hiçbir zaman; yapacak şeyi çok olup da zamanı yetmeyenlerden oldum. Zaten aynı anda çok şey yapmayınca kendimi eksik hissederim. Yapım böyle çünkü.

Tabi bu garanticiliğimin sebebi sadece yapımın maymun iştahlılığıyla alakalı değil. İçinde yaşadığımız sisteme, dünyaya, daha doğrusu dünyalılara, özellikle içinde yaşadığımız kültürün disiplinsizliğine güvensizlikle alakalı. Hiçbir şeyin garantisi yok ki şu hayatta. Beyaz eşyaların garantisi bile formalite. Tüketiciye mutlaka bir kusur buluyorlar garantilerini yerine getirmemek için.

Tamam, mükemmelliyetçi bir yapım var ama beni obsesif gibi düşündürmelerine rağmen ben obsesif bile değilim aslında; sadece işimi, hayatıma dair şeyleri sağlama almak istiyorum güvensiz dünyada. Ve güvensizlik konusunda hiç de yanıltmadı içinde yaşadığım kültür beni. Yapıma obsesif tanısı koyuldu ama ben kabul etmiyorum artık bunu. Çünkü standart yok, disiplin yok, güven yok dolayısıyla hiçbir şeyde. Örnekleyelim mi...

Mesela hiç kimse sözünde durmuyor. Hiç kimsenin zaman konusunda bırakın gün, ay, hatta yıl konusunda bile dakikliği yok. Bir boşvermişlik, bir umursamazlık, bir hiç kimseye (çıkar söz konusu olmadığı sürece) değer vermeme durumu söz konusu. Çünkü bencillik hakim. Empati yok. Yarını düşünmek yok. O gün kurtarılır, yarın, yarın olunca düşünülür. Aslında bu disiplinsizlik toplumsal boyutta olduğu için zararını hep beraber çekiyor ama kendimize bakmadan eleştirmekten de kurtulamıyoruz. Hep birilerinde suç ararız aksaklıklarda; bunun temeli nerden kaynaklanıyor diye düşünmeden. O yüzden ben en önce, "disiplin, disiplin, disiplin" diyorum, başka bir şey demiyorum. Çünkü disiplinle en zayıf olsan da bir şeyleri eninde sonunda başarır, yoluna koyabilirsin.

Bugün spor konusunda olduğu gibi kararlar vatandaşı düşünerek alınmaz hiçbir zaman. Oysa hayat, yönetim, hayata dair her şey ne için vardır; vatandaş için değil mi? Vatandaş olmasa karar mekanizmasına ihtiyaç var mıdır; e o zaman sen neden beni düşünmeden karar alırsın; ben olmasam senin orada görevin bile olmaz. Eğer negatif düşünmem istenmiyorsa, bana gerekçeni, ama akıl ve mantık çerçevesinde, insanlık çerçevesinde bana gerekçeni açıklayacaksın. Ben kim miyim; Sarı Çimeli Mehmet Ağa; benim paramla bana hizmet verenden hizmet almayı hak eden Sarı Çizmeli Mehmet Ağa. Üstelik ben belli bir saatten sonra hizmet de beklemiyorum; sadece mekan..! Bekleyen de sadece ben olsam. Sadece benim olmam da önemli ama çok kişi bekliyorsa daha çok önemli.

Benim kendi hayatıma dair sinirlendiklerime örnek verecektim ama araya gene düşünce ifade etme durumu girince... Mesela bankada, markette, hastanede, postanede numaratör devreye girmesine rağmen bile hala beklemekten kurtulamadık. Sinirlerimiz tel tel dökülüyor beklerken. Bir de beklerken kitap okuma alışkanlığımız yok ya... Ve bu durum bekletenlerin hiç umrunda değil. Beklemek, bekletilmek çok olağan bir şey bu ülkede. Çünkü hayatta en değerli şey olmasına rağmen bozuk para gibi harcanılan şey de zaman. Herkesin bir hedefi var; o hedefe ulaşılsın da zaman geçerse geçsin! Oysa hayat, hedefe giderken mutlu olmak, o yolda bir şeyler kazanabilmek, öğrenebilmektir. Biz ne yapıyoruz; hedefe varıncaya kadar, hedef noktasına odaklanıyoruz ve geçip giden zaman hiç umrumuzda bile olmuyor. Bir hedef noktamız var hayatımızda, bir de sinirlenmek! Sinirlenmemizin sebebi de zaman kaybettiğimiz için olsa hiç canım yanmayacak; çünkü bari bilinçlenmişiz zaman konuusunda derim. Sadece isteklerimiz geç olunca canımız sıkılıyor ve sinirleniyoruz işte.

Disiplinsizlik konusunda o kadar çok örnek var ki hayatımızda... Mesela ürünlerin genelde hiçbir standardı olmaz. CD'ler çizik çıkar, kıyafetlerin kolları ve paçaları bile denk değildir birbirine. Aldığın ürünler ya bozuk çıkar, ya formülsüz, ve de elinde kalır. Verilen hizmet desen baştan savmadır. Bir bardak çayı bilmem kaç liraya satarlar ama çay demeye bin şahit lazımdır. Sağlık konusunda bile... Çünkü neden biliyor musunuz bu aksaklıkların, bozuklukların sebebi; çünkü disiplinsizliğin yanı sıra hiç kimse işinin ehli de değildir. Birisi bir şey yapmak ister ve o şey ne ise o işin uzmanı kesilir. Yapa yapa bir şeyler tutturulur ama hiçbir zaman da mükemmele ulaşılamaz. Zaten amaç mükemmele ulaşmak veya iyi bir hizmet vermek de değildir. Sadece herkes kendi çıkarını düşünür. Hatta hiç kimse yaptığı işi severek yapmaz. Sevgi yoktur yapılan işlerde, aşk yoktur... İşini aşkla yapmak isteyene de fırsat vermezler zaten. Çünkü mükemmel olmayan toplumlarda mükemmelliyetçilik onay görmez. Mükemmelliyetçilikle hiçbir şey ucuza getirilemez çünkü. Kandıramazsın mükemmeliyetçilikle kimseyi. Mükemmel olursan, fazla emek harcamış olursun, fazla masraf etmiş olursun. Bu ülke az emek ve az masrafla sadece para kazanılan bir yerdir. Geriye baktığımızda bırakılan şeyler bunun en güzel göstergesidir.

Konunun başıyla sonu farklı gibi gelebilir ama değil. Çünkü bir şeylerin ters gitmesinin sebebi; disiplinsizlik, mükemmelliyetsizlik, ehliyetsizlik, bencillik, duyarsızlık.... vesaire, vesaire... Peki ben ne yapıyorum bu disiplinsiz ve bencil dünyada; aynı sporda yaptığım gibi önlemimi alarak yaşıyorum. CD'ler alınır alınmaz kontrol edilir, kıyafetlerin kolları paçaları ölçülür, etiket fiyatıyla kasa fiyatı karşılaştırılır, fazla beklenirse itiraz edilir, ürünler bozuksa iade edilir ısrarla... Zor olmuyor mu; benim yapımda da haksızlığa karşı pabuç bırakmama durumu var. Sessiz kalmak moralimi daha çok bozuyor çünkü.

Düşünüyorum da benim arşivciliğim de bu konuda hiç kimseye güvenemememden kaynaklanıyor. Çünkü aradan zaman geçince ne istediğin müziğe ulaşabiliyorsun, ne kitaba, ne de bir kaynağa... Oysa arşiv benim sırtımda o kadar yük ki... Ben mesela bütün bilgilerin, dökümanların en fazla kibrit kutusu kadar bir kutuya sıkıştırılmasını isterdim. Aslında anında beynime aktarılmasını isterdim de, o günleri göremem artık. Öyle bir şey olsaydı, hayat benim için daha garanti, daha güvenilir olurdu. Bugünlerde internet üzerinden dinlediğim radyoda kesintiler oluyor. Arşivcilik konusu oradan aklıma geldi. Radyo olmayınca neredeyse dünyanın bütün müziklerine sahip olduğum arşivim devreye giriyor çünkü. Ben bazılarına göre zor bir insanım ama bana göre de ben hayatı bütün zorluklara rağmen kolay yaşamanın formülünü kendimce bulmuş bir insanım. Hatta bütün zorluklara hayatı kolaylaştıran bir insan.

Örnekleri kendi hayatımdan basit olarak verdim; herkes disiplinsizliğin, duyarsızlığın örneklerini kendi yaşadıkları aksaklıklar üzerinden değerlendirebilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder